İki Kürd
Kürd/Kürdistan tarihinde, Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde, iki isim önemlidir. Abdurzzak Bedirxan (1864-1918) ve II. Abdusselam Barzani (1868-1914). Kürdler için bu iki ismin düşüncelerinin, eylemlerinin bilinmesi önemli olmalıdır.
Bundan önceki yazıda, Prof. Dr. Kadri Yıldırım’ın yazısından da yararlanarak Abdüsselam Barzani’nin düşünceleri ve eylemleri hakkında bazı bilgiler verilmişti.
Abdurrezzak Bedirxan’ın Otobiyografya isimli bir kitabı var. Bu kitabı Rusçadan Kürdçeye Prof. Dr. Celîlê Celîl çevirmiş. Kürdçeden Türkçeye ise, Hasan Cuni çevirmiş. (Pêri Yayınları, Kasım 2000, İstanbul) Kitabın bir tarafı Türkçe, bir tarafı Kürdçe. Her iki bölümü de 78’er sayfa.
Bu kitapda, Abdurrezzak Bedirxan’ın iki yazısı yer almaktadır. Bu yazılarda, 1910-1916 yıllarına ilişkin bazı değerlendirmeler vardır. Celîl Hoca bu belgelere, Rus arşivlerinde yaptığı çalışmalar sırasında rastladığını belirtmektedir.
Celîl hoca kitap için yazdığı önsözde, Abdurrezzak Bedirxan’ın, çok yönlü bir beceriye sahip olduğunu vurgulamaktadır. Kabiliyetlerini, hem diplomat, hem aydın, hem ulusal devimci diye sıralamaktadır. Abdurrezzak Bedirxan hakkında, Rus arşivlerinde önemli belgeler olduğunu belirtip Kürdlerin bu belgeleri değerlendirmesi, Abdurrezzak Bedirxan’ın düşünceleri ve eylemleri üzerinde çalışmalar yapmalarını önermektedir.
Abdurrezzak Bedirxan İstanbul’da özel eğitim görmüştür. Özel öğretmenlerinden biri, Celadet Bedirxan’ın İkinci Xani olarak nitelediği Hecî Qadirê Koyî’dir.(1817-1897) Abdurrezzak Bedirxan, Hecî Qadirê Koyî’nin yurtsever, milliyetçi kişiliğinden çok etkilenmiştir. Kadri Hoca’nın İkinci Xani, Xanîye Duyem kitabında, (Avesta Yayınları, 2016, İstanbul) bu konu etraflı bir şekilde dile getirilmiştir. Bu kitabın bir tarafı Kürdçe, bir tarafı Türkçe’dir.
Özel eğitimi sırasında, anadili Kürdçe’nin dışında, Türkçe, Fransızca, Farsça, Arapça gibi lisanları da öğrenmiş. Fakat, Sultan Abdülhamid’in Kürd/Kürdistan davası sürdüren Bedirxanilerle çelişkisi yüzünden Avrupa’ya gidememiş, orada eğitim görememiştir. Dışışleri Bakanlığı’nda görev almıştır. Rusya’da ve İran’da konsolosluklarda çalışmıştır.
Abdurrezzak Bedirxan, Kürdlerin, Kürd olmaktan, Kürd toplumu, Kürd ulusu olmaktan doğan haklarının bilincine varmış, doğal hakların gasbedildiğinin bilincine varmış, bunları kazanmak için büyük bir mücadele süreci içine girmiştir. Bağımsız Kürdistan’ın kurulması için çalışan bir kişidir. Rus Dışışleri Bakanlığı’nda, ilgili birimlerle, bağımsız Kürdistan konusundaki projelerini konuşmuştur. Bu konuda Ruslardan sağlamak için büyük çaba harcamıştır.
Kendi olanaklarınca, Kürd alfabesi, Kürdçe dilbilgisi hazırlamış 1913 yılında, İran’ın Xoy kentinde Kürd çocukları için okul açmıştır. Laik okul. Kürd diliyle eğitim veren bir okul Birinci Dünya Savaşı başladığında dağılmıştır.
Bütün bu gelişmeler, devleti, İttihatçıları çok rahatsız etti. Abdurrezzak Badirxan’ın peşine, suikast timi takıldı. 1918'de devlet ajanları tarafından Tiflis’de ele geçirildi. Oradan İstanbul’a getirildi, idam edildi.
