zazaki.net
23 Teşrîne 2024 Şeme
Girdîya Karakteran : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
22 Temmuze 2018 Yewşeme 14:46

Bilim Ahlakı

İsmail Beşikçi

18 Temmuz 2018 günü Zernews internet sitesinde, Mirza Muhammed’in bir yazısı yayımlandı. Bu yazıda, Mirza Muhammed, Arap tarihçisi İbnu’l Esir’in (1160-1233) 12 ciltten oluşan İslam Tarihi isimli çalışmasından söz etmektedir. Bügün Artuklu Üniversitesi rektörü olan Prof. Dr. Ahmet Ağırakça[1], bu eserin 3, 7, 8 ve 12. ciltlerini Türkçe’ye çevirmiş. Mirza Muhammed, bu çeviri ile ilgili olarak şunu söylüyor. İbnu’l Esir’in eserin çeşitli yerlerinde, özellikle 7. ciltte Kürdlerden söz eden bölümler de varmış. Rektör Prof. Dr. Ahmet Ağırakça, çeviri sırasında, bütün Kürd sözcüklerini çıkarmış, yerine Türk sözcüklerinin koymuş. Mirza Muhammed, yukarıda sözü  edilen yazısında, Prof. Dr. Ahmet Ağırakça’nın tutumunu deşifre ediyor. Bunu bir sahtekarlık olarak nitelendirerek, bu tutumun, İslam ahlakına hiç uymadığını anlatıyor.

Bütün dinler herşeyden önce bir ahlak vaaz ederler. Dürüslük, doğruluk, dinlerin, vaaz ettiği çok önemli bir niteliğidir. Ahlaka kaynaklık eden töreler de, hukuka kaynaklık eden örfler de herşeyden önce insanlardan doğruluk ve dürüstlük talep ederler. Yalan söylemek, bu yalanı meşru kılmak için tahrifat yapmak elbette ahlakı, dini zedeleyen bir faaliyettir. Yurtseverlik, ezan, millet, bayrak vs. bu sahtekarlığı gizleyemez, örtemez. Rektör Profesör Ahmet Ağırakça’nın bu sahtekarlığı İslami tutumuna, ahlakına sığdırabilmesi dikkate değer bir durumdur.

Kürd’ü geriletmek, kimliksiz bırakmak çok önemli bir faaliyet, çok önemli bir çaba olmuştur. Bunun için bütün değerler çiğnenebilmektedir, yok sayılabilmektedir.

Soruna bilim yöntemi açısından da bakmak gerekir. Bilim olgularla ilgilenir. Bilimin önermeleri herşeyden önce olgusal önermelerdir. Olgulara dayanmayan, olgular tarafından doğrulanmayan hiçbir önerme bilimsel bir önerme değildir. Kavramlar da elbette önemlidir. Çünkü olgular, ancak, bir teorinin veya hipotezin ışığında inceleme konusu edilebilirler. Kavramlar, olgunun içindeki, gerisindeki görünmeyen ilişkileri dile getirmek, açıklamak bakımından önemlidir. İşte bu çerçevede, siz daha başlangıçta, olguları saptarken bir tahrifat yaparsanız, bu çerçevede Kürd’ü Türk yaparsanız, görüşlerinizi bu tahrifat üzerine oturtursanız, bundan sonra geliştireceğiniz kavramlar, hipotezler, görüşler vs. hep yanlış olacaktır.  Olgular sizi doğrulamayacaktır. Burada, bilim zihniyetinin, bilim yöntemi anlayışının, kırıntısı bile yoktur. Olgulara saygılı olmak, olguları olduğu gibi saptamak, tahrifat yapmamak elbette çok önemlidir. Bilim yönteminden bu kadar büyük, yoğun bir kopuş söz konusu olduktan sonra, bilim yöntemi hiçe sayıldıktan sonra, yalan söylemek, bu yalanı meşru kılmak için tahrifat yapmak bilgi üretiminin bir yolu olarak kullanıldıktan sonra, kafanın üzerine ha kep koymuşşun ha sarık bağlamışsın hiç farketmez…

