Avustralya Gezisi
23 Kasım - 5 Aralık 2016 tarihleri arasında Avustralya’daydık. Avustralya’ya Vakıf olarak gittik. İBV Başkanı İbrahim Gürbüz, Yönetim Kurulu üyesi Av. Ruşen Aslan ve ben.
Bizi Avustralya’ya, Melbeurne’de faaliyet yürüten Anadolu Kültür Derneği ve Sidney’de faaliyet yürüten Sidney Kürd Gençlik Derneği (Gruba Ciwanên Kurd Sydney, Sydney Kurdish Youth Society) davet etti.
Avustralya’ya, Birleşik Arap Emirlikleri Hava Yolu, İttihad ile gittik. Uçak 23 Kasım 2016’da, öğle sularında, İstanbul’dan, Atatürk Hava Alanı’ndan hareket etti. Dört saat kadar sonra Abudabi’deydik. İki saat kadar Abudabi Havaalanı’nda kaldık. Abudabi Havaalanı çok büyük bir havaalanı. Orada uçak değişti. Avustralya’ya başka bir uçakla devam ettik. Yeni uçak çok büyüktü. 600’den fazla yolcusu olduğu söyleniyor. Uçak iki katlı. 16 saat kadar sonra, Sydney Havaalanı’ndaydık. Yolculuk 22 saat kadar sürmüştü. Türkiye ile Avustralya arasında 8 saat fark var. Sidney’e sabaha doğru vardık.
Uçakta battaniye ve özel çorap veriyorlar. Bu çorabı giyerek, uçakta, ayakkabısız dolaşabiliyorsunuz.
Sidney Havaalanı’nda bizi, Sidney Kürd Gençlik Derneği’nden arkadaşlar karşıladı. Sam Baban, Hemin Baban, Meryem Korkmaz, Resul Demirbeg, oğlu Roni Demirbeg, Ergül Kıyak, Nurcan Kıyak, dostumuz Rıza Çolpan, Eziz Bawermend, Berdan Kılıç, ve daha birçok dost, arkadaş… Arkadaşlar, bizi çiçeklerle karşıladılar. Dostumuz Ergül Kıyak’ı uzun zamandır görmemiştim. Zaman zaman internette ismine rastlıyordum. Burada karşılaşmak sürpriz oldu.
Melbeurne’de faaliyet yürüten Anadolu Kültür Derneği’nden Taylan Ünsalan da Sidney Havalanı’ndaydı. Taylan arkadaş, “Melbeurne’de, uzun uzun görüşeceğiz” diyerek havalanından ayrıldı.
Valizleri, İstanbul’da bagaja teslim etmiştik. Sidney Havalanı’nda, arkadaşlar valizlerini kolayca buldular. Benim valiz çıkmadı. Uzun süre, valizleri dolaştıran, döner sistemin etrafında bekledik. Valiz çıkmadı. Bagajdan sorumlu büroya başvurduk. Biletimizde benim için de Sidney yazıyordu. ama valiz Abudabi’de kalmış.
İstanbul’da Atatürk Havaalanı’nda, iki arkadaşın biletinin düzenleyen görevli ile benimkini düzenleyen görevli farklı oldu. Yeşil pasaportlular için güvenlikten bir kontrol isteniyor. Bu şekilde, bir “görüldü” mührü vurulduktan sonra benim bilet düzenlendi. Bileti düzenleyen memur, bileti Sidney için kesiyor, ama bagaja yanlışlıkla Abudabi yazmış. Bu bakımdan, valiz Abudabi Havaalanı’nda kalmış. Bunu o zaman fark edemedik… Valiz iki-üç gün sonra Sidney’e, kaldığımız ve adresini verdiğimiz eve geldi. Valiz sağ-salim elime geçti. Meryem bunun için çok uğraştı.. Havaalanına sık sık soruyordu.
Sidney’de Meryem Korkmazgilin evlerinde kaldık. Ev tek katlı. Geniş. Üçümüz de ayrı ayrı odalarda kaldık. Odalar da tuvalet de var. Veya odalarda tuvalete açılan kapılar var… Bahçeli bir ev… Bahçesinde çeşitli ağaçlar ve çiçekler var. Gittiğimizde Sidney baharı yaşıyordu. Hava sıcaktı.