Şeyh Abdüsselam Barzani ile Abdurrezzak Bedirxan arasında önemli bir benzerlik var. İkisi de yurtseverdir, Kürd milliyetçisidir. Kürd/Küdistan hakları için çaba harcamışladır. Abdüsselam Barzani’nin yurtseverliği, milliyetçiliği aileden, aşiretden, Barzan Medresesi’nden gelir. Abdurrezzak Bedirxan’ın yurtseverliği, milliyetçiliği ise, aileden, aldığı özel eğitimden, Hecî Qadirê Koyî’den aldığı ilhamdan gelir. Birbirlerine benzeyen bir durum da her ikisinin de devlet tarafından, birbirine çok yakın yıllarda, İttihatçılar tarafından idam edilmiş olmalarıdır.
Genç Kürd yazarları, aydınlar, akademisyenler vs. artık, Kürdlerin, Kürdistan’ın, tarihsel geçmişiyle, toplumsal yapısıyle, diliyle, kültürüyle, sanatıyla, müziğiyle, resmiyle vs. yakından ilgileniyorlar. Bu konularda değerli çalışmaların yapıldığı da görülmektedir. II. Abdüsselam Barzani’yle, Abdurrezzak Bedirxan’la, Barzan Mederesi’yle, benzer konularla ilgili çalışmalar yapılması da önemlidir. Abdüsselam Barzani ile ilgili olarak Osmanlı arşivlerinin, İngiliz arşivlerinin, Abdurrezzak Bedirxan’la ilgili olarak Rus arşivlerinin kullanılması yerinde olacaktır.
Abdurrezzak Badirxan’a, Abdüsselam Barzani’ye, Kürd gözüyle bakmak gerekir. Kürd karşıtı Türk yazarları, örneğin Abdurrezzak Bedirxan için, ‘Rus ajanı’ derler. Küçümserler. İdamını, Türk zaferi olarak değerlendirirler. Halbuki Aburezzak Bedirxan’ın bütün çabaları Kürdler içindir. Kürdlerin, Kürd olmaktan, Kürd toplumu olmaktan doğan haklarının kazanılması çaba içindedir. Rus diplomatlarıyla, Rus Dışışleri Bakanlığı’yla ilişkiler geliştirmesinin temel nedeni budur.
Bir Yahudi Theodor Herzl (1860-1904)
Bu yazıda, Abdurrezzak Bedixan’la ve Abdüselam Barzani ile çağdaş olan bir Yahudi’den ve O’nun düşüncelerinden, duygularından ve eylemelerinden de söz etmek gereğini duyuyorum. Theodor Herzl.
Theodor Herzl, bir gazetecidir. Viyana’da hukuk tahsili yapmıştır. Yahudi devleti kurmak için çaba harcamaktadır. 1896'da Yahudi Devleti isimli bir kitap yayımlamıştır.
Theodor Herzl, 1890’larda, Yahudilerin yaşadığı bütün alanlarda, Yahudi iş adamlarıyla, görüşmeler yapmıştır. Bu görüşmeleri sık sık yapmaktadır. Zaten kendisi gazetecidir. Bu görüşmelerde, hem kurulacak Yahudi devletine toprak bulmak için para talep etmekte, hem de onlara çok önemli sözler söylemektedir. Herzl, Yahudi iş adamlarına şunları söylemektedir: Sizin bu zenginliğinizin hiçbir değeri yoktur. Eğer bir devletiniz yoksa, bu zenginliğinizin bir anda elinizden çıktığını görürsünüz. Bunun için bir an önce devlet sahibi olmaya bakın…
Theodor Herzl, bunu Yahudi iş adamlarına defalarca söylemeye çalışmıştır. Bazı Yahudi iş adamları bu görüşmelerden rahatsızlık duymaya başlamışladır. Herzl’e, ‘seninle görüşmek istemiyoruz, bir daha buraya gelme’ diyenler de vardır. Ama, Herzl, bu sözleri onlara fırsat buldukça söylemeye devam etmiştir: Eğer bir devletiniz yoksa bu zenginliğinizin hiçbir değeri yoktur.
