Bir Tarih Olayı: Mela Selim Hadisesi
Giriş
Tarih olaylarının yayınlanıp eleştirilmesi için hiç olmazsa çeyrek yüzyıllık bir zamanın geçmesi gerektiği, tarih bilimince kabul edilmiş temel kurallardandır. Ancak bu kuralı, olayları tarihleriyle birlikte kaydetmekle görevli resmi devlet görevlilerince kaydedilmiş olaylara uygulamak doğru olabilir. Aslında bu görevlilerin bile bilgi alanından uzak kalan, türlü söylentilerle ve ağızdan ağza dolaşan haberlerle karışık olan olaylar hakkında, gerçekleri ortaya çıkarmak için ne kadar söylense ve yazılsa yararsız değildir.
Bu noktayı göz önüne alarak, herkesçe az-çok bilinen son “Bitlis Olayı” hakkında birçok kişiyi dinleyerek toplamış olduğum notlarımı, tarihsel bir hizmeti yerine getirmek düşüncesiyle, okuyucuların gözleri önüne sunar ve hemen olayların tespitine geçerim:
Olayların Anlatılması
Bundan 6 yıl önce, Bitlis kasabası oldukça önemli bir çatışmaya sahne olmuştu. Çatışanlar, Mela Selim yönetiminde kasabaya saldıran Kürdler ile mahalli hükümet güçlerinden oluşmuştu. Olayın oluş şekli şöyle anlatılıyor:
Hizan ilçesi ile Karçikan, Şetek ve Sîmek nahiyelerinde Kürdler arasında propaganda yapılmakta, örgüt kurulmakta ve silah dağıtılmakta idi. Bu gelişmelerle ilgili olarak Xaçûkanlı Süleyman Ağa, birkaç arkadaşı ile birlikte, Şetek Nahiye Müdürü tarafından silah dağıtımı maddesinden dolayı tutuklanarak il merkezine gönderilmişlerdi. Bu konuda yapılan soruşturmanın sonucu, Mela Selim’in merkeze getirilmesi gereğini gösteriyordu. Bu durum Hizan Kaymakamına bildiriliyor ve Kaymakam, Mela Selim’i alıp Sîmek nahiyesine götürüyor; oradan da 50 jandarmanın eşliğinde, il merkezine iki saatlik uzaklıkta bulunan Alek’e kadar geliyorlar.
Jandarmaların çokluğunu gören Mela Selim, işin içinde bir olağanüstülük olduğunu sezinleyince köylülere durumu bildiriyor ve köylüleri heyecana sürükleyerek harekete teşvik ediyor. Baş gösteren arbede üzerine 2-3 jandarma yaralanıyor ve Mela kurtarılıyor; oradan doğru, oturduğu Xumaç köyüne geliyor ve çevreye haberler göndererek, derhal açıkça hazırlıklara başlıyor ve kendisine bağlı olanları toplayıp il merkezini tehdide kalkışıyor.
Sorunun fena bir renk ve şekil alacağını anlayan Bitlis Valisi, Mela’nın il merkezine getirtilmesi ve bir uzlaşma sağlanarak sorunun çözülmesi için, hükümet adına Mela’nın kayınbabası olan Kadiri şeyhlerinden Şeyh Nasreddin’i, halk adına da Küfrevizade Şeyh Abdülhalık Efendi, Müftü Efendi ve tekkelerin yönetimiyle görevli Nakîb Efendi ile yörenin eşraf ve ileri gelenlerinden oluşan 10 kişilik bir özel heyet gönderiyor.
Heyet Xumaç’a varınca Seyyid Ali’yi de orada bulur. O gece heyet onuruna bir çay ziyafeti yapılır ve sorun tartışılır, Heyet üyeleri, Mela’ya, başvurduğu harekattan vazgeçip hükümete boyun eğmesini, eğer kalkışmayı ve anlaşmazlığa düşmeyi zorunlu kılan nedenler var ise, bu nedenleri belirli istekler şeklinde hükümete bildirmesini anlatarak, kendilerinin de bundan yana olduklarını eklerler. Seyyid Ali de heyetin görüşünü destekleyerek, Mela Selim’e, fikrinden vazgeçmesini ve girişimlerinin temelsiz, boş olduğunu söyler ve daha da ileri giderek memnunsuzluğunu şu sözlerle belirtir:
– Hoca, ne yapıyorsun! İp benim boğazıma girer!
