“Alevilerin Kitabı”
Bu yazıda, Ali Yıldırım’ın, Alevilerin Kitabı üzerine bazı düşüncelerimi belirtmeye çalışacağım (İtalik Kitaplar, Ankara, Temmuz 2015).
Önce, Alevilerin Kitabı’ndan, Alevilikle ilgili bazı belirlemeler alınacak, sonra da bazı temel konularda, İslam’ın ve Alevilik’in düşüncesi, tutumu değerlendirilecektir.
“Alevilik, insan hak (tanrı) bilmektir.”
“Alevilik, Anadolu’ya özgü, kökleri kadim tarihe uzanan bir inanç sitemidir. Alevilik, Anadolu’nun öz ve özgün inancıdır. Alevilik, bütünüyle Anadolu’da var olmuş, ortaya çıkmıştır.” (s. 9)
“Alevilik, insanı merkeze koyan, insandan üstün bir değer, varlık görmeyen, ne onun üstünde bir efendi, ne ona tabi bir kulu kabul etmeyen bir inanç sistemidir.” (s. 11)
“Alevi Cemlerine katılan bütün insanlar, cemde, kadın-erkek cinsiyetlerinin ötesinde, can olarak yer alırlar.
"Alevilik, ne İslam’dan doğmuştur, ne Şamanizm’den, ne Zerdüştlük’ten ne Mani dininden beslenmiştir.
"Belki bütün bu sayılanlarda, Alevilik’ten bir parça vardır.” (s. 13)
“Alevilik doğal bir din, bir doğa dinidir.
“Doğal din vahiye dayanmayan, üstün bir güç tarafından ilkeleri konulup çerçevesi çizilmeyen, üstün bir güç ile insan arasında, bir aracıya ihtiyaç duymayan, bir inanç sistemidir.” (s. 20)
“Alevilikte, cennet, cehennem yani ahret inancı söz konusu değildir.” (s. 23)
“Alevilik bir sır dini, inancıdır.”
“Alevilik’in, doğayı, evreni, insanı kutsayan yolu, vahiy dinleri nazarında büyük bir suçtur.” (s. 35)
“'Bozatlı Hızır yardımcın olsun!’ sözü, Alevilik’te zor bir işe başlayana kolaylıklar dilemek için kullanılır.” (s. 58)
“Dün Aleviler katlediliyordu, bugün, Alevilik katlediliyor.” (s. 62)
“Alevilik’te bireysel ibadet söz konusu değildir, Alevi, yolunun ibadeti ‘Cem’dir.” (s. 66)
“Sanat olmazsa olmazıdır. Alevi insanı sanatla varolmuştur ve yaşamıştır. Osmanlı Şeyhülislamları (döneminde) resim, müzik, dans, şiir yasaklanmışken, tersine Alevilik bunlar üzerine bina edilmiştir.’ (s. 119)
“Kızıldeli, Alevi-Bektaşi yolunda dem olarak alınan şaraba verilen addır.” (s. 139)
“Semah, Alevi inancında temel ibadetlerden biridir.” (s. 188)
“Kızılbaşlar, yola gelip Müslüman olmazlarsa, haklarından geline.” (s. 200)
“Alevilik semavi bir din değildir.” (s. 215)
“Alevilik, insanı merkezine koyan, realist ve rasyonel bir inançtır.” (s. 217)
“Alevilik inancında bağlama kutsal kabul edilir. Ve ‘telli Kuran’ olarak adlandırılır.” (s.221)
“Alevilikte Ramazan bayramı yoktur.” (s.255)
"Aleviler, İslamın diğer şartları gibi ramazan orucuna da kayıtsızdırlar.” (s. 257)
“Alevilik semavi dinlerden farklı olarak misyonerlik amacı güden bir inanç sistemi değildir.” (s. 308)
“Alevilik ve Şiiliğin ortak paydası söz konusu değildir.” (s. 363)
“Muharrem Orucu yalnızca, Anadolu Alevilerine özgüdür. Sünni İslam’da yoktur, Şii İslam’da yoktur. Arap Alevilerinde (Nusayrilerde) yoktur.” (s.372)
***
Alevilerin Kitabı’nın dikkate değer bir yöntemi var. 1 Ocak’tan 31 Aralık’a kadar, 365 gün Alevilerle ilgili bazı olaylar sıralanıyor. Bu sıralama bütün yıllar dikkate alınarak yapılıyor. Örneğin 11 Mart 2014, 30 Nisan 1952, 7 Temmuz 1512, 12 Temmuz 1931, 28 Kasım 1919 gibi.
