Behdinan, Barzan, Milli Lider
Kürdlerin ulusal davaya karşı tutumları, Kürdistan parçaları arasında farklılıklar göstermektedir. Bu, Kürdlerin, Araplarla, Farslarla, Türklerle geliştirdikleri ilişkilere, bu halklar karşısındaki konumlarına göre değişmektedir. Bu çerçevede Tuncer Kılınç’ın açıklamaları önemli bir kaynak olarak değerlendirilebilir. (Tuncer Kılınç, d. 1938, Emekli Orgeneral, 2001-2003 yılları arasında, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri’dir.)
Emekli Org. Tuncer Kılınç PKK savaşıyla ilgili olarak şunları söyledi: "PKK ile savaş bizim için çok önemli değil, çünkü o savaşı biz kontrol ediyoruz.
Ama en tehlikelisi, şu anda ülkemizin sınırında yavaş yavaş inşa edilen bir Kürdistan devletinin kurulmasıdır. Biz bu hedefi önlemek için çalışıyoruz. Barzani'nin yöntemini Türkiye Kürtlerine kötü göstermeyi başardığımızı ve bu konuda da başarılı olduğumuzu söylemeliyim.”( 25 Nisan 2021 www.kürdistan24.net)
Burada Güney sınırlarında ‘Kürdistan Devleti Oluşumu’ndan ‘Barzani yöntemi’nden söz edilmektedir. Bu Behdinan-Barzan Bölgesi’nin Osmanlı bürokrasisiyle, daha sonra, Bağdat’daki İngiliz ve daha sonra Arap bürokrasisiyle ilişkilerini gündeme getirmektedir.
Barzan-Behdinan Bölgesi’nin temel özelliği şudur: Bu bölgenin temel unsuru olan Barzaniler her zaman toprak temelli bir milli hareketin yürütücüsü olmuşlardır. Osmanlı bürokrasiyle ilişkiler geliştirmekten her zaman uzak durmuşlardır. Daha sonra, 1920’lerde, 1930’larda, 1940’larda, 1950’lerde Bağdat’daki İngiliz bürokrasisiyle, 1960’lardan sonra da Arap Bürokrasisiyle ilişkiler geliştirmekten daima uzak kalmışlardır. Her zaman toprak temelli bir milli hareketin peşinde koşmuşlardır. Bu, 1870’lerden, Muhammed Barzani’den (ö. 1903) beri böyledir. Şeyh Abdüsselam Barzani (1868-1914), Şeyh Ahmed Barzani, (1896-1969), Mela Mustafa Barzani (1903-1979) toprak temelli bu milli hareketin temsilcileridir. Bugün de Mesut Barzani (d. 1946) bu tutumun sürdürücüsüdür.
Bu sağlıklı bir tutumdur. Bu tutum, Kürd toplumunun yapısal özelliklerini korumuş toplumsal yapının bozulmasını engellemiştir.
Kürdistan’ın güneyinde Süleymaniye bölgesinde çok farklı bir tutum gelişmiştir. Örneğin, Süleymaniye’nin temel unsuru olan Babanlar, her zaman Osmanlı bürokrasiyle de, 1960’lardan önce Bağdat’daki İngiliz bürokrasisiyle de, daha sonra duruma egemen olan Arap bürokrasisiyle de her zaman yakın ilişkiler, içli-dışlı ilişkiler içinde olmuştur. Bu ilişkiler Kürd toplum yapısını bozmuştur. Kürdleri, Kürdi, Kürdistani değerlerden uzaklaştırmıştır. Örneğin, Babanlardan Osmanlı bürokrasisinde yer alan onlarca kişi vardır. Osmanlı ordusunda görevli onlarca paşa vardır. Bedirxanîlerden onlarca bürokrattan, onlarca paşadan söz etmek mümkündür. Bunlar hiçbir zaman, Osmanlı bürokrasisi içinde, Kürdi, Kürdistani değerleri savunmamışlar, hiçbir zaman bu değerleri gündeme getirmemişlerdir. Bu sağlıksız ilişkiler Kürd toplum yapısını bozmuştur.
