Ahmet Turhallı’yla Röportaj
Hülya Yetişen, Kürdistan İslami Hareketi’nin Başkanı Ahmet Turhallı’yla yaptığı bir röportajı yayımladı. (http://www.kurdistan-post.eu/ 13.3.2015)
Bu yazıda, bu röportajla ilgili düşüncelerimi açıklamaya çalışacağım.
Hülya Yetişen, Ahmet Hoca’ya, “İslamiyette mezhepler nasıl ortaya çıktı. Müslümanlara göre Şiilik neden 5. Mezhep? Şiilik ile Alevilik arasında, inanç (akaid) ve fıkıh (şeriat) kuralları arasındaki temel farklar nedir? şeklinde soruyor.
Hülya Yetişen bu konuyla ilgili olarak, Ahmet Hoca’ya, ikinci bir soru daha soruyor: Sizce Alevilik İslam mezhebi mi, yoksa İslam dışı bir inanç mı?
“Müslümanlara göre Şiilik neden beşinci mezhep?” sorusu, kanımca yanlış bir sorudur. Şiilik, Müslümanlıktaki çok önemli iki ana akımdan biridir. Öbürü Sünnilik. Sünnilik ve Şiilik, Müslümanlıktaki, iki büyük siyasal parti olarak değerlendirilebilir.
İslamlıkdaki bu iki büyük siyasal partinin birbirleriyle mücadelesi iktidar için yapılan bir mücadeledir. Hanefilik, Şafililk, Malikilik, Hambelilik Sünni İslam’ın mezhepleridir. Bu mezhepler, İslam’ın farklı yorumlarından kaynaklanmaktadır. Ama, Sünnilik-Şiilik mücadelesi, İslam’da iktidar için yapılan bir mücadeledir. Ve İslam’da bu mücadele çok kanlı olmuştur. İslam’da, adalet, eşitlik, barış anlayışı Kerbela ile son bulmuştur. (10 Ekim 680)
Ali, Kerbela, Oniki İmamlar, Şiiliğin kavramlarıdır. Birinci İmam Halife Ali (599-661), Kufe’de camide öldürüldü. İkinci İmam Hasan (624-680), Medine’de, karısı tarafından zehirlenerek öldürüldü. Karısı, Ali’den sonra Halife olan Muaviye tarafından kandırılmıştı. Üçüncü İmam Hüseyin (626-680), Kerbela’da kafası kesilerek öldürüldü. Kafası bir tepside Halife Yezid’e götürüldü. Yezid Muaviye’nin oğluydu.
Dördüncü İmam Zeynelabidin (658-714), Kerbela’daki 72 kişiden kurtulan tek kişidir. Medine’de, gözlerden ırak, politika dışında bir yaşam sürdürürken zehirletilerek öldürüldü.
Beşinci İmam Muhammed Bakır (676-732), Babası Zeynelabidin’den daha faal bir yaşam sürdü. Altıncı İmam Cafer-i Sadık (702-765), Şiiliğin önemli bir kitabı olan “Buyruk”u kaleme aldı.
Yedinci İmam Musa Kazım (745-799), Abbasi Halifesine saygısızlık yaptığı iddiasıyla sürüldüğü ve göz hapsinde tutulduğu Irak’ın bir şehrinde öldürüldü.
Sekizinci İmam Ali Rıza (765-818), Abbasi Halifesi Me’mun tarafından göz hapsine alındı, Meşhed’e sürüldü. Orada zehirlenerek öldürüldü.
Dokuzuncu İmam, Muhammed Taki (811-835), Halife Mu’tasım tarafından Bağdat’da, zehirlenerek öldürüldü. Politik bir yönü yoktu.
Onuncu İmam Ali Naki (828-868), Samara’da, Abbasi halifesi Mu’tez tarafından zehirlenerek öldürüldü.
Onbirinci İmam Hasan Askeri (846-873), Abbasi halifesi Mutemid tarafından zehirlenerek öldürüldü. Halife Mutemid, Ali Soyu’nun tamamen yok edilmesine karar verdi. Çok büyük bir katliam gerçekleşti. Bu katliamdan sadece Hasan Askeri’nin oğlu olan İmam Muhammed Mehdi kurtuldu. O zaman İmam Mehdi dört yaşındaydı.