Ne var ki bütün bu açıklamalar ve sözler, Hoca’nın sabit fikri üzerinde hiç bir etki bırakmaz. Mela Selim, arzusundan hiç bir şekilde vazgeçmeyeceğini anlatmak için şu karşılığı verir:
– Vali Bitlis’te ne duruyor! İşte Musa Bey bize vali!
Bu sırada dışarıda toplanmış olan kalabalık arasında, “Kürdler üzerine iki top ve iki tabur asker sevk edileceği” söylentisi yayılınca, ortalığı heyecan kaplar ve heyete karşı saldırıya geçilmek bile istenir; ancak Seyyid Ali buna engel olur. Heyet döndüğü gibi, Seyyid Ali de Mela Selim ile birlikte Bitlis’e gelir; değişik yerlerde misafir olarak otururlar. Fakat Mela Selim, sorunun bu türlü bir çözüm yolu ile kapanmasını istememiş ya da hükümete güvenememiş olacak ki, bekleyiş ve heyecan içinde bulunan Kürdlere seslenen bir mektup yazarak gönderir ve bu mektubunda, Seyyid Ali’nin asıldığından, kendisinin de asılmak üzere olduğundan söz eder. Söylentilere göre bu mektup, kasabayı çevreleyen karakollar tarafından ele geçirilip alıkonur.
Vali, sinirleri yatıştırmak ve kuşkuları gidermek için o gece Seyyid Ali’yi tekrar Hizan’a gönderir; ardı sıra Mela da döner. Bunun üzerine Şeyh Şehabeddin de Xumaç’a gelir. Sağlam kaynaklara dayanılarak belirtildiğine göre orada, Mela’nın ısrarı üzerine, Valiye, Şeyh Şehabeddin’in mührü ile mühürlenen ve tehditler içeren bir mektup yazılarak, Feqi Mistefa aracılığıyla gönderilir.
Bu mektup üzerine, o zamana kadar uzlaşıcı davranan Vali, güce gereksinme olduğunu hisseder, ve daha önce silahlı güç isteyip de Mela’nın kasabaya gelişi üzerine bunun ertelenmesini istemiş iken, yeniden güç gönderilmesini ister. Ancak bu tavır, Van Valisi Tahsin Bey ve İstanbul’daki o zamanın yöneticileri üzerinde olumsuz bir etki bırakır ve Vali görevden alınarak yerine Siirt Mutasarrıfı Mustafa Abdulhalık Bey atanır.
O zamanlarda hükümet çevreleriyle ilişki içinde bulunan Ahmet Ağayef adlı yazar, yazmış olduğu bir yazıda, Mazhar Bey’in beceriksizliğinden söz ediyor ve terbiyesizce sözlerle Kürdleri niteliyordu.
Yeni Vali Bitlis’e ulaşınca, daha önce harekete karşı gönderilen bir taburluk güç, şiddetli bir kar fırtınası sırasında saldırıya geçen Kürdlerle şiddetli bir çarpışmaya tutuşmuş ve yenilgiye uğrayarak kasabaya geri çekilmiş bulunuyordu. Saldırıya geçenler, bu gücü kovalayarak kasabanın güneydoğusuna düşen Kanîziwa (Kuruçeşme) adlı Ermeni mahallesi ile “Hersan” adlı Kürd mahallesine gelmişler ve adı geçen mahalleleri işgal etmişlerdi. İşgal edilen mahallelerdeki Ermeniler, Kürdleri iyi karşılamışlar ve kendilerine yiyecek, içecek ikram etmişlerdi. Hükümet konağı yöresindeki mahallelerde bulunan Ermeniler ise, temsilcileri aracılığıyla hükümetten yeterli miktarda silah alıp silahlanmışlardı.