Hatırlayalım: 12 Eylül döneminde, Kenan Evren’in kurduğu hükümette Kültür Bakanı Cihat Baban’dı. (1911-1984) Bu dönemde Kürdçe’yi yasaklayan bir yasa da çıkarılmıştı. 1983 tarihli, 2932 sayılı yasa. Bu yasanın akıl hocalarından biri de, Babanlardan Gazeteci Cihat Baban’dı.Gazeteci Cihat Baban, 27 Mayıs 1960 darbe hükümetinde de Basın-Yayın ve Turizm Bakanı olarak atanmıştı.
Badirxanîlerden Cemal Kutay’ın ise, (1909-2006) ne çalışmalar yaptığı yakından bilinmektedir.
Bedirxanîler derken, Mikdat Bedirxan’ı, Emir Ali Bedirxan’ı, Süreyye, Kamuran ve Celadet Bedirxan kardeşleri elbette ayrı bir kategoride değerlendirmek gerekir. Sırf bu kategoride yer alanlardan dolayı, Bedirxaniler, Kürdlerin, Mukriyaniler, Barzaniler, Casimê Celiller gibi önemli ailelerindendir.
Bu arada Osmanlı bürokrasisinde yer almakla beraber Nuri Dersimi, Mustafa Yamulki, Abdürezzak Bedirxan gibi milli nitelikli olan Kürd de vardır. Bunların sayısı doğal olarak çok azdır.
Osmanlı okullarında, daha sonra İngiliz okullarında, daha sonra da Arap, Fars, Türk okullarında uygulanan programlar, Kürdleri, Kürdi, Kürdistani tutumlardan uzaklaştırmış, birlikçi anlayışların gelişip serpilmesine yol vermiştir. Bu okullarda yürütülen, uygulanan programların esas amacı, Kürdleri, Kürdi, Kürdistanî değerlerden uzaklaştırmak olmaktadır.
Bazı Kürd medreselerini bu konuda ayırmak gerekir. Örneğin, Mele Abdulllah Timoqî’nin (1904-1992) medreselerinde eğitim gören Kürdlerin milli değerlerini koruduğu, geliştirdiği söylenebilir. Laik Türk okullarında eğitim gören Kürdlere böyle bir şansın verilmesi olası değildir.
Bu bakımdan bu kesimlerden milli, ulusal bir liderin çıkması kanımca olası değildir. Milli, ulusal liderin Barzan-Behdinan Bölgesi’nden çıkması ise çok doğaldır. Çünkü Kürd toplum yapısı orada bozulmamıştır. Sağlam kalmıştır.
Şunu söylemek de mümkündür: Örneğin Mele Mustafa Barzani İstanbul’daki, Osmanlı Harb Akademisi’nde, veya Bağdat’daki Arap Harb Akademisi’nde eğitim görseydi’ başarılı bir milli/ulusal lider olabilir miydi?
Qazi Muhammed’in , Kürd medreseleriyle ilişkisi olmasa, Qazi Muhammed olabilir miydi?
Son zamanlarda, devletin Kürd medreselerine de el attığı görülmektedir. Örneğin devlet, Menzil Medresesi çevresinde resmi ideolojinin programları çerçevesinde eğitin yapan bir medrese de yaratmıştır.
Bu konuda, Türk solunun, sol değerlerin, sol anlayışların incelenmesi de önemlidir. Türkiye’de sol Kürdi, Kürdistani değerlere uzaktır. Kürdleri de, Kürd solunu da bu yönde etkilemeye, Kürdleri, Kürdi, Kürdistani değerlerden uzak tutmaya çalışmaktadır. Kürdleri, bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış Kürdistan gerçekliğinden uzak tutmaya gayret ettikleri görülmektedir. Bu çerçevede Türk solu Kemalizme çok çok yakındır.
Bu tür ilişkilerin bilincine varıp, Kürdi ve Kürdistani tutumları geliştirmeye çalışan Kürdlerin sayısı da çok azdır.
