BİR İĞNEYE KAÇ ZAZA KONABİLİR!
Rivayet olunur ki Bizans'ın son günlerinde, İstanbul’un etrafı sarılmış, şehir düşmek üzereyken, ileri gelenler 'bir iğneye kaç melek konabilir'i tartışıyormuş. Bu durum, toplulukların karşı karşıya olduğu ama güç yetiremediği, üstesinden gelemediği sorunlardan kaçmak, problemleri düşünmemek için kendilerini meşgul edecek, oyalayacak beyhude uğraşları imlediğinden birçok dile deyim olarak geçmiştir. Bu rivayet veya deyim çerçevesinden kendimize, günümüz Kürd toplumuna bakalım: Türkiye’de Kürd olmak, Kürd kalmak, Kürd gibi yaşamak, Kürdlüğü savunmak, bunun için mücadeleye girişmek ağır yükümlülük, sorumluluk gerektiriyor. Hâl böyle olunca da çoğu kişi bundan kaçmak için başka yönlere sapıyor, alakasız konular tartışarak kendini oyalamaya bakıyor. Basitleştirirsek, sorunlarını düşünmemek için alkol veya uyuşturucuda teselli aramak gibi bir şey de diyebiliriz...
Yapabilecekleri değil yapamayacakları şeylerle uğraşıyorlar. Örneğin, kimileri pratikte hiç de öyle olmadıkları halde devrimci demokrat, sosyalist, komünist, ekolojist oluyor. Bazıları Ortadoğu’da 'Halklar Federasyonu' kurmaktan söz ediyor, hatta dünyanın kurtarıcısı oluyor! Kimileri Allah’tan sınırsız bir yetki almış gibi ümmetin mücahidi oluyor; Filistin’in, Kudüs’ün savunucusu oluyor. Kimisi milliyetini, dilini terk ederek -ama illa Türkçe ile- dünya vatandaşı oluyor. Kimisi Avrupa’nın rahat yaşamında birasını yudumlarken geride kalanlara teorisyen oluyor. Oluyor da oluyor… Fakat bir türlü 'kendisi' olamıyor. Çünkü bunun ağır yükümlülüğü, sorumluluğu var.
Bu saydıklarımın dışında harika bir seçenek daha oluşmuş: Zaza tartışması! Bu seçenekte zengin bir konu çeşitliliği de var, işte "Zazalar Deylem'den gelmiştir. Bisütun Kitabesi'nde 'Zazana' sözcüğü geçmektedir. Sasaniler Zaza'dır. Zaza dili Sasanilerin saray dilidir..." Bunların yanı sıra, Avrupalı oryantalistlerin ses değişimini esas alarak Zazakî dil özelliklerini gösteriyor tezini hemen 'Zazalar Kürd değil'e tedavül etmek var. Zazakîyi yaşatıp geliştirenlere küfür ve hakaret etmek, onları tehdit etmek var. "Türkler Kürdlere ne yapmışsa Kürdler de Zazalara aynısını yapıyor" diyerek düşmanlık tohumlarını ekmek var. Olmadı "bir iğneye kaç Zaza konabilir" tartışmasını bile ortaya sürebilirler. Kısacası, bilen bilmeyen herkesin bir şeyler söyleyerek kendini tatmin ettiği bir alandır Zaza tartışması. Tahrifatlar, intihaller, hiçbir temeli kanıtı olmayan iddialar, internetten devşirilen çerçöple, işte wikipedia, ekşi sözlük, twitter, facebook, whathsapp paylaşımlarını kaynak gösteren, akademik ve entelektüel kariyerleri kendilerinden menkul, aynı tornadan çıkmış üç-beş kişiyle derinlemesine (!) mülakat yaparak belli bir lokalitede yaşayan Zazaların düğün merasimlerinde söylenen kılamları “ulusal Zaza marşı” deyip jüriye yutturmak suretiyle hazırlanan yüksek lisans ve doktora tezleri mi dersin, üniversiteye hoca olarak atanınca faşistleşmekten çekinmeyenler mi dersin... Akla gelebilecek her şey var.