Bu sözlerin söylendiği tarihe, döneme dikkat edelim. Theodor Herzl, 1904 yılında vefat etmiştir. Henüz ortada Hitler falan yoktur… Bk. Siyonizmin Kurucusu Theodor Herzl’in Hatıraları, Çev. Ergün Göze, Boğaziçi Yayınları, 2. bs. 2002, İstanbul
Theodor Herzl, 1896 Yahudi Devleti kitabını yayımladıktan sonra, 1897 de, İsviçre’nin Basel kentinde Dünya Yahudi Kongresi’nin toplanmasını sağladı. Başkan seçildi. O kongrede, Herzl şunu söyledi: Kafamda Yahudi devletini kurdum. 50 yıla varmadan fiili olarak da kurulacaktır. Theodor Herzl’in öngörüsüne de dikkat edilmelidir.
Theodor Herzl, 1896 ve 1898 de iki defa İstanbul’u ziyaret etti. İstanbul’a üçüncü gelişi 1901'dir. Bu sırada Sultan Abdülhamid’le de görüştü. Osmanlı ülkesinde, Yahudi devleti için toprak istedi. Bu doğrultuda büyük miktarda para da teklif etti. Sultan Abdülhamid’in, Herzl’i kovduğu doğru değil. Bu görüşme oldu. Sultan Abdülhamid, Herzl’e, ‘bir arada değil, dağınık olarak Mezopotamya’da yerleşebilirsiniz’ dedi. Herzl bu teklifi kabul etmedi. Vadedilmiş Topraklar’ı Kenan diyarını, bugünkü Filistin’i dile getiriyordu.
Theodor Herzl, daha sonra, Büyük Britanya Sömürgeler Bakanı Chemberlein ile görüştü. Chemberlein O’na Afrika’da, Uganda’yı teklif etti. Herzl kabul etmedi. Uganda o dönemde İngiliz sömürgesiydi.
Theodor Herzl’e, Yahudi karşıtı Arapların veya İslam’ın değil, Yahudilerin gözüyle bakmak gerekir. Yahudiler, yurtlarından baskıyla, zulümle kovulmuşlar, ama, Yahudiler, 2000 yıldır bunu unutmamışlar. Oraya dönmenin arzusuyla yaşıyorlar. Bu geçmişe biraz bakmakta yarar vardır.
Roma, İ.Ö. 73 yılında, Kenan diyarını, bugünkü Filistin’i işgal etti. O dönemde buralarda Yahudiler yaşıyordu. Yahudiler Roma hegemonyasını kabul etmedi Roma’ya karşı sık sık isyan etti. Sonunda Roma, İ.S. 70 yılında, zorla, zulümle Yahudileri, Kenan diyarından çıkardı. Yahudiler, dünyanın dörtbir tarafına dağıldı.
İ.Ö. 73 öncesine de bakmak gerekir. İbrahim Peygamberi, İshak’ı, Yakub’u, Yusuf, Firavun’u, daha sonra Peygamber Musa’yı, Musa’ya On Emir’in Sina Dağı’nda gelmesini hatırlamak gerekir. Daha sonra Peygamber Davud’u, Peygamber Süleyman’ı, Süleyman tarafından, Kenan diyarında, Yahudi devletinin kurulmasını hatırlamak gerekir.
İ.Ö. 722 de, Asur Kralı V. Salmanasar, Kenan diyarını işgal etti. Yahudi Devleti, Kuzey, Güney diye ikiye bölündü. Asur İmparatoru, Yahudilerin bir kısmını Babil’e bir kısmın da bugünkü Kürdistan topraklarına sürgün etti. İ.Ö. 586'da, Babil Kralı Nabukadnezar, Kenan diyarına saldırdı. Yahudilerin bir kısmını, yine Babil’e ve Kürdistan topraklarına sürgün etti. Bunları da hatırlamak gerekir.
Ermenilerle İlgili Bir Gelişme
1908'de, Sultan Abdülhamid, tahttan indirildi. İttihatçılar yönetime el koydu. Osmanlı’da bir yıl kadar Ermenilerle İttihatçılar arasında olumlu bir hava oluştu.
Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik, Adalet sloganları duyuldu. İşte bu dönemde Harput’dan Ermeni bir iş adamı, oğluna mektup yazdı. O mektupda, oğluna, "artık Osmanlı’da her şey iyileşmeye başladı, sen de geri gel…” diyordu. Bu Ermeni iş adamı oğlunu, İngiltere’ye, Liverpol’a tahsil için göndermişti. Oğlu, tahsilini tamamlamış ama orada kalmıştı. Liverpol’da Otel sahibi olmuş, zenginleşmişti.