Kürdi ve Kürdistani Değerlerle Savaş
Yazının başında Emekli Org. Tuncer Kılınç’ın bir açıklamasına yer verilmişti. Tuncer Kılınç, "PKK ile savaş bizim için çok önemli değil, çünkü o savaşı biz kontrol ediyoruz. Ama en tehlikelisi, şu anda ülkemizin sınırında yavaş yavaş inşa edilen bir Kürdistan devletinin kurulmasıdır. Biz bu hedefi önlemek için çalışıyoruz. Barzani'nin yöntemini Türkiye Kürtlerine kötü göstermeyi başardığımızı ve bu konuda da başarılı olduğumuzu söylemeliyim’ diyordu.
PKK/KCK’nin, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne saldırılarını, Kürd kazanımlarının yok edilmesi için geliştirdiği tutumları, Kürd bayrağını yakmalarını (Rojava) … bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Bunlar, PKK/KCK’nin Kürd/Kürdistan davasından vazgeçtiğini, Kürdi, Kürdistani değerlere karşı, Türkiye’nin, İran’ın, Suriye’nin haklarını ve çıkarlarını korumak için savaştığını ortaya koymaktadır. PKK/KCK’nin geliştirmeye çalıştığı ‘Kürdlere devlet gerekmez’ görüşleri de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Bu tür görüşler Kürdlerin değil, devletin görüşleridir. Devletin, bu görüşlerini Kürdlere söyletmesi kendisi için çok büyük bir kazanımdır. Dikkat edelim. Bu sadece, Kürdler için dile getirilen bir söylemdir. Örneğin Filistinli Arapların bağımsız bir devlete sahip olmalarını, Türkiye gibi, İran, Suriye gibi, bu ülkelerdeki sivil toplum örgütleri gibi PKK/KCK’de savunmaktadır.
Kürd/Kürdistan sorunu gündeme geldiğinde çözüm çerçevesinde Ortadoğu konfederasyonundan söz eden görüşler de vardır. Bunların da fiili olarak hiçbir karşılığı yoktur. Bu tür görüşler, Kürdleri oyalamaktan başka hiçbir işleve sahip değildir. Bir defa hiçbir Müslüman ülkede demokrasiyi oturtmak mümkün değildir. Hiçbir Müslüman ülkede, demokrasini temel ilkeleri olan Basın özgürlüğü, bağımsız yargı, hukukun üstünlüğü, idarenin her türlü İşleminin yargı denetimine tabi olması, üniversite özerkliği, insan haklarına saygı gibi kurumları, tutumları, yaşama geçirecek hiçbir mekanizma yoktur. Sadece krallıklarda değil, İsrail hariç, demokrasi olduğunu söyleyen ülkelerde de yoktur.
Bu çerçevede, bazı akademisyenlerin, ‘Kürdler, 1920’lerde treni kaçırdı, artık, yapılacak bir şey yok …’ gibi, Kürdleri resmi ideolojiyi kabule zorlayan görüşler dile getirdikleri görülmektedir. Bu tür görüşlerin Kürdlere küçük bir yararı yoktur. Bu görüşler, sadece Kürdler arasında umutsuzluk yaratır. Bu tür görüşlerin, devletin tutumuna, görüşlerine, resmi ideolojiye destek verdiği açıktır. Bu aynı zamanda, resmi ideoloji doğrultusunda çalışmalar yapan akademisyenlerin tutumlarını ciddeye almamak, işlevlerini büyütmemek gerektiğini ortaya koymaktadır.
Bu çerçevede, bazı akademisyenlerin, Kürd gençlerini, ‘demokratik özerklik’ gibi gerçekleşmesi olanaksız bazı hayali planlarla oyaladıkları görülmektedir. Toprak temelli bir halk olan Kürdleri, örneğin Çerkesler gibi, toprak temelli olmayan bir etnik grup gibi kavramaya çalıştıkları anlaşılmaktadır. Akademisyenlerin çalışmalarının bu açıdan incelenmesinde yarar vardır.