Bu yönüyle, Alevilerin Kitabı’nın genişletilmesi çok yararlı olacaktır. Bu, Alevi tarihi için önemli bir kaynak olabilir.
***
Alevilerin Kitabı’ndan alınan bu alıntılar Aleviliğin İslam dışı bir din/inanç olduğunu açıkça göstermektedir. Bu farklılığı somut olarak, bazı olgusal ilişkilerde görmek mümkündür. Sünni İslam’da ve Şii İslam’da çok sık görülen, çok kadınla evliliğin Alevilerde görülmemesi çok önemli bir farklılıktır. Alevilikte tek kadınla evlilik esastır.
Semah gibi bir ritüelin Sünni İslam’da ve Şii İslam’da görülmemesi yine çok önemli bir farklılıktır.
İçki konusu. Sünni İslam’da ve Şii İslam’da içki haramdır, yasaktır. Halbuki Alevilikte içki Alevi ibadetinin önemli bir parçasıdır. Alevi canlar tarafından cem’e getirilen içki, Dede tarafından okunduktan sonra “dem” olur. Cem ibadetinde kadın erkek canlara paylaştırılan bu demdir.
Alevilikteki 12 günlük Muharrem orucu, Sünni İslam’da da yoktur, Şii İslam’da da yoktur. Arap Alevilerinde yani Nusayrilerde de yoktur. Kanımca Nusayriler Şiidir.
Bütün bunlar, Alevilik/Müslümanlık yazısında ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir (http://www.ismailbesikcivakfi.org/, 29 Mayıs 2015). Burada Aleviliğin İslam dışı olmasıyla ilgili bir duruma bir ilişkiye dikkat çekme gereğini duyuyorum.
Alevilikte sır diye bir kavram var. Örneğin Cem ibadeti neden gizlidir?
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılmaktadır ki Alevilik çok tanrılı bir dindir, bir doğa dinidir. Dağlar, sular, ağaçlar kutsaldır. İnsanlar günlük yaşamlarında güçlüklerle karşılaştıkları zaman, örneğin, Düzgün Baba’dan, Munzur Baba’dan Hüseyin Gazi’den, Bozatlı Hızır’dan vs. yardım isterler. Müslümanların Allah’tan bekledikleri yardımı, örneğin Düzgün Baba’dan, Munzur Baba’dan, Hüseyin Gazi’den, Bozatlı Hızır’dan beklerler. Müslümanlar Allah’a dua eder. Alevilerse örneğin Düzgün Baba’ya, Munzur Baba’ya, Hüseyin Gazi’ye, Bozatlı Hızır’a dua ederler. Aleviler bu ziyaretlere tanrı demiyorlar ama tanrıdan bekledikleri iyilikleri bu ziyaretlerden bekliyorlar. Buysa Müslümanlıkta tanrıya şirk koşmak (ortaklık) anlamına gelir. İslam bu düşünceyi idamla cezalandırır. Enel Hak (ben tanrıyım ) diyen Hallac-ı Mansur’un (858-922), Hallac-Mansur’un yolundan giden Seyyid Nesimi’nin (1369-1417) işkencelerle katledilmeleri bu konuyla ilgilidir. Bu bakımdan Alevi ibadetinin, Cemlerin gizli yapılması gerekir. Kanımca Alevilikte sır olarak ifade edilen ilişki budur.
Örneğin Mitannilerin Hititlerle aynı dönemde yaşadığı söylenebilir. Hititlerle Mitanniler arasında gerçekleşen savaş sonunda bir anlaşma yapılmıştı. O anlaşmada “Fırat tanrıları ve Dicle tanrıları şahit olsun ki…” diye başlayan bölümler vardı. Ali Yıldırım, bir sohbetimizde bunları ifade etmişti.