Onikinci İmam Muhammed Mehdi (869- ), babası Hasan Askeri’nin öldürülmesinden sonra gizlenmiş, ondan sonra onu kimse görmemiştir. Halen yaşadığına inanılmaktadır. Bir gün ortaya çıkacak ve adaletsiz dünyaya adalet getirecektir.
Bu tablodan da görüldüğü üzere, Emevi ve Abbasi halifeleri, peygamberin torunlarına karşı yoğun ve yaygın bir şiddet kullanmıştır. Oniki imamlar, mazlumdur. Düşünelim ki, Hüseyin’e bağlı 72 kişinin çoğu, kadınlar, çocuklar susuzluktan ölmüştür. Fırat Nehri, Kerbela’da, çadırların hemen ötesinde aktığı halde, Yezid’e bağlı ordular Hüseyin taraftarlarının Fırat’a gidip su almalarına engel olmuştur. Çadırların dışına çıkmayı yasaklamıştır. İslam’ın getirdiği söylenen barış, huzur, adalet eşitlik, Kerbela’da son bulmuştur.
Sünni İslam’daki bu devlet terörü, Kürd yazar Metin Aktaş tarafından kaleme alınan, Rüzgar Ateş Gibi Yakıyordu, (Fam Yayınları, Mart 2014) romanında çok çarpıcı bir şekilde dile getirilmiştir. Yazar, Emevi hanedanının yıkıldığı, Abbasi hanedanlığının kurumlaşmaya başladığı dönemi söz konusu etmektedir. Halife seçilmek için düzenlenen entrikalar, rüşvet, yolsuzluk, kölelik, hadımlık, harem, cariyeler vs. bir hadımın ağzından anlatılmaktadır. Bu bir romandır. Ama, yazar Metin Aktaş’ın belirttiği gibi bu romanın yazılışı sırasında tarihsel kaynaklar da değerlendirilmiştir.
Bilim, olguları anlamaya çalışır. Olgular arasındaki ilişkileri açıklamaya çalışır. Roman ise, insanların duygularını irdeler. Romancı Metin Aktaş, Rüzgar Ateş Gibi Yakıyordu romanında, birbirleri aleyhine dolaplar çevirmeye çalışan halifeleri, halife yakınlarını, haremi, cariyeleri, hadımları, köleleri… onların duygularını, niyetlerini, bu süreçte gerçekleşen terörü, devlet terörünü ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. Fethedilen alanlardaki halkın nasıl köleleştirildiği, köle pazarlarında satıldığı, köleliğin, hadımlığın nasıl kurumlaştırıldığı çok zengin olgularla dile getirmektedir.
Kur’an’da, köleliğin lağvedilmesiyle, kadınların durumuyla ilgili bazı olumlu belirlemeler vardır. Ama bunların çoğunu toplumsal bir karşılığı yoktur. Gerek Emevi gerek Abbasi halifeleri döneminde yoğun bir köleleştirme vardır.
***
Hülya Yetişen’in, “Sizce Alevilik İslam mezhebi mi, yoksa İslam dışı bir inanç mı?” sorusu ise çok yerinde bir sorudur. Ama bu soruya Ahmet Turhallı Hoca’nın verdiği yanıt çok yetersizdir. Ahmet Hoca, “Aleviler de Halife Ali’yi, Peygamberi çok seviyorlar…” dedikten sonra, “Kendini Müslüman hisseden Müslümandır” diyor. Ahmet Hoca’nın bu cevabı, Türk devlet görüşünün, resmi ideolojinin, ”kendini Türk hisseden Türk’tür” cevabına benziyor.
1930’lu, 40’lı, 50’li, 60’lı, 70’li, 80’li yılları hatırlayalım, kendini Türk hissetmeyen Kürdlerin ne büyük ve yaygın bir devlet terörüyle karşı karşıya oldukları bilinmektedir. Yedinci, sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda, Arap fetihlerinden sonra, Kendilerini Müslüman hissetmeyen halkların da yoğun bir Arap terörüyle, devlet terörüyle karşı kaşıya kaldıkları çok açık bir gerçekliktir.
