İBV Hewlêr Temsilciliği
İBV Hewlêr Temsilciliği 25 Kasım 2015 günü açıldı. Bu münasebetle, 22-29 Kasım günleri İBV olarak Hewlêr’deydik.
İBV Başkanı İbrahim Gürbüz, Yönetim Kurulu üyeleri Ahmet Önal, İsak Tepe ve İsmail Beşikci Hewlêr’deydik. Açılışa Sekreter Tülin Dağ’da katıldı. Temsilci Serhat Tepe, zaten Hewlêr’de yaşıyor. İBV Başkan Yardımcısı, Av. Ruşen Arslan, mahkemelerdeki duruşmalarından dolayı, bu açılışa katılamadı.
Bizi, Uluslararası Hewlêr Havalanı’nda, Barzani Vakfı Yardımcısı Musa Ahmed karşıladı. Havaalanından doğrudan temsilciliğe gittik. Tabelalar dahil her şey açılış için hazır.
Kürdistan Yurtseverler Birliği Genel Başkanı ve Irak Eski Cumhurbaşkanı Mam Celal’i ziyaret etmek istedik. Celal Talabani’nin sağlık sorunları nedeniyle Almanya’ya gittiği söylendi. Bu bakımdan Süleymaniye’ye gidemedik.
23 Kasım günü, sabahleyin Barzani Vakfı’nı ziyaret ettik. Barzani Vakfı Başkanı Şêx Azîz oradaydı. Salonda kalabalık vardı. Bütün koltuklar doluydu. İki saate yakın sohbet oldu. Sonra yemeğe çıktık.
Barzani Vakfı karşısında, bir kilise var. Sokağın bir tarafında Barzani Vakfı, bir tarafında da kilise var. Bu kilisenin Hıristiyan Kürdlerin kilisesi olduğunu öğrendim. Hewlêr’de Ankawa’da, Şaqlawa’da, Hıristiyan Kürd ailelerin olduğu söyleniyor. Hıristiyan Kürd beş bin kadar aile olduğu belirtiliyor. Savaş dönemlerinde, Hıristiyan Kürdlerden de Pêşmergeye çok katılım olmuş.
Yemek için Hewlêr Kalesi’nin önündeki Kapalı Çarşı’ya gittik. Kapalı Çarşı’da çok dinamik bir ticari hayat var. Kapalı Çarşı’da binlerce dükkan var. Dükkanları hepsi de eşya dolu. Alan çok, satan çok. Dükkanlar küçük. Kapalı Çarşı bir labirent gibi. Çarşı içindeki sokaklar dar. Kalabalıktan, insanlar birbirlerine çarpa çarpa ilerliyor… Esnaf birbirinden haberdar. Kendinde bulunmayan bir malın, hangi dükkanlarda bulunabileceğini söylüyor, oraları tarif ediyor. Dükkanlar, daha çok, gıda maddeleri, tekstil, giyim-kuşam, elektronik eşya, kuyumculuk, lokanta üzerine… Döviz alanlar, satanlar da çok. Kadınlar çok serbest… Dükkanlara girip çıkan, herhangi bir malla ilgili olarak esnafla konuşan, tartışan, pazarlık yapan pek çok kadın görmek mümkün… Kadınlar, tek başına veya çocuklarıyla veya birkaç kadın bir arada dolaşıyor. Başörtülü kadın az.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde ekonomik kriz her tarafta konuşuluyor. Bir tarafta da böyle dinamik bir ticari hayat sürüp gidiyor. Dükkanların önlerinde, mahallelerde, sokaklarda, evlerin, apartmanların önlerinde pek çok otomobil var. Hewlêr Kalesi ile, Kapalı Çarşı arasındaki yol otomobillerle dolu. Arabaların renkleri daha çok beyaz. Hewlêr Kalesi’nin eteklerinde de, dükkanlar, mağazalar, çarşılar var. Ticari hayat dinamik. Fakat tembellik de söz konusu. Hewlêr Kalesi’nin önündeki park, kahvehaneler dinlenen insanlarla dolup taşıyor.
Hewlêr dikey büyüyen bir şehir. Halbuki, Hewlêr’in yatay büyüme olanakları da var. Dikey büyüme Hewlêr’in geleceği açısından olumlu değil kanısındayım.