Meryem anasıyla ve babasıyla birlikte kalıyor. Aba Veli Korkmaz, inşaatlarda çalışıyor. Duvar ustası. Meryem hemşire. Hastanede çalışıyor.
Sam Baban, Hemin Baban, dostumuz Rıza Çolpan, Ergül ve Nurcan Kıyak, Berdan Kılıç… bizi, evde sık sık ziyaret ediyorlardı. Sam ve Hemin Kerkük’lüydüler. Baban soyadlarını dikkate alarak, onlara, Baban Miri Abdurrahman Paşa’nın, kaçıncı dereceden torunları olduğunu sordum… Baban Miri Abdurrahman Paşa’yı bilemediler. “Abdurrahman Paşa kimmiş, araştıralım” dediler…
Kerkük’ten ve Hewler’den Süleymaniye’ye gelişte, Süleymaniye’ye 20 km. kadar mesafede, yolun sağ tarafında, yolun kıyısında, önce Abdurrahman Paşa-i Baban’ın, biraz ilerisinde de Şeyh Mahmut Berzenci’nin heykelleri var. Şeyh Mahmud Berzenci’nin heykelinin olduğu alanda çok geniş bir park var. Parkta 1919, Kürd-İngiliz savaşını anlatan kabartma resimler, heykeller, vs. var. Savaş belgelerini içeren bir müze de var. Haziran 1919’da, Şeyh Mahmud Bezenci’nin yaralandığı ve yakalandığı mağara da burada. Parkın hemen bitiminde birdenbire dağlar yükseliyor. Abdurrahman Paşa-i Baban’ın ve Şeyh Mahmud’un heykelleri çok görkemli… Sam Baban’a ve Hemin Baban’a o heykelleri görüp görmediklerini sordum. Heykelleri de görmemişler…
Bu bölgeye Basian deniyor. İngilizlerin 1919’da Kürdlere zehirli gazlarla saldırıda bulunduğu bölge burası. Kürdlere zehirli gazlarla saldırıyı, Sömürgeler Bakanı Winston Churchill (Çorçil) yönetiyordu.
Sam Baban ve Hemin Baban KDP’ye eleştirel bakıyorlardı. Yolsuzluktan vs. şikayet ediyorlardı. Goran’a sempati duyuyorlardı. Sam çok iyi Kürdçe ve İngilizce konuşuyordu. Hemin, Sorani ve İngilizce konuşuyordu… İkisi de çok genç arkadaşlardı. Hemin Baban, Gruba Ciwanên Kurd Sydney / Sydney Kurdish Young Society başkanıydı.
Sidney’de, konutlar, genel olarak tek katlı. İki katlı konutlar çok az. Evler bahçe içinde kurulmuş. Doğal olarak konutlar bitişik değil. Her evin önünde birkaç otomobil var. Her evin garajı var. Sidney, yatay büyümüş bir şehir. Çok katlı binalar, şehrin merkezinde yer alıyor. Bunlar daha çok hükümet daireleri…
Caddeler geniş. Yollar birbirine paralel. Dikey ve yatay yollar birbirlerini dik olarak kesiyor. Şehir düz bir alanda kurulmuş
Sidney’in oturduğu alan çok geniş. İstanbul’un oturduğu alandan daha geniş olduğu söyleniyor. Nüfusu 5.5 (beş buçuk) milyon civarında. Bir yerden bir yere gitmek için çok uzun mesafeleri katetmek gerekiyor. Bu mesafe 10 km. 20 km. bazen çok daha uzun olabiliyor. Trafik ciddi bir sorun değil.
Avustralya yeni bir devlet sayılır. 230 yıla yakın bir tarihi var. İngilizler 1788 yılında Avustralya’ya ayak basmışlar. Göçmenler memleketi. Çok kültürlü bir yaşam var. Çok kültürlülüğü toplumsal ve siyasal ilişiklerde de izlemek mümkün. Medeni bir ülke…
Avustralya’nın yerli halkı Aborijinler… İngilizler, Avustralya’ya ayak bastıklarında, burada 500 bin ile bir milyon civarında Aborijin yaşıyordu. Çeşitli biçimlerde gerçekleştirilen soykırımlarla sayıları çok azaldı. Gemilerle gelen fareler, Aborijinler arasında çok geniş kitlelerin kırılmasına neden olmuş… Bugün de kendilerini Aborojin olarak adlandıranları sayıları 500 bin civarında… Bugün geçmiş yıllara nazaran Aborojinlere karşı ilginin ve saygının daha büyük olduğu söylenebilir.