İsmail Beşikçi Vakfı 2020 yılında Türkiye Üniversitelerinde Kürt Çalışmaları Alanında Yaşanan Akademik Hak İhlalleri Raporu'nu yayımladı. “Zaza Dili ve Edebiyatı Bölümlerinde Zazalık, Kürtlük ve Zazaca Tartışmalarının Baskılanması” başlığı altında anlatılanlardan şuraya bir kesit alalım: “Bir görüşmeci Zazaca-Zazalık-Kürtlük konularında devletin ve üniversitenin desteklediği resmî olarak tanımlanabilecek görüşlerden farklı görüşleri savunan akademisyenlerin “Kürtçülük” veya “terör sempatizanlığı” ile suçlandığını dile getirdi. (…) bir üniversite yöneticisinin açıkça Zazacayı Kürtçenin lehçesi olarak gören birinin Zaza Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde barındırılmayacağını söylediğini dile getirdi. Görüştüğümüz akademisyenler bu konulardaki görüş ayrılıkları nedeniyle üç akademisyenin Bingöl Üniversitesi’nden ihraç edildiğini dile getirdiler. Öte yandan görüşmelerde dile getirilen bu ihraçlar, ne medyaya ne de dava dosyalarına yansımıştır.”[1]
Munzur Üniversitesi Zaza Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne kayıt yapmış bir öğrenci şunları anlatmıştı: “Zülfü Selcan bize ‘Kendine Kürd'üm diyen varsa, çıksın dersimden!’ dedi. Kalkıp gitsem, anneme babama ne diyecektim? Gitmezsem milliyetimi inkar etmemi istiyor…” Oysa kendisi düne kadar "Kürd'üm" diyordu, Kürd olarak yazdığı ve "Zazakî bir Kürd lehçesidir" diyen yazıları duruyor hâlâ. Ama kendisi bugün hem milliyetini inkar ediyor hem de üniversiteye atanıp eline fırsat geçince, pozisyonunu kullanarak aynı şeyi öğrencilerine de dayatıyor.
Türklerin kullandığı Latin Alfabesi halkoylaması yapılarak kabul edilmiş değildir. Bu alfabe Ragıp Hulusi Özden, İbrahim Grantay, Ahmet Cevat Emre, Mehmet Emin Erişirgil, İhsan Sungu, Hüseyin Avni Başman, Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Ünaydın ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan oluşan bir komisyonca oluşturuldu ve 1928 yılında resmi olarak kabul edildi. Kürdlerin kullandığı Latin Alfabesi ise 1932 yılında Celadet Ali Bedirhan, Müküslü Hamza, Ekrem Cemilpaşa ve Şam Kürdlerinden Musa Bey’den oluşan bir komisyon tarafından oluşturuldu ve Hawar dergisinde kullanılınca da Kürdler tarafından kabul edildi. Türklerin kullandığı Latin Alfabesi için kimse "filan şahsın alfabesi" demez ama Kürdlerin kullandığı Latin Alfabesi için hep “Bedirhan Alfabesi” diyorlar. Böyle olunca, bakıyorsun Jacobson Alfabesi de ortaya sürülüyor. Yetmez, üstleri altları noktalı parantez içinde yazılan [(ḉ), (ḥ), (ḳ), (ṗ), (ṭ), ẋ] harflerinden oluşan “Zülfü Alfabesi” olmazsa olmuyor! Hatta çoğu kşi bir şey karalamaya başlayınca bakıyorsun başka bir Zaza alfabesi icat ediyor!
İşte bu şekilde, Zaza tartışmasında ardı arkası kesilmeyen sorunlar üretiliyor. Ben de naçizane, zaman zaman gereksiz konuları azaltmaya çabalıyorum. Örneğin Tevrat’ta geçen 'Zaza' adının, Bisütun kitabesinde geçen 'Zazana' kelimesinin, 'Sasan' adının bizim Zazalarla hiçbir ilgisinin olmadığını, yine, Kaygusuz Abdal’a isnat edilen ve içinde 'Zaza' adının geçtiği şiirin de kendisine ait olamayacağını kanıtlarıyla ortaya koydum. Bunlar yavaş yavaş geride kalmaya, ayıklanmaya başlandı. İşte bu şekilde konunun berraklaştırmasına, duru hale gelmesine katkıda bulunmak için şimdi de Kurmanc Kürtlerinin Zazakîye ilgi duymadıkları iddiasına değinmek istiyorum. Çünkü kimi kişiler, haksız bir şekilde Kurmancların Zazakîye ilgi göstermediğini söyleyerek hem kendi yetmezliklerini gizliyor hem de düşmanlık yaratıyorlar. Tabi sadece Kurmanc Kürtlerine “Kürt” diyorlar. Bundan dolayı, daha önce işlenmiş bir-iki alıntıyı tekrarlamadan geçmeyeyim.