Bu arada. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Bölgesi’nde nüfus durumuna bakmak gerekir. Hewlêr, Duhok ve Süleymaniye’de nüfusun 5 milyon civarında olduğu söyleniyor. Kerkük, Şengal, Xaneqîn gibi Kürdistan’dan koparılan alanlar da dikkate alındığı zaman, nüfus şüphesiz daha da artıyor. Bunun yanında, Bağdat’daki merkezi hükümet, Kürdlerin genel bütçedeki hissesinin % 17'den daha fazla olmamasına özen gösterdiği için yeni nüfus sayımı yapılmasını da engellemektedir. Kürdlerin bölgedeki nüfusunun 7-8 milyon olduğu söylenebilir. Ailelere her ay dağıtılan gıda maddeleri paketlerinden bile bu nüfusun ne kadar olduğu saptanabilir.
Madame Mitterand’ı Anma Toplantısı
23 Kasım günü, akşama doğru, Madame Mitterand’ı anma toplantısı vardı. Toplantıyı Şivan Perwer Vakfı düzenlemişti. Toplantının programı bize de verildi. Vakıf olarak bu anma toplantısına biz de katıldık.
Bu toplantıda, ben de bir konuşma yapıp, Madame Mitterand’la ilgili bir anımı dile getirmek istediğimi söyledim. Barzani Vakfı’ndan Mîrhac Mustafa, bu düşüncemi anma toplantısının düzenleyenlere iletti. Programı düzenleyenler, "program önceden yapıldı, konuşmacılar önceden saptandı, yer yok, zaman yok" falan demişler. Fakat, Şivan Perwer, "konuşmamı yaptıktan sonra, Beşikci’yi bizzat ben davet edeceğim” demiş.
Biz Madame Mitterand’ı anma toplantısına, Vakıf olarak yedi kişi gitmiştik. Çok büyük, modern bir salon… Gittiğimizde salon hemen hemen boş gibiydi. Erken gitmiştik. Fakat, salonun ön sıralarında kendimize yer bulamadık. Protokol, protokol…. Her koltuğa oturacak isim önceden belirlenmiş Arkadaşlar, protokolü düzenleyen görevlilerle epeyce tartıştılar. Benim için, ön sıradan ama sahnenin epeyce çaprazında kalan bir köşesinden bir koltuk ayarlayabildiler… Kendileri üçüncü, dördüncü sıralardan yer bulabildiler… Protokol, protokol… Bu da herhalde, bu da devletleşmenin bir görüntüsü…
Programda, anma toplantısına Başkan Mesut Barzani’nin de katılacağı yazılıydı. Başkan Mesut Barzani gelinceye kadar, o büyük salon zaten hınca hınç dolmuştu. Başkan Mesut Barzani büyük bir kalabalıkla geldi. Basın mensupları, kameralar çok yoğundu.
Madame Mitterand’ı anma toplantısı, Kültür Bakanı Xalit Doskî’nin konuşmasıyla başladı. Daha sonra, Başkan Mesut Barzani konuştu. Daha sonra Madame Mitterand’ın oğlu, sonra da Fransa’nın Hewlêr Başkonsolosu konuştu. Bazı batılı devletlerin konsolosları da konuştular. Paris Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan, Şivan Perwer Vakfı Başkanı Şivan Perwer konuştular. Çok canlı, ilgiyle izlenen bir anma toplantısıydı. Daha başka kişiler de konuştular. Ama, Şıvan Perwer konuşmasında, bana söz hakkı vermedi, beni sahneye davet etmedi.
Toplantıyı Kürd milli kıyafeti içinde bir kadın sundu. Konuşmalar genel olarak Kürdçe’ydi. Öbür dillere simültane tercüme yapılıyordu.
Konuşmalardan sonra, Madame Mitterand’la ilgili belgesel gösterildi. Madame Mitterand’ın kampları ziyaretiyle, Güney Kürdistan ziyaretiyle ilgili bir belgesel. Madame Mitterand’ı anma toplantısı üç saat kadar sürdü.