Gruba Ciwanên Kurd Sydney (Sdney Kürd Gençlik Derneği), 20. yüzyıl Başlarında, Kürdler/Kürdistan konulu bir konferans düzenledi. Konferans, Sidney Belediyesi’nin kültürel faaliyetlerin gerçekleştirildiği bir salonunda düzenlendi. Kültürel faaliyetler bu salonda yürütülüyor. Yeni bir salon. Bir yıl önce hizmete açılmış. Bu salonun müteahhidi de Güney Kürdistan’dan bir Kürd. Zirian Fattah. Zirian Fattah aynı zamanda, Avustralya Parlamentosu’nda, faaliyet yürüten Kürd lobisinin de bir üyesi… Konferansta İBV Başkanı İbrahim Gürbüz ve Yönetim Kurulu Üyesi Ruşen Aslan da birer konuşma yaptılar.
Daha sonra da ben konuştum. İzleyiciler, Kürd/Kürdistan sorunlarıyla yakından ilgililer… Sorulardan, tartışmalardan bu anlaşılıyor. Akşam, Kürd Gençlik Derneği’nin, kuruluş yıldönümünü kutlama çerçevesinde bir yemek düzenledi. Geceye, Kürd milli kıyafeti giyinmiş kadınlar, peşmerge kıyafetli, şal-şapik kıyafetli erkekler de gelmişti. Gecede müzik eşliğinde sık sık govend tutuldu.
Gecede, dernek başkanı Hemin Baban’ın konuşmasından sonra ben de küçük bir konuşma yaptım.
Konferanstan sonraki bir günde, Radio SBS Kurdi’den Rosa ile Kürdistan sorunları üzerinde bir söyleşi yapıldı. Söyleşi yarım saat kadar sürdü. SBS Kürdi çok büyük bir bina… Bu söyleşiden sonra, bir de Tv için bir söyleşi yapıldı…
Bir gün sabahleyin, Kuş Cenneti’ni Kuş Parkı’nı ziyaret ettik. Bahçede pek çok çeşitten kuş var. Örneğin, papağan, kumru gibi kuşların çok çeşidi var. Bu bahçede, kanguru, koala gibi keseli hayvanlar da var. Bunların da birçok çeşidi var. Bu parkta, Tasmanya Canavarı denen bir hayvan da var. Onun bulunduğu bölümde canavarın kendisini göremedik. Bakıcılar, “bugün kendisini gizlemiş” dediler…
Avustralya, çok zengin ormanlara sahip. Ormanlar, kıtanın güneydoğusunda, kıyılarda yer alıyor. Bazı yerlerde kıtanın derinliklerin kadar da giriyor. Ormanlar, çok geniş, çok derin… Ağaçlar çok sık… Birçok alanda orman yangınlarının kontrollü bir şekilde çıkarıldığı vurgulanıyor. Okalüptüs denen ağaçlar var. Bu ağaçların çeşitli türleri var. Çeşitli türlerden akasyalar da var. Okalüptüslerin boyu bazı yerlerde yüz metreyi geçiyor. Okalüptüslerin bir çeşidi kağıt üretiminde de kullanılıyormuş.
Mavidağ denen, Sidney’in 50 km. kadar kuzeyinde olan bir alana gittik. Üç Kızkardeşler’in yer aldığı alan… Orada çeşitli ülkelerden pek çok turist vardı. Turistler, daha çok Güneydoğu Asya ülkelerinden… Burada, ormanların üzerinde, mavi bir sis var. İnce bir sis… Bu sisin devamlı olduğu vurgulanıyor. Ormanlarda tilki, tavşan, yılan gibi hayvanlar yaşıyor. Kanguru, koala gibi keseli hayvanlar da var. Doğal ortamda, kanguru ve koala göremedik… Ama tilki, tavşan her yerde var. Bu hayvanlara, şehirlerdeki bahçelerin etrafında da rastlamak mümkün…
Avustralya’nın başkenti Canberra. Canberra Sidney’in 300 km. kadar kuzeyinde yer alıyor. Nüfusu 200 bin civarında. Parlamento burada…
Kürd lobisinden Zirian Fettah Avustralya Parlamentosu’nda bir görüşme ayarlamıştı. Parlamentonun tatile girmesi ve komisyon çalışmaları dolayısıyle, bu görüşme kısa sürdü. Görüşmeye 6 parlamenter katılmıştı. Kürdistan’ın durumu ve IŞİD’le mücadele konularında görüşmeler yapıldı.
