Duhok Üniversitesi’nin 30. Yılı
7 Kasım 2021 tarihinde İBV ve WİB heyeti olarak Kürdistan Yüksek öğrenim bakanına ziyarete gitmiştik. Bu görüşmede Yüksek Öğrenim Bakanı Aram Muhammed Qadîr, Duhok Üniversitesi’nin 30. yıldönümü gününde İsmail Beşikci’ye fahri doktora vermeyi düşündüklerini söylemişti. Daha sonra İBV yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Gürbüz ile Duhok Rektörü Prof. Dr. Dawood Silêman Atruşi’nin görüşmeleri ve organizasyonu sonucu planlama gerçekleşti. 20 Aralık 2022 günü, Duhok Üniversitesi’nin davetlisi olarak, İBV Mütevelli Heyeti Başkanı İbrahim Gürbüz, Mütevelli Heyeti üyesi Celal Temel ve ben, önce uçakla, Hewlêr’e, sonra da Duhok’a gittik. Havaalanında bizi Mirhaç Mustafa karşıladı. Duhok’a da Mirhaç Mustafa’yla gittik.
Hewlêr’de iş insanı Fırat’la kafesinde önemli bir görüşme yaptık. Bize yaptığı öneriler dikkate değerdi. Bizimle birlikte Duhok’a da geldi. Vakıf için Ali Avni’yle görüşmeler yaptı.
30. Yıl kutlaması, 22 Aralık günü, üniversitenin konferans salonunda gerçekleşti. Konferans salonunda bine yakın katılım vardı. Ayakta izleyiciler de vardı.
Önce Rektör Prof. Dr. Davood Silêman Atruşi konuştu. Sonra Vali Ali Tatar konuştu. Bu konuşmalardan sonra üniversite yöneticilerinden birkaç kişi daha konuştu. Ondan sonra Duhok Üniverstesi’nin bu aşamaya kadar gelmesinde emeği geçenlere, hocalara plaketler verildi.
Duhok Üniversitesi’nin 30. yılında bana Fahri Doktora unvanı verildi. Bunun, Duhok Üniversitesi’nin tarihinde verilen ilk Fahri Doktora unvanı olduğu vurgulandı. Bana akademik kıyafet giydirildikten sonra fahri doktora beratı bizzat Rektör, Prof. Dr. Davood Silêman Atruşi tarafından takdim edildi. Bundan sonra şu konuşmayı yaptım:
Değerli Rektör, Değerli Vali, Değerli Komutanlar, Değerli Konuklar, Öğrenciler, hepinizi sevgiyle selamlıyorum.
30. yıla ulaşan Dohok Üniversitesi’ni kutluyorum. Duhok Üniversitesi’ne uzun ömürler, sağlıklı ömürler diliyorum.
Duhok Üniversitesi 30. Yılında bana Fahri Doktora Beratı takdim etti. Kendi adıma ve Vakfımız İBV adına teşekkür…
Duhok Üniversitesi bünyesinde birkaç yıl önce de, Beşikci Center, İsmail Beşikci İnsanlık Araştırmalar Merkezi kurulmuştu. Bu vesile ile önceki Rektör, Prof. Dr. Muslih Duhoki hocamızı sevgiyle anıyorum.
İnsanlık Araştırmaları kavramı, bana şu konuları hatırlatıyor: Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra toplanan Paris Kongresi’nde ve Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdlere, Kürdistan’a çok büyük, çok ağır haksızlık yapılmıştır. Kürdler, Kürdistan dönemin emperyal güçleri ve Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun iki köklü devletinin işbirliği ve güçbirliğiyle bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır.
Bu Kürdlerde, bir insanın iskeletinin parçalanması, beyninin dumura uğraması gibi bir sonuç yaratmıştır.
Kürdlerin/Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması Kürdleri dostsuz bırakmış, hasımlarının sayısını çoğaltmıştır.
İsrail, 14 Mayıs 1948’de kurulmuştur. İsrail kurulduğu günden itibaren Gazze’de ve Batı Şeria’da yani Filistinli Arapların çoğunluk olduğu bölgelerde Arapça, İbranice yanında ikinci resmi dildir.