Toplantının bitiminde, basın mensuplarının, kameraların da içinde olduğu büyük bir kalabalığın, benim oturduğum tarafa doğru yöneldiğini gördüm. Bu grubun içinde Başkan Mesut Barzani’yi fark ettim. Mesut Barzani benim oturduğum koltuğa doğru yöneldi. Hewlêr’de olmamızdan, Madame Mitterand’la ilgili anma toplantısına katılmamızdan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. “Senin burada olduğunu son anda öğrendim.” dedi. İBV Hewlêr Temsilciliği’nin açılışı dolayısıyla burada olduğumuzu belirtmeye çalıştım. Şivan Perwer tercümanlık yapmıştı.
Konferans salonundan çıkarken Alî Qazî ile karşılaştık. Arkadaşlarla birlikte bir süre sohbet ettik. Alî Qazî ile karşılaşmak bizleri çok mutlu etti. Mahabad Kürdistan Cumhuriyeti’ni, Kadı Muhammed'i, Seyfi Kadı’yı, Sadri Kadı’yı, Mele Mustafa Barzani’yi, Peşmergeleri, 1947 Uzun Yürüyüş’ünü hatırlama, anma fırsat bulduk.
İsrailli Kürdler
İsrailli Kürdler, Hewlêr’de bir temsilcilik açmışlar. Ofisin yöneticisi Sherzad Mamsani. Sherzad Mamsani 24 Kasım günü Vakfa geldi. Tanıştık. İsrailli Kürdlerle tanışıp konuşmayı biz istiyorduk. Sherzad’ın babası Kürd, annesi Yahudi. Hewlêr’de doğmuş, çocukluğu Hewlêr’de geçmiş. Daha sonraları aile İsrail’e göçmüş.
Daha sonra, Kültür Bakanlığı’nı ziyaret ettik. Temsilcilikte kurdele kesildikten sonra, Kültür Bakanlığı’nda konuşmalar yapılacak….
Bakanlıkta görevlilerle, daha sonra da bakan Xalit Doskî’yle tanıştık. Bakanlıktaki görevlilerle ve Bakan Xalit Doskî’yle çok sıcak bir sohbet gerçekleşti.
Türk Mühendislerin Alıkonulması
Bakanlıkta görevli bir arkadaş, çok dikkat çekici, çok uzun zamandır benim de kafamı kurcalayan ilginç bir olay anlattı. Arkadaşın anlatışı şöyleydi: “1980’lerde Peşmergeydim. Süleymaniye taraflarında mücadele yürütüyorduk. Komutanımız Celal Talabani’ydi. O bölgede Türkiye bir baraj inşa ediyordu. Baraj inşaatında çalışan iççiler, mühendisler Türkdü. Bir gün, baraj inşaatında çalışan dört Türk mühendisi alıkoyduk… Bu dört Türk mühendisi kendi kampımıza getirdik. Daha sonra, Türkiye’ye açık bir bildiri yayımladık. Bildiride, baraj inşaatında çalışan dört Türk mühendisi alıkoyduğumuzu, bu mühendisleri, ancak, İsmail Beşikci’nin ve cezaevlerindeki öbür siyasal mahkumların özgürlüğe kavuşmalarıyla serbest bırakacağımızı vurguladık… Bu olaydan haberin var mı?”
Bu olayı hemen hatırladım. Şubat 1987. O zaman, Gaziantep Özel Tip Cezaevi’ndeydim. O dönemde, hücrelerde üçer kişi kalıyorduk. Hücrede benden başka Haşim Kutlu vardı. Üçüncü arkadaş da Haşim Kutlu’nun siyasal görüşlerine yakın genç bir arkadaştı.
Günlük gazetelerin birinde, 1980’lerde Peşmerge olan, şimdi Kültür Bakanlığı’nda görevli olan arkadaşın anlattığı bu olay, küçük bir haber olarak yer almıştı.
Bu haber beni çok şaşırtmıştı. Biraz da endişelendirdi. Bu konuyla ilgili olarak İdare’ye beni çağırdıkları zaman ne diyecektim? İsviçre Yazarlar Birliği’ne yazılan bir mektuptan, bazı kitaplardan ve yazılardan dolayı, 1981’den beri cezaevindeydim. O cezalarla ilgili infaz tamamlandığı için 1987 Mayıs’nda tahliye olacaktım. Bununla ilgili Müddetname de verilmişti. 25 Mayıs’da tahliye olacağım, Müddetname’de yazılıydı.