Oğlu, babasının isteğine uygun olarak Harput’a döner. Liverpol’daki maddi varlıklarını, paralarını banka aracılığıyla, Harput’daki bankaya havale eder. Fakat, Osmanlı’da siyasal hava bir yıla varmadan bozulmaya başlar. Türk olmayan halklara, örneğin, Rumlara, Ermeniler, Kürdlere… baskılar artar.
Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı günler… Bir gece, Harput’da yaşayan bu Oğul’un kapısının zili çalar. Oğul, kapıyı açar… Karşısında üç kişi vardır. Kendilerine, banka müdürü, polis, jandarma diyen üç kişi. Ellerinde bir kağıt vardır. Kağıtda yazılanları imzalaması istenir. Oğul, imzalamaz. Kağıdda,’aşağıda ismi yazılan kişiler, bankadaki hesabımdan para çekebilirler’ şeklinde bir ifade vardır. Oğul’u kapıda öldürürler. Karısına zorla imzalatarak evden ayrılırlar. Ne demişti Teodor Herzl, Yahudi işadamlarına, ‘eğer bir devletiniz yoksa, bu zenginliğinizin hiçbir değeri yoktur. Bir anda elinizden uçar gider’
Bu olay, Ermeniler, Kürdler… yazısında biraz daha ayrıntılı anlatılmıştı. Bu olayın Prof. Dr. Baskın Oran tarafından anlatıldığını da belirtelim. “M.K” Adlı Çocuğun Tehcir Anıları, 1915 ve Sonrası, İletişim Yayınları, Genişletilmiş Baskı, 2008, İstanbul, s.18
2014’de Neler Yaşandı?
IŞİD Haziran 2014'de Musul’u ele geçirdi. O günlerde, arşive baktığımız zaman, şu tür haberleri görüyoruz… Musul’dan sonra, IŞİD Bağdad’a doğru yürüyecek… Ama öyle olmadı, IŞİD Bağdad’a doğru yürümedi, Kürdistan’a saldırdı. Şengal’de Êzidî Kürdlere soykırım yaptı. Hewlêr’e doğru saldırı başlattı… İşte o günlerde şu haberlere de rastlıyoruz: Kürd işadamları Hewlêr’den kaçıyor. Ailesini arabaya bindiren bazı iş adamları, kolay taşınan değerli bazı eşyalarını da yanına alarak Hewlêr’den kaçıyor…
Bu çok şaşırtıcı bir haber. Bu Kürd işadamlarının, evleri var, arabaları var. toprakları, atölyeleri, dükkanları vs. var. Neden onları korumuyorsun, neden savaşarak onları korumaya çalışmıyorsun? Bu işadamları, muhtemel olarak paralarını, mücevherlerini vs. de yanında götürüyordur. Gümrükde, bunları ona-buna kaptırmadan, ana-buna rüşvet vermeden kurtarabilir misin?
Diyelim, Bağdad’dan bir Arap işadamı Fransa’ya, Paris’e gidiyor. Onun da yanında paraların veya mücevherleri vs. var. Gümrükde önemli bir sorunla karşılaştı. Bunlara bir süre el kondu. Irak devleti bu işadamına yardımcı olabilir. Sorunları zarara uğramada çözebilir. Bu tür sorunlar karşısında Kürd işadamların kim koruyacak?
Bir Daha Asla…
Yahudiler, Avrupa’da, 1930’larda, 1940’larda çok büyük soykırım yaşadı. Almanya’da, Fransa’da Polonya’da, Avusturya’da, Macaristan’da Romanya’da vs. yaşayan Yahudi. 6 milyon Yahudi, Nazi rejimi tarafından soykırımla yok edildi. Fakir-zengin, kadın-erkek, yaşlı-genç altı milyon Yahudi… İkinci Dünya Savaşı’ndan, Nazi rejiminin, yıkılmasından, Hitler’in intiharından sonra, Yahudiler, Bir Daha Asla dediler. Bu, Yahudilerin, soykırıma hazırlıksız yakalandıkları, bir daha böyle bir operasyona uğramamak için her türlü önlemi alacakları anlamına gelir. İsrail Devleti durdukça Yahudilerin bu tür bir operasyonla karşılaşmayacağı anlamına gelir.