Görüşme Zirian Fettah’ın konuşmasıyle açılmıştı. Bu görüşmelere, kıtanın yerli halkı, Aborijinlerin anılmasıyle, onlara saygı ifade edilmesiyle başlandığı vurgulanıyor. Parlamentodaki bütün görüşmeler böyle başlıyormuş. Görüşmeye bizlerden başka, Resul, Roni, Zirian Fettah, Sam Baban, Meryem Korkmaz katılmıştı. Görüşmede Roni Demirbeg tercümanlık yapmıştı. Avustralyalı parlamenterlerin sorularından, Kürd/Kürdistan sorunlarıyla yakından ilgilendikleri anlaşılıyor.
Parlamento ziyaretinden sonra, eski parlamento binasının olduğu alandaki bir müzede de dolaştık. Müzede, 1915 Çanakkale savaşlarını gösteren bölümler de var. Bu bölümlerde heykeller, tablolar, fotoğraflar, haritalar, askerlerin giysileri öbür eşyaları da sergileniyor.
Sidney-Canberra arası ormanlık bir bölge. Yolun her iki tarafında da çok geniş, derin, ormanlar yer alıyor. Buğday tarlaları çok geniş. Koyun sürüleri için ayrılan otlaklar da çok büyük.
Roni Demirbeg arkadaşımız, kendisinsin de hoca olarak çalıştığı, şehir üniversitesinde bir konferans düzenledi. Kürdlerle, Kürdistan ile ilgili bir konferans… Bu konferansa katılım azdı. Konferansa katılanlar arasında, üniversitenin üç hocası da vardı. Hocaların sorularıyla, açıklamalarıyla, tartışmalarla başarılı bir konferans oldu. Konferansın gerçekleştiği üniversitenin çok görkemli bir binası var. Bina 6-7 katlı ama asansörü yok… Merdivenleri tırmanarak yükseliyorsunuz. Konferans son kattaydı.
Avustralya kıtası, su kaynakları kıt bir kıta. Bu olumsuzluk yağmur sularının biriktirilmesiyle aşılıyor. Kıtanın yağmur alan çeşitli yerlerinde, çok büyük havuzlar yapılmış. Binlerce büyük havuz… Yağmur suları bu havuzlarda birikiyor. Havuzlar borularla birbirlerine bağlı. Kıtada, içme suyu da sulama suyu da, bu çok geniş havuzlarda biriken yağmur sularından elde ediliyor.
Bir gün, şehrin merkezinde, çarşıda dolaştık. Caddeler, çarşı çok kalabalıktı. Uzun yıllardır Sidney’de oturan bir arkadaş şöyle söyledi: “Şu sırada kimseyi sokaklarda dolaşırken göremezsiniz. Herkes evini arka odalarında oturur. Veya sokağa çıkar. Sokağa çıkanlar, muhakkak buraya, çarşıya gelir.
Ben, duyum eksikliğinden dolayı işitme cihazı kullanıyorum. Normal olarak biraz duyuyorum cihaz duyumu arttırıyor. Ama, Avustralya’da, basınç farklılığından olsa gerek, bazen, hiç duyamaz oldum. Arkadaşların dudaklarının kıpırdadığını görüyordum ama konuşmalarını hiç duyamıyordum. Meryem, beni, bir Odio merkezine götürmüştü, acaba cihazda bir sorun mu var, diyerekten… Uzman, cihazda bir sorun olmadığını söylemişti. Kulaklarım adeta tıkanmıştı. Türkiye’ye dönünce kulaklarım tekrar açıldı.