Cumhuriyet ise 1923’de Kürdlerin yokluğu üzerine kurulmuştur. Cumhuriyet’le birlikte Kürdler, Kürdçe, inkar edilmiş, reddedilmiş, Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olduğu, tarihte Kürd diye bilinen bir halkın olmadığı, Kürdçe diye bilinen bir dilin olmadığı vurgulanmıştır. Fiili olarak varolan Kürd/Kürdistan izleri yok edilmeye silinmeye gayret edilmiştir. Devletin Kürdler hakkındaki bu görüşleri, uygulamaları, kamu yönetimi, basın, üniversite çevreleri, yazarlar, yargı kurumları tarafından aynen benimsenmiştir.
Hatırlayalım, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde İstanbul’da önemli bir Kürd basını vardı. Kürd örgütlenmeleri vardı. Kürdistan, Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi, Roji Kürd, Hetawê Kurd, Jîn, Kurdistan gibi gazeteler, dergiler İstanbul’da basılıyordu ama Kürdistan’da da dağıtılıyordu. Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti, Kürd Kadınlar Birliği, Kürd Hamallar birliği, Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürdistan Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti gibi örgütlenmeler vardı. Cumhuriyet’le birlikte bunların hepsi yok sayıldı, yok edilmeye çalışıldı. Bu durumda Cumhuriyet Kürdlere ne kazandırdı?
Cumhuriyet’in Türkler ve Kürdler için anlamı çok farklıdır. Cumhuriyet Türkler için elbette önemli bir kazanımdır. Kürdler için ise, var olan değerlerin kaybedilmesi, köleleştirmedir.
Bir ulusun diliyle kültürüyle yok edilmeye, yeryüzünden, tarihten silinmeye çalışılması insanlık değerlerinin çöküşü anlamına gelmektedir. Böyle bir süreç dönemin aydınları, basını, yazarları, üniversite çevreleri tarafından nasıl benimsenebilmiştir? Böyle bir sürece nasıl ‘çağdaşlık’ denebilmiştir. Halbuki, 20. Yüzyılın ilk çeyreğindeki Kürd basını bu çevreler tarafından yakından bilinmekteydi.
* * *
Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ile Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin karşılaştırılması Kürdler/Kürdistan hakkındaki bilgilerimizi çoğaltmaktadır. Aynı şekilde Afrika sömürgelerinde gerçekleşen anti-sömürgeci mücadelelerle, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin karşılaştırılması bilgilerimizi büyütmektedir.
Filistinli Arapların tek hasmı vardır: İsrail. Bunun yanında, Arap Birliği’ne bağlı 22 Arap devleti, İslam Konferansı’na üye 57 İslam devleti Filistinli Araplara maddi-manevi her türlü yardım yapmaktadır. Kürdler ise etrafı hasım güçlerle çevrili bir alanda gasbedilmiş haklarını, özgürlerini kazanmaya çalışmaktadır. 1960’ları hatırlayalım, Mela Mustafa Barzanî önderliğinde gerçekleşen Kürdistan Ulusal kurtuluş Mücadelesi’ne hiçbir çevre maddi ve manevi destek vermiyordu.
Afrika İkinci Dünya Savaşı’ndan önce baştan başa sömürgeydi. Sömürgelerin sınırları 1886’da Berlin Kongresi’nde çizilmişti. Sömürgeler o dönemde kurulmuştu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen anti-sömürgeci mücadeleler sonunda oluşan bağımsızlıklar bu sınırlar üzerinden gerçekleşti. Sömürge bir statüdür. ‘Kenya İngiltere’nin sömürgesidir’ dendiğinde, Kenya isminde sınırları önceden belirlenmiş bir ülke akla gelir. Çok alt düzeyde de olsa sömürge bir statüdür. Kürdistan’ın ise hiçbir statüsü yoktur. Kürdistan sömürge bile değildir.
* * *
Kürdlerin/Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması Kürdleri dostsuz bırakmış hasımlarının sayısını çoğaltmıştır. 11 Mart 1970 Anlaşması’nın, 2005 tarihli Irak Anayasası Madde 140’ın bu görüş çerçevesinde değerlendirilmesi ufuk açıcı olabilir.