Kürdlere bakalım. Enfal, soykırımdı. Soykırımın doruk noktası 16 Mart 1988 Halepçe’ olmuştur. Halepçe’de 6 binin üzerinde Kürd zehirli gazlarla boğulmuştur. 1983’den beri uygulanan hangi gaz daha zehirlidir, daha kitlesel ölümler yapar deneyleri Kürd köylerinde, cezaevlerindeki Kürd mahkumlar üzerinde yapılmıştır. Bu deneylerde laboratuar Kürdistan olmuştur. 1983-1988 arasında yapılan bu deneylerde katledilen Kürdlerin sayısı altı binin çok çok üzerindedir. Zamana ve mekana yayılmış katliamlar… O günlerden bugüne, Halepçe ve çevresinde hala sakat çocuklar doğuyor. Kısa bir süre yaşadıktan sonra ölüyorlar. Hejarê Şamil, bir yazısında, o günlerden bu tarafa ölenlerin sayısının, Dünya Sağlık Örgütü’nün rakamlarına dayanarak, 45 binden fazla oluğunu belirtmişti. Buna rağmen, Kürdlerin bir kısmının, "Bir Daha Asla" dememeleri, hala Irak’ın birliğinden söz etmeleri çok şaşırtıcıdır.
Saddam Hüseyin’in yeğeni, Kürdistan Askeri Valisi Ali Hasan el Mecid (1941-2010) şöyle diyordu: "Onlarca Halepce yapacağız. Bu gerici halkı tamamen yok edeceğiz, bu gericilerin, emperyalist uşaklarının kökünü kurutacağız. Silahlarımız, gazlarımız da var, elemanlarımız da. Her şey hazır… Hasan el Mecid’in konuştuğu bu kaset, 2003’de, ABD müdahalesi sırasında Peşmergeler tarafından elkonan Baas Partisi bürolarında ele geçirilmişti. Bu bürolarda ele geçirilen 18 ton belgenin ABD’ye gönderildiği söyleniyordu. Bu kaset de o dökümanlar arasında bulunmuş. Bütün bunlara rağmen, Kürdlerin bir kısmının, "Bir daha Asla" dememeleri, hala Irak’ın birliğinden söz etmemeleri dikkate değer bir durumdur.
Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı şimdi müze olarak değerlendirilmektedir. Burada Saddam Hüseyin’in, Kürdlere yaptığı muamele bütün canlılığıyla yaşatılmaktadır. Hala Irak’ın birliğinden bahsetmek ne anlama gelir? Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı’ndaki, ve benzer cezaevlerindeki, ‘Kadınların Şerefini Lekeleme Odaları’ ne çabuk unutuluyor? Saddam Hüseyin bu görevi kimlere vermişti?
Hegel (1770-1831) Tarih Felsefesi çalışmasında, devletlerin tarihten ders almadıklarını vurgulamaktadır. “Devletler tarihten ders almazlar” demektedir. Bu, örgütler için de böyledir. Hegel çağından günümüze kadar olan tarihsel gelişmelere baktığımız zaman bu düşüncenin daha çok doğrulandığın da görüyoruz. Buna rağmen, geçmişi sık sık hatırlatmak önemli olmalıdır.
Burada şu konuyu gündeme getirmek de gerekir. Kötülüğü kötü insanlar mı yapıyor? Hayır. Kötülüğü normal insanlar yapıyor. Normal insanlar kötülük yaptığı zaman, onlara kötü insan deniyor. Bugün, Irak eski Başbakanı, İslami Dava Partisi Başkanı, Cumhurbaşkanı yardımcısı, Nuri Maliki, (d. 1950) yönetime gelse, Irak’ı, Saddam Hüseyin döneminde olduğu gibi güçlü, Kürdleri güçsüz hissetse, Kürdlere soykırım da dahil her türlü kötülüğü yapabilir. Çünkü, çok yoğun bir şekilde Kürd karşıtı, Barzani karşıtı bir kişidir. Bunu engelleyecek tek durum ise, geçmişle yüzleşme yapmaktır. Irak yöneticileri bu yüzleşmeyi yapmamışlardır.