Bir sabah, küçük çocuklara Kürdçe öğreten bir okulu ziyaret ettik. Bu çok kültürlülük çerçevesinde yürütülen bir programdı. 3-7 yaşlar arasındaki çocuklara Kürdçe öğretiliyordu. Bazı çocukların anne-babaları da sınıfa çocuklarıyla birlikte oturuyordu. Bu şekilde eğitim gören 15-16 çocuk vardı. Öğretmen çocuklara Sorani öğretiyordu.
Bir sabah, dostumuz Rıza Çolpan, biz sabah kahvaltısına davet etti. Evleri öbür evler gibi tek katlı. Bahçesi ve avlusu çok büyük. Bahçede çeşitli ağaçlar var. Nar ağaçları da var. Bu sene narın meyveleri çok… Kahvaltıya Ergül Kıyak, Nurcan Kıyak ve çocukları Arjin de katılmıştı..
Bir akşam da Roza bizi akçam yemeğine davet etti. Rosa’nın eşi, uzun yıllar, gerilla olarak faaliyet yürütmüş. Evleri iki katlı…
Meryem Korkmaz’ın kızkardeşi de, bizi akşam yemeğine davet etmişti. Yemek bahçede hazırlanıyordu. Akşam serinlik başlayınca içeriye girmiştik. Meryem’in babası Veli Efendi ve annesi de yemeğin hazırlanmasında, mangalın hazırlanmasında katkıda bulunuyorlardı. Bir akşam da İranlı Kürdler, bir lokantada yemek verdi. Lokantada Kürdlerden, Avustralyalılardan kalabalık bir grup vardı.
Sidney’den sonra, Melbeurne’e gittik. Sidney-Melbeurne arası 500 km. kadar var. Melbeurne’e uçakla gittik. Sidney Havaalanı’ndan Melbeurne’e giderken, bizi, Sam, Hemin, Resul ve Roni uğurladılar.
Melbeurne’e uçuş öğleden sonraydı. Havalanına girmeden önce, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin, Sidney’deki temsilciliğini ziyaret ettik. Yöneticilerden Heval Syan’la ve Abdulwahab Talabani ile görüşmeler yaptık. Görüşmede Sam Baban ve Meryem Korkmaz da vardı.
Melbeurne Havaalanı’nda bizi, Anadolu Kültür Derneği Başkanı Taylan Ünsalan, Mehmet ve Cemre Kurucan, Mukaddes Karaaslan, Hüseyin ve Yıldız Çelebi ve daha birçok arkadaş karşıladı. Havaalanında, Mehmet-Cemre Kurucan’ın evlerine gittik. Öbür arkadaşlar da oraya geldiler… Akşam yemeğinde büyük bir kalabalık vardı. Elife ve Şenol Mat, Yücel Ünal, daha birçok arkadaş yemeğe katıldı. Yıldız Çelebi ozan, aynı zamanda müzisyen. Bize de, kendi şarkılarını içeren birer albüm armağan etti.
Bu arkadaşlar, uzun süredir Avustralya’dalar. Arkadaşların bir kısmı, Kayseri Sarız’ın Kırkısrak Köyü’nden. Hemen hemen hepsi işçi olarak gelmiş. Zamanla, işyeri sahibi olmuşlar, patron olmuşlar… Kırkısraklılar Londra’da da vardı. 2013 yılında, Londra’daki Kırkısraklılar Derneği’nde de bir konferans yapmıştık. 1937-1938’den sonra, Dersim’den Sarız’a, Kırkısrak Köyü’ne göç eden arkadaşlar da var. Arkadaşlar, Avustralya’ya, Melbeurne’e iyice uyum sağlamışlar. Örneğin, Taylan Ünsalan dostumuz, kendi bahçesinde bal da üretiyor. Bahçede 4-5 kovan var. Bu ballardan bize de armağan etti.
Melbeurne’de kaldığımız dört-beş gün boyunca, Mehmet ve Cemre Kurucan’ın evlerinde kaldık. Onlar evi terk ettiler, evi bize bıraktılar. İki katlı bir ev. Üçümüz de ayrı ayrı odalarda kaldık.