Yukarıda vurgulamaya çalıştık. Şiilik elbette Müslümanlıktır. Hatta Müslümanlıktaki iki büyük siyasal partiden biridir. Ama, Alevilik Şiilik değildir. Bu çok açık bir gerçekliktir.
Alevilik, elbette Müslümanlık değildir. Alevilik Müslümanlıktan çok önceki bir inançtır. Hatta, Alevilik, Zerdüştlükten önceki bir inançtır. Kuzey Mezopotamya kökenli bir inançtır. Aleviliğin Müslümanlık olmadığını gösteren çok önemli göstergeler vardır. Bunlardan biri, Müslümanlıkta çok kadınla evliliğin yaygın olmasıdır. Peygamber döneminden beri İslam’da çok kadınla evlilik esastır. Dört Halife döneminde, Emevi ve Abbasi halifeleri döneminde ve daha sonraki dönemlerde, İslam’da çok kadınla evlilik yaygın bir gelenektir. Hem Sünni İslam’da, örneğin, Suudi Arabistan’da, Türkiye’de, Kürdistan’da, hem de Şii İslam’da örneğin, İran’da, bu uygulama, gelenek yaygındır. İslam’da, çok kadınla evlilik yanında, harem, istediğin kadar cariye edinmek de söz konusudur. Hatta Şii İslam’da, evdeki iki üç kadından ayrı olarak belirli bir süre, hatta bir günlüğüne bile sözleşmeli evlilik vardır. Alevilikte ise tek kadınla evlilik esastır.
Hem Sünni İslam’da, örneğin Suudi Arabistan’da, hem Şii İslam’da, örneğin İran’da, kadınlar, çador, çarşaf içinde kapalıdır. Örneğin, Afganistan gibi alanlarda kadınlar burka denen bir çarşaf içindedirler. Alevilikte böyle bir uygulama yoktur. Bunlar, Aleviliğin, Müslümanlık olmadığını gösteren çok önemli yaşam tarzlarıdır.
Alevilerdeki semah, Aleviliğin Müslümanlık olmadığını gösteren çok önemli bir ritüeldir. Bu, kadını kamuda görünür kılan, erkekle eşit kılan bir ritüeldir. İslam’da buna benzer bir ritüel yoktur. İslam’da kadın görünmezdir, kapalıdır, erkeğin arkasından gelir. Örneğin, Suudi Arabistan’da kadınlar, otomobil bile kullanamamaktadırlar.
Müslümanlığın, fetih-ganimet esasına dayanan bir dinamiği vardır. Bir ülke fethedilecek. Halkı Müslümanlığa davet edilecek. Müslümanlığı kabul etmezse, kadınları, çocukları, malları-mülkleri ganimet sayılacak. Müslümanlığı kabul edenlerin mallarına mülklerine de el konulacak. Sadece, öldürülmekten kurtulmuş olacaklar. Bütün bunlar Alevilikte var mı? Alevilikte, orayı burayı fethedip, halkı Aleviliğe davet etmek, Aleviliği kabul etmeyenler katletmek, mallarını mülklerinin kadınlarını çocukların yağmalamak var mı?
Burada önemli olan, Şiilikteki, Ali, Kerbela, on iki İmamlar, Hüseyin figürlerinin Alevi düşüncesine nasıl girdiğinin incelenmesidir. 14 ve 15. Yüzyıllar bu bakımdan önemlidir. İran’da, Şah Ali (1392-1429), Şah İbrahim Veli (1428-1447), Şeyh Cüneyd (ölümü 1460), Şeyh Haydar (ölümü 1488), Şah İsmail (1487-1524) dönemlerinin incelenmesi önemlidir. Şah İsmail’le, 1502 de Şiilik kurumlaşmıştır. İlk Şii eğilimlerinin Şah Ali döneminde, 14. Yüzyılın sonlarında başladığı söylenmektedir.