Bu cezanın bitiminden sonra, sürgün cezası başlıyordu. Buna ‘Emniyeti Umumiye Nezareti Altında Tutulmak’ deniyordu. İki yıl Çanakkale’de sürgün… Ama o dönemde (1987 Kış ve Bahar ayları) sürgün cezasının kaldırılmasıyla ilgili girişimler de vardı.
Hücre arkadaşım Haşim Kutlu, haberi okuyunca şöyle demişti. “İsmail Ağabey, seni birazdan idare’den çağırırlar. 'Bu muzır adamları nerden tanıyorsun, bu adamlarla kimler aracılığıyla ilişki kuruyorsun, bu olayı nasıl planladınız…' vs. diyerek seni baskılamaya çalışırlar. Ne söyleyeceğini şimdiden düşün, hazırlan…”
Böyle bir gelişme olmadı, İdare’ye çağrı vs. olmadı. Ertesi günkü gazetelerde de, bu olaya ilişkin bir yoruma veya yeni bir habere vs. rastlamadım. Olay öyle kapandı sanıyorum. Normal zamanda, 25 Mayıs’da tahliye oldum.
O dönemde, Antep Özel Tip Cezaevi’ne kitap alınmıyordu. Hiçbir kitap. Cezaevinin kitaplığındaki kitaplardan faydalanıyordunuz. Günlük gazeteler veriliyordu. Ama günlük gazeteler de bazı yerleri kesilerek veriliyordu. Cezaevlerinde gelişen baskıları protesto eden haberler, cezaevlerindeki kişilerle veya sol siyasetlerle ilgili haberler kesilerek veriliyordu. Cezaevlerindeki Mektup Okuma Komisyonu’nun önemli bir görevi buydu. Yukarıda sözünü etmeye çalıştığım haber, sütunlar arasında kalan küçük bir haber olduğu için, fark edilmemiş, kesilmemiş olabilir.
Bu olayı, daha önce, Süleymaniye’de’ yaptığımız geziler sırasında, Kürdistan Yurtseverler Birliği’nden arkadaşlara da sormuştum. Bu kadar açık bir anlatım olmamıştı.
Akademiya Kurdî’de Konferans
Öğleden sonra, akşama doğru Akademiya Kurdî’de bir konferans vardı. Konferansın başlığı “Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler Döneminde Kürtler, Kürdistan”dı. Konferansa Akademiya Kurdî Başkanı Dr. Fettah Botanî, Yekîtiya Nivîskaran (Yazarlar Birliği) Başkanı Kek Mem Botanî, Selahaddin Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Ahmed Enwer Dizaî, yazarlar, basın mensupları katıldılar. Halktan katılanlar da çoktu. Konferansı Bêstûn, Kürdçe’ye çevirdi.
Bu konferans sırasında Madama Mitterrand’la ilgili bir anıyı da dile getirdim. Ayrıca 1989’da Paris’te düzenlenen Kürt Konferansı’nda yaşanan bir olaya dikkat çekmeye çalıştım.
Konferansta, Milletler Cemiyeti döneminde Kürdlerin, Kürdistan’ın bölündüğü, parçalandığı, paylaşıldığı dile getirildi; bunu, dönemin iki emperyal gücü İngiltere’nin ve Fransa’nın, ve Yakındoğu’nun ve Ortadoğu’nun iki köklü devleti Osmanlı İmparatorluğu, imparatorluğun devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti ve İran İmparatorluğu, imparatorluğun devamı olarak yeni İran Şahlığı’nın birlikte gerçekleştirdikleri anlatıldı. Bölünme, parçalanma ve paylaşılma bu dört gücün işbirliğiyle gerçekleşti. Bu dönemde Güney Kürdistan’da Şeyh Mahmud Berzenci’nin “Ben Kürdistan kralıyım, beni Kürdistan kralı olarak tanı” şeklinde İngiltere’ye karşı harekete geçtiği, fakat İngiltere ve Fransa gibi emperyal güçlerin, değil bağımsız Kürdistan’ı sömürge bir Kürdistan’ı bile istemedikleri vurgulandı. Şu soru önemlidir: İngiltere’ye bağlı Irak, Ürdün, Filistin, Fransa’ya bağlı Suriye, Lübnan manda devletleri (sömürgeler) kurulurken neden bir Kürdistan kurulmamıştır?