Melbeurne’un de kuruluş alanı çok büyük. İstanbul’un kuruluş alanından daha büyük olduğu söyleniyor. Nüfusu 5 milyon civarında… Melbeurne de yatay büyümüş bir şehir. Konutla genel olarak tek katlı. Caddeler birbirleriyle paralel. Paralel ve dikey caddeler 90 dereceyle birbirlerini kesiyor. Burada da evler, işyerleri arasındaki mesafeler çok büyük. 40-50 km.lik mesafeler var. Melbeurne de düz bir alan üzerinde kurulmuş
Melbeurne’de iki toplantı yapıldı. Biri Anadolu Kültür Derneği’nde akşam geçekleşti. Bu, tanışma toplantısıydı. Alevilik üzerine bir sohbet oldu. Bu toplantıya, yazar, ressam, heykeltıraş Muzaffer Oruçoğlu da katıldı. İkincisi, Kürdler ve Kürdistan üzerine bir konferanstı. Bu konferans Melbeurne Belediyesi’nin bir salonunda gerçekleşti. İBV Başkanı İbrahim Gürbüz ve Yönetim Kurulu Üyesi Ruşen Aslan birer konuşma yaptı. Arkadaşların konuşmalarından sonra biraz ara verildi. Üçüncü olarak ben konuştum. Ama ben konuşurken, salonun kısa zamanda kapatılacağı, konuşmaya devam edilmesi durumunda elektriklerin kesileceği söylendi. Soru-cevaba falan yeteri kadar zaman kalmadan salonu terk etmek durumunda kaldık. Konferans, zaten, belirtilen saatden biraz geç başlamıştı. Salon, Anadolu Kültür’e, akşam saat 5’e kadar verilmiş. Bu saatte salonu ilgililere teslim etmek gerekiyormuş. Biz de zamanı iyi ayarlayamamışız. Melbeurne’deki konferansa, Sidney’den, dostumuz Rıza Çolpan da gelmişti. Yazar ve sanatçı Muzaffer Oruçoğlu bu konferansa da katılmıştı. Muzaffer Oruçoğlu’nu, 68’ler Kuşağı’ndan ve İbrahim Kaypakkaya’nın yakın bir arkadaşı olarak yakından tanıyorum.
Anadolu Kültür Derneği Başkanı Taylan Ünsalan, biz, Melbeurne’n biraz dışında ormanlık bir alana götürdü. Bu alanda çok geniş bir park var. Bu parkta, Aborijinlerin yaşamını dile getiren heykeller sergileniyor. Yüzlerce heykel…
Bir İngiliz heykeltıraş, 1930’larda, Avustralya’ya gelmiş. Melbeurne’de bu ormanlık alana yerleşmiş. Kendisi için bir kulübe yapmış. Ayrıca yapacağı heykeller için de atölyeler kurmuş Burada çalışmış. Aborijinlerin yaşamlarını dile getiren pek çok heykel yapmış. Bu heykelleri kesilen ağaçların kütüklerinin üzerine monte etmiş. Yüzlerce heykel… Bir kısım heykelleri de kayaların üzerine monte etmiş. Kalabalık Aborijin ailelerini temsil eden heykeller de var. Yaşlı Aborijinleri küçük çocuklarıyle gösteren heykeller de var. Bu heykelleri, geniş ormanların çeşitli yerlerin yerleştirmiş. Bu ormanlar, okalüptüs ağaçlarıyla dolu. Ağaçların boyu yüz metreye yaklaşıyor, bazı yerlerde yüz metreyi de aşıyor. Ağaçlar çok sık. Bazı yerlerde, güneş, gökyüzü görülmüyor.
Daha sonra, Melbeurne’ü, biraz yüksekten gören bir parka gittik. Buradan şehir daha toplu bir şekilde görülebiliyor. Şehir çok geniş bir alan üzerine kurulmuş, buradan daha iyi görülebiliyor.
Yazar, sanatçı Muzaffer Oruçoğlu da bizi sabah kahvaltısına davet etmişti. Bizi Muzaffer’in evine kendi arabasıyle Şenol Mat götürmüştü.