Kentte genel bir heyecan ve yürek çarpıntısı hüküm sürüyordu; herkes olayların izleyeceği gidişi merak ve beklenti ile bekliyordu. Mahallelerin bir kısmı, saldırıya geçmiş olan Kürdlerden yana oldukları halde, çoğunlukla saldırıya uğrayacaklarından korkuyorlardı. Bununla birlikte birçok genç, Kürdlerden yana geçmişlerdi.
O gece derin bir beklenti ve tereddüt içinde geçti. Kentin bazı mahallelerinde yaşayan aşiretler (Zeydanîler, Mermutîler, Komisliler) Kürdlerin tarafını tuttukları halde kesin kararlarını verememişlerdi. Saldırıya geçenler ise, her nedense, kentin Hersan mahallesinden başka öbür mahalleleriyle bağlantı ve ilişki kurmamışlardı. Bu nedenle o gece güçlerine güvenerek, ya da umulmadık sonuçların ortaya çıkması olasılığına karşı, güvenemeyerek, kenti tümüyle işgale girişememişlerdi.
Sabahleyin ortalık ağarır ağarmaz, bütün gözler, saldırıya geçmiş olanların bulundukları tarafa doğru dönmüştü. Gerçekte, kasabanın en hakim noktası bulunan Dîdeban ve Şerîbey tepelerine, üzerinde “kelime-i şehadet” yazılı bayrak çekilmişti.
Mahalli hükümetin iki taburluk düzenli ve jandarma gücü ile iki dağ topu, iki mitralyözü ve çok miktarda silahları vardı. Yeni Vali, askeri deposunu açtırıp silah ve cephane dağıttığı gibi, kasabanın hakim noktalarından olan kaleye, kışlaya, hükümet konağına ve Gökmeydan mezarlığına top ve mitralyözler mevzilendirmişti.
Sabahleyin başlayan çarpışmalar akşama kadar sürmüş ve pek heyecanlı olmuştu. Kürdler sayıca az oldukları gibi, silah ve cephaneleri de yok denecek kadar azdı. Çoğunluğu hançer ve değnekle donatılmış olduğu gibi, komutadan, disiplinden ve düzenden de yoksun idiler. Aralarında, liderlerden sayılan eski Şirvan beylerinin torunlarından Mehmed Emin, merhum Padişah Sultan Hamid’in tüfekçilerinden Hêwirsli Ali Ağa, Xumaçlı Ferso vb. vardı.
Mehmed Emin ile Xumaç ağası Ferso’nun karşı koymaları pek yiğitçe ve kahramanca idi. Top gürültüsü, sürekli olarak yağan ve çevreyi tarayan mitralyöz yağmuru, Kürdlerin muhtemel bir saldırısından ürkerek hükümete yardım eden yerli güçlerin eklenen yardımı karşısında hazırlıksız olan Kürdler hiç kuşkusuz geri çekilmek zorunda kalacaklardı. Mela Selim, emri altındaki halka, güya kurşunlardan etkilenmeyeceklerini söylemişse de, aralarında ölü ve yaralılar olunca saldırıya geçmiş olanlar çarpışma alanını bırakıp yerlerine dönmüşlerdi, çarpışmalar sırasında Kürdlerden 8-9, askerlerden de bir o kadar ölü ve yaralı düştüğü gibi, halktan da kaza sonucu olarak 20 kadar kişi ölmüş ve yaralanmıştı.
Sonuç
En çok mitralyözlerden yakınan saldırıya geçmiş olanlar, dönmeye başlamışlardı. Mela Selim, 16 kişilik arkadaşları ile birlikte, yol üzerinde bulunan Rus Konsolosluğuna iltica etmişti. Şeyh Şehabeddin ise, bu sonuç üzerine Van gölü kıyısına inerek yelken gemisiyle Erciş’e, oradan da sınır bölgesine doğru giderken, ilk söylentilere göre Ruslara iltica etmeyi onuruna yediremeyip teslim olmuş, son söylentilere göre de Zîlan deresinde tutuklanarak Bitlis’ e getirilmişti.