Sorular-Sorunlar
Araştırmacı yazar Ali Yıldırım, Alevilerin Kitabı’nda Aleviliği Hititlerle ilişkilendirmeye çalışır. Bu, Alevilik konusunda yeni bir tezdir. Dikkate değer bir tezdir. Bu, Aleviliğin İslamiyet’ten, Hıristiyanlıktan Musevilikten daha öncelere giden bir din, bir inanç olduğu gibi, Zerdüştlükten de öncelere giden bir din, inanç olduğunu gösterir. Hititlerle temellendirilmeye çalışılan Aleviliğin Şamanizmle hiçbir bağı olmadığı besbellidir.
Bu çerçevede Türklerin bir kısmının Aleviliği ne zaman benimsedikleri, nasıl benimsedikleri incelenmesi gerekli bir süreçtir. Neden İslamiyet değil de Aleviliği benimsedikleri önemli bir sorudur. İşte bu noktada Oğuz boylarının Orta Asya’dan, İran’dan sonra Anadolu’ya gelişleri dikkatli ve ayrıntılı bir şekilde incelenmesi gereken bir konudur.
Kürtlerin bir kısmının ne zamandan beri Alevi olduklarının incelenmesi de önemlidir. Örneğin Irak’ta Kakailik inancında ve İran’daki Yaresan inancında, Êzidîlikte, Alevilikteki ritüellere benzeyen ritüeller vardır. Bu bakımdan Aleviliğin Kuzey Mezopotamya kökeni üzerinde de durmak önemlidir.
* * *
Şu soruları sormak gerekir: Küçük Asya’ya, Anadolu’ya Oğuz akınları hangi zaman dilimi içinde gerçekleşti?
Orta Asya’dan kalkıp Küçük Asya’ya kadar göç edenler, Orta Asya’nın hangi yöresinden geldiler? Göç edenler hep aynı halktan mıdır?
Orta Asya’dan Küçük Asya’ya göç edenlerin sayısı, miktarı konusunda ne söylenebilir?
Orta Asya’dan Küçük Asya’ya, Anadolu’ya akınların yapıldığı dönemlerde Küçük Asya’da kimler yaşamaktadır, onların nüfusu konusunda ne söylenebilir?
Orta Asya’dan kalkıp Küçük Asya’ya göç edenlerin hangi amaçla göçtüklerinin incelenmesi de önemlidir.
Bu önemli sorulara kısaca şu şekilde cevap vermek mümkündür: Göçler 10. yüzyılla 13. yüzyıl arasında, üç asır boyunca sürmüştür.
Orta Asya, çok büyük bir alandır. Göç edenler bu büyük alanın bir yerinden değil, çeşitli yerlerinden kalkıp gelmişlerdir. Bu, göç edenlerin aynı haklardan insanlar, gruplar olmadıklarını, çeşitli halklardan insanlar, gruplar olduğunu gösterir. Oğuzlardan başka halklardan insanların, grupların göç etikleri de söylenebilir. Göç eden bu halklarda inanç birliği olmadığı dile getirilebilir.
Üç asır boyunca, üç yüz yıl boyunca göç edenlerin sayısı hakkında değişik rakamlar verilmektedir. Bunun toplam olarak 400 bin-600 bin arasında değiştiği söylenmektedir.
Bu göçlerin yaşandığı dönemde Küçük Asya’da yaşayanların nüfusu hakkında da değişik rakamlar verilmektedir. Bunun 8-10 milyon arasında değiştiği dile getirilmektedir. O dönemde Küçük Asya’da Gürcüler, Kürtler, Asuri-Süryaniler, Ermeniler-Rumlar, az miktarda Museviler yaşamaktadır. Bu, büyük nüfus içinde göç edenlerin baskın gen oluşturamadığını gösterir.
Orta Asya’dan göç edenler daha çok atlı kılıçlı göç ediyorlar. Genel olarak erkekler göç ediyor. Bu erkekler Küçük Asya’da yaşayan Gürcü, Ermeni, Rum gibi halklardan kadınlarla evleniyorlar. Çoğalma bu şekilde gerçekleşiyor.
