ARDIN SIRA SESLER
Her taş kendi dağına süs
Sen neredesin ey gerçek sevgili?
Her sözcüğü ruhuma risale
Her sözcüğü ülkemden bir parça
Her sözcüğün tadı atalarımın sesinden bana yadigâr
Ve her sözcüğü zamanın avuçlarından bir cevher
Ah nereye kaçarsa kaçsın insan, ülkesine benzer!
Döksün üstüme gökyüzü salkım salkım Samanyolu
Yüreğimde çatallanmış bir feryat
Çiçeklerin açılma sesine vurulmuşum…
Ey kendi diline firari!
-Masal değil ki bu anlattığım-
Ölümüme ve Doğu’ya yeminler olsun
Ardın sıra yetim bıraktığın her ezgi ceylansı bir yürekte aşktı
Sular senin sesinde akardı vadilerden
Ve murat ettiğin elma berzahındaydı senin ey yabancı!
Ey kendi sesine firari!
Yıkacağın her köprü
Kemiklerin kırılma acısıyla
Sözcüklerin kokusunu getirir mezarlıklardan…
(Çiçeklerimin açılma sesine kulak kabartmışım ben
Zaman kudurmuş bir nehir gibi akıyor avuçlarımdan
Ve kökünden kopmuş olan meşru değildir artık!...)
Ey firari!
Yeminler olsun Araf’a
Dilin yüreğindeki hasrete yeminler
Nereye kaçarsan kaç
Ardın sıra beddualar zincirinin şakırtısı!... (*)
__________
(*) Bu şiir “Roşan Lezgîn, Dêsan de Sûretê Ma Nimite, Weşanxaneyê Vateyî, İstanbul 2005, s. 10-12”de yayınlanmış. Zazaca Kürtçesindeki orijinalinden Türkçeye çevrilerek “Selim Temo, Kürt Şiiri Antolojisi, Agora Kitaplığı, İkinci Cilt, Birinci Basım, İstanbul 2007, s. 1211-1213” yayınlanmıştır.
İlginiz için, şiire anlam katan, şiirin diline dil olan değerli yorumunuz için yürekten teşekkür ediyorum.
Özellikle şiirde, dile, kökene yabancılaşmaya yapılan vurguları daha bir belirginleştirmeniz harika. Şiir kitabınızın adı “kimse yüreğinden öptü mü seni?” dizesi burada yüreğimi titretti.
Şunu açık yüreklilikle itiraf edeyim ki “taş” imgesine böyle anlam katmanız, Iraklı ünlü entelektüel Kenan Makiye’nin “Kaya” adlı romanını okurken heyecanlandığımdan belki daha fazla heyecan duydum.
Hani katılaşmış yüreklere “taş” teşbihi yapılır ya, bu haksızlığın aksine, ben taşı her zaman sevmişimdir.
Çocukken “Belek” adında bir çoban köpeğimle hayvan güderken nehir kenarında bulduğum harika taşları cebimde taşıya taşıya hep cebim delinirdi.
Taş, çok asil bir imgedir.
Tekrar en içten duygularımla teşekkürler Ümran…
En paha biçilmez imgem. İnsanlık tarihi kadar eski çünkü.
Tarihin en kadim tanıkları taşlar. Neler gördüler, neler yaşadılar, kimler yanılttı ve kimler haklı çıkardı?
Bir ağacın taşa dönüşümü pek de sessiz sedasız olmaz ha!
Ağaç direnir önce, çatırdar sonra.
Zaman inatçıdır.
Evirir ağacı taşa. Evirene kadar geçen süreç ya?
Tek tanığıdır tarihin.
Öyle parayla satın alınan lüks taşlar bulunmaz bende.
Basit, sıradan taşlardır. Tarihe tanıklık etmiş, susmuş oturmuş ancak eline alınca dillenmiş anlatmış taşlar.
Hangi dağın taşı başka dağın tanığıdır ki? Ya da olabilir mi? İçinde kendi tarihini saklarken!
Dicle'nin taşı kendi içine kanarken!
Taş!
Mızrap tele dokunur, "hangi dağın bağbanısan gülüsen," der bir türkü, yolunu şaşırmış bir türkü...
Taş dinler ve "ya ben hangi dağın taşıyam?" diye gücenik içine döner.
Ve sözcük. (Yâr sonraki iş.) Sözcük varsa yâr var çünkü. Ninniden âha, âhtan ağıta kadar sözcük.
Yeleğinin cebinde ceviz, kuru kayısı gezdirirdi nenem. Hiç eksik olmazdı. Bilmece sorardı var olmayan bir dilde.
İnkar edilen, ikrar edilmiş bir dilde. Cevabı bilene ödül bilemeyene ceza cevizler de kuru kayısılar da...
Aslolan bu ve asl olan bu işte. Kaçmakla dilinden ne kadar uzağa gidebilirsin ki ey gafil?
Kaçmak anne ninnisini, nene bilmecesini, babanın yorgun bedenini inkar etmek değil mi biraz?
Ve ikrarı elin boynuna asmakla eş değer!
Aşkmış!
Sana genetik kodlarla devirden devire aktarılan değerlerini hangi ağız, hangi dil aktara ki sen aşık olmaya heveslenen?
Sana dayatılanı aşk sana avare?
Ve suskun ölüleri tarihinin. Onlar ki dinleyene konuşkan, susana lâldir. İyi dinle!
İyi dinle ki geçmişini fısıldasın sana, anlatsın, öğretsin.
Kaçacaksan hâlâ şunu düşün: Nereye kadar kaçabilirsin?
İnkarın kadar.
İkrarını yalancı boyunlara yafta yaptığın kadar.
Öyle işte, dokundu göze, yüreğe dokundu. El onların emanetçisi sadece...
Sürç-i lisân olduysa affola...