* * *

Öte yandan, İbnu’l Esir’i tahrif etmek, O’na yapılmış bir saygısızlıktan başka bir şey değildir. Profesörün bu tahrifatta kendini yetkili kılması anti-Kürd tutumun ne kadar derinleştiğini ve yaygınlaştığını göstermektedir. Profesör bütün gücünü devletin ve hükümetin bu tutumundan almaktadır. Bu tutum böyle bir siyasal ve düşünsel bir ortam ortaya çıkarmıştır. Bu ortamda bu Rektör Profesör hakkında bu tahrifattan dolayı, soruşturma açılması falan beklenmemelidir. Terfi yolunun açık olduğunu söylemek ise mümkündür. Rektör, profesörün bu tutumunu eleştirmeye çalışanlara ise bürokratik hiyerarşi içinde haddi bildirilir.

Mirza Muhammed’in bu yazısını okurken, Prof. Dr. Mesut Yeğen’in, 7-8 yıl kadar önce, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden İstanbul’daki Şehir Üniversitesi’ne geçtiği günlerde yazdığı bir yazıyı hatırladım. Mesut Hoca’nın bu yazısı, “Nasıl Profesör olunur?” başlığını taşıyordu. (Radikal, 2 13 Şubat 2011) Bu yazıda Mesut Hoca, ODTÜ’deki bazı hocaların tutumunu eleştiriyordu. Yukarıdaki yazı, nasıl profesör olunduğunu da gösteren bir yazıdır. Sadece, nasıl profesör olunduğunu değil, nasıl yönetici, rektör vs. olunduğunu da gösteriyor. Bu arada, Prof. Dr. Feride Acar’ın, Mesut Hoca’nın bu yazısı üzerine, kaleme aldığı, “Nasıl Profesör Olunmaz?” başlıklı yazısını da hatırlatalım (Radikal 2, 20 Şubat 2011) Kuşkusuz, o zamandan bugüne Türk siyasal hayatında, anayasal kurumlarda, bu arada, bilim anlayışında da, düşün hayatında da, sanat hayatında da, herşey alt-üst oldu denebilir. Artık, resmi ideolojinin bizzat kendisinin bilim kabul edildiği söylenebilir.

Taşrada kurulan üniversitelerin, siyasal iktidarın, hükümetin, halk yığınları üzerindeki etkisini arttırmak, bu etkiyi büyütmek, yaygınlaştırmak gibi bir işlevi vardır. Siyasal iktidara yeni iktidar alanları açmak da bu işlevler arasında sayılabilir. Üniversiteyi üniversite yapan ifade özgürlüğü, özgür eleştiri gibi temel değerlere bu süreçte kuşkusuz yer yoktur. İfade özgürlüğü, bilim özgürlüğü, özgür eleştiri gibi temel değerler hiçe sayıldığı için, akademik özgürlüğün de hiçbir anlamı yoktur. İfade özgürlüğü yoksa, özgür eleştiri yoksa, akademik özgürlüğün de hiçbir değeri yoktur. Üniversiteyi üniversite yapan temel değerler bunlardır.

* * *

Mirza Muhammed, daha sonra, Rektör Prof. Ahmet Ağırakça’nın bu tutumunu Fethullah Gülen Cemaatının, Said-i Kürdî’nin yazılarını, kitaplarını bugünkü Türkçe’ye çevirirken, yaptıkları tahrifata benzetmektedir. Onlar da bu adaptasyon sırasında, Said-i Kürdî’nin Kürd yazığı her sözcüğü çıkarıp onların yerine, Türk, Türkmen, Süryani, Ermeni gibi sözcükler koymuşlar.

Bu çerçevede Fethullah Gülen Cemaatı’na biraz bakmakta yarar vardır. Fethullah Gülen Cemaatı’nın bugünlere kadar gelmesi devletin ve hükümetin büyük katkıları ve teşvikleri sonucu olmuştur. Bu, Kürd sorunuyla çok yakından ilgilidir. Bu ilişkileri biraz açmakta yarar var.

