Hasankeyf
Dedem dünyalar tatlısı bir insandı. Şalvarının cebinde mendiline sarılı şeker hiç eksik olmazdı. Sürekli yürüyüşe çıkar, sokakta oynayan çocuklara cebindeki mendilinden, sakince hazinesini açar gibi açar ellerine birer şeker tutuştururdu. Her Cuma namazından sonra mutlaka bize uğrar ve bizi de şekersiz bırakmazdı. Teyzemin maddi durumu pek iyi olmadığı için eve dönerken, o gün aldığı sebze meyve ne varsa gizlice pencereye bırakırdı. Tabi onlar da bilirdi bunları dedemin bıraktığını ama herkes bilmezlikten gelirdi. Hızır gibiydi. Sessizce, incitmeden, görünmeden yapardı iyiliklerini…
Yedi yaşındayken dedem kanserden öldü. Ninem ve annem için çok üzücü bir olaydı. Biz çocuklar için çok üzücü bir olaydı…
Sonra annem babasının siyah-beyaz bir fotoğrafını büyütüp çerçeveletti ve evimizin duvarına astı. Fotoğrafa bakıp bakıp ağlardı. Bir sabah uyandığımızda, annem tülbendini fotoğrafa örtmüştü. Fotoğrafı duvardan indirmek istemiyor ama onu net bir şekilde görmeye de dayanamıyordu. Biz büyüyünceye kadar fotoğraf duvarımızda öylece kaldı. Dedemi hep annemin tülbendinin arkasından gördük.
Annemin dedemin yasını tutması çok uzun sürdü. Bazı şeylerin gidişini kabullenmek, bir daha olmayacaklarına inanmak zordur. Yasları uzun sürer, etkisi zamanla azalsa da, bitmez.