Burada, Başkan Mesut Barzani’nin bir açıklamasına dikkat çekmek gerekiyor. Musut Barzani iki ay kadar önce yapığı bir açıklamada, ‘Maliki Başbakan olursa, bağımsız Kürdistan’ı ilan ederim” şeklinde bir söz söyledi. Bunu tehdit havasında söyledi. Bu kanımca talihsiz bir açıklamadır. Bağımsız Kürdistan, Kürdlerin doğal hakkı olduğu için savunulmalıdır. Bağımsız Kürdistan’ı Tehdit aracı olarak kullanmak değil…
Kötülüğün normal insanlar tarafından yapıldığını belirtmeye çalışıyoruz. 1990’laraki Türk cezaevlerini düşünelim. Örgüt elemanları sık sık, emniyet sorgularında kendilerine yapılan işkenceleri anlatırlardı. Emniyeti, savcılığı, mahkemeleri yargıçları eleştirirlerdi, suçlarlardı. Bunlar hakkında suç duyurusu da yaparlardı. Fakat, kendi örgüt arkadaşlarına infaz edip cesedi, koğuş kapısı öneme atmak da dahil, her çeşit işkenceyi yapmaktan hiç çekinmezlerdi. Emniyetde öğrendikleri işkenceyi yapabildikleri ölçüde kendi arkadaşlarına yaparlardı. “Sen neden sorguda konuştun, neden örgütün ne yaptığını ne yapacağını anlattın, neden onun-bunun adını verdin… Sen ajansın vs. denerek bu işkenceler yaşama geçirilirdi. Örgütler, sık sık devleti, tarihiyle yüzleşmeye davet ederler, kendileri kendi geçmişleriyle yüzleşmezler.
Kenya’da Mau Mau Hareketi
Kürdistan’daki gelişmeleri, Kenya ile karşılaştırmak da bize çok önemli bilgiler veriyor. Bunu denemeye çalışacağım. Kenya’dan önce, Afrika’nın sömürgeleşmesine kısaca bakmakta yarar var.
Afrika 16. Yüzyıldan itibaren sömürgeleştirilmeye başlandı. Önce Hollandalılar, sonra, İspanyollar, Portekizliler, daha sonra, İngilizler, Fransızlar, Belçikalılar, son olarak da 19. yüzyılın son çeyreğinde Almanlar, İtalyanlar Afrika’ya koloniler göndermeye işgal ettikleri alanları sömürgeleştirmeye başladı.
1885’de bu fiili durum resmileşti. Büyük Britanya, Fransa, İspanya, Portekiz, Almanya, İtalya, Belçika, aralarına gerçekleştirdikleri bir antlaşmayla, Afrika’yı, Afrika sömürgelerini paylaştılar. Bu antlaşmaya Berlin Antlaşması deniyor.
Sınırlar elbette çok önemlidir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1960’larda, sömürgeler bu sınırlar üzerinde bağımsızlık kazanmışlardır. Bu sınırlarda tek değişiklik, 1990’larda Eritre Ulusal Kurtuluş Mücadelesi sonunda, Eritre’nin Habeşistan’dan ayrılması şeklinde oldu. 2011’de de yapılan bir referandum sonunda, Güney Sudan Sudan’dan ayrıldı. 1960’larda Kongo (Zaire) Belçika’dan bağımsızlık kazandıktan sonra iç savaş başlamış, Kongo, Kongo Kinşasa, Kongo Leopoldville şeklide ikiye bölünmüştü… Geriye kalan bütün Afrika sömürgelerinde, sınırla, 1885'de çizildiği gibi kalmıştı.
Sınırlar meselesi Kürdlere bir konuyu hatırlatmalı. Kürdistan sömürge bile değildir. Çünkü Kürd adı, Kürdistan adı tanınmamaktadır. Klasik sömürgelerdeyse, sınırları önceden çizilmiş ülkeler vardır. Sömürge, çok alt düzeyde de olsa bir statüdür. Örneğin, Kenya İngiliz sömürgesidir, denir. Kürdistan, bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış, halk ve ülke gerçeği kabul edilmemiştir. Statüsüzdür. Her parça, o parçayı sınırlarına katan devletin toprağı sayılmaktadır.
Afrika’da, sadece dört ülkede silahlı mücadeleler yoluyla bağımsızlık kazanıldı. 1954-1961 Cezayir Ulusal Kurtuluş Mücadelesi, 1973-1975 Portekiz sömürgeleri Gine Bissau, Angola ve Mozambik ulusal kurtuluş mücadeleleri… Geriye kalan Afraki sömürgeleri anayasal görüşmeler sonunda bağımsızlık kazandı. Eritre’nin ve Güney Sudan’ın durumunu da yukarıda belirtmiştik.