İran’da Şiiliğin tarihi söz konusu olduğu zaman, Safevtü’s Safa çok önemli bir kitaptır. 1330’larda kaleme alınan Safevtü’s Safa’da, Oniki İmamlar, Kerbela, Ali, Hüseyin gibi figürler yoktur. Bu figürler, kitaba daha sonraki dönemlerde, özellikle, Şeyh Cüneyd, Şeyh Haydar, Şah İsmail dönemlerinde eklenmiştir. Kerbela, Oniki İmamlar, Ali, Hüseyin figürlerinin Sivas, Tokat, Amasya yöresindeki, ve Teke Yarımadasındaki Alevileri etkilemesi 15. yüzyılda gerçekleşmiştir. Sivas, Tokat ve Amasya yöresinde Nur Ali Halife, Teke’de Şahkulu, Şeyh Cüneyd’in, Şeyh Haydar’ın, daha sonra da Şah İsmail’in temsilcileridir. Bütün bunlar, Murad Ciwan’ın yazılarında ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Murad Ciwan’ın, Çaldıran Savaşıyla, İdris-i Bitlisi ile ilgili ve Safevi hanedanını kuruluşu ile ilgili yazılarına bakmakta yarar vardır.
Alevilerdeki “Yedi Ulu Ozan”nın şiirleri bu etkilemede çok büyük rol sahibidir. Alevilerdeki Yedi Ulu Ozan şunlardır: Seyid Nesimi (1369-1417), Şah Hatayi (1487-1524), Fuzuli (1504-1556), Yemini (15. yüzyıl sonu 16. yüzyıl başı), Virani (16. yüzyıl), Pir Sultan Abdal (16. yüzyıl), Kul Himmed (16. yüzyılın ikinci yarısı). Bu şairler, şiirlerine özellikle Halife Ali’ye daha sonra da Şah’a büyük övgüler düzmüşler, Kerbela’yı anlatmışlardır.
Alevileri temsil eden şair ise, 14. yüzyıl sonlarında ve 15. yüzyıl başlarında yaşayan Kaygusuz Abdal’dır.
"Kıldan köprü yaratmışsın / Gelsun kullar geçsun deyu / Hele biz şöyle duralım / Yiğit isen geç a Tanrı!" dizeleri esas Alevi düşüncesini, Reya Heq düşüncesini aksettirmektedir. İslam’da böyle bir Tanrı eleştirisi var mı?
Alevilik, insana, doğaya değer veren, insan, doğayı tanrı kabul eden bir inançtır. Mazlumların yanında yer alan, mazlumların acıların paylaşan bir inançtır. Peygamberin torunları, Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde büyük zulüm görmektedirler. Alevilerin, zulüm gören Şiiler yanında yer alması, onların acıların paylaşması doğaldır. Ama, Ali, Oniki İmamlar, Kerbela figürleriyle bütünleşmesi sağlıklı değildir.
Dersim’de Zaza Kürdler, hâlâ Hüseyin’in yasını gütmektedirler. Şiilik elbette Müslümanlıktır. Kerbela, (10 Ekim 680) İslamdaki bir iktidar kavgasıdır. İnsanı ve doğayı ön plana koyan, insanı ve doğayı Tanrı kabul eden Aleviliğin, Peygamber Muhammed’in torunlarına yapılan zulme karşı çıkması, onların acıların paylaşması çok doğaldır. Ama kendilerini onlarla özdeşleştirmesi yanlıştır. 680'de Kerbela’da 72 kişi katledilmiştir. Hüseyin savaşta yenilmiş, kellesi kesilip, bir mızrağın ucuna takılıp Yezid’e götürülmüştür. 1937-1938 de Dersim’de, belki de 72 bin kişi katledilmiştir. Dersim’de Zaza Kürdlere soykırım yapılmıştır. Ama Dersimlilerin önemli bir kısmı bunu dert etmemektedir. Hâlâ Kerbela’nın, Hüseyin’in yası güdülmektedir. Halbuki, Kerbela, Kürdlerle ilgili bir olay değildir. İslam’daki bir iktidar kavgasıdır.
Devletin, Alevileri asimile etme politikası, bu çerçevede yapılan uygulamalar elbette eleştirilmelidir. Ama, her şeyden önce şunca gerçeklere rağmen “Aleviyiz ama Müslümanız”, “Müslümanız ama Aleviyiz” diyen Alevilerin eleştirilmesi gerekir. Alevilerin, İslamlığın hiçbir şartını yerine getirmedikleri de biliniyor.