Göç edenler fetih için değil, sığınmak için geliyorlar. Orta Asya’da çeşitli nedenlerden dolayı sıkışan halklar, örneğin Çin baskısından dolayı, kuraklıktan dolayı, birbirleri arasında gerçekleşen çatışmalardan dolayı sıkışan halklar kendilerine yeni bir yurt arıyorlar.
O dönemde bölgede İslamiyet gelişmektedir. Küçük Asya’nın yerli halkları, onların bir kısmı İslam’ın cizye gibi ağır vergilerinden kurtulmak için İslamiyet’i seçiyorlar. Önce İslamlaşma gelişiyor. 19. yüzyılın sonlarından itibaren de Türkleşme gelişiyor. İttihat ve Terakki döneminde Türkleşme, Türkleştirme yoğunlaşıyor.
İslamlaşma böyle gelişiyor. İşte bu noktada, Orta Asya’dan göçen halkların İslamiyet’i değil Aleviliği seçmesi incelenmeye değer bir konudur. Aleviliğin kurallarının, ritüellerinin, günlük yaşama, göçebe yaşamına, doğanın ortaya koyduğu koşullara daha uygun olduğu söylenebilir.
Kürdlerin bir kısmının ne zamandan beri Aleviliği benimsedikleri de ayrıntılı bir şekilde incelenmelidir.
Bugün, Alevi düşüncesinde ve söyleminde Ali, Kerbela, Hüseyin, 12 İmam figürlerinin, ritüellerinin çok etkili olduğu gözlenmektedir. Bu konu üzerinde durmak da önemlidir.
Ali, Kerbela, Hüseyin, 12 İmam figürleri Şii İslam’ın figürleridir. Bu figürlerin Alevi düşüncesine ne zaman girdiği nasıl girdiği dikkatlerden uzak tutulmaması gereken bir konudur.
Ali Yıldırım, Alevilerin Kitabı’nda bu etkinin önemli olmadığını söylemektedir. Kanımca, bu etki çok büyüktür. Hem Türk, Türkmen Alevilerde hem de Kürd Alevilerde bu etkiyi izlemek mümkündür.
Alevilerin Kitabında, şöyle bir bölüm vardır. “Buyruk. Alevi yolunu kutsal kitaplarındandır. Yolun ilke ve temellerini içeren buyruklar İmam Cafer Buyruğu vb. adlarla ifade edilseler de, Anadolu’da ortaya çıkmış ve derlenmişlerdir. Yol esaslarını içeren buyruklar, Alevilerce büyük saygı görürler.” (s.133)
Kanımca, Altıncı İmam Cafer-i Sadık tarafından yazılan Buyruk, Şii İslam’ın kurallarını belirten bir kitaptır. Küçük Asya’da, Anadolu’da, Alevilerin bu kitabı benimsemesi, Şii İslam’ın Aleviler üzerindeki etkilerini gösterir. Oniki İmamlardan, sadece Altıncı İmam, Cafer-i Sadık’ın, yazı ile uğraştığı, böyle bir kitap yazdığı dile getirilmektedir.
Örneğin Dersim’de Şii İslam’ın etkilerini görmek kolaydır. Her yıl Muharrem ayında Kerbela’nın acısı, Hüseyin’in acısı, bu acılarla ilgili ritüeller Dersim’de bazı ailelerde yoğun bir şekilde yaşanmaktadır.
Halbuki Dersim’de bir kısmı Zaza olan Kürdler, Kürtlüklerinden dolayı soykırıma uğramışlardır. İstihbarat raporlarında “çıbanbaşı Kürdler kesilip atılacaktır”, “Dersim’de yara kesilip temizlenecektir” şeklinde belirlemeler vardır. Ve Dersim’de 1937-38’de Kürdlere karşı soykırım gerçekleşmiştir. 10 Muharrem 680’de Kerbela’da İmam Hüseyin taraftarı 72 kişi katledilmiştir. Dersim’de ise belki 72 bin kişi katledilmiştir. Buna rağmen Dersim’de bu soykırım anılmamaktadır. Soykırımla ilgili bir bilincin gelişmediği söylenebilir. Ama 1300 yıl yaşanmış Kerbela’nın acısı yaşanmaktadır.