Olayın son şekli üzerine, Hizan ve Bitlis’e büyük miktarda düzenli askerler gönderilmiş ve Bitlis’te sıkıyönetim ilan edilerek, böyle durumlarda hep yapıldığı gibi sıkıyönetim askerî mahkemesi kurularak sert bir biçimde harekatı yürütmeye başladığı gibi, bir yandan da Hizan üzerine asker gönderilmeye başlanmıştı.
Hizan üzerine yürüyen Osmanlı askerleri hiç bir karşı koymaya uğramadan doğruca Hizan şeyhlerinin mezarlıklarının ve tekkelerinin bulunduğu Gayda’ya ulaşmışlar ve Seyyid Ali tarafından olağanüstü bir saygı ile karşılanarak ağırlanmışlar; Seyyid Ali, kovuşturma harekatı süresince Padişahın askerlerini beslemişti. Kovuşturma sonucu olarak 300’e yakın kişi tutuklandığı gibi, Seyyid Ali de, “sadece merkezde bulunması gerektiği”nden söz edilerek Bitlis’e getirtilip tutuklanmıştı. Bir ay kadar tutuklu kaldıktan sonra sıkıyönetim askerî mahkemesi, yargılamalarını sona erdirmiş olacak ki, Şeyh Şehabeddin’in Bitlis’e ulaşmasından birkaç gün sonra 18 kişi hakkında idam emri çıkarak, üç ayrı gecede kasabanın değişik yerlerinde idam hükmü yerine getirilmişti.
Seyyid Ali, Şeyh Şehabeddin, Feqî Xelil ve başkaları Gökmeydan’da; Şeyh Şirin, Mela Muhyeddin, Feqî Cindi ve başkaları da Çarşı meydanında asılmışlardı.
Ayrıca 150 kişi de Sinop, Ankara, Sivas ve Medine’ye sürgün edilmişlerdi. Bu sürgünler arasında tanınmış birkaç kişi de vardı.
*
Gökmeydan’ın tarihsel bağrı üzerinde kurulan idam sehpaları altında pek müthiş, pek acı bir facia oynanıyordu:
Şeyh Şehabeddin, masum kalbiyle ipin altına geldiğinde, o zamana değin kırgın bulunduğu Seyyid Ali ile helalleşmiş ve öfkeli bir şekilde söylenmek isteyen Feqî Xelîl’e susmasını emrettiği gibi, çevresindekilere de ümitsiz olmamalarını, bunun ancak Tanrı’nın bir kaçınılmaz emri olduğunu ve uğradığı zulmün Tanrı’nın adaleti ile karşılaşacağını belirttikten sonra kutsal “Yasin”i okumuş ve büyük bir dayanıklılıkla kendisini cellatlara teslim etmişti. Asıldığı ip iki kez kopmuş ve Şeyh Şehabeddin, “Allah’ın affettiğini siz affetmiyorsunuz, benim için kalın bir ip getiriniz” demişti. Seyyid Ali de, davranışları ile uğradığı feci akıbet arasında hiç bir ilişki göremediğini ve akıl erdiremediği bu zalimce sonuç karşısında “dost eliyle ele karşı asılmanın kendisine pek ağır geldiği”ni söylemişti.
İdam edilenler, Bitlis Hanları ile Rojkan aşireti ağalarının türbelerinin bulunduğu Eski Mezarlıkta toprağa verildiler. Dostlar ve müritler, 15 gün kadar akın akın mezarlarına gelerek ağıt yaktılar ve matemlerini, acılarını belirterek, bu facia için matem usulü ile yaktıkları ağıtları söylediler. Ziyarete gelen kafileler tüm olarak kasabanın içine bırakılmıyorlardı, grup grup gelerek ziyaret edip gidiyorlardı. Aksi takdirde geniş ölçüde gösteriler düzenleneceği kuşkusuzdu. Ayrıca hükümet, Seyyid Ali’nin küçük oğlunu rehin olarak Bitlis’te ikamet ettiriyordu.