Aleviler, “Müslümanız” dedikten sonra, onları camiye davet edecek bir İslami grup olacaktır. “Bizim Cemevimiz var” savunmaları etkili değildir. Kaldı ki, devlet, örneğin, Cemevi’ne de imam göndermektedir.
Camiye davet edilen Aleviler, camiye gitmedikleri zaman “yoldan çıkmış Müslümanlar” olarak algılanmaktadır. Bu sefer de Alevileri yola getirmek için operasyonlar yapılmaktadır.
***
Hülya Yetişen, Ahmet Turhallı Hoca’ya, Asr-ı Saadet’e ilişkin sorular soruyor. Asr-ı Saadet’de, kadınların, kölelerin vs. durumlarıyla ilgili sorular soruyor. IŞİD’le, kafa kesmelerle ilgili sorular soruyor. Röportajda bu sorularla ilgili birçok soru var. Gerek sorular, gerek sorulara verilen cevaplar aydınlatıcı. Bu konularla ilgili olarak kısaca şunlar söylenebilir.
Ahmet Turhallı Hoca, 622 yılında, peygamber döneminde, Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasında imzalanan Medine Vesikası’ndan söz ediyor. Dört Halife’den sonra, Şam’da Emevilerin, Bağdat’da, Abbasilerin kendi çıkarlarına göre bir yönetim oluşturduklarını vurguluyor. Arap talanında, Fars istilalarından, Türk zorbalığından söz ediyor. Irak’ta, Kürdlere karşı tırmandırılan zorbalıktan, İran’da Ayetullah katliamcılığından, Türkiye’de Türk-İslam Sentezi’nden söz ediyor. IŞİD, Nusra gibi örgütlerin, İslam’ı temsil etmediğini dile getiriyor. Bunları hepsi değerli ve önemli açıklamalar. Ama çok önemli bir konu var. Bunu şu şekilde belirtmek mümkündür.
Esas İslam hangidir? diye sormak yanlıştır. Esas İslam’ı aramak yanlıştır.
20 Mart 2015'de, Yemen’de, Sana’da, IŞİD, Husilerin gittiği dört camiyi bombaladı. 142 ölü, 300’ün üzerinde yaralı var. Esas İslam Husiler midir? IŞİD midir? Esas İslam Husileri destekleyen İran mıdır? IŞİD’n arkasında olduğu bilinen Suudi Arabistan, Katar, Türkiye gibi devletler de mi yaşanmaktadır? Yemen’de, El-Kaide Husilerle ve orduyla çatışmaktadır. Esas İslam hangisidir? Şii Husiler, Yemen’de, Sünni hükümetle çatışmaktadır. Esas İslam hangisidir?
Kanımca bu sorular yanlıştır. Esas İslam’ı aramak yanlıştır. Önemli olan, devlet yönetiminden dini, İslam’ı çıkarmaktır. Dinin kurallar, kaideler, devlet yönetiminde belirleyici olmamalıdır. Önemli olan bu konuda çaba sarfetmektir.
Bu konuya biraz daha ayrıntılı değinmekte yarar var. 20 Mart 2003’de, ABD’nin ve koalisyon güçlerinin Irak’a silahlı müdahalesinde beri, Irak’ta yaşanan olgu var. Örneğin bir Şii, Bağdat’da, Sünnilerin gittiği camiye giriyor, ibadet eden insanlar arasında beline bağladığı bombaları patlatıyor. Örneğin, 70 ölü 200 yaralı. Esas İslam hangisidir? Şiiler midir, Sünniler midir?
Birkaç gün sonra, bu sefer bir Sünni, Şiilerin gittiği bir camiye giriyor, ibadet eden insanlar arasında kendini patlatıyor, 80 ölü 300 yaralı… Peygamberin karikatürlerinden dolayı, İndonezya’dan Fas’a kadar bütün İslam dünyası ayağa kalkarken, İslam dünyasının cami saldırıları karşısında sessiz kalması camilerin yıkılması, ibadet halinde olan imamların, ibadet eden insanların katledilmesi konusunda bir tepki göstermemesi dikkat çekicidir. Müslümanların, Müslümanlar tarafından katledilmesi, ve öbür Müslümanların, İslam dünyasını buna sessiz kalması, bugün, İslam dünyasını anlatan çok önemli bir süreçtir. Bu, sadece, Irak’ta, rastlanan bir olgu değildir, El-Kaide’nin yaşam bulduğu, Afganistan, Pakistan gibi alanlarda, Boko Haram’ın yaşam bulduğu Nijerya’da, Eş-Şebab’ın yaşam bulduğu Somali, Kenya gibi alanlarda da geçerlidir. Bu bakımdan, devlet yönetimini, İslami kuralların belirlememesi için çaba sarfetmek, seküler bir yönetim için çaba sarfetmek önemli olmalıdır.