Kürtlerin Mecburi İskanı kitabı 1977’de yayımlanmıştı. Kitabın yayımlandığı günlerde, Ankara’da öğretmen bir arkadaşla tanışmıştım. Arkadaş Karslıydı. Bu arkadaşla, Komal Yayınevi’nde, çeşitli konular üzerinde uzun uzun sohbet etmiştik. Bu arkadaş da imzalı bir kitap istemişti. İmzalı kitabı, bu öğretmen arkadaşa birkaç gün sonra verecektim. Birkaç gün sonra, tekrar görüşmek üzere yayınevinden ayrıldık. Fakat arkadaşla bir daha görüşemedik. Ben bu arkadaşın Muzaffer Oruçoğlu olduğunu düşünüyordum. Melbeurne’de Şenol Mat’la tanıştığımız gün, ve Şenol Mat’ın, Muzaffer Oruçoğlu’nun yakın bir arkadaşı olduğunu öğrendiğimde, Şenol’a bu olayı anlattım. “Muzaffer Oruçoğlu için imzaladığım kitap bende kaldı” dedim. Şenol, 1977’de, Ankara’da, Muzafferle görüşmüş olamayacağımı çünkü, Muzafferini o zaman cezaevinde olduğunu söyledi. Bu olayı evinde Muzaffer’e de anlattım. Muzaffer de o zaman, cezaevinde olduğunu vurguladı. Ankara’ya dönünce o kitaba tekrar baktım. Kitap, ‘Şinasi’ için imzalanmış. Neden Muzaffer diye aklımda kalmış? Bu öğretmen arkadaşla daha çok, Muzaffer Oruçoğlu’nu, İbrahim Kaypakkaya’yı vs. konuşmuş olmalıyız…
Muzaffer Oruçoğlu’nun evi, Melbeurne’ün biraz dışında bir semteydi. Eve yüksekçe bir tepeye tırmanarak çıkıyoruz. Yolun her iki tarafında da heykeller var. İnsan ve hayvan heykelleri… Yolun her iki tarafında da ağaçlar, fidanlar, çiçekler var. Muzaffer’in kendisinin yaptığı heykeller… Tek katlı, müstakil bir ev… Evin her tarafında, Muzaffer’in yaptığı resimler var. Duvarlar bu resimlerle dolu… Çok güzel, değerli resimler… Muzaffer’in evine Gürcistan’dan bir Kürd arkadaşıyle birlikte dostumuz Rıza Çolpan da geldi.
Muzaffer Oruçoğlu, bizim üçümüze de resimler yaptırdı. Yağlıboya tablolar… “Şu kadar yıl cezaevinde olan bir araştırmacı fırçayı nasıl tutuyor, nasıl kullanıyor, bir görelim…” diyerekten resimlerle yakından ilgilendi. Bu resimleri yanımızda getirdik. Bunun yanında Muzaffer kendi resimlerinden birini de vakfımıza armağan etti. Bunu da öbür resimlerle birlikte rulo yapıp bize verdi. Muzaffer’in tablosunu vakıfta sergiliyoruz.
Muzaffer, bana, Dersim isimli romanını da armağan etti. (Genişletilmiş 2. Baskı, Belge Yayınları, 2016, 552 s.) Bu romanı çok kısa bir zamanda okudum. Romanda geçen özel isimlerin, mıntıka, bölge, dağ, nehir, çay isimlerinin vs. Zazaki Kürdçesiyle verilmesi, buna özen gösterilmesi çok dikkatimi çekti. Bunun çok sağlıklı bir tutum olduğunu belirtmeliyim. Roman kahramanlarının çeşitli olaylar karşısındaki duygularının derinlemesine dile getirilmesi, didiklenmesi de dikkatimi çekti. Bunun da çok önemli ve değerli olduğu kanısındayım. Bu romanla, elbette, çok daha geniş bir şekilde ilgilenmek, romanı değerlendirmek gerekiyor.
Melbeurne’de, iki akşam Doğan Hayırlı’nın evinde, bir akşam da Anadolu Kültür Derneği’nden bir arkadaşı evinde sohbetler oldu. Birçok arkadaş bu sohbetlere katıldı. Çeşitli konular etrafında konuşmalar yapıldı. Doğan Hayırlı, Celal Temel hocamızı, Muzaffer Oruçoğlu hocamızı yakından tanıyor. İstanbul’daki, öğrencilik yıllarıyla ilgili anılarını anlattı. Doğan Hayırlı, Anadolu Kültür Başkanı Taylan Ünsalan’ın dayısı oluyor.
Avustralya seyahati bizim için ve vakfımız için faydalı oldu. Anadolu Kültür Derneği’ne ve Sidney Kürd Gençlik Derneği’ne tekrar teşekkür ediyoruz.