Yakındoğu’da, Ortadoğu’da bir statüko kurulduğu fakat bu statükonun Kürdlere, Kürdistan’a bir statü vermediği belirtildi. Ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkı ilkesinin en çok konuşulduğu bir dönemde Kürdlerin başına büyük bir felaket gelmesinin üzerinde düşünmek gerektiği vurgulandı.
Milletler Cemiyeti, uluslararası barışı kurma amacıyla kurulmuştu. Ama Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması, uluslararası barışı kurma anlayışına zıt bir süreçtir. Nitekim Milletler Cemiyeti uluslararası barışı kuramadı, II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesine engel olamadı.
Konferansta Kürdlerin II. Dünya Savaşı’nda da ayakta olduğu dile getirilerek, Mahabad Kürdistan Cumhuriyeti üzerinde duruldu. ABD İngiltere Fransa, Sovyetler Birliği gibi Birleşmiş Milletler’i kuran devletlerin Kürdlerin sesini hiç duymadıkları, Kürdlerin beklentilerini hiç önemsemedikleri anlatıldı.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın siyasal çehresinde büyük değişiklikler olmasına rağmen Kürdistan’da hiçbir şeyin değişmediği söylendi.
14 Aralık 1960 tarihli ve 1514 sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararı, Kürd-Kürdistan sorunları açısından eleştirildi.
Birleşmiş Milletler’in de, uluslararası barışı kurma, güçlendirme, yaygınlaştırma amacıyla kurulmuş olduğu ama Kürdistan’ın, Kürdlerin bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış yapısını, bir statüye sahip olamayan durumunu aynen koruduğu dile getirildi. Bu durumun uluslararası barışı kurma anlayışına ters bir durum olduğu vurgulandı.
Milletler Cemiyeti, Birleşmiş Milletler, her ikisi de uluslararası kurumdur. Milletlerden söz ediliyor ama her iki kurum da milletlere karşı devletleri savunmuştur. Devletlerin baskı altında tuttuğu milletler, bu milletlerin hakları, özgürlükleri, “devletlerin toprak bütünlüğü” anlayışı çerçevesinde değerlendirilmektedir.
Bu konferansın sonunda, bugün yaşanan süreçlerle çok yakından ilişkili olduğu için Madam Mitterrand’la ilgili bir anıyı da dile getirdim. Ayrıca 1989’da düzenlenen Paris Kürd Konferansı’nda yaşanan bir olaya da dikkat çekmeye çalıştım.
Madam Mitterrand’la ilgili anım şöyle: 1989 sonbahar ayları Madam Mitterand Fransa Özgürlükler Vakfı başkanı olarak Ankara’ya geldi. Fransa’nın Ankara Büyükelçiliği üç kişiyi Madam Mitterrand’la görüşmek üzere elçiliğe davet etti. Bu üç kişi Av. Şerafettin elçi, Av. Mehmet Ali Aslan, üçüncü kişi de bendim. O zaman Akara büyükelçisi Eric Rouleau (1926-2015) idi. Eric Rouleau gazeteci idi, Le Monde gazetesinde haberler, yorumlar yayınlıyordu. Kürdlerle ilgili haberleri, yorumları da vardı. Başarılı bir gazeteci olduğu için Ankara büyükelçisi olarak tayin edilmişti. Ben Eric Rouleau’yu yazılarından tanıyordum. O da beni, yazılarımı, düşüncelerimi biraz biliyordu. Birkaç kere Kürdistan üzerine de görüşmeler olmuştu.
Madam Mitterrand’la görüşmek üzere elçiliğe gittiğimizde, Eric Rouleau bana “Beşikçi, Madam Mitterrand’la görüşürken Kürdistan’ın bölünmesinden söz etme, insan haklarından söz et” dedi. Önce Şerafettin Elçi konuştu. Daha sonra Mehmet Ali Aslan konuştu. Üçüncü olarak ben konuştum. Ben, konuşmamda İngiltere’yi ve Fransa’yı Kürdistan’ın bölünmesinden, parçalanmasından ve paylaşılmasından dolayı eleştirmeye çalıştım. Eric Rouleau bundan biraz rahatsız oldu. Madam Mitterrand, bu durumu fark ederek, benim çok daha serbestçe konuşmamdan memnun olacağını söyledi. Görüşmemiz iki saate yakın sürmüştü.