24 Ocak 1970’de, Necmettin Erbakan tarafından kurulan Milli Nizam Partisi, 20 Mayıs 1971’de, 12 Mart Rejimi döneminde Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştır. Bu dönemde, Kürd sorunu, artık kendisini iyice hissettirmeye başlamıştır. İşte bu sorunlarla başedebilmek için, dinsel akımları güçlendirmek, Kürdlerin yaşadıkları her alanda, Kuran Kurslarının, İmam-Hatip Okulları’nın çoğalmasını sağlamak, dinsel basın yayın organlarının, yayınevlerinin güçlendirmek önemli olmaya başlamıştır. Anayasa mahkemesi tarafından 20 Mayıs 1971’de kapatılan Milli Nizam Partisi’nin, yine Necmettin Erbakan tarafından 11 Ekim 1972’de, Milli Selamet Partisi adıyla yeniden kurulması hatta, İsviçre’de yaşayan Necmettin Erbakan’ın bu amaçla Türkiye’ye davet edilmesi bu ihtiyaçla yakından ilgilidir.

Fethullah Gülen Cemaatı’nın yükselişi bu dönemde başlamıştır. Bu camaatın, etkili bir camaat olduğunu farkeden devlet, ona önemli bir görevi de vermiştir. Devlet, Saidi-i Kürdî’nin Kürd bölgelerinde etkili Kürd düşünür olduğunu Kürdler üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu farketmiştir. Dinsel duyguları, dinsel akımları geliştirerek Kürd milli hareketini ötelemek, Kürdleri bu duygularla oyalamak devletin çok önemli bir politikası olmuştur. Nurcu duyguları, hareketi geliştirmek bu bakımdan önemlidir.

İşte bu noktada, Said-i Kürdî’nin 1908 ve sonrasında, İkinci Meşrutiyet döneminde yazdığı yazılardaki Kürd sözcüklerini çıkararak, onları Türk’e dönüştürerek yeniden yayımlaması, kanımca, devlet tarafından Nurcu harekete, Fethullah Gülen hareketine verilen önemli bir görev olduğu kanısındayım. Gülen hareketinin de bu görevi büyük bir istekle yerine getirdiği kanısındayım…

Gülen hareketi, bu tahrifatla yetinmemiştir. Ayrıca, bazı konularda bugüne uyarlı yorumlar da yapmaktadır. Bu yorumlardan biri şöyledir. Bu konularda uzman bir arkadaş şunları anlattı:

Said-i Kürdî’nin Medresetüzzehra isimli bir projesi var. Bu proje çerçevesinde Van’da, bir üniversite kurmayı tasarlıyor. Medresetüzzehra dediği bu kurumda, dinsel bilgiler ve fen bilimleri bir arada tahsil edilecek…

Said-i Kürdî bu projesini Padişah Abdülhamid’e sunmak için 1907 yılında, saraya gitmiştir. Bir dilekçe verip randevu almıştır. Ogün, orada başka din adamları da vardır. Onlar da Sultan Abdülhamid’le görüşmek istemektedirler. O dönemde adetmiş, Saray’a, kendisiyle görüşmeye gelen ileri kesim din adamlarına Padişah bir kese altın hediye ediyormuş. Saray görevlisi, ogün, din adamlarını birer birer dolaşarak onlara birer kese altın vermiş… Sıra Said’i Kürdî’ye gelince, Bediüzzaman bu altını kabul etmemiş. “Ben altın almaya değil, Padişah’a proje sunmaya geldim…” demiş.

Saray görevlisi, orada bulunan din adamlarının yüksek makamlarda bulunan kişiler olduğunu, onların da Yüksek Padişah’ın ihsanının kabul ettiğini, kendisinin de kabul etmesinin iyi olacağını anlatmış. Ama, Said-i Kürdî, aynı sözü söyleyerek yine kabul etmemiş… Bunu üzerine O’nu tımarhaneye atmışlar. “Padişah’ın altınını kabul etmeyen olsa olsa delidir…” diyerek…

Said-i Kürdî, Medresetüzzehra projesini daha sonra açıklıyor.

