Bir Ailenin Son 200 Yıllık Tarihi
Ayhan Sarıoğlu’nun, (d. 1952, Pazarcık, Maraş)) İpek Mendil, Zeytin Ağacı ve Dedem kitabı, Atma Aşireti Bugan kolundan Mûrikanların 200 yıllık geçmişini anlatıyor. Atma aşireti bir Kürd aşireti. Bir zamanlar göçebe olan bir Kürd aşireti. Bir zamanlar, Malatya’nın Tohma çayı kıyılarında konaklarken daha sonra, Maraş, Pazarcık yörelerine göç etmiş. Kırıkhan (Hatay) yörelerine kadar uzananlar da var. Aşirette, ailede kadınlar çok itibarlı, çoğu olaylarda kadınların sözü geçiyor.
Atma Aşireti Bir Kürd aşireti. Aşiret bünyesinde Sünniler olduğu gibi Alevi olanlar da var. Bugün Atma Aşireti Arapgir taraflarında yaşamaktadır. Arapgir Fırat’ın, daha doğrusu Karasu’nun kollarından biridir. Atma aşiretini yerleşim alanları Arapgir Vadisi’ndedir. Yerleşim alanlarına göre, Aşağı Atma-Yukarı Atma şeklinde de anılmaktadır.
Mûrikanların bir kesimi, Maraş-Elazığ yöreleriyle İskenderun-Beyrut arasında ticaret yapıyor.
Ayhan Sarıoğlu, İpek Mendil, Zeytin Ağacı ve Dedem, Doz Yayınları, Mayıs 2022,
İstanbul, 679 s.
Kitabın, basım yerini, tarihini vs. gösteren ilk sayfada (s. 2) ‘Redaksiyon Talat İnanç’ şeklinde bir bildirim var. Kürd dil uzmanı Talat İnanç’ın kitabın basımında rol alması, kitaba büyük bir değer katıyor.
Ailenin küçük bir ceviz sandığı var. Bu sandık nesilden nesile geçiyor. Aile reisi aile üyeleri arasında yapılan bir seçimle geliyor. Her reis kendi dönemine ilişkin, kendi döneminde cereyan eden olaylarla ilgili notlar yazıyor ve sandığa atıyor. Okuma-yazma bilmeyen reisler de var. Ama bir şekilde bu yazılar yazılıyor. Sandık, aile içinde herkes tarafından açılamıyor. Sandığı ancak aşiret reisi açabiliyor, içinde biriken yazıları okuyabiliyor. Sandığı teslim alan bir aile reisi, sandığı ancak, kendisinden önceki reis vefat ettikten sonra açabiliyor. Küçük ceviz sandık, aşiret içinde, aile içinde en iyi korunan, özenle korunan bir nesne, bir varlık konumunda. Sandığı teslim eden ve teslim alan işaret parmaklarını iğneyle kanatarak birbirlerinin kanını emiyorlar. (s. 76)
Küçük ceviz sandığı orta-lise eğitimini, daha sonra da üniversite eğitimini yapmakta olan oğluna, daha çok ona anlatıyor. Oğul bu anlatımlardan çok büyük bir keyif alıyor. Anaya sorular sormaya başlıyor. Artık sandığın akıbetini öğrenmek, sandığı içinde nelerin olup olmadığını öğrenmek oğul için çok büyük bir dert oluyor.
Evin biraz ötesinde geniş bir düzlükte iki zeytin ağacı var. Zeytinlikler içinde sadece bu iki zeytin ağacı kalmış. Bu zeytin ağaçlarının dibinde iki kara yılan yaşıyor. ( s. 30, s. 95 vd.) Bu kara yılanların birbirlerine aşık oldukları da vurgulanıyor. Halk arasında, zeytin ağaçlarının sahibinin bu kara yılanlar olduğuna dair güçlü bir inanç da var. Bu zeytin ağaçları köylüler tarafından kutsal sayılıyor. Zeytin ağaçlarının altında bir su küpü var. Bu su köylüler tarafından ilaç diye içiliyor. (s. 18)
Ana genç oğluna bu sandıktan söz ederken, küçük ceviz sandığın bir zamanlar bu zeytin ağaçlarının birinin bir dalında asılı olarak bırakıldığını da söylüyor. Zeytin ağaçlarının dalında küçük ceviz sandığı artık göremeyen oğul anasına sık sık sandığın akıbetinin sormaya başlıyor. Ananın ‘şimdi dersine çalış, ileride anlatırım’ demesi ama yine anlatmaması küçük ceviz sandığın etrafında bir gizemin oluşmasına neden oluyor.
