“İLK GECE HAKKI” DOLAYIMINDA TARİHYAZIMI, YÖNTEM VE KAYNAKLARIN KULLANIMI: TANER AKÇAM’A CEVAP
I
Clark Üniversitesi Soykırım ve Holokost Çalışmaları Merkezi öğretim üyesi Taner Akçam Gazete Duvar’dan Filiz Gazi’ye 20 Nisan 2021’de verdiği röportajda, “Hıristiyanlara biçilen yer, ikinci sınıf vatandaş olmaktı. Korkunç bir örnek vereyim: 19. yüzyıl feodal toplumunda örneğin Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi” (https://www.gazeteduvar.com.tr/taner-akcam-gonullu-bir-katilim-olmasaydi-bu-kadar-insan-oldurulemezdi-haber-1519773) şeklinde ‘sansasyonel’ bir iddiada bulundu. Akçam’ın bu iddiası, tahmin edileceği üzere büyük bir tepkiyle karşılandı. Sosyal medyadaki geniş çaptaki tepkilerin dışında, Akçam’a cevap mahiyetinde çeşitli mecralarda eleştirel birkaç yazı kaleme alındı. İlave olarak, ‘132 Kürt Aydını’ bir bildiri yayınlayarak hem Akçam’ı kınadı, hem de iki halktan [Kürtler ve Ermeniler] özür dilemeye davet etti. Lakin Akçam, özür dilemediği gibi “haklılığını” ispatlamak için bir açıklama yaparak on yedi kitap/makale ismi sıraladı ve bazı görseller paylaştı (https://www.yesayansalonu.com/akcamdanilkgecehakkitartismasi/). ‘Belge’ demiyorum, çünkü Akçam, sansasyonel iddiasına dair şu ana kadar herhangi bir ‘belge’ paylaşmadığı gibi, başka türde herhangi bir ana/birincil kaynak da paylaşmış değil. Ayrıca sadece ‘belge’ diyerek, tarihsel bir konunun aydınlatılmasında veyahut tezin ispatlanmasında belgelerin yeterli olduğunu varsayan ve belge fetişizmi olarak adlandırılan bir perspektife sahip olduğum düşüncesinin okuyucuda hâsıl olmasını istemem.
Yazının başında şunu açık bir biçimde vurgulamam gerekiyor: Amacım, bir milleti, topluluğu, sınıfı ve grubu savunmak veyahut ‘temize çıkarmak’ değil. Aksine, ortaya atılmış bir iddianın doğruluğunu tartışmaktır. Sosyalbilimlerin herhangi bir disipliniyle iştigal eden herkesçe malumdur ki, tarih boyunca yerkürenin farklı coğrafyalarında farklı topluluklar/kişiler tarafından, en basit ifadesiyle, insan onuruna yakışmayacak sayısız olayın vukua geldiği izahtan varestedir. İnsanlık ailesi, savaşlardan zorla yerinden edilmeye, toplu kıyımlardan soykırıma, pogromlardan siyasal şiddete dek her türden baskı ve acılara maruz kalmıştır. Bu sebeple, hiçbir milletin, inanç mensuplarının ve grubun pirüpak olduğu söylenemez. İnsan, doğası gereği nakıstır ve engelleyici faktörler olmadığı takdirde her türlü kötülüğü yapacak bir doğaya sahiptir. Bundan olsa gerek, dinler, ideolojiler, sivil toplum örgütleri, insan hakları kuruluşları/aktivistleri teoride de kalsa, insan onurunu korumayı her şeyden üstün gördüklerini ve insan onurunun ayaklar altına alınmaması için faaliyette bulunduklarını iddia ederler. Dolayısıyla, bugün olduğu gibi, geçmişte de insan onurunu zedeleyen münferit ve kolektif hadiselerin yaşandığı ve bunların da tarihin tescilinde olduğu vurgulanmalıdır. İçinde bulunduğumuz coğrafyanın da, uzak ve yakın geçmişte türlü kötülüklere ev sahipliği yaptığı yadsınamaz bir gerçektir. Buradan hareketle, geçmişte vukua gelen olayları, kaynaklara başvurarak ilmi bir metot ve perspektifle ortaya koymak tarihçilerin görevi olduğu inkâr edilemez. Geçmişle yüzleşerek bu yaşanılanlardan ders/ler çıkarmak ve geçmişle hesaplaşarak daha sağlıklı bir gelecek inşa etmek de toplumun uhdesindedir. Velhasıl, bu yazının gayesi, Akçam’ın yaptığı gibi, asla özcü bir tarih anlayışı/perspektifi karşısına başka bir özcü anlayış/perspektif ikame etmek değildir. Zaten tarihçilerin, tarihe mümin veya münkir edasıyla yaklaşmaması gerektiği, hem makro manada ilmin hem de mikro manada tarihçiliğin olmazsa olmazlarından olduğu ilim insanlarının hemfikir olduğu bir mevzudur.
Bilindiği üzere tarihyazımının kendine has bir metodolojisi vardır. Tarihin ideolojik/sübjektif, özcü, kısmi ve çarpık bir vaziyet almaması için tarihçinin veyahut araştırmacının bahse konu metodolojiye riayet etmesi elzemdir. Bu cümleden olarak, tarihyazımında bir tarihsel olayın veyahut olgunun ortaya çıkarılmasında kaynaklar, kaynak türleri ve kaynak hiyerarşisi olmazsa olmazlardandır. Bunlara ilave olarak tarihçi/araştırmacı, triangularity ve genelleme metotlarını devreye koyarak hem kaynaklardaki bilginin/verinin sorgulamasını yapmalı, hem de yatay ve dikey karşılaştırmalardan hareketle ortaya attığı iddiasını/tezini temellendirmesi icap eder. Tüm bu ön/açıklayıcı bilgilerden hareketle, bu görece uzun yazıda Akçam’ın ortaya attığı “ilk gece hakkı” ile ilgili derli-toplu bir tartışma yürütmeyi deneyeceğim. Bu bağlamda:
1) Tarihyazımında kaynak, ana/birincil kaynak ve ikincil kaynakların ne anlama geldiğini ve sözü edilen kaynak türlerinin nasıl bir hiyerarşi içerisinde kullanılacağını, yani kaynak hiyerarşisini ele alacağım. Devamında tarihyazımında çok gerekli olan genelleme metodunun tek bir hadise veyahut kanıt üzerinden yapılması durumunda ne tür sonuçlara yol açacağını tartışacağım. En sonda ise tarih araştırmalarında tarihçilerin/araştırmacıların kendi tezlerini ispatlamak için üçlü doğrulama tekniği olarak bilinen triangularity metodunun neden elzem olduğunu açıklayıp Akçam’ın iddiasını sorunsallaştıracağım.
2) Akçam’ın “Kürt bölgeleri”nde “Kürt ağaları” tarafından tesis edildiği ve “günlük kültürün bir parçası” olduğunu iddia ettiği “ilk gece hakkı”nın, neden başta Osmanlı arşivleri olmak üzere diğer devletlerin arşivlerine, çeşitli raporlara, basına, seyahatnamelere ve sözlü kültüre yansımamış olduğunu tartışıp sorgulayacağım.
3) Akçam’ın sadece üç “ikincil kaynak”ta geçen spekülatif bir bilgiyi hiç sorgulamadan aktaran on yedi çalışmayı ‘kaynak listesi’ne alarak ve dahası tahrif ederek kullanmasını gözler önüne sereceğim. Bu bağlamda, Akçam’ın M.S. Lazerev’e referansla H. F.B Lynch’te yer almayan bir bilgiyi, yani “ilk gece hakkı” bilgisini, kaynakta varmış gibi vermesini, tabir yerindeyse, ifşa edeceğim. Yine, Akçam’ın referans olarak verdiği çalışmalarda “ilk gece hakkı” ile ilgili bilgilerin yer aldığı pasaj/paragraflarda geçen “Sason Kazası”, “Müküs”, “bazı beyler” ve “bazı yerler” ve “belirli yerlerde” gibi ifadeleri nasıl tahrif ederek ve çarpıtarak “Kürt ağaları” ve “Kürt bölgeleri” şeklinde genelleştirdiğini açığa çıkaracağım. Açıkçası, Akçam’ın ‘ikincil kaynaklar’ına odaklanıp ileri sürdüğü spekülatif iddianın ‘kaynaklar’da ilk olarak ne zaman, nasıl ve ne şekilde geçtiğini ortaya koyacağım. Yani Akçam’ın yaptığı gibi ‘cımbızlama metodu’nu kullanmayacağım. Deyim yerindeyse ‘sondaj metodu’yla, Akçam’ın ortaya attığı bilginin siyak ve sibakına da eğileceğim.
Evvela, Taner Akçam’ın “ilk gece hakkı” iddiasıyla ilgili esas vehametin ‘ikincil kaynaklar listesi’ başlığı altında yayımladıklarıyla başladığını açıkça bir biçimde vurgulamak gerekir. Çünkü Akçam’ın, yayınladığı bu listeyle tarihyazımının en vazgeçilmez ilkelerinden biri olan kaynak hiyerarşisine riayet etmeyi aklına bile getirmediği tebellür etmektedir. Tarih formasyonu almış veyahut tarih alanında araştırma yapan herkes bilir ki, herhangi bir tarihsel araştırmada araştırmanın üzerine inşa edileceği ilk şey kaynaklardır. Daha açık söylemek gerekirse, tarih kaynaklara dayanılarak yazılır. Meslekten tarihçiler, tarihin kaynaklarını, elde ediliş biçimlerine göre ana/birincil kaynaklar ve ikincil kaynaklar şeklinde iki başlıkta tasnif ederler. Ana/birincil kaynaklar, tarihi bir hadisenin meydana geldiği döneme ait olan her türlü bulgu ve belgedir. İkincil kaynaklar, tarihi hadisenin meydana geldiği dönemden sonra oluşan veyahut ana/birincil kaynakları kullanarak vücuda getirilmiş her türlü yazı, yapıt, yazıt ve eseri barındıran kaynaklardır. Biçimlerine/türlerine göre kaynaklar ise yazılı, yazısız, sözlü ve görsel olmak üzere dört ayrı kaynak türünden bahsetmek mümkündür. Tüm bu sözü edilen kaynakların kullanılması belli bir hiyerarşiye dayanmaktadır ki, buna kaynak hiyerarşisi denir. Kaynak hiyerarşisinden kasıt, her hangi bir tarihsel mevzuyu açığa çıkarmada veyahut herhangi bir tarihi konunun yazımında ilk başvurulacak kaynaklar ana/birincil kaynaklardır ve bunlar çalışmanın iskeletini oluşturur. İkincil kaynaklar ise çalışmanın eksik yanlarını tamamlar veyahut çalışmayı daha da zenginleştirir. Gelin görün ki Akçam, ana/birincil kaynaklara bakmadığı gibi, ikincil kaynaklardan istifade ederek “tahrif edilmiş ana/birincil kaynaklara”[Lynch] atıf yapmaktan da kendisini alıkoymuyor.
Şüphesiz, tarih araştırmalarında göz ardı edilemeyecek önemli kaynak türlerinden birinin de sözlü kaynaklar olduğunu belirtelim. Meslekten tarihçilerce malum olduğu üzere sözlü kaynaklar, 1) yazılı kaynaklardaki “bilgi açıkları”nı veyahut eksikliklerini kapatmaya/izale etmeye yardımcı olur. 2) Tarihçinin üzerinde çalıştığı dönemin atmosferini daha iyi anlamasına yardımcı olur. 3) Tarihçiye diğer kaynak türlerini ve bilgi kaynaklarını doğrulamak ya da onlardan kuşkulanmak hususunda fikir verir (Cutler, 1971: 186). Her ne kadar, 19. yüzyıldaki pozitivist perspektifin, akademik camiada yazılı kaynakları sözlü kaynaklara göre “daha doğru” ve “daha güvenilir” olarak kabul gördüğü gerçeği söz konusu olmakla birlikte, yazılı kaynakların doğruluklarını test etmek için tarihçinin başta sözlü kaynaklar olmak üzere diğer kaynak türlerine müracaat ederek karşılaştırma yapmasının kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunu vurgulamak gerekir (Danacıoğlu, 2001).
Bu bilgilerden hareketle, herhangi bir tezi, iddiayı ortaya atan tarihçinin/araştırmacının yapması gereken şey triangularity metodunu devreye sokmaktır. Kısacası bu yöntem, kaynaklardaki bilginin/verinin sorgulanması demektir. Yani ana/birincil kaynakların, ikincil kaynakların ve sözlü kaynakların birbirleriyle sağlamasını yapmaktır. Bu yöntem, araştırmanın daha geniş bir perspektifle ele alınmasını ve araştırmanın farklı bilgi kaynaklarınca doğrulanması demektir. Çünkü ilgililerince malum olduğu üzere, herhangi bir tarihsel araştırmanın sadece tek bir kaynağa veya kaynak türüne dayalı olarak gerçekleştirilmesi bizi doğru sonuçlara ulaştıramaz. Sonuç olarak, triangularity metodu, herhangi bir kaynak veya kaynak türündeki bilginin/verinin eksikliğini, zayıflığını ve sübjektifliğini açığa çıkararak daha doğru bir çıkarıma/sonuca ulaşmayı mümkün kılar. Burada açık bir biçimde görülüyor ki yılların tarihçisi Akçam, az sayıda ‘ikincil kaynak’ta yer alan “ilk gece hakkı” bilgisini, diğer kaynaklarla, kaynak türleriyle sağlamasını yapmadan ve buna gerek bile duymadan piyasaya sürmüştür.
Kuşkusuz, tarihte belli başlı varsayımlara ulaşmak için genelleme metodunun da ayrı bir önemi olduğu yadsınamaz. Bilhassa küresel, karşılaştırmalı ve bağlantılı tarih [connected histories] araştırmalarında genelleme metoduna başvurmak kaçınılmazdır. Bununla birlikte yerel/mikro, sözlü ve diğer tarih araştırmalarında da duruma göre genelleme yapılabilir. Tarih araştırmalarında genelleme, yatay ve dikey genelleme olmak üzere iki şekilde yapılır. Yatay genelleme, ele alınan bir tarihsel olayın/olgunun aynı zaman dilimi içinde aynı veyahut farklı ülkede/coğrafyada/toplumdaki olay ve olgularla kıyaslanması demektir. Tarih araştırmalarında böyle bir yol ve yordam takip edilmezse tarihçinin/araştırmacının yanılma olasılığı olabildiğince artar. Dikey genelleme ise tarihsel bir olayın/olgunun tarihsel süreç içerisindeki benzer olaylarla kıyaslanması demektir. Tarih araştırmalarında dikey genelleme metoduna başvurmadan da herhangi bir tarihi olayı/olguyu, daha doğru bir ifadeyle, tarihsel dönemi anlamanın ve açıklamanın imkânının olabildiğince zorlaştığını vurgulamak gerekir. Bu yapılmadığı takdirde tarihçinin/araştırmacının yanılması ve yanlış çıkarımlarda bulunması kaçınılmazdır. Son tahlilde tarihyazımında genelleme ne kadar gerekliyse, bir olayı tek bir ‘kanıt’tan yola çıkarak genelleştirmek de o derece yanlıştır. Akçam’ın yaptığı, tam da budur. Akçam, tek bir spekülatif ‘kanıt’ üzerinden ortaçağ Avrupası için de çok tartışmalı olan “ilk gece hakkı”nı, “Kürt bölgeleri” ve “Kürt ağaları” ifadeleriyle genelleştirmektedir. Akçam bunu yaparken, bir taraftan kendisinin verdiği ‘ikincil kaynaklar’daki bilgileri tahrif ediyor, öte taraftan yukarıda muhtasar bir biçimde değindiğim hiçbir yöntem ve metoda başvurmaya gerek bile duymuyor. Tüm bu nedenlerden dolayı kendisine yöneltilen eleştirileri de Akçam, bilime, uluslararası alanda tanınan bilim insanlarına/kendisine ve hakikate hürmete, en hafif deyimiyle karşı gelme, inkâr etme veyahut gerçekle yüzleşmeme olarak nitelendiriyor. Kuşkusuz, Akçam’ın kendisine yöneltilen eleştiriler karşısındaki bu yaklaşımı/tutumu gerçekleri yansıtmamaktadır. Eleştirilerin odağında, tek bir kanıttan hareketle genelleme yapılması, az sayıda ‘ikincil kaynak’ta yer alan spekülatif bir bilgiye ihtiyatla yaklaşılmayıp Eric Hoffer’ın deyimiyle “kesin inanç”la ortaya atılması, Lynch örneğinde olduğu gibi kaynaklarda yer almayan bir bilginin varmış gibi kullanılması ve ‘ikincil kaynaklar’daki bilginin tahrif edilmesidir.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi Akçam, söylediklerinin, “çalışmaları uluslararası akademide kabul görmüş” kişiler tarafından kendisinden önce dile getirildiğini ve bizim de hiç sorgulamadan söylediklerini kabul etmemizi bekliyor ve istiyor. Akçam’a şunu hatırlatmak gerekiyor zinhar: Tarihi, “davul ve borazan seslerinin tarihi” olarak tanımlayan, romantik ve idealist tarihyazımının üstatlarından kabul edilen Leopold Von Ranke’nin tanımının üzerinden epey uzun bir zaman geçti. Dolayısıyla, tarihyazımının artık sadece “uluslararası tanınırlığı olan” veyahut küçük bir seçkin grubunun inisiyatifinde olduğu günlerin geride kaldığını bilmemiz gerekir. Daha da önemlisi, bilim insanlarının “uluslararası akademide kabul görmüş olması”, onları yanlış yapmaktan, tahrif etmekten, yanlış ve eksik sonuçlara varmaktan ve en nihayetinde kamuoyunu yanıltmaktan beri oldukları anlamına gelmez. Tıpkı Akçam örneğinde olduğu gibi.
II
Taner Akçam’ın iddia ettiği “ilk gece hakkı” pratiğinin, zorunlu olarak, Birinci Cihan Harbi’nden önceki döneme tekabül etmesi icab eder. Dahası, Akçam’ın “Kürt ağalar” ve “Kürt bölgeleri” kullanımı, olayın münferit olmadığı, aksine yaygın olduğu ve ‘teamül’ haline geldiği gibi bir sonucu imlemektedir. Zaten, tepkilere verdiği cevabi yazısında da Akçam, “bunun günlük kültürün bir parçası olarak konuşulan, türlü şekillerde ifade edilen bir bilgi olduğu”nu tekrarlamaktadır. Pekâlâ, sormak lazım. Böylesine yaygın ve “günlük kültürün bir parçası” olduğu ileri sürülen bir bilginin/olgunun başta Osmanlı arşiv belgeleri olmak üzere Rus, Alman, İngiliz, Fransız ve Amerikan arşivlerinde/yazışmalarında, seyyahların gezi raporlarında/kitaplarında, konsolos raporlarında, Ermeni Patrikhanesi kayıtlarında, Rusya ve Avrupa basınında yer alması gerekmez miydi? Daha da mühimi, Kürtlerin son iki asırda tecrübe ettikleri, savaş, ayaklanma, başkaldırı, kalkışma, kıyam, isyan, göç, sürgün, zorbalık, ‘imkânsız aşklar’ dâhil gündelik hayatın neredeyse tüm alanlarıyla ilgili yaşanmışlıkları, Kürt toplumunda sözlü tarihin en güçlü kaynakları ve taşıyıcıları olan dengbêjlerin kilam ve stranlarında haykırılması gerekmez miydi?
Mevzuyu biraz daha detaylandırmak gerekirse, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren, bilhassa 1858 tarihli Arazi Kanunnamesi’nden sonra Osmanlı’nın Doğu vilayetlerinde Kürtlerle Ermeniler arasında sayısız arazi ve mülk anlaşmazlığının, bekâr/evli kadın kaçırma vakalarının ve baskınların vukua geldiği ve bu hadiselerin/davaların yerel/merkezi idareye ve dış basına yansıdığı malumun ilanıdır. Neredeyse olağan hale gelen saldırı, çatışma ve baskınların neden olduğu güvensizlik atmosferinin 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması’na “(…) Ermenilerin Çerkes ve Kürtlere karşı huzur ve emniyetlerini temin” edilmesi şeklinde bir maddenin yer almasıyla neticelendiği de, Türkiye’de lise ve üzeri eğitim almış tüm bireylerin yakından aşina olduğu bir gerçektir. Arazi ve diğer mülklerin zorla gaspı, Ermeni düğünlerinin basılması ve kız/kadın kaçırma hadiselerinin/davalarının yukarıda sıraladığım kayıtlarda yer alması, buna karşılık “günlük kültürün bir parçası” olduğu söylenen “ilk gece hakkı”nın yer almaması neyle ve nasıl izah edilebilir?
Kuşku yok ki, tarih araştırmalarında arşivler, vazgeçilmez ana/birincil kaynakları barındıran kurumlardır. Bu durum, pek tabii olarak Osmanlı Arşivleri için de geçerlidir. Osmanlı Arşivleri’nde imparatorluktaki topluluklar hakkında çok çeşitli belgelerin mevcut olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, geç dönem Osmanlı arşivinde çalışan tarihçilerin/araştırmacıların, imparatorluğun hudutları dâhilinde bekâr/evli kadın kaçırma ve zina ile ilgili çok sayıda belgenin mevcut olduğu bilgisine vakıftır. Sözü edilen fiillere nazaran daha az ve daha dar bir lokalitede olmak üzere ensest ve tebadül-i zevcatla ilgili kayıtların yer aldığı kaynakların da olduğuna vakıftır arşivde çalışanlar. Ensest ve tebadül-i zevcatla ilgili vereceğim iki örnek, meramımı açıklar sanırım. Her iki örnek de 1890’ların Sason’undan. Konuyla ilgili ilk örnek dönemin Siirt mutasarrıfı M. Safi Paşa’nın 1890 yılında hazırladığı raporda yer almaktadır. Safi Paşa, Sason’daki dört aşiret hakkında bilgi verirken şunları aktarmaktadır: “Hususiyle içlerinde (…) nevahisi halkı, nikâhları kendilerince aziz bildikleri ve devletlû İsmail Hakkı Paşa hazretlerinin kırdırdığı taşın yerine yirmi ve daha ziyade para bırakmakla akdeylemekte ve karılarını yekdiğeri ile değiştirmektedirler. İçlerinde emr-i mesnunu [sünneti] icra eden yoktur. Aralarına hoca gitse tard edip kabul etmezler. Bunlar cebelden çıkıp bir mahale gitmediklerinden ve kimse ile ihtilat edip görüşmediklerinden dünyadan bi-haberdirler. Sason’daki eski manastır ile yemin etmekte ve ekser-i umurda manastır-ı mezkûr papazının nesahihine tevfik-i hareketle adeta Ermenilere temessül ve çok yaşamak için evlatlarına Ermeni ismi takmaktadırlar. Başlarında umumiyete karib Ermeni takkeli ve elbise ise Ermeni elbisesidir. Bunların lisanı Arapça ve muvahheren öğrendikleri Ermenice olup Kürtçe hemen nadir bilirler. Bunlar evlad-ı fatihandan ve bu havali ahalisini İslam’a ithal edenlerin evladı oldukları bazılarının yedlerinde görülen berat ve fermanlarda Abbasîlerden oldukları anlaşılmıştır. Şimdi ise bu hale girmeleri cidden vehbi azim-i esef-i caliptir. Bu hal devam ederse gitgide İslam’dan eser kalmaz” (BOA, Y.PRK.UM. 19/64, 14 Kasım 1890). İkinci örnek de, 1897’de Sason’u ziyaret eden Heyet-i Teftişe Azası Cemal Bey’