Said-i Kürdî, çeşitli vesilelerle, bu olayı, “devletin ihsanının kabul etmedim” diyerek anlatmaktadır. İçtimai Reçeteler-I II, (Med-Zehra Yayıncılık, İstanbul 1990) kitaplarında,  İçtimai Dersler (Zehra Yayıncılık, 2004, İstanbul)’de yer alan yazılarında, Hizmet Rehberi (Zehra Yayıncılık, 2012, İstanbul ) isimli kitapta bunu görmek mümkündür. İkinci kitap birincisinin gözden geçirilerek yeniden yayımlanışıdır. Tahrifat yapan Nurcular ise, yazılarda konuşmalarda geçen Kürd sözcükleri yerine, Türk, Türkmen, Süryani, Ermeni gibi sözcükler koymaları yanında yorumlar da yapıyorlar. Örneğin, yukarıda ifade edilen, “devletin ihsanını kabul etmedim” dedikten sonra, “şimdi almadığıma pişmanım” gibi bir ifade de yerleştiriyorlar. Anti-Kürd tutum, bu sahtekarlıkta ne kadar ileri gidildiğini göstermektedir. Bu sahtekarlığı, propagandasını yaptıkları İslam inancına aykırı görmüyorlar, İslam ahlakına aykırı görmüyorlar. Aşağıdaki ek makalede, Said-i Kürdî’nin yazılarının nasıl tahrif edildiğine dair dokuz örnek var..

Başbakan, şimdi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, zaman zaman Fetöcülere “ne istediniz de alamadınız…” şeklinde sitem ediyor. İstediklerinin bir kısmı, yukarıda işaret edilen konu ile ilgilidir, kanısındayım. Bu tutumundan dolayı kendilerini eleştirenlerin soluksuz bırakılmalarını, onların engellenmesini istemek de, istedikleri arasındadır, kanısındayım… 29 Kasım 1999’da İstanbul’da, kaçırılan  ve katledilen Zehra Vakfı Balkanı İzzettin Yıldırım’ın akıbeti bu süreçle bağlantılıdır kanısındayım.


Ek-1: Mirza Muhammed’in makalesi ve bununla ilgili haber

Kürt tarihine karşı FETÖ'cü taktik: Artuklu Üniversitesi Rektörü Dr. Ahmet Ağırakça'nın foyası ortaya çıktı 

Zerrin Adar, 10:14

Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Dr. Ahmet Ağırakça, İslam Tarihi ile ilgili eski Arapça bir eserde geçen "Kürtler" kelimesini çıkarıp Türkçe tercümesinde "Türkler" yazdığı ortaya çıktı. Bu taktik aslında FETÖ olarak nitelendirilen Fethullah Gülen Cemaati tarafından ortaya çıkarılarak uygulanıyordu. Özellikle Risale-i Nur'da geçen "Kürt" ve "Kürdistan" kelimeleri silinip yerlerine "Türk", "Azeri" "Süryani" gibi isimler konulurdu.

Makale: Mirza Muhammed / ZERnews

Peygamber efendimizin (s.a.v.) "Yalan söyleyen bizden değildir" hadisi şerifine bakılınca bunları yapan sözde İslami kesim direk dinden çıkıyor, "mürted" konumuna düşüyor. Allah insanları dönem dönem başka bir şeyle imtihan eder. Ancak son yüzyıldır Kürtlerle imtihan edilen Türk İslam alimlerin çoğu ilahi sınavı kaybederek cehennemi garantiledi.

Bunun yanı sıra bir kavmi, milleti inkar eden Allah'ın ilgili ayetlerini de inkar etmiştir. Bir kavmin tarihini inkar etmek o kavme soykırım yapmakla eşdeğerdir.

Artuklu Üniversitesi rektörü Dr. Ahmet Ağırakça'nın yaptığı sahtekarlık şöyle:

Meşhur İslam tarihçisi İbnu'l-Esir 1160 -1233 yılları arasında yaşamıştır. Bu dönemde yazdığı "Tarihi, el-Kamil Fi’t-Tarih" isimli eserinde Kürtlerden de bahsediliyor.