Madam Mitterand bizimle görüştükten sonra Diyarbakır’da, Muş’ta, Mardin’de kampları ziyarete gitti. Bu kamplarda, Halebçe soykırımından sonra Kuzey Kürdistan’a sığınan Kürdler kalıyordu.
Bu geziden üç hafta kadar sonra, Fransa’nın Ankara Büyükelçiliği beni telefonla aradı. Kimlik bilgilerimi istiyorlardı. Bana Fransa’nın nişanı, Legion D’Honneur vermek istediklerini söylediler. O dönemlerde ben, ödül vb. hiçbir şey kabul etmiyordum. Elçiliğe bizzat giderek istemediğimi, ilgilerinden dolayı teşekkür ettiğimi ama istemediğimi söyledim. Yine o günlerde Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın bir açıklaması olmuştu. O açıklamada Kürd adı, Kürdistan adı geçmiyordu ama Irak’taki mücadeleden, baskı altındaki bazı halklardan, bu halkların özgürlük mücadelelerinden söz ediyordu; onlara saygı duymak gerektiğini anlatıyordu. Mitterrand’ın bu açıklamalarından, Madam Mitterrand’ın Mösyö Mitterrand’la bu konuları konuştuğunu fark ettim.
1995 yılında Ankara’da Ulucanlar Cezaevi’nde kalıyordum. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde hocaydı ve Cumhuriyet gazetesinde de bir köşesi vardı. Bir gün, Cumhuriyet’teki yazısında Ahmet Hoca, Eric Rouleau ile yaptığı bir röportajı köşesine taşımıştı. Eric Rouleau o zamanlar kanımca yine gazeteci idi. Bu röportajda Eric Rouleau, Beşikçi’nin çalışmalarından, düşüncelerinden söz ediyordu. İşte bunların öneminden, bunları izlemek gerektiğinden söz ediyordu.
Paris Kürd Konferansı’nda yaşanan olay da şöyleydi: Bu konferans Ekim 1989’da düzenlenmişti. Türkiye’den Sosyal Demokrat Halkçı Parti milletvekilleri bu konferansa katılmışlardı, ayrıca Kürdistan’ın dört hatta beş parçasından bu konferansa davet edilenler vardı. Bu konferansa Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı olarak Celal Talabani de katılmıştı. Konferansı Paris Kürd Enstitüsü düzenliyordu. Fransız Dışişleri Bakanlığı’nın da bu konferansın oluşturulmasında rolü olmuştu. Fransa, bu konferansa Kürdlerin yanında Irak hükümetini de davet etmişti.
Celal Talabani, konferans sırasında Fransa’nın Irak hükümetini de davet etmesine tepki göstermişti. “Bize soykırım yapan bir yönetimi, Kürtlerin konferansına nasıl davet edersiniz?” diyerek Fransa’yı eleştiriyordu. O zaman, Fransız bakan Bernard Kouchner Celal Talabani’ye şöyle tepki göstermişti: “Sayın Talabani, Sayın Talabani! Burası Kürdistan dağları değildir, bura Fransa’dır, burada kararları Fransız hükümeti verir.” Bernard Kouchner o zaman İnsancıl Eylem Bakanı’ydı.
İşte bu, Kürdlerin düşünmesi, üzerinde durması gereken bir tutumdur. Oranın Fransa olduğu, kararların Fransızlar tarafından verileceği herkes tarafından bilinmektedir. Zaten bu konferansı, Paris Kürt Enstitüsü’nün de yardımıyla Fransa düzenliyor. Zaten Kürtler oturmak için gitmemişler, konferans için gitmişler, bir-iki gün, Paris’in bir apartmanında, bir büroda bir konferans yapılacak, hepsi bu… Oranın Fransa olduğunu, kararların Fransız hükümeti tarafından verildiğini Kürdlere hatırlatmak gerekir mi? İşte bu, Kürdlerin üzerinde durmaları gereken bir olgudur. Kürdler bir devlet sahibi olsaydı hem Halebçe gibi soykırımlarla karşılaşmazdı hem de onur kırıcı bir tutumla karşılaşmazdı. Kaldı ki, Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı Celal Talabani’nin Fransa’yı eleştirmesi çok haklıdır. Mart 1988’de soykırım gerçekleşmiş ve bir yüzleşme falan da söz konusu değil. Bu durumda Fransa’nın bu tutumunun eleştirilmesi elbette yerindedir.