İpek Mendil, Zeytin Ağacı ve Dedem kitabında çok zengin etnolojik, antropolojik bilgiler var. Sandığa bırakılan yazılarda, 200 yıllık süre içinde, ailede, çevresinde cereyan eden olaylar anlatılmaya çalışılmış. Bazı olaylar etraflı bir şekilde anlatılmış. Bu anlatımlarda bazı eksiklikler, abartılar, yanlışlar olabilir. Ama 200 yıllık süre içinde yaşanan olayların anlatılması, bunları daha sonraki nesillere ulaştırılmaya gayret edilmesi çok değerli bir tutum.
Yazı, Bir Ailenin Son 200 Yıllık Tarihi başlığını taşıyor. Aile Mûrikan ailesidir, Mûrikanlardır. Aslında, başlık için, Bir Ailenin Son 200 Yıllık Tarihine İlişkin Notlar veya Mûrikanların Son 200 Yıllık Tarihine İlişkin Notlar da denebilirdi.
* * *
Kürdler bu bölgede, Ermeniler, Ezidi Kürdler, Süryaniler, Araplar ve Türkmenlerle birlikte yaşıyor. Bölgede Sinemilî Aşireti de yaşıyor. Sandıktan çıkan yazılarda, gruplar arası çatışmalardan söz edilmiyor. Mûrikanlar, Sinemilîleri akraba olarak anıyorlar.
İpek Mendil, Zeytin Ağacı ve Dedem kitabını okurken, kitabın, zihnimde iki kitaba çağrışım yaptığını hissettim. Birincisi Ahmet Kardam’ın Bedirhaniler kitabı. Bu çalışmanın birinci cildinin başında, Ahmet Kardam, sandıkta saklanan bir defterde yazılanlardan hareket ettiğini dile getiriyordu. (Cizre-Bohtan Beyi Bedirhan, Direniş Ve İsyan Yılları, Dipnot Yayınları, 2011, Ankara, s. 23-27)
İkinci kitap ise, Doğan Ceren tarafından hazırlanan, Bir Düş Savaşçısı Mehmet Elbistan (Deng Yayınları, Haziran 2020, İstanbul) kitabıdır. Bu kitapda da Maraş Pazarcık yöresinde yaşayan, bazı aile bireyleri Kırıkhan’a kadar uzanıyor. Mehmet Elbistan kitabında daha çok Sinemilîlerden söz edilmektedir.
* * *
Yazar, hemen hemen, hiçbir evin ne ev içinde ne de ev dışında tuvalete sahip olmadığını dile getirmektedir. İhtiyaçlar, evin biraz dışında, çalıların dibinde ağaçların altında görülmektedir. Küçük boylu sîdigan ağaçlarının bu konularda elverişli olduğu anlaşılmaktadır. Karda, yağmurda bütün evlerin tavanlarının içeriye aktığı vurgulanmaktadır. Mezar derdinden dolayı, kışın hiç kimsenin hastalanıp ölmemesi için dua edilmektedir. Yazar bir tarih vermemektedir ama 1960’lı yılların ortalarından söz ettiği söylenebilir. (s. 14 vd. )
Köyde okul yok. Bu dönemde ahırdan bozma tek sınıflık bir okul yapılıyor. Köyün, Mûrikanların çocukları okula başlıyor. (s. 22-23)
Uzun kış gecelerinde aile reisinin evinde toplanan köylüler birbirlerine geçmişe ilişkin anılarını anlatmaktadır, askerlik anılarından söz ermektedir. Yazar bu süreci, ‘herkes birbirlerine görmedikleri, tanık olmadıkları olaylar anlatmaktadır’ diye dile getirmektedir. (s. 15 vd.)
1920’lerde Türkiye-Suriye sınırının çizilmesi, Mûrikanları çok zor bir durumda bırakmış. Ailenin önemli bir kısmı Suriye tarafında kalmış. Suriye’den ‘Fransız Suriyesi’ şeklinde konuşuluyor. Bu döneme ‘manda dönemi’ de deniyor. (s. 74 vd.)