Peşmergenin IŞİD’le Mücadelesi
Güney Kürdistan’da peşmerge IŞİD’e karşı güçlü bir mücadele yürütüyor. Savaş sürüyor ama artık, IŞİD Kürdistan Bölgesel Yönetimi için ciddi bir tehlike değil. Peşmerge, ağır silahlara sahip olmamasına rağmen IŞİD’e karşı üstünlük sağlaması kıvanç verici bir durum.
Savaş sürecinde, peşmergede generallerin sayısını arttığı da gözlenmektedir. Bunun sağlıklı bir gelişme olduğunu düşünmüyorum. Bir basın haberinde “ general şeyh…” diye bir anlatıma rastladım. ‘General Şeyh….” bir cephede IŞİD saldırılarını nasıl püskürttüklerini anlatıyordu. Bir subay, general rütbesini almış, ama bunu yeterli görmemiş, şeyhliği de generalliğine eklemiş. Dinsel kuralların devlet yönetiminde belirleyici olmaması, Kürdler için de büyük bir zorunluluk. Kürdler, seküler yönetim kurmak için çaba göstermeli. Kürd öğretmen, Kürd mühendis, Kürt fizikçi, Kürd edebiyatçı, Kürd tarihçi, Kürd doktor, Kürd asker… yerinde söylemlerdir. Ama bu tanımlara bir de şeyh unvanını eklemek sağlıklı değildir. Örneğin Fizikçi Şeyh… demek doğru değildir.
Bunu derken, geçmişte şeyh unvanlarıyla Kürdistan mücadelesi yürütmüş şeyhlere haksızlık ediliyor, anlamı çıkarılmamalıdır. Şeyh Said’i, Şeyh Abdüsselam Barzani’yi, Şeyh Ahmed Barzani’yi, Kadı Muhammed’i, Mele Mustafa Barzani’yi Kürdistan için darağacına giden yüzlerce şeyhi sevgiyle anıyorum. Dönem artık değişti. Seküler yönetim için çalışmak, seküler unvanlar kullanmak çok daha önemlidir.
____________
Not: Kürd Kültürü Neden Yağmalanıyor? yazısı için küçük bir açıklama yapma gereğini duyuyorum. Ahmet Aras aradı. Telefonla konuştuk. Yazıda, İbrahim Halil Baran’ın yazısını kaynak göstererek, Neşet Ertaş’ın, Evdalê Zeynikê’nin torunu olduğunu söylemiştim. Ahmet Aras, İbrahim Halil Baran’ı tanımadığını, kimseye de bu şekilde bir açıklama yapmadığını vurguluyor. Ahmet Aras, Evdalê Zeynikê ile ilgili ayrıntılı çalışmalar yaptığını, Evdalê Zeynikê’nin yakınlarıyla görüştüğünü, buna benzer bir bilgiye sahip olmadığını söylüyor. Neşet Ertaş’ın ailesinin köyü de, Evdalê Zeynikê’nin Tutak İlçesi’ne bağlı, Molla Hasan köyüne yakın bir köy olduğunu ama akrabalık ilişkilerine rastlamadığını söylüyor.
Ahmet Aras, telefonda yaptığı konuşmada, Kürd klamlarının, stranlarının… Kürd loriklerinin nasıl yağmaladığını da örnekleriyle dile getirdi.
İbrahim Halil Baran’ın dile getirdiği bu bilgiyi, Ahmet Aras’la konuşmadan aynen kullanmak benim için elbette büyük bir eksiklik. Ahmet Aras’dan, Neşet Ertaş’ın yakınlarından ve okuyuculardan, bu yanlış bilgi için özür diliyorum. İbrahim Halil Baran da bu konuda herhalde bir açıklama yapar.