Ziya Gökalp, devletin Kürd politikası için hazırladığı ve daha sonra kitap olarak yayınlanan raporunda “Zazalara gelince: Bunlar kendilerine -Arabi kâfın kesriyle- ‘Kırd’ derler, Kurmanclar’a da ‘Kırdas’ adını verirler. Türkler ise ‘Kürt’ nâmını Kurmanclar’a tahsis etmişlerdir. ‘Filan adam Kürd müdür, yoksa Zaza mıdır?’ denildiği zaman Kürtten maksat ‘Kurmanc’tır. Dünbülîlere ‘Zaza’ ismini veren yine Türkler’dir. ‘Zaza’ kelimesini, ne bizzat Zazalar, ne Kurmanclar kullanmazlar”[2] diyor. Yine Mustafa Kemal 21.08.1919’da Erzincan’dan Kolordulara gönderdiği bir telgrafta şöyle diyor: “…Savaştan önce bile, buralarda oturanların büyük çoğunluğu Türk, birazı Zaza denilen Kürtlerden ve çok azı da Ermenilerden oluşuyrdu”[3] diyor. Bizi yönetenler, resmi dilleri olan Türkçe ile Zaza deyince, biz de artık kendimize 'Zaza', Kurmanc grubuna da 'Kürd' demeye başladık. Elbette bu iki farklı toplumsal gruptur ama ikisi de Kürd gruplarıdır. Bunda anlaşılmayacak bir şey yoktur.
Kurmanc Kürtlerinin Zazakîye olan ilgilerine gelince, halk arasında durum şöyledir: Herhangi bir bölgenin şehir merkezinde eğer Kurmancî lehçesi konuşuluyorsa, çevrede yaşayan Zaza Kürdler Kurmancî öğreniyor ve konuşuyor. Örneğin Diyarbekir’in Kulp, Lice ve Hazro ilçelerinde durum böyledir. Ama Hani, Eğil ve Dicle ilçe merkezlerinde Zazakî konuşulduğundan, bu kez çevrede yaşayan Kurmanclar Zazakîyi öğreniyor ve konuşuyor. Çermik ve Siverek’te nüfus karışık olduğundan her iki grup da bir diğer lehçeyi anlıyor ve konuşabiliyor. Ama doğrusu genel olarak bizim Zazalar Zazakî konuşmaktan utanıyor, en azından Kurmanclar kadar rahat olmadıklarını söyleyebilirim. Bu durum Zazaların daha çok dağlarda yaşayan bir topluluk ve Zazakînin de bir dağ lehçesi oluşundan ötürü yazılı edebiyata pek de sahip olamayışının neticesi gibi görünüyor.
Diyarbekir’de birkaç arkadaşla birlikte Newepel gazetesinin ilk sayısını 15 Mart 2011'de çıkardık. Bu, tarihte çıkan ilk Zazakî gazetedir. Yedi buçuk yıl kadar bir sürede 100 sayıya ulaşınca, okul okuduğumdan yayımı durdurduk. Hatırlıyorum, Newepel çıktığında en tuhaf tepkiyi bizim Zazalardan aldım. Bana “Zazakî gazete mi olur?” dediler. Buna benzer o kadar çok tepki aldım ki kendimi Dağkapı meydanında, kalabalık içerisinde çırılçıplak geziyorum sandım. Çok fena bir duyguydu. Yine benden önce Zazakî yazmış olanlar, Newepel'i ve çalışmalarımızı hegemonyaları altına alamadıklarını görünce, alttan alta bizi yıpratmaya, engellemeye çalıştılar. Çünkü kendilerini Kirmanckî (Zazakî)’nin peygamberi gibi görüyor. Bir yerde bir peygamber olur da sahabeleri olmaz mı? Kişi fetişizmi yaratarak kızıl karıncalar gibi kemirmeye başladılar bizi. Siyasete angaje olanlar bizi AKP'li olmakla, Zazacılık yapanlar ihanet etmekle suçladı; hepsi de boyuna küfür ve hakaret etti. Bingöl'de görev yapan ama aslen Zaza olan bir polis memuru, keyfi olarak defalarca gazetemize el koydu, dağıtımcımızı korkuttu, kaçırttı. Gidip emniyete çıktık, savcılıkta suç duyurusunda bulunduk da ancak durabildi mübarek. Bu memurun Zaza olması bizi o kadar çok yaraladı ki anlatamam. Öte yandan, biri eğer çalakalem bir iki satır karalamışsa artık kendini alleme-i cihan görüyor. Diğer biri kendinden önce yapılan çalışmalardan habersiz, ilkokul seviyesinde bir yazı yazmışsa, bir yayın çıkarmışsa eğer ‘derin göllerden sözcükler çıkarıp Zazakîyi felsefe dili yaptım’ gibi acaip iddialar, bir abartılı havalar ki değme gitsin. Her kes en uç noktada, her kafadan bir ses, her taraftan kaos karmaşa… Şunu demek istiyorum, şuan önemli bir oranda Zazaların kendileri Zazakînin yaşatılmasını sorun haline getiriyor. Bütün bunlar Zazakî çalışmaları adeta zehirlemiş durumda. Oysa örneğin unîversitelerle Zazakî büyük bir atılım yapabilirdi, ama ne yazık ki ortamı kangrene çevirmeye çalışıyorlar!