11 Mart 1970 Mela Mustafa Barzanî ve Saddam Hüseyin arasında yapılan Kürdistan’ın özerliği anlaşması konusunda şunlar söylenebilir:
Mela Mustafa Barzanî, Kürdler bu anlaşmada belirtilen hükümlerin yaşama geçmesi için Saddam Hüseyin’e, Irak hükümetine çok baskı yaptılar. Bu anlaşma hükümlerinin sık sık hatırlattılar. Anlaşmada özerk bölgenin sınırları sadece Hewlêr, Süleymaniye ve Duhok’u içine alıyordu. Anlaşmada, Kürdistan’dan koparılan alanalar üzerinde de hükümler vardı. Başta Kerkük olmak üzere, Kürdistan’dan koparılan bu alanlar da iki yıl içinde nüfus sayım yapılacak, bölge sayım sonuçlarına göre Kürdistan Özek Bölgesi’ne veya Bağdat’a bağlanacaktı. Mela Mustafa Barzani, Kürdler Saddam Hüseyin’e Irak hükümetine bunu hatırlatıyorlardı. Bu sayım yapılmadı.
Bu anlaşma günümüze kadar, genel olarak ‘Mela Mustafa Barzanî, Kürdler şunu istiyor, Saddam Hüseyin, Irak hükümeti şöyle konuşuyor’ anlayışı çerçevesinde değerlendirildi. Halbuki ‘bu anlaşma hükümlerini yaşama geçirmeyin, söz konusu sayımı yapmayın’ diye Saddam Hüseyin’i kışkırtan çevreler vardı. Bu konuda yapılan görüşmeler, konuşmalar, elbette basına, kamuoyuna yansımıyordu. Gizli diplomasi
Bunlar Saddam Hüseyin’i ‘bu anlaşmayı yaşama geçirmeyin, söz konusu nüfus sayımın yapmayın, biz Irak hükümetini, Saddam Hüseyin’i sonuna kadar destekliyoruz. Irak hükümetinin, Saddam Hüseyin’in arkasındayız’ diyerek kışkırtmış olabilirler. Bu gizli diplomasiyi, İran, Türkiye, Suriye hükümetleri yürütmüş olabilir. Sonuçta, Mela Mustafa Barzani’nin, Kürdlerin istekleri değil, ‘bu anlaşmayı yaşama geçirme diye Saddam Hüseyin’i kışkırtanların istekleri belirleyici olmuş olabilir. Sadece bu hükümetler değil, bu devletlerin hükümetlerin politikalarına destek veren Sovyetler Birliği Amerika Birleşik Devletleri gibi büyük güçler de bu anlaşmanın yaşama geçmesine engel olmuş olabilir.
Bu anlaşmanın yaşama geçmemesi, ondan sonra gelişen olaylar, Enfal’e varan operasyonlar, Kürdler için büyük bir yıkım olmuştur. Enfal’e varan bu operasyonlar insanlık değerlerini çökertmiş çürütmüştür.
2005 tarihli Irak Anayasası, Madde 140 konusunda da aynı değerlendirmeler yapılabilir. Beşikci Center, İsmail Beşikci İnsanlık Araştırmaları Merkezi ne yapar? İşte bu merkez, bütün bu gelişmelerin Kürdlere nasıl yansıdığı konuşunda, Enfal konusunda araştırmalar, saha araştırmaları yapabilir.
16 Mart 1988 Halepçe… Çoluk-çocuk, kadın-erkek, genç-ihtiyar 6000’in üzerinde Kürdün zehirli gazlarla boğulması… Enfal’in doruk noktası… Bu soykırım, dünya kamuoyuna, dünya basınına nasıl yansıdı? Yansımadı. Ne Birleşmiş Milletler, İslam Konferansı, Arap Birliği, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği gibi uluslararası kurumlar, ne ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere, Almanya gibi büyük güçler, ne de İran, Türkiye, Suriye gibi komşu devletler bu olaya karşı bir tepki göstermediler. Hatta Kürdleri eleştiren, Saddam Hüseyin’i destekleyen tutumlar da oldu. Sadece 17 Mart 1988’de, İsrail’de, Tel Aviv’de Saddam Hüseyin’i protesto eden bir gösterinin gerçekleştiğini de belirmek gerekir.