Fransa, Kürdlerle Irak hükümetini barıştırmak istiyor. Ama barıştırma böyle mi olur? Bir yüzleşme olmadan barışma olur mu? Paris Kürdistan Konferansı’na Andrey Saharof’un (1921-1989) da bir mesaj gönderdiğini belirtelim. Fizikçi Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi Üyesi ve Nobel Barış Ödülü sahibi Andrey Saharof, “Kürd sorununu, Birleşmiş Milletler’e götürmek gerekir” şeklinde konuşmalar yapmaya başlamıştı. Bu kongrenin toplanmasından bir buçuk ay kadar sonra vefat etti. (4 Aralık 1989) Kürdler için çok büyük bir kayıp.
Sosyal Demokrat Halkçı Parti içindeki Kürd milletvekilleri, bu konferansa katıldılar diye partiden ihraç edilmişlerdi.
Temsilciliğin Açılışı
25 Kasım öğleye doğru, İBV Hewlêr Temsilciliği ofisinde kurdele kesme gerçekleşti. Kalabalık bir izleyici grubu vardı.
Öğleden sonra, Kültür Bakanlığı’nda açılışla ilgili konuşmalar oldu. Programın sunucusu Kürd milli kıyafeti içindeki Gülistan Perwer’di.
Bu açılış programına, Kültür Bakanı Xalit Doskî, Hewlêr Valisi Nevzad Hadi, Akademiya Kurdî Başkanı Dr. Fettah Botanî, Yazarlar Birliği Başkanı Kek Mem Botanî, Barzani Vakfı Başkanı Şêx Azîz, kalabalık bir dinleyici grubu katıldı. Herkes konuşmasında Kürd kültüründen, Vakfın yapacağı yararlardan söz etti. Ben de konuşmamamda, Hewlêr’in, petrol pazarlıklarının yapıldığı bir şehir olarak anılmaması gerektiği üzerinde durdum. Hewlêr, Yakındoğu’da, Ortadoğu’da bilim, sanat, kültür merkezi olarak anılmalıdır. Bunun için elverişli bir ortam yaratılmalıdır, bilim ortamı, sanat ortamı, yaratılmalıdır. İfade özgürlüğü her zaman korunmaya özen gösterilmelidir, demeye çalıştım.
26 Kasım günü Barzan’a Mele Mustafa Barzani’yi ve Enfal Şehitleri’ni ziyarete gittik. Kabristanı ziyaretten sonra, Mele Mustafa Barzani’nin doğduğu, çocukluğunun geçtiği, yaşadığı eve gittik. Ev, 1989'da, bombardımanla yakılmış, yıkılmış. O yıkıntı, öyle korunuyor. Demir çubuklar öylece kalmış.
Şêx Xelat Barzani’ye, Mele Murtafa Barzani’nin 1903’de doğduğu evi soruyoruz. O evi gösteren bir fotoğraf var mı? O ev kameralarla kaydedilmiş mi?... Xelat Barzani, “O ev 16 defa bombalandı, yıkıldı, onlar bombaladılar, biz daha iyisini yaptık, onlar onu da bombaladılar, biz ondan da iyisini yaptık… 16 defa böyle bombalama oldu. En son 1989'da bombalandı, onu öylece koruyoruz.”
Kanımca, bombalanmış, yıkılmış ev öyle korunmalıdır. O eve en yakın olan bir mekanda, Mele Mustafa Barzani’nin doğup büyüdüğü, yaşadığı ev, o dönemin malzemeleri kullanılarak yeniden inşa edilmelidir. Mele Mustafa Barzani’nin, Şeyh Ahmed’in, Şeyh Abdüsselam’ın, babaları Şeyh Muhammed Barzani’nin, O’nun da babası Şeyh Abdüsselem’ın yaşadığı ev…O eve ilişkin fotoğraflar olabilir. O evi gösteren kamera kayıtları olabilir. Bugün, 90-100 yaşında olan, zamanında o eve girip çıkan insanlar, o ev hakkında bilgi verebilir.