Newepel gazetesinin 100 sayısında 61'i kadın, 360 kadar kişinin yazısı yayımlandı. Bunlardan 44 kişinin yazılarını, eserlerini başka dillerden veya Kürtçenin diğer lehçelerinden çevirmiş ya da almıştık. Geri kalanlar, bizzat Newepel'e yazanlardır. Bunlardan en az 250 kişi ilk kez Newepel gazetesinde Zazakî yazdı. Böylece Zazakî okuma-yazma kültürü oluşturduk, geliştirdik, yazar yetiştirdik. Bunlardan birçk kişi daha sonra yüksek lisans yaptı. Gelen yazıların redaksiyon sürecini adeta bir dil kursu çalışması gibi değerlendirdik. İlk kez Zazakî yazanlar, çok kötü başlıyordu; metinler alfabe, imla, gramer vs. açısından çok sorunluydu. Ama biz olabildiğince müsamahakâr, sevecen, hoşgörülü yaklaşıp kendilerini teşvik ettik. Yazıları redakte ederken, değiştirdiğimiz, düzelttiğimiz her bir harfi, sözcük ve cümleyi, noktasına virgülüne varıncaya dek word dosyası üzerinde işaretledik. Yayımlamadan önce de düzeltilmiş halini görmeleri için yazıları sahiplerine takdim ettik. Yazdıkları metni düzeltilmiş biçimiyle karşılaştırmalarını önererek hatalarını görmelerini, sonraki metni daha düzgün yazmalarını sağladık. Bunu dikkate alıp bir hayli ilerleyenler oldu. Çoğunluğu bu özverili sürece nankörane davransa da yazmaya Newepel ile başlayanlardan bir veya birkaç kitabı yayınlananların sayısı 50’yi çoktan geçmiştir.
Newepel yine Zazaki.net sitesi ve diğer yayınlarımız çerçevesinde birçok Kurmanc Kürdü de Zazakî okumaya, öğrenmeye, konuşmaya ve yazmaya başladı. Yani bizim Zazalar Zazakî konuşmaktan utanırsa, ortaya doğru dürüst bir materyal, yayın konmazsa Kurmanclar kimden, nasıl Zazakî öğrenecekti? İşte bu boşluğu gördüğümüzden Kurmanc Kürtlerine Zazakî öğretmek için karşılaştırmalı bir kitap hazırladık. İlk baskısı 2013 yılında 2 bin adet yapıldı. Geçen sene ikinci baskıda bin adet daha basıldı. Gelen olumlu tepkiler neticesinde birçok Kurmanc Kürdünün bu materyal sayesinde Zazakî okuyup anlayabildiğini, konuşup yazabildiğini görüyoruz.