Bütün bunlar, insanlık değerlerinin, çöktüğünü, çekertildiğini gösterir.İnsanlık Araştırmaları Merkezi işte bu konularda projeler hazılayabilir, araştırmalar yapabilir.
Bu arada bir siyasi liderin tutumuna da değinmek gerekir kanısındayım. Kürdistan’da Enfal’in yaşandığı günlerde, Yasser Arafat (1929-2004) Washington’daymış. Amerikalı bir gazeteci Yasser Arafat’a soruyor: Saddam Hüseyin, Kürdlerin tepesine zehirli gazlarla dolu bombalar atıyor. Bu konuda ne diyeceksiniz: Yasser Arafat’ın cevabı şöyle: Saddam Hüseyin onlara gül mü atacaktı!
Kürdlerin, Küdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması Kürdleri dostsuz bırakmış, hasımlarının sayısını çoğaltmıştır.
Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ile Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin karşılaştırılması Kürdler/Kürdistan hakkındaki bilgilerimizi çoğaltacaktır.
Kürdler bu olumsuz durumlardan ancak birlik içinde davranarak kurtulabilirler.
Duhok Üniversitesi’nin 30. yılında bana takdim ettiği Fahri Doktora diploması bana, ve Vakfımız İBV’ye büyük bir onur vermiştir. Bu diplomaya, bu ödüle layık olmak benim ve Vakfımızın vazgeçilmez bir tutumu olacaktır.
Teşekkür…
Bu konuşmadan sonra yerime otururken, Vali Ali Tatar ve Hewlêr’deki vakfımızın yönetim kurulu üyesi Ali Avni ile ayaküstü kısa görüşmeler oldu.
Not: Fahri Doktora töreninden sonra İbrahim Gürbüz, Celal Temel ve ben, Mirhaç Mustafa’yla birlikte Hewlêr’e döndük. Önce Rûdaw Tv’ye ziyarete gittik. Rûdaw’ın direktörü Ako beyi ve Rûdaw Araştırma Enstitüsü Müdürü Ziryan beyi ziyaret ettik. Kek Ako, İsmail Beşikci’nin 5 kiabının Soranice’ye çevirisinin tamamlanmak üzere olduğunu diğer 10 kitabının çevirisinin de bitireceklerini söylediler. Kitapları çevirisi bizi çok mutlu etti. Daha sonra WİB’in (İsmail Beşikci Vakfı – Hewlêr) yeni yerine gittik. Bir süre vakfımızın Hewlêr merkezinde ve Barzanî Vakfı’nda geçirdikten sonra Botan Tahsin’i bürosunda ziyaret ettik. Botan Tahsin’in bürosu Kürdistan Gerçekliği (Kurdistan Chronicle) isimli bir dergi çıkarma gayretinde. Burada Halepçe narı üzerine sohbet de yapıldı.
Botan Tahsin’in bürosundan ayrıldıktan sonra Mado’yu ziyaret ettik. Oğluyla birlikte Kürd Sanatçı Rojîn de geldi. Biraz sona Selim Çürükkaya ve Av. Hişyar Özalp geldiler. Av. Hişyar Özalp, Türkiye’nin Kürdistan’ın Güneyi’ne yaptığı bombardımanlardan dolayı tazminat talebiyle mahkemeye başvurulacağını anlattı. Bu konuda bize etraflı bilgiler verdi. Selim Çürükkaya kardeşi Said ile ilgili kitabının Arapça’ya çevrildiğini Bağdat’ta basılacağını söyledi.
Akşam Rojîn’le birlikte Sabri Özel’in Haytt Otel’ine gittik. Otelde İş adamı Sabri Özel’le ve ortağı Hakan Yıldırım’la verimli ve faydalı görüşmeler yaptık. İBV’nin kurumlaştırılması ve geliştirilmesi için bize çok değerli öneri ve düşünceler sundular. Umarım bir an önce bu öneriler ve düşünceler hayata geçer. Sabri Özel Besusin’li (Şemdinli’nin bir köyü ), Hakan Yıldırım Liceli iş adamı.