Ancak Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Dr. Ahmet Ağırakça, bu eseri yeniden Türkçe'ye tercüme ederken FETÖ'cülerin taktiğini uygulayarak baştan sonra "Kürt" kelimeleri yerine "Türk" diye yazmış.

Aslında bölgede bunca kanın dökülmesinin asıl sorumlusu da Türkiye'deki faşizmi topluma aşılayan Profesörler, araştırmacılar, ilim adamları ve kendini İslam alimi olarak tanıtanlardır.

Bir kavmi, milleti inkar eden Allah'ın ilgili ayetlerini de inkar etmiştir. Bir kavmin tarihini inkar etmek o kavme soykırım yapmakla eşdeğerdir.

(Mirza Muhammed / Erbil / ZERnews) 


Ek -2: Rîsale-i Nurlar Üzerinde yapılan Sahtekarlıklar

İşte yazar Ekrem Malbat'ın "Bediüzzaman’ın 'Kurdî' Kimliği Üzerinde Yapılan Tahrifatlar" isimli makalesinden bir kaç örnek.

Örnek-1:

“1907 senesi zarfında idi ki; Kürdistan’ın yalçın, sarp ve yüksek dağlarının arkasından çıkmış Said-i Kürdî isminde nevadir-i hilkatten nadir bir ateşpâre-i zekânın... Şu Kürt kıyafetinde o şal ve şalvar altında…” (Zehra Yayıncılık, İstanbul, 2013, s.153)

“1907 senesi zarfında idi ki; şarkın yalçın, sarp ve yüksek dağlarının arkasından çıkmış Said-i Nursi isminde nevadir-i hilkatten nadir bir ateşpâre-i zekânın… Şu şark anadolu kıyafetinde o şal ve şalvar altında…” (Envar Neşriyat, s.13 / Sözler Neşriyat, İstanbul, 2009, s. 6 / Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2011, s. 5)

Çok fazla yer kaplamaması için bir kısmını aktardığım yazının tamamında geçen “Kürt-“Kürdistan” ifadelerinin hepsi aynı şekilde değiştirilmiş.


Örnek-2:

“Ey şu şehadetnamemi temaşa eden zevat! Lûtfen, ruh ve hayalinizi misafireten, yeni medeniyete karışmış, asabî bir Kürd talebesinin hâl-i ihtilâlde olan ceset ve dimağına gönderiniz, tâ tahtie ile hataya düşmeyesiniz...(Zehra Yayıncılık, İstanbul, 2013, s.156)

“Ey şu şehadetnamemi temaşa eden zevat! Lûtfen, ruh ve hayalinizi misafireten, yeni medeniyete karışmış, asabî bedevi bir talebenin hâl-i ihtilâlde olan ceset ve dimağına gönderiniz, tâ tahtie ile hataya düşmeyesiniz...” (Envar Neşriyat, İstanbul, 2005, s. 9 / Sözler Neşriyat, İstanbul, 2009, s.10)

Bu örnekte de görüldüğü üzere “Kürt” ifadesi yerine “bedevi” ifadesi kullanılmış.

Örnek-3:

“Geçen sene bidayet-i hürriyette elli-altmış telgraf umum Kürt aşiretlerine sadaret vasıtasıyla çektim… Kürtleri tenbih ettim…” (Zehra Yayıncılık, İstanbul, 2013, s.158)

“Geçen sene bidayet-i hürriyette elli-altmış telgraf umum şark aşiretlerine sadaret vasıtasıyla çektim… vilayeti şarkiyeyi tenbih ettim…(Envar Neşriyat, İstanbul, 2005, s.13 / Sözler Neşriyat, İstanbul, 2009, s.14 /Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2009, s. 51)

Örnek-4:

“İstanbul’da yirmi bine yakın Kürdler, hammal ve gafil ve safdil olduklarından zorbacılların onları aldatmak ile Kürd kavmini lekedar etmelerinden korktum. Kürdlerin umum yerlerini ve kahvelerini gezdim… Komşularımız ve bizi teyakkuz ve terakkiye sevk eden Ermenilerle kemal-i memnuniyetle dost olup elele vereceğiz. Zira husumette fenalık var…” (Zehra Yayıncılık, İstanbul, 2013, s.160)