Kenya’da da anayasal görüşmeler söz konusu oldu. Ama bu görüşmeler sırasında şiddeti tırmandıran durumlar da oldu. Yerlilerin Mau Mau sesler çıkararak büyük kitleler halinde gösteri yapmaları İngilizler tarafından şiddet kullanılarak bastırılmaya çalışılıyordu. Yerliler de buna tepki verince şiddet yükseliyordu. Bu, toprak sorunuyla beyaz çiftlikle sorunuyla ilgiliydi. Kenya Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin lideri Jumo Kenyatta (1891-1978) bu konuda şöyle diyor: Beyazlar ülkemize geldiler. Beyazların ülkemize geldiği sırada ellerinde İncil vardı, toprakları bizimdi, toprakları biz işletiyorduk. Bize dua etmesini öğrettiler. Gözünüzü kapayın, dua edin dediler. Gözümüzü kapadık, dua ettik… Bu epey sürdü. Gözümüzü açtığımızda gördük ki, onların İncil’i bizim elimizde, bizim topraklarımız, beyazların, İngilizlerin elinde…
İngiltere, Kenya’da çok geniş çiftlikler kurmuş. Çiftliklere İngilizler sahip. Yerliler çiftliklerde emekçi olarak, köle olarak çalışıyor. Kenya’da aydınlar, 1950’lerde, bu durumun bilincine varmış. Toprakları ele geçirmek için yoğun bir mücadele başlatmışlar. Çiftlikler ele geçirmek, beyazları, İngilizler kovmak için büyük gösteriler yapılıyor. Kitleler, yalın ayaklarla, Mau Mau sesleriyle, koşar adam yürüyüşlerle gösteri yapıyorlar. Mau Mau, Kiyuki dilinde, çık çık anlamına gelen uma uma sözcüğünün, çocukların oyun dilinde, mau mau halini almış şekli… İngilizlere, çiftliklerden çık, Kenya’da çık git deniyor, şeklinde yorumlanabilir… Bk. Baskın Oran, Az Gelişmiş Ülke Milliyetçiliği, Kara Afrika Modeli, Bilgi Yayınevi, 3. Bs. Ankara, Ocak 1997 s.149-153
Mau Mau, 1950’lerde, Türkiye’de, yamyamlar şeklinde anlatılıyordu. İnsanları kaynar kazanlara atıp pişirip yiyen yamyamlar… Herhalde, Ulasal kurtuluş mücadelesinin küçümsemek, çarpıtmak için böyle yapılıyor.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, bazı Kürdler de gösteri yapıyorlar. Ama onlar, maaş maaş diye gösteri yapıyorlar. Bağımlı bir ulusun, bağımsızlığı hiç düşünmeden, bunu dert etmeden, maaş maş diye gösteri yapması şaşırtıcıdır. Yaşamı sürdürmek bunun için yemek yemek elbette önemlidir. Ama bunu birinci plana koyup vatanın, ulusun bağımsızlığını hiç dert etmemek, statü düşünmemek, çağı hiç anlamak demektir. Bir de şu var. IŞİD’le savaş sürüyor. Peşmergenin ihtiyaçları, savaş araç-gereçleri durumu. İki milyona yakın sığınmacı var. Savaş, yüzbinlerce insanın yerini-yurdunu terk etmesini gerektirmiş. Bunları çoğu Kürdistan’a sığınmış… Öte yandan petrolün fiyatı düşmüş, petrol gelirleri azalmış.
Dünya uluslar ailesine katılmak, dünya uluslar ailesinin eşit bir ferdi olmak, hiçe sayılacak, ıskalanacak bir durum değildir. Kürdlerse, dünya uluslar ailesinin eşit bir üyesi olmak bir tarafa, dünya uluslar ailesinin bir üyesi bile değildir. 50 milyonu aşkın nüfusu olan Kürdler, hala, Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, itelenmekte, kakalanmaktadır. Kürdistan bölgesel Yönetimi de bir statüdür ama dünya uluslar ailesi söz konusu olduğu zaman yeterli değildir.
Burada, şu konunun üzerinde durmak da gerekiyor. Bir ülkenin, bir ulusun bölünmesi, parçalanması, paylaşılması söz konusu olduğu kişi olarak şöyle düşünürdüm: Burada, herhalde, ulusal hareket daha hızlı gelişir.