23 Aralık akşamı yine Sabri Özel’in Hyatt Otel’indeydik. Bu akşam Selim Çürükkaya da bize katıldı. Yemekte maden suyu içerken nefes borusuna su kaçtı. Bundan sonra öksürme başladı Öksürme şiddetlenerek birkaç dakika sürdü. Öksürme göğsümde sıkışma yarattı. İbrahim Gürbüz, Celal Temel, Rojîn, Selim Çürükkaya beni divana yatırdılar. Göğsüme mesaj yaparak sıkışıklığın giderilmesine çalıştılar. İbrahim, soğuk terler döktüğümü vurguladı. Bu şekilde otelde odaya çıktık. Orada da masaj devam etti. Terden sırılsıklam olmuş iç çamaşırlarım değiştirildi. Doktor geldi. Nabıza ve tansiyona baktı. Normal dedi. Arkadaşlar kalpte bir sorun olduğundan endişe ediyorlardı. Rahatsızlığım da geçmeye başladı. Otelde tüm arkadaşlar benimle çok ilgilendiler. Özellikle İş insanı Sabri Özel’in özel ambülans ve doktor getirtmesi ve uzun süre başımda durması beni çok mutlu etti. Yeni tanışmamıza rağmen iş insanı Hakan Yıldırımın ilgi ve alakasını unutamam.
Dönüşümüz 24 Aralık’ta olacaktı. İbrahim Gürbüz, rahatsızlığımdan dolayı ‘dönüşümüzü bir gün erteleyelim’ dedi. Biraz da ısrar etti. Ben normal saatinde dönelim diye ısrar ettim. Normal saatinde İstanbul’a döndük.
İbrahim, Beykent Hastanesi’nde, kardiolog Dr. Fikri Kutlay’la görüştü, randevu aldı. 26 Aralık 2022 günü saat 10’da Beykent Üniversitesi Hastanesi’ndeydik. Dr. Fikri Kutlay’a yaşadığım sorunları anlattım. İbrahim de anlattı. İbrahim özellikle soğuk terlerden söz etti.
Dr. Fikri Kutlay, kalp sorunu olabileceğini söyledi. Kalp grafiklerim çekildi. Kalpte bir sorun görülmedi. Hemşire tansiyona baktı, çok yüksek olduğunu söyledi: 19.
Kardiolog Dr. Fatma Erdem de muayene etti. Kalp yetmezliği gibi bir sorun olmadığını söyledi. Damarlarda bir sorun olabileceğini dile getirerek anjiyo yapılmasını önerdi. Tansiyonu Dr. Fatma Erdem de iki defa ölçtü. Birinde 17, birinde 16.
O gün akşama doğru anjiyo yapıldı. Anjiyo 15 dakika kadar sürdü. Anjiyo sonunda damarların açık olduğu, kalpte bir sorum olmadığı vurgulandı. Tansiyon ilaçları değiştirildi. Taburcu oldum.
Bu vesileyle, Beykent Hastanesi’ne, Dr. Fikri Kutlay’a, Dr. Fatma Erdem’e, anjiyo yapan Dr. Savaş Sarıkaya’ya, hemşirelere teşekkür ediyorum. Bütün bu süreç içinde, ibrahim Gürbüz, Celal Temel, Rojîn, Selim Çürükkaya, Sabri Özel, Hakan Yıldırım, Musa Ahmed, Abdurrahman Gürbüz, Botan Gürbüz, Erdem Akaydın… bana çok yakın, sıcak ilgi gösterdiler. Hepsine de ayrı ayrı teşekkür.
Bütün bunların ötesinde, Dr. Fikri Kutlay’la görüşmesinden, randevu almasından, beni hastaneye götürmesinden, kayıt-kuyut işlerinden, maddi ve manevi ilgisini hiç eksik etmemesinden dolayı İbrahim Gürbüz’e minnettarlığımı belirtmek benim için yüce bir görevdir, borçtur.