Şeyh Şehabeddin’in ve Seyyid Ali’nin idamı Bitlis’te, Hizan’da, Kürdistan’ın çeşitli bölgelerinde acı etkiler uyandırdı; etkilenmedik bir tek yaratık kalmadı. Hiç kimse, bu ansızın ve gaddarca sonucu beklemiyordu. Özellikle Seyyid Ali’nin olayda katkısı ve içten gelen ilişkisi yoktu. Şeyh Şehabeddin’in de suçsuzluğu ve aklığı ortadaydı.
Mela Selim ise, Rus Konsolosluğunun dört tarafına nöbetçiler dikilerek gözetleniyordu. Ne zaman ki Büyük Savaş dolayısıyla Osmanlı hükümeti ile Rusya arasında savaş durumu baş gösterince ve Rus Konsolosu Bitlis’i terk edince Mela da tutuklandı ve iki arkadaşı ile birlikte idam edildi. O sıralarda ilan edilen genel aftan hükümlüler ve sürgünler de yararlanıyorlardı.
Kişiler
Mela Selim, 55-60 yaşlarında, Genç dolayları Zazalarındandı. Dinsel ve Arapça bilimleri bilen, bilgin ve dindar bir zat idi ve olayda oynadığı role bakılırsa, “kendine özgü kişiliği olan” kimselerden sayılabilir. İradeli ve ideal sahibi olduğu anlaşılıyor. Olaydan önceki günlerde, Karkarlı Mela Muhyeddin adlı zat, Mela Selim’e yeşil yazı ile yazmış olduğu bir mektupta, “kurtarıcı ve yenilikçi” olacağını maneviyat âleminde görmüş olduğunu kendisine müjdelemişti. Mela Selim, Şeyh Şehabeddin’in çocukluktan beri eğitim ve öğretimi işinde bulunmuş ve bu nedenle de hem lalası hem de hocası olduğu gibi, şeyhlik makamına geldikten sonra da yol göstericisi ve aynı zamanda da “Başhalife”si idi.
*
Şeyh Şehabeddin, 30 yaşlarında, beyaz sarıklı, saygı uyandıran bir yüze sahip, şişman, övülecek nitelikleri olan bir zat idi. Dinsel ve Arapça bilimleri bilen, dünya işlerinden sakınan, kendini ibadete veren, iyi nitelikleri huy edinmiş erdemli bir insan ve gerçek bir şeyh idi. Hocasına karşı, yüreğinde zaafa yakın derin bir saygı ve bağlılık duygusu beslerdi. Bu duygularını ölüm karşısında bile göstermekten çekinmemişti. Sıkıyönetim askeri mahkemesinin, Valiye o bilinen mektubu yazıp yazmadığı sorusuna, “hocasının arzusunu yerine getirdiği” karşılığını vermişti. Hizan’ın “Paknûs” köyünde otururdu. Yazın ise, Bitlis’e yakın, ormanlarla çevrili, güzel bir yerde bulunan “Seyidava” (Seyyid’in yaptırdığı yer) adlı yazlığa giderdi. Halkın gönlünde, tapınma derecesine varan bir olağanüstü saygıya ve manevi nüfuza sahipti.
Tarikata bağlı olanlar arasında “Gaws” unvanıyla yüceltilen atası Mela Sebatullah hazretlerinin Celâleddin, Hasan ve Nur Muhammed adlarındaki üç oğlundan Seyyid Nur Muhammed’in büyük oğlu idi. Seyyid Ali ise, Seyyid Celaleddin’in oğlu idi. Şeyh Şehabeddin, amcası oğlunun dünya işleriyle ilgisinin fazla olmasından ve gösteriş ve debdebe ile uğraşmasından dolayı kendisine kırgındı.