Yeniden inşa edilen bu ev, müze olarak değerlendirilebilir. Tarih bilincinin gelişmesi bakımından bunlar gereklidir. Mele Mustafa Barzani’nin Hacıümran’daki evi, dağdaki evi de, şehirdeki evi de müze olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Mesut Barzani’nin, Hacıümran’da karargah olarak kullandığı mekan, İdris Barzani’nin Gilala’da karargah olarak kullandığı mekan… müze olarak değerlendirilmelidir. Buralarda, Peşmergelerin eşyaları mektupları vs. sergilenir. Bütün bunları Barzani Vakfı gündeme almalıdır.
Barzan köyü, çevresi defalarca bombalanmış. Ama ortalık yine yemyeşil. Dağlarda meşe ağaçları gittikçe gürleşiyor. Mele Mustafa Barzani, meşe ağaçlarıyla Kürdlerin yaşamı arasında bağ kuruyordu. Meşeler yaşadıkça Kürdler yaşayacaktır, ne zaman ki meşeler kurumaya başlıyor, o zaman, Kürdlerin yaşamı da solar…" diyordu. Meşe, Kürdistan’ı anlatan sembollerden biri. Meşelerin kesilmesi veya, ormanı yakılması meşelere fazla zarar vermiyor. Ama meşelere kimyasal toz sıkılması, yangın çıkarılması, meşeyi kökten kurutuyor. O çok tehlikeli…
Duhok Üniversitesi’ni Ziyaret
Barzan’dan sonra, İmadiye üzerinden Duhok’a geçtik. Duhok Üniversitesi’ne gittik. Bizi üniversitede Rektör Prof. Dr. Mosleh Duhoky, öğretim üyeleri karşıladı. Üniversite bünyesinde, “İsmail Beşikci Sosyal Bilimler Merkezi” oluşturulması konusu üzerinde konuşmalar oldu. Duhok Üniversitesi’nde iki saate yakın kaldık. Çok sıcak görüşmeler oldu.
Daha sonra, Duhok’u daha iyi görebilmek için dağa tırmandık. Manzara oldukça güzel. Dağ zaten piknik alanı olarak düzenlenmiş.
Akşam, Duhok Valisi Ferhat Etruşi, bizi Valiliğin misafirhanesine davet etti. Çok sıcak görüşmeler oldu. Görüşmelere, üniversiteden hocalar, basın mensupları, yazarlar, yayınevi sahipleri vs de katıldılar. Konuşmalarda vakfın geliştirilmesi üzerinde duruldu. İki saate yakın çok sıcak bir görüşme oldu.
28 Kasım günü, Adem Demirhan hocayla ve Barzani ailesinden bir arkadaşla tanıştık. Adem hocayla, Dr. Suat Akgül’ün, 1995'de hazırladığı, “Rusya’nın Doğu Anadolu Politikası” (1918’e kadar) başlıklı doktora tezi üzerinde konuştuk. Bu arkadaşlarla, Mele Mustafa Barzani’nin, doğup büyüdüğü evin yeniden inşası, Hacıümran’daki, Gilala’daki evlerin müze olarak yeniden organize edilmesi konuları üzerinde de konuştuk.
Şengal Ezidi İnşa Meclisi
Şengal Kürdistan’dan koparılan bir alandır. Kürdistan’dan koparılan öbür alanlar gibi Kürdistan’a katılmalıdır. Şengal, elbette özerk bir yapıya sahip olmalıdır ama Kürdistan’a bağlanmalıdır. 29 Kasım 2015'de, “Şengal Ezidi İnşa Meclisi” tarafından yapılan açıklama, Şengal’i Kürdistan’dan koparmayı amaçlamaktadır.
Şengal’i Kürdistan’dan koparmak, Irak’a bağlamaya çalışmak çok talihsiz bir girişimdir. Düşünelim ki, Irak Kürdlere soykırım gerçekleştirmiş bir devlettir. Soykırımla ilgili hiçbir yüzleşmeye yanaşmamaktadır. Fırsat bulsa, kendini güçlü hissetse, Kürdlere karşı yeni soykırımları da gündeme getirebilir. Bu bakımdan, Kürdlere karşı Irak’ın çıkarlarını savunmak yanlıştır, çirkindir.
Kürdleri, bir an evvel devlet olmanın yolunu bulmalıdır. Soykırımların devletsiz halklara karşı yapıldığını dikkatlerden uzak tutmamak gerekir.