Türkiye-Suriye sınırı Kürdleri ikiye bölmüş. Arada dikenli teller, gözetleme kuleleri var. Aslında, akraba da olan Kürdlerin birbirleriyle görüşmeleri, birbirlerine gelip gitmeleri istenmiyor. 1950’lerin ortalarında, Türkiye tarafında, sınır boyunca arazi mayınlanıyor. Mayınlanan arazini derinliği bazı kesimlerde 50-60 m. bazı kesimlerde 200 m. bazı kesimlerde daha derin.
Türkiye tarafında sınırın mayınlanmasıyla birlikte kaçakçılık denen, gayrı resmi bir ekonomi süreci başlamış. Kaçakçılık sınırdaki karakol komutanlarının bilgisi dahilinde, onlarara verilen rüşvetlerle yürütülüyor. Kaçakçılıkta insanlar kulllanılıyor. İnsanlar mayınlı arazileri sırtlarında taşıdıkları yüklerle geçiyorlar. Sık sık mayın patlamaları gerçekleşiyor. İnsanlar yaşamlalrını yitiriyor. Yaralanan, kollarını, bacaklarını kaybeden insanlar var. Sınır boylarındaki köylerde, yerleşim alanlarında pek çok, kolu-bacağı eksik insanlarla karşılaşmak mümkün.
Köyün iki bekçisi var. Bekçi Mahmud ve Halo. Bekçi Mahmud bir ara kaçakçılık yapmış. Bu işde epey çalışmış. Bu konuda epey deneyimi var.. Kaçakçılık günlerini etraflı bir şekilde anlatıyor. (s. 84 vd.) daha sonra köye bekçi olarak tayin edilmiş. Bekçi Mahmud, devlet memuru olarak köyde prestiji yüksek bir kişi. Köyde, çevrede en yüksek prestije sahip olan kuşkusuz jandarma, karakol, karakol komutanı. Mûrikkanlar jandarmadan çok çekiniyorlar, Jandarmaya görünmemek için kıyı-bucak kaçıyorlar ( s. 20 vd.) Jandarma istediği kişiye istediği eziyeti yapabiliyor. İstediği kişiye her istediğini yaptırabiliyor. Jandarma istediği zaman, istediği eve girip her mala, gıda maddelerine, hayvanlara vs. el koyabiliyor.
İki Aşk Hikayesi
Küçük ceviz sandıktan çıkan belgeler arasında iki aşk hikayesi de var. Bunlardan biri Müslüman Murazar ile Ermeni kızı Eliska’nın aşkıdır. (s. 401 vd.) Aile, aşiret, Murazar’ı bu aşkından döndürmek için çok çaba harcıyor. Ana-baba, kardeşler, dede, nine, genç Murazar’a diller dökerek, onu, Eliska’dan uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Kürdlerin, aşiretin yerleşik törelerinden söz ediyorlar. Murazar aşkından hiç taviz vermiyor. Eliska’yla ilişkisini günden güne yoğunlaştırıyor. Törelerin de kendisi için hiçbir şey ifade etmediğini, aşkı için törelerden de vazgeçebileceğini söylüyor. Giderek, Eliska’ya daha yakın olabilmek için Eliska’nın kuyumcu olan babasının yanında çalışmaya başlıyor.
Ermeni tarafında da bu ilişkiden rahatsız olanlar var. Eliska da onların sözlerine kulak asmıyor. Murazar’ın dedesi ve ninesi bu aşka, bu ilişkilere şiddetle karşı olsa da anası, babası, özellikle anası oğullarını anladıklarını söylüyorlar, onun yanında tavır koyuyurlar. Ama ailede söz geçen dede-nine oluyor. Eliska’nın anası-babası kızlarına karşı daha ılımlı bir tavır sergiliyorlar.
Murazar ve Eliska, bir gün, Eliskaların arazisinde at gezintisi yaparken. kanımca bu aşka, ilişkiye karşı duran Ermeniler tarafından faili meçhul bir şekilde kurşunlanıyorlar. Murazar da Eliska’da ağır bir şekilde yaralanıyor. Murazar ailesinin de yardımıyla üç-dört ay içinde, tedavi ediliyor, sağlığına kavuşuyor. Malatya’da Ermeni hastanesine kaldırılan, tedavi edilmeye gayret edilen Eliska ise yaralarından kurtarılamıyor. Vefat ediyor. Murazar, Eliska’nın ölümünden sonra da mezar ziyaretleriyle aşkını sürdürüyor. Eliska’nı evine, anasına babasına sık sık uğuyor. Adeta onların çocuğu oluyoor. Onlar da Murazarı atık kendi oğulları kabul ediyor.