*
Seyyid Ali, 30 yaşlarında, esmer benizi, siyah gözlü, çatık kaşlı, orta boylu, babayiğit tavırlı, kibar bir “bey” idi. Kıyafet bakımından birçok beyden ayrıydı. Başına, kenarlarına “Ahmediye” denilen ipekli yazma sarılı fes giydiği gibi, kostümü de Anadolu kasabalarında yaygın olan şekilde idi. Kürdler arasında, kendisine özgü takma adıyla “Hûtê Gewr” (Boz Ejder) diye anılırdı. Görkemliliği ve varlık içinde yaşamayı pek severdi. Yetkinliği ve nüfuzu Hizan, Kevaş, Şetek, Tatik dolaylarında geçtiği gibi Melazgırd ve Bulanık’a kadar uzanmakta idi; bütün bu alanda tekkeleri ve müritleri vardı. Tanrı’nın kullarından günde 200 kişinin, tekke ve misafirhanesinde yedirilip ağırlanmış olduğu söylenmektedir. Tekkenin esas gelirini, vakıf arazisi oluşturuyordu.
Emrinde 300’e yakın savaşçı vardı. Bu miktar, seferber olmayı gerektiren bir durum karşısında binlere ulaşabilirdi. Yalnız, bir kişinin anlattığına göre, savaşçılarının askeri açıdan önemleri, öbür aşiretlerin süvarilerine göre, donanım ve düzen bakımından eksikti.
Seyyid Ali’nin sürekli olarak artan nüfuz ve gücü karşısında birçok rakibi de ortaya çıkmaktaydı. Bu arada Ermeni çeteleri dahi vardı. Fakat bu tehlikeli güçle başa çıkamayacaklarını anlayan çete liderleri, (söylentiye göre Aram, Işhan ve Remyan) geçmişte omuzdaşlarının denemiş oldukları gibi, Sultan Abdülhamid II’nin saltanatının sonlarına doğru Kafkasya’dan gelen Ermeni çete liderleri, Hasanan aşireti liderlerinden Rıza, Musa Bey’in kardeşi Kasım Bey ile bir süre işbirliği yapmışlardı. Bu kez de Karçıkan’da ve Çemê Xanê tekkesinin bulunduğu “Kesan” adlı yerde Seyyid Ali ile görüştükleri söylenir.
Seyyid Ali, öyküsünü anlatmakta olduğumuz olaya karşı olumsuz ve tarafsız bir durum almıştı. Bu durumu, soruşturma kurulunun görüşü pekiştirdiği gibi, çarpışmalara katılmış olan ve olaydan iki yıl önce evinden kovmuş olduğu oğlu Haydar’ın cezalandırılması gerektiğini de hükümete bildirmişti. Bu nedenle olacak ki, kendisinden kuşkulanmamakta idi. Yoksa ortadan kaybolacağı kuşkusuzdu. Aynı zamanda, olayda etkin olanlara, kendilerine yardımcı ve destek olduğu konusunda haber ulaştırmış olduğu söylenmekte ise de, bunun belgelerle pekiştirilmesi gereği açıktır.
Şeyh Şehabeddin ile aralarında var olan karşılıklı nefretin ortadan kaldırılması için her ne kadar çalışılmış ise de başarı elde edilememişti. Aslında Seyyid Ali, olayın meydana gelmesinden önce, durumunun her yönden önem ve ağırlık kazandığını önsezi ile görerek, her şeyden vazgeçip Şam’a gitmek düşüncesinde bulunuyordu.
Özet Olarak
Ortaya çıkış biçimi ile akış biçimini, daha doğrusu dış yüzünü, kişilerini ve sonuçlarını gözden geçirdiğimiz olayın “iç yüzü” konusunda doğru bilgilerimiz bulunmamakla birlikte, niteliğini ve temel etkenlerini şu şekilde üç nokta üzerinde toplayıp özetlemek mümkündür. Şöyle ki:
1- Bu olay, İttihad ve Terakki hükümetinin sübjektif icraatına ve halkın uğradığı zalimce yönetim biçimine karşı adalet isteyen bir hareket idi.
2- Olayın çeşitli aşamalarında nüfuz ve rekabet iddialarının etkisi görülmüştür.
3- Dinsel istekler görünümünde ortaya çıkan ulusal ümitler söndürülmüştür.
_______________
Kaynak: JÎN, hejmar: 16-17, M. Emin BOZARSLAN, tarafından çevrilmiştir.
Buraya, www.bitlisname.com sitesinden aktarılmıştır.