Böyle olmuyor. Coğrafyanın bölünmesi yanında, siyasal partilerin, örgütlerin bölünmesi de söz konusu oluyor. Devletler, kendi Kürdünü bastırırken, genel olarak Kürdleri de geriletebilmek için, karşı tarafdaki Kürd örgütlerinden bazılarıyla daha sıkı ilişkiler geliştiriyor. Örgütler arsındaki anlaşmazlıkları derinleştirme, yaygınlaştırma yolu izliyor. Bu politikanın daha etkin olduğunu görüyoruz. Bu, ulusal davanın başarıya ulaşmasına da engel oluyor, başarıyı geciktiriyor. Kanımca, Kürdlerin önemli bir kısmı, bölünmenin, parçalanmanın, paylaşılmanın bilincinde bile değildir. Böyle olduğu için, Kürdleri, Kürdistan’ı bölen, parçalayan, paylaşan devletlerin anti-Kürd tutumlarının, bu konularda sergiledikleri oyunların önene geçilemiyor.
Yukarıda, Portekiz sömürgeleri, Gine Bissau, Angola ve Mozambik’de silahlı mücadele 2-3 yılda başarıya ulaştığını belirttik. Bakur’da, 1984'den bu tarafa, 30 yılı aşkın bir zamandır gerilla mücadelesi var. Bu mücadelenin neden hala başarıya ulaşmadığını, neden bu kadar uzun sürdüğünü anlamak, kavramak önemli olmalıdır. Kaldı ki, bu mücadelenin, Kürdistan’ın diğer parçalarında yaşanmış geçmişi de var. Bu mücadelenin, 200 yıldır sürdüğü söylenebilir. Bu süre içinde, soykırıma varan operasyonların yaşandığını da unutmamak gerekir.
Kürdistan Dubai’ye Değil, İsrail’e Benzemelidir
Kürdistan, Dubai gibi, Körfezdeki ülkeler gibi sadece petrol ülkesi, rant gelirlerinin ülkesi olmamalıdır. Üretimin, istihdamın, emeğin geliştiği bir ülke de olmalıdır. Bu konuda, İsrail’de, tarımsal hayatın, iş hayatının izlenmesi önemlidir.
Kızıl Deniz’deki Akabe Körfezi’ni düşünelim. Akabe Körfezi’nden Akdeniz’e bir sınır uzanıyor. Bu, Mısır-Gazze sınırıdır. Bir de Akabe Körfezi’nden, kuzeye doğru uzanan İsrail-Ürdün sınırı var. Bu sınırın her iki tarafında kalan topraklar çöldür. Ürdün tarafında kalan topraklar da, İsrail tarafında kalan topraklar da çöldür. Fakat, İsrail bu çölde bir mucize gerçekleştirmiş. Buna biraz değinmek gerekir kanısındayım. Google’ye ‘İsrail’in çöldeki mucizesi’ yazdığınız zaman, fotoğraflarla birlikte bu süreci izliyorsunuz.
Sınırın, İsrail tarafında kalan topraklara Arava deniyor. Bu topraklarda İsrail binlerce güneş paneli kurmuş. Elde edilen enerjiyle tuzlu su, tuzdan arındırılıyor. Ve bu su tarımsal üretimde kullanılıyor. Bu bölgede, devlet üretim kooperatifi olan Kibutzlar ve özel mülkiyete dayalı kooperatiflerin çalıştığı Moşavlar faaliyet gösteriyor. Bu bölgede her türlü sebze ve meyve yetiştiriliyor. Ve bu ürünler her gün Avrupa pazarlarına ihraç ediliyor. Son yıllarda, bazı Arap pazarlarına ihracat da başlamış İsrail’de, nüfusun % 4’ü bu bölgede tarımsal üretimde çalışıyor.
Bu tür görüşlerin, hep maaş beklentisi içinde olan Kürdleri etkilemeyeceği söylenebilir. Ama şunu da vurgulamak gerekir. Bu tür görüşler, toplumun çok küçük bir bölümünde etkili olabilir. Diyelim, % 1, % yarım, diyelim, 200 kişide bir kişi bu görüşler üzerine kafa yorabilir, projeler geliştirebilir. Herhangi bir toplumda, köklü değişimler yaratanlar da nüfusun büyük gövdesi değil, bu küçük gruplardır. Bunu da unutmamak gerekir.