Diyarbekır’de Meçhul Edilmiş Yapılar
İnsan bir şehri her boyutuyla tanımadıkça, bilmedikçe, ruhunu solumadıkça gerçek anlamda kıymetini de bilmez.
Yaklaşık kırk yıldır Diyarbekır şehir merkezinde oturuyorum. Fırsat buldukça Diyarbekır’i biraz daha tanımak için gezer dolaşırım, Diyarbekır ile ilgili elime geçen kitapları okurum. Özellikle eski yapılar, sokaklar, han, cami, kilise gibi tarihi binaları yakından tanımaya gayret ederim ama galiba daha farkına varmadığım birçok yerleri vardır Diyarbekır’in. Çünkü dün, daha önce hiç bilmediğim çok farklı iki önemli mekânını daha tanıdım.
Kürt şair ve edebiyatçımız Receb Dildar arkadaşımızın epeyce yaşlı annesinin vefat ettiğini öğrenince, İsmail Beşikçi Vakfı Diyarbekır Şubesi’ne birlikte baktığımız arkadaşlardan sevgili Kemal Yıldızhan hocayla başsağlığına gittik.
Diyarbekır’de Kürt adetlerine göre üç gün süren taziye kabulü taziye evlerinde yapılır. Bundan dolayı Diyarbekır’de onlarca taziye yeri vardır. Receb Hocaların taziye kabul yeri, Diyarbekır Askeri Havaalanı nizamiyesinin hemen karşısında, Mardin yolu kenarındaki Elîpar Camisi Taziye Evi’ydi. Fatiha okunduktan ve başsağlığı dileklerinden sonra sohbet ederken, eskiden şehrin dışında bir köy olan ama şimdi artık şehrin içinde kalan Elîpar köyünü konuştuk. Receb Hoca Elîpar’da doğup büyüdüğünden, sağ olsun bize birçok bilgi verdi. Örneğin, Taziye Evi’nin bulunduğu yerin hemen bitişiği, buradan kırk yıl öncesine kadar Urfa’daki Balıklı Göl kadar büyük ve ünlü olmasa da içinde kutsal balıkların serbestçe yüzdüğü kompleks şekilde üç havuz varmış. Bundan dolayı oraya “Kaniya Elîparê” deniliyormuş.
Bu havuzlara akan sular, çok eskiden Karacadağ eteklerindeki Hamrawat’tan yeraltındaki taş kanallarla getirtilmiş. Ama caminin bulunduğu yerin aşağılarında, şimdiki Şehitlik semtinde Et ve Balık Kurumu tesisleri yapılınca, kutsal balıkları yok ederek iki havuzu tamamen kapatıp birinin de üstünü betonla örterek suyu Et ve Balık Kurumu tesislerine taşımışlar. Böylece “Kanîya Elîparê” kurutulmuş, ocağına incir dikilmiş. Oysa eskiden Batı tarafından, yani Urfa istikametinden şehre gelen yolcular, kervanlar daha Rum Kapısı’ndan içeri girmeden, bu çeşme başında dinlenir, yıkanır, temizlenir öyle şehre girerlermiş.
Kanîya Elîparê ve kutsal balıklarıyla üç havuzlar, büyük Kürt şairi Cegerxwîn’in anılarında da geçiyormuş. Cegerxwîn, gençliğinde, henüz medrese okurken, bir arkadaşıyla Diyarbekır’e gelmiş. Önce yolları üzerindeki Kanîya Elîparê’den su içip üç havuzların başında dinlenmişler. Bu arada çok acıktıklarından ve balıkların da kutsal olduğunu bilmediklerinden birkaç balık tutup kebap yapmaya niyetlenmişler. Köylüler bunu fark edince, balıkların kutsal olduğunu söyleyerek onları engellemiş.
Receb Hoca, çok da uzak bir zamanda değil, çocukluğunda, şimdi eğreti evlerle, binalarla kaplı olan çeşmenin alt kısmından ta Mardin Kapı mezarlığının batısından Dicle Nehri’ne kadar olan arazilerin tümü çok sıkı bahçeliklerle kaplı olduğunu, Elîpar Çeşmesi’nden sulandığını anlattı bize.
Kürtlerin “Dêra Elîparê” dedikleri henüz tamamen yıkılmamış eski bir manastır binasını da gezdirdi bize Receb Hoca. Aslında gördüğümüz bina büyük ihtimalle manastır kompleksinden geriye ayakta kalabilmiş sadece bir bina olduğunu tahmin ettik. Çünkü askeri havaalanının hemen bitişiğindeki evlerin duvarları eskiden bir yapıda kullanılmış yontulmuş taşlarla doluydu. Receb Hoca, burada yapılan evlerin çoğu manastırın diğer binalarının duvarlarındaki taşların sökülmesiyle yapıldığını söyledi bize. Zaten sokakları dolaşırken biz de buna şahit olduk.
Manastırın çevresindeki tüm arazilerin Ermenilere veya Ermeni manastırına ait olduğu biliniyor. Örneğin, Diyarbekır Askeri Havaalanı’nın bulunduğu geniş arazinin, torunları Amerika’da yaşayan Ermeni Basmaciyan ailesinin tapulu malı olduğu konusunda haberler gazetelere defalarca yansıdı.
Gördüğümüz kilise veya manastır binası, yaklaşık 10 x 20 metre ebadında, duvarları ve iç kemerleri hala ayakta ama damı çökmüş olan, etrafı iki katlı evlerle sıkıca kapatılmış bir yapıydı. Eğer bugün sahiplenilse, kimse mağdur edilmeden etrafındaki evler bir şekilde boşaltılıp bina açığa çıkarılarak restore edilse, harika bir tarihi yapı olarak Diyarbekır’in ve aslında tüm insanlığın ortak mirası olarak yeniden kazandırılmış olur.
Dilerim başta Diyarbekır Belediyeleri olmak üzere Ermeni halkından kişi ve kurumlar, yine duyarlı olan her kes bu tarihi yapıya sahip çıkar, böylece yok olmaktan kurtulur. Ayrıca eğer istenirse, “Kanîya Elîparê” yani “Elîpar Çeşmesi” ve üç havuzlar da aslına uygun olarak yeniden düzenlenebilir.
İlginç kabartma motifleriyle manastırın duvarında bulunan bir taş
Manastırın Mardin Yolu'ndan, çevresini kaplamış evlerin arasından görünümü
Kanîya Elîparê ve balıklı havuzların bulunduğu yere beton dökülmüş, üzerine Kuran Kursu ve caminin bir kısmı inşa edilmiş