İpek Mendil, Zeytin Ağacı ve Dedem kitabında bu ilişliler, duygular, düşünceler ayrıntılı bir şekillde dile getiriliyor. Kitabın adında da kullanılan İpek Mendil ifadesi kanımca bu ilişkileri çağrıştırıyor.
İpek Mendil, Zeytin Ağacı ve Dedem çalışmasında geçen ikinci aşk hikayesi ise, Ezîdi genç Baz ile Müslüman kız Gülistan arasında yaşanıyor. (s. 596 vd.)
Müslüman tarafı bu ilişkiye, aşka şidetle karşı çıkıyor. Baz’ın anası-babası bu süreçte daha anlayışlı oğullarından yana tavır sergiliyorlar. Müslümam tarafı Baz için de Gülistan için de ölüm kararı çıkarıyor. Bu ortamda Baz ile Gülistan birbirleriyle anlaşıp ortadan kayboluyorlar. Bu yaşantılar da bu kitapta ayrıntılı bir şekilde dile getiriliyor.
Kürdî, Kürdistanî Ögeler I
İpek Mendil, Zeytin Ağacı ve Dedem kitabında pek Kürdî, Kürdistanî Öge vardır. Bunları şu şekillde belirtmek mümkündür. Sık sık, kırmızı, sarı, yeşil kefiyelerden söz edilmektedir. (s. 104) Sık sık, sarı, kırmızı, yeşil mendillerden söz edilmekteddir. (s. 110-111) Sık sık, sarı, kırmızı, yeşil benekleri olan eşarplar gündeme getirilmektedir. (s. 162) Sık sık, kırmızı, sarı, yeşil örgü ipliklerden, sicimleden konuşulmaktadır. (s. 270)
Suriye tarafından Mûrikanlları ziyarete gelen yaşlı akraba bir bilge Kürd Kürdlerin ataları olarak Gutilerden, Mitannilerden, Nairilerden vs. söz etmektedir. Kuzey Mezopotamya’nın insanlığa, medeniyete yaptığı katkıları gündeme getirmektedir ( s. 318 dv. s. 331)
Mûrikanların reislerinden Salman dede, Kürd diliyle okuma-yazma bildiğinden söz etmektedir. (s. 383)
Baba Usê, oğlu Salman’ı, daha sonra da torunu Mamado’yu Kürd diliyle eğitim veren bir medreseye gönderdiğini anlatmaktadır. (s. 502)
Baba, oğlu Murazar’a, Kurê min Moro, diye başlayarak çok geniş, Kürdçe bir mektup yazmıştır. (s. 548)
Baz, Müslümam sevgilisi Gülistan’a, kendini, ‘Belki bilmiyorsun, ‘ben Ezîdi Kürdüyüm’ diyerek tanıtmaktadır. (s. 611)
Dengbejler (s. 106), şal-û şapik (s. 225), Mem e Alan (s. 290), Mem û Zîn (s. 565), Zîna Zedan (s. 135) Newroz Bayramı (s. 614 ), şîn (ağıt) (s. 88) gibi sözcükler yeri ve zamanı geldiğinde sık sık kullanılmaktadır.
s. 550’de, Eliska için , kendine, ‘hoşlanarak Kürd giysilerinden şal û şapik aldı’ denilmektedir. Kanımca burada bir yanlış var. Şal û şapik geleneksel Kürd erkek giysisinin adıdır. Geleneksel Kürd kadın giysisine kıras û fistan denilmektedir. Benzer bir değerlendirme s. 225’de de var. Burada da Sate’nin şal û şapik giydiği söylenmektedir.
Güneş kutsal sayılmaktadır. Bu eski Kürd diniyle, İslam’dan önceki Kürd diniyle ilgili bir inançtır. (s. 80) Sing-Sing gibi oyunlar yine öyle.