Şimdi de Newpel sürecinde Zazakî okuyup anlamayı, konuşup yazmayı öğrenmiş bir Kurmanc Kürdünün kitabını yayınladık. Bu kitap bir Kurmanc Kürdü tarafından yazılmış ilk Zazakî kitaptır. İzol aşiretinden olan bu arkadaş, Kahta’lıdır. İlk kez 2015 yılında Beşikçi Vakfı’nın Diyarbekir şubesinde karşılaşmıştık. Daha önce Zazakîye, Zazakî müziğe ilgi duymuş, stranlarda geçen sözleri ezberlemeye çalışmış olmalı ki benimle bir iki kelime Zazakî konuşmaya çalıştı. Çok sevindim. Kendisine Newepel gazetesinin bir nüshasını hediye ettim. Böylece ilk kez yazılı Zazakîyle karşılaşıyordu. Bundan sonra Newepel gazetesini düzenli bir şekilde takip etmiş ve bir gün yazdığı Zazakî metni gazetede yayımlanması için gönderdi. Başlığı şöyleydi: “Bê bê! Yew Kirdas Dimilî Mûseno”. Kuşkusuz gramatik ve imla yanlışları vardı ama yanlışları Zazakî yazan birçok Zaza'dan daha azdı. Yazısını düzeltip Newepel’in 88. sayısının 1. sayfasında yayımladık. Bu da kendisi için büyük teşvik oldu ve yazmaya devam etti. Sonra birçok derlemesini yayımladık. Daha sonra da öykü yazmaya başladı. Dosya hacmine ulaşınca da öyküleri kitaplaştırdık. Aslında Newepel gazetesini takip edip Zazakî yazan başka Kurmanc arkadaşlar da vardı. Örneğin Murad Celalî’nin yazılarını da Newepel'de yayımlamıştık.
Şunu da ekleyeyim, Zazakî çalışmalarımda en çok Kurmanclardan destek aldığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Örneğin Şewçila dergisinin mizanpajını Dema Nû gazetesinden Kurmanc bir arkadaş öğretmişti bana. Roşna Yayınevi’nden çıkan 70 kadar kitabın kapak çalışmasını Kurmanc ve Soran Kürdü arkadaşlar yaptı. Mesela Davut Özalp ve eşi Aysel hanım, Mahabad Kürdlerinden Seywan Saîdîyan... Yine İbrahim Halil Baran hem logomuzu tasarladı hem de birçok kitabımızın kapağını yapıyor. Kendilerine çok teşekkür ediyorum. Kuzey Kürdlerinin çıkardığı bütün yayınlarda Zazakî mutlaka vardır. Kürd siyasi parti ve kurumlarının tümü, yaptıkları etkinliklerde Zazakîye de yer vermek için her zaman benden metin istemiş veya hazırladıkları metinleri Zazakîye çevirmem talebinde bulunmuşlardır.
Sonuç olarak bir dilin hem kendi mensupları hem de diğer konuşucular tarafından öğrenilmesinde siyasi konjonktür, demografik dağılım, dilin siyasi, ticari, hukuki, dini, eğitsel ve gündelik hayattaki gücü ile entelektüel müktesebatı göz ardı edilmemelidir. Kürdçenin Zazakî ve Kurmancî lehçelerinin karşılaştırılmasında, tartışmayı sözü edilen konuları göz önüne alarak yürütmek gerekir. Mesela Kurmanc nüfusunun daha fazla oluşu, tarihsel süreçte Kurmancların Zazalara oranla daha fazla şehirlileşmesi, Kurmancînin medreselerde eğitim dili olması, Kürt matbuatının büyük oranda Kurmancî ağırlıklı olması vb. çok sayıda etmen bugünkü durumun ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Dolayısıyla tüm bu tarihsel ve sosyolojik gerçekleri göz ardı ederek bu tartışmayı basit mevzular, nüanslar üzerinden yürütmenin ne Zazakî'ye, ne de Zazalara herhangi bir şey kazandırmayacağını belirtmeliyim. Ve asıl 'Zaza tartışması’nda ergen tepkileri vermenin hiç bir fayda sağlamayacağını vurgulayarak bitireyim.
Evdî Hesqera, Merhebaya Nîmeyê Şewe, Weşanxaneyê Roşna, Diyarbekir, 2021, 56 rîpelî
[1]Türkiye Üniversitelerinde Kürt Çalışmaları Alanında Yaşanan Akademik Hak İhlalleri Raporu, İBV, İstanbul, 2020, s. 52-53
[2]Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Üzerine Sosoyolojik Tetkikler, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1992, s. 27
[3]Mustafa Kemal, Nutuk, Cilt I (1919-1920), Devlet Matbaası, İstanbul, 1934