İstanbul’da yirmi bine yakın hemşehrilerim, hammal ve gafil ve safdil olduklarından particilerin onları aldatmak ile vilayet-i şarkiyeyi lekedar etmelerinden korktum. Hamalların umum yerlerini ve kahvelerini gezdim… Ve bizi her cihette teyakkuz ve terakkiye sevk eden hakiki kardeşlerimiz olan Türkler ve komşularımız ile elele vereceğiz. Zira husumette fenalık var…” (Envar Neşriyat, İstanbul, 2005, s.15 / Sözler Neşriyat, İstanbul, 2009, s.16 / Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2011, s. 57)

Bu örnekte ise tahrifattan “Kürt” ifadesi ile beraber “ Ermeni” ifadesi de nasibini almış ve yerine “Türkler” yazılmıştır.

Örnek-5:

“Ben ki sıradan bir Kürdüm ulemaya farz olan bir vazifeyi omuzuma aldım…” (Zehra Yayıncılık, İstanbul, 2013, s.160)

“Ben ki sıradan bir talebeyim ulemaya farz olan bir vazifeyi omuzuma aldım…” (Envar Neşriyat, İstanbul, 2005, s.17 / Sözler Neşriyat, İstanbul, 2009, s.17 / Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2009, s.64)

Örnek-6:

“Bir Kürd talebesinin lisanına yakışacak lafızlar ile heyecanı teskin ettim…” (Zehra Yayıncılık, İstanbul, 2013, s.161)

Bir köylü talebenin lisanına yakışacak lafızlar ile heyecanı teskin ettim…” (Envar Neşriyat, İstanbul, 2005, s.18 / Sözler Neşriyat, İstanbul, 2009, s.17 / Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2011, s. 65)

Örnek-7:

Fahr olmasın, derim ki: Biz ki Kürd’üz aldanırız, fakat aldatmayız…” (Zehra Yayıncılık, s.169)

Fahr olmasın, derim ki: Biz ki hakiki müslümanız aldanırız, fakat aldatmayız…” (Envar Neşriyat, İstanbul, 2005, s. 32 / Sözler Neşriyat, İstanbul, 2009, s. 32 / Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2011,s. 39)

Örnek-8:

Ey Asuriler ve Keyanîler’in cihangirlik zamanında pişdar, kahraman askerleri olan arslan Kürdler! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır...” (Zehra Yayıncılık, İstanbul, 2009, s.188)

Ey eski çağların cihangir Asya Ordularının kahraman askerleri olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır...” (Envar Neşriyat, İstanbul, 2005, s. 50 / Sözler Neşriyat, İstanbul, 2009, s. 49 / Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2011, s.168)

Seîdê Kurdî aynı yazının devamında, Kürtler içinden çıkmış tarihte nam salmış kişileri isimleri ile zikrederek, bu şahıslar ile aynı milletten olduklarının altını çiziyor. Şimdi bu noktada yapılan tahrifata bakalım.

Örnek-9:

“Hem de ‘milliyet’ denilen, mazi derelerinden ve hâl sahralarından ve istikbal dağlarından hayme-nişîn olan Rüstem-i Zâl ve Salâhaddin-i Eyyubî gibi Kürd dâhi kahramanlarıyla bir çadırda oturan bir aile gibi…” (Zehra Yayınları, İstanbul, 2013, s.189)

“Hem de ‘İslamiyet milliyeti’ denilen, mazi derelerinden ve hâl sahralarından ve istikbal dağlarından hayme-nişîn olan Selahaddin Eyübi ve Celaleddin Harzemşah, Sultan Selim ve Barbaros Hayrettin ve Rüstem-i Zal gibi ecdadalarımız danemsaller gibi dahi kahramanlar ile aynı çadırda oturan bir aile gibi... (Envar Neşriyat, İstanbul, 2004, s.52 / Sözler Neşriyat, İstanbul, 2009, s. 51 / Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2011, s.174)

Bediüzzaman’ın sansürlenen ifadeleri sadece Kürtler ile ilgili olanlar değil. O dönemde devletin, dolayısıyla padişahın yanlış uygulamalarına yaptığı eleştiriler de çok çarpıcı bir şekilde tahrif edilmiş. Bu noktalarda yapılan tahfrifatla padişahı temize çıkaralım derken Bediüzzaman Said Nursi’ye hakarete varan ifadeler kullanılmış.

Örnek-10

“… O vakit şimdi münkasım olan istibdatlar, umumen Sultan-ı mahlu’a teccesüm ettiği halde, onun maaş ve ihsan denilen RÜŞVETve hakk-ı sukutu kabul etmedim, reddettim. Milletimin namını lekedar etmedim. Aklımı feda ettim hürriyetimi terk etmedim. Ona boyun eğmedim.”

“… O vakit şimdi münkasım olan istibdatlar, merhum Sultan-ı mahlu’a istinad edildiği halde, onun zaptiye nazırı ile bana verdiği maaş ve ihsan-ı şahanesini kabul etmedim, reddettim. HATA ettim. Fakat o hatam medrese ilmi ile dünya malını isteyenlerin yanlışlarını göstermek ile hayır oldu. Hürriyetimi terk ettim o şefkatli sultana boyun eğmedim...



[1] Prof. Dr. Ahmet Ağırakça, 1950 Mardin doğumlu olup, Mardin Cumhuriyet İlkokulu, Mardin İmam-Hatip Okulu, Mardin Lisesi, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü (Bugünkü M.Ü. İlahiyat Fakültesi) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu.

Bir müddet Diyanet işleri Başkanlığı bünyesinde çalıştıktan sonra MEB İstanbul Bakırköy Lisesinde öğretmenlik yaptı. Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde ve daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalında asistan oldu. İki sömestrlik olarak uygulanan doktora hazırlık döneminden sonra 1979–1983 yılları arasında İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Ortaçağ Tarihi Kürsüsünde 'Müneccimbaşı Ahmed İbn Lutfullah'ın Câmi'u'd-Düvel" Adlı Eserinin Tenkidli Metin Neşri ve Tercümesi" adlı doktora tezi ile doktor unvanını aldı. 1987'de Yard. Doçent, Ekim 1988'de Doçent, Haziran 1996'da Profesör unvanını aldı.

Mayıs 1999'da uzun yıllar görev yaptığı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden emekli oldu. Daha sonra Hollanda/Rotterdam İslam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı yaptı. Rotterdam'da bir grup arkadaşıyla birlikte Avrupa İslam Üniversitesini kurdu ve bu üniversitenin Kurucu Başkanlığı ile Rektör vekilliği, Avrupa İslam Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi Dekanlığı ve Rektör Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Arapça, Farsça ve İngilizce bilen Ağırakça’nın yayınlanmış 12 telif ve 13 tercüme eseri, akademik dergilerde yayınlanmış onlarca makalesi ile katıldığı milli ve uluslararası sempozyumlara sunduğu 21 tebliği vardır. Ayrıca 30 yıldan beri çeşitli resmi ve sivil kuruluşlarda onlarca konferans verdi, seminerler yaptı, birçok panele katıldı. Farklı Ansiklopedilerde bir çok maddeyi kaleme alan Ağırakça ayrıca 6 ciltlik Şamil İslam Ansiklopedisi'nin genel yönetim ve ilmi redaksiyonunu yaparak yayına hazırladı.

Birçok edebî, ilmî, siyasî ve sosyal dergide yönetici ve yazar olarak çalıştı. Avrupa İslam Üniversitesi Türkiye temsilcisi ve İslami İlimler açık öğretim fakültesi dekanlığı görevlerinde bulundu.

Son olarak 2 Aralık 2014 tarihinde Mardin Artuklu Üniversitesi rektörünün bir soruşturma nedeneiyle görevden alınması sonucu vekaleten rektörlük görevine getirildi. Ağırakça evli olup dört çocuğu ve üç torunu vardır.

Na xebere 2512 rey wanîyaya
No nuşte hema şîrove nêbîyo.