Kürdî, Kürdistanî Ögeler II
İpek Mendil, Zeytin Ağacı ve Dedem kitabında sık sık, Kürdçe sözcükler, Kürdçe cümleler, Kürdçe paragraflar yer almaktadır. 679 sahifelik kitapta, örneğin Küdçe paragraflar çok uzun bir şekilde yer almaktadır. Bu tutumun çalışmaya büyük bir zenginlik kattığı kanısındayım. Bu aynı zamanda bu dönemlerde halkın Kürdçe’yi toplumsal, kültürel… her alanla yoğun bir şekilde yaşadığını göstermektedir.
Yöre isimlerinin, ‘Nala asigan’, ‘Nala Kûr’, ‘Nala Acemiyê’, Nala Awzemikê’ gibi yer isimlerinin, çay, dağ, ırmak, insan isimlerinin Kürdçe verilmesi de önemlidir. (s. 12, s. 273) Örneğin, sidîgan (s. 15) ağacından sık sık söz edilmektedir. Engizek Yaylası da sık sık gündene gelmektedir. (s. 50)
Metinde Kürdçe sözcüklerin, cümlelerin paragrafların Türkçeleri de veriliyor. Ama, Türkçeleri metin içinde Kürdçelerinden hemen sonra veriliyor. Aslında Türkçeler, metin içinde değil, dipnotuyla verilmiş olsaydı, kanımca daha iyi olurdu.
Bu yazının başında, redaksiyonun, Talat İnanç tarafından yapıldığı belirtilmişti. Kürd dil uzaman Talat İnanç’ın bu kitaba katkıları burada açıkça görülüyor.
Kitabın özellikle baş taraflarınnda örneğin, 105, 114, 118, 135, 149 vs. gibi sahifelerde ‘türkü’ sözcüğü kullanılıyor. Kanımca, ‘türkü’ sözcüğü yerine, stran, klam, dilok, zêmer gibi sözcüklerin kullanılması, veya şarkı sözcüğünün kullanılması gerekirdi. Türkü sözcüğünün, Türk’e aidiyet gösterdiği biliniyor. Türkçe -yazılmış bir şiir, Türk halk şiiri, melodi ile, müzikle ifade edildiği zaman türkü oluyor. Bu çerçevede, örneğin, ‘Kürd türküsü’, ‘Ermeni türküsü’, ‘Arap türküsü’ ‘İngiliz türküsü’ gibi ifadelelr yanlıştır. Bunların yerine, Kürd halk şarkıları, Ermeni Hak şarkıları’ vs. denebilir. Aslında, stran, klam, dilok, zêmer gibi sözcüklerin tercüme edilmeden kullanılması çok daha doğrudur.
Doğayla İçiçe Bir yaşam
Yazar doğayı dikkatli bir şekilde izlemiş. Kurbağaların, kertenkelelerin hareketi ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. (s. 28)
Sırtında çok ufak da olsa bir un çavalı olan bir eşekle yokuş çıkmanın çok büyük bir eziyet olduğu söyleniyor. ( s.39)
Bir sene önce kaybolan bir köpeğin, bir tesadüf sonucu sahibiyle tekrar karşılaşmasında yaşadığı sevinç, coşku dolu ifadelerle dile getiriliyor. (s. 51)
İki zeytin ağacının dibinde yaşayan iki kara yılanın yaşadıkları aşk, bu sırada gerçekleştirdikleri danslar bütün insanların dikkatle ilgiyle izledikleri bir görüntü oluyor. (s. 96)
Atın doğada doğum yapması, yavrusu tayı yalayarak ayağa kaldırması (s. 543) , sahibi ölen atın ağlaması (s. 625) yazar tarafından dikatle gözlenmiş.