Halbuki Kerbela Arap tarihindeki bir iktidar kavgasıyla ilgilidir. Bu kavganın Kürdlerle ilgili bir yönü, boyutu yoktur. Bu kavganın Alevi düşüncesiyle ilişkisi şöyle kurulabilir: Peygamber Muhammed’in torunları 12 İmamlar, Halife Yezid yönetimince zulme uğramaktadırlar. Mazlumdan yana olan Aleviler bu kavgada Peygamberin torunlarının tarafını tutmaktadır. Aleviliğin insana değer veren, insanı her türlü değerin üstünde tutan bir anlayış olduğu bilinmektedir. Bunu anlamak mümkündür ama Dersim’de Kürd Aleviler kendilerini, zulme uğrayan bu Araplarla özdeş kılmaktadırlar, sorun buradadır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Nakibüleşraf diye anılan bir kurum vardır. Bu kurum, Peygamber Muhammed’in soyundan gelenlerle ilgilenen, onlara bu soyluluğu gösteren unvanlar veren bir kurumdur. İmam Hüseyin’den gelenlere seyid, İmam Hasan’dan gelenlere şerif denmektedir. Bu kurum bazı Müslüman Kürdlere de Alevi Kürdlere de Seyid unvanı vermiştir. Halid bin Velid’e, Musa Kazım’a hatta Peygambere bağlayan şecereler vardır. Bu şecerelerin hepsi sahtedir. Alevileri seyidlik kurumuyla İslam’a bağlamak amaçlanmıştır. Şecere düzenlenmesinde politik çıkarların dışında ekonomik çıkarlar da söz konusudur. Nakibüleşraf kurumu yöneticilerinin herhangi bir Alevi Kürd ailesine seyid unvanı vererek şecere düzenlemesinde bu aileden büyük maddi çıkarlar sağladığı söylenebilir.
Ali, Kerbela, İmam Hüseyin, 12 İmam figürlerinin, ritüellerinin Alevi düşüncesine, Alevi ibadetine nasıl girdiği, hangi dönemde girdiği incelenmelidir. Bu konuda şunlar söylenebilir: Bugün Alevilikte tek kadınla evlilik söz konusudur. Dördüncü Halife döneminde halifeler, Müslümanlar tek kadınla mı evleniyorlardı?
Alevi ibadetinde Cem, Semah önemli bir ritüeldir. Bu, kamu yaşamında kadını erkeği eşit kılan, kadını kamu yaşamında görünür kılan bir ritüeldir. Dördüncü Halife Ali döneminde ve daha sonra Müslümanlarda Cem, Semah gibi ritüeller var mıydı?
Alevi ibadetinde içki, şarap, rakı ibadetin önemli bir parçasıdır. Saz, nefes, deyiş yine Alevi ibadetinin önemli bir parçasıdır. Bu içkiye dem denir. Aleviler tarafından ceme getirilen içki Dede tarafından okunduktan sonra dem adını alır. Bu dem, ceme katılan herkese, kadın erkek herkese eşit şekilde paylaştırılır. Dördüncü Halife Ali döneminde ve daha sonraları Müslümanlarda içki var mıydı? Saz, nefes, deyiş var mıydı? İçki, Müslümanlarda yasak değil miydi? Saz, nefes yasak değil miydi?
Alevilikteki Ali’nin Dördüncü Halife Ali ile hiçbir benzerliği olmadığı kolaylıkla görülebilir.
Bütün bunlar Alevilikle İslamiyet arasında çok büyük farklar olduğunu, Aleviliğin İslam dışı bir din ve inanç olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. O zaman, Şii İslam’daki Ali, Kerbela, Hüseyin, 12 İmam figürlerinin Alevi düşüncesine nasıl girdiği, ne zaman girdiği, Alevi düşüncesini, ibadetini nasıl etkilediği incelenmeye değer bir konudur.
Bu konuda 7 Ulu Ozan’ın etkisinden söz etmek kanımca önemlidir. Ali Yıldırım, bütün Alevi ozanların birbiriyle eşdeğer olduğunu, 7 Ulu Ozan diye bir belirleme yapmanın anlamlı olmadığını vurgulamaktadır (s. 311).
İran’da, Safevi tarikatı Sünni bir tarikat olarak kurulmuştur. Kurucusu Şeyh Safiyeddin’dir. Şeyh Safiyeddin’in Kürd olduğu da vurgulanmaktadır. Şeyf Safiyeddin Sencani olarak anılmaktadır. Şeyhlik dönemi 1334-1392 arasıdır. Sencan Musul’a yakın bir köydür. Aile daha sonra, İran’da Gilan yöresine göç etmiştir.
14. ve 15. yüzyıllar bu bakımlardan önemlidir. İran’da, Şah Ali (1392-1429), Şah İbrahim Veli (1428-1447), Şeyh Cüneyd (ölümü 1460), Şeyh Haydar (ölümü 1488), Şah İsmail (1487-1524) dönemlerinin incelenmesi önemlidir. Şah İsmail’le, 1502’de Şiilik kurumlaşmıştır. İlk Şii eğilimlerinin Şah Ali döneminde, 14. yüzyılın sonlarında başladığı söylenmektedir.
İran’da Şiiliğin tarihi söz konusu olduğu zaman Safevtü’s-Safa çok önemli bir kitaptır. 1357’de kaleme alındığı bildirilen Safevtü’s-Safa’da, On iki İmamlar, Kerbela, Ali, Hüseyin gibi figürler yoktur. Bu figürler, kitaba daha sonraki dönemlerde, özellikle, Şeyh Cüneyd, Şeyh Haydar, Şah İsmail dönemlerinde eklenmiştir. Kerbela, Oniki İmamlar, Ali, Hüseyin figürlerinin Sivas, Tokat, Amasya yöresindeki ve Teke Yarımadasındaki Alevileri etkilemesi 15. yüzyılda gerçekleşmiştir. Sivas, Tokat ve Amasya yöresinde Nur Ali Halife, Teke’de Şahkulu, Şah İsmail’in Anadolu’daki halifeleridir, temsilcileridir. Şeyh Cüneyd’in, Şeyh Haydar’ın, Anadolu’da benzer halifeleri, temsilcileri vardır. Bütün bunlar, Murad Ciwan’ın yazılarında ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Murad Ciwan’ın, Çaldıran Savaşıyla, İdris-i Bitlisi ile ilgili ve Safevi hanedanının kuruluşu ile ilgili yazılarına bakmakta yarar vardır. “Çaldıran Savaşında, Osmanlılar, Safeviler ve Kürtler, İlk Kürt-Osmanlı İttifakı (1514)” Avesta, 2015 İstanbul, kitabı bu bakımdan değerlidir.
Şii İslam’daki, Ali, Kerbela, İmam Hüseyin, On iki İmam figürlerinin, ritüellerinin, Küçük Asya’daki, Anadolu’daki, Alevi düşüncesini, ibadetini etkilemesini, Osmanlı-Safevi mücadelesi çerçevesinde incelemek gerektiği açıktır.
Alevlerin Müslümanlığa Asimilasyonunda Yedi Ulu Ozanın Rolü
Alevilerdeki “Yedi Ulu Ozan”nın şiirleri bu etkilemede çok büyük rol sahibidir. Alevilerdeki Yedi Ulu Ozan şunlardır: Seyid Nesimi (1369-1417), Şah Hatayi (1487-1524), Fuzuli (1504-1556) Yemini (15. yüzyıl sonu 16. yüzyıl başı), Virani (16. yüzyıl) Pir Sultan Abdal (16. yüzyıl) Kul Himmed (16. yüzyılın ikinci yarısı) Bu şairler, şiirlerine özellikle Halife Ali’ye daha sonra da Şah’a büyük övgüler düzmüşler, Kerbela’yı anlatmışlardır. Şah Hatayi’nin Şah İsmail olduğu bilinmektedir.
Alevileri temsil eden şair ise, 14. yüzyıl sonlarında ve 15. yüzyıl başlarında yaşayan Kaygusuz Abdal’dır.
Kıldan köprü yaratmışsın
Gelsun kullar geçsun deyu
Hele biz şöyle duralım
Yiğit isen geç a Tanrı
Kaygusuz Abdal’dan bir şiir daha…
Bakkal mısın teraziyi neylersin
İşin gücün yoktur gönül eylersin
Kulun günahını tartıp neylersin
Geçiver suçundan bundan san ne?