Sevgilisi Eliska’yı Malatya Hastanesinnde ziyarete glen Murazar, yolculuk sırasına karşılaştığı bir ayıyla ilgi duygularını, düşüncelerinin şu şekilde anlatıyor: “… Öğleyin yanımda olan azığımdan biraz yemek için çınar ağacının altına oturdum. Yemeğimi yedikten sonra kendimden geçmişim. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Bir ara atımın huysuzlandığını hissederek gözlerimi açtım. Orta büyüklükte genç bir ayı, heybemin üstüne oturmuş, azık torbamı açmış, anamın herkesten gizli hazırlayıp itina İle torbaya koyduğu yiyeceklerimi iştahla yiyor. Ayının keyfi yerinde, dünya umurunda değil . Yiyecekler gitmiş olmasınna gitmişti. Ona sataşmanın alemi yoktu. Benim için sonu daha kötü olabilirdi. Zaten kendime de güvenemiyordum. Bu kadar sorunum varken, bir de ayı ile kavgayı göze allamadım. Başımın altına koyduğum silahımı aldım. Ayı hiç oralı değil, yemeye devam ediyordu. Atıma doğru yürüdüm, ipi çözdüm atladığım gibi oradan uzaklaştım.” (s. 517-518)
Küçük Ceviz Sandıktan Çıkan Yazılarda Sözü Geçen Tarihsel Olaylar
Bu yazılarda Osmanlı-Mısır Savaşı’ndan söz eden çok bölüm var. Bedirxan Beyin savaşa Osmanlı adına katıldığı vurgulanıyor. Mûrikanlardan birlik itediği, lojistik yardım talebinde bulunduğu belirtiliyor. (s. 435 vd.)
O dönemlede askere alınanlardan yıllarca haber alınamadığı sık sık dile getiriliyor. (s. 37, s. 378)
Küçük Ceviz sandıktan çıkan yazıllarda Bedixan Bey-Osmanlı Savaşı’ndan söz eden bölümler de var. Bedirxan Beyin yenilgisine yeğeni Yezdanşer’in neden ollduğu da anlatılıyor. Mûrikanlar Yezdanşer’e çok kızıyorlar. (s. 449 vd.)
Bedirxan Bey-Osmanlı savaşında Sînemilîlerin Osmanlı tarafında yer aldığını, Murûrikanları Bedirxan Beyi desteklediği, bundan dolayı da daha sonraları devletin askısıyla karşılaştıkları vurgulanıyor.
Sandıktan çıkan yazılarda, Hamidiye Alaylarından, (s. 350-357) Misyonerlerden (s. 435) Helmut Von Moltke’den (s. 434) söz eden bölümler de var. Helmut Von Moltke’yi Mortge diye anıyorlar.
Sandıktan çıkan yazılarda Mithat Paşa’nın öldürülmesinden de söz ediliyor. (s. 379)
!920’lerde Mûrikanlı bir dedenin sandığa koyduğu yazılarda Kürdlerden, Araplardan ve İngiliz siyasetinden söz eden bölümler de var. Bu yazılarda, Arapların, İngilizlerle işbirliği yaparak akıllılık ettikleri, devlet sahibi oldukları, iktidar oldukları, Kürdlerin Osmanlı’nın peşinden giderek ve İngilizlerle savaşarak, hiçbir şeyin sahibi olmadıkları, üstelik parça parça edildikleri anlatılıyor. (s. 214-215)
Ermeniler Hakkında…
İpek Mendil, Zeytin Ağacı ve Dedem kitabında, Ermeniler sık sık gündeme geliyor. Ermenilerle ilişkiler anlatılıyor. Zeytun’un Ermenilerin esas yurtlarından biri olduğu vurgulanıyor. 1862, 1870 Zeytun isyanlarından söz ediliyor. (s. 321) Kırmızı, mavi, turuncu renklerin Ermeni renklerı olduğu konuşuluyor. (s. 226)
Ermeni yaşantıları da zaman zaman gündeme geliyor, anlatılıyor. Murazar’ın sevgilisis Eliska yaralandığında, Malatya’da bir hastanneye yatırılmıştır. Malatya’daki Ermeni hastanesi ayrıntılarıyla anlatılıyor. Ermeni-Osmanlı çatışmalarının başladığı dönem. Osmanlı’nın Müslümanlara, ‘Ermenilerle konuşmayın, Ermenilerle görüşmeyin…’ şeklinde dayatmalar yaptığı dönemler. Kanımca 1870’li, 1880’li yıllar… (s. 372) Ermeni hastanesinde çalışan doktorların Londra’da, Paris’de … eğitim gördükleri vurgulanıyor.
Bu süreçe Malatya’daki bir han, özenle, ayrıntıyla anlatılmış. Yine bu dönemde Malatya’daki yoksulluğu anlatan cümleler dikkat çekiyor. (s. 520-521)
* * *
Çok zengin etnolojik, antropojik bilgilere sahip olan İpek Mendil, Zeytin Ağacı ve Dedem kitabı önemli tarihsel, toplumsal, kültürel bir belge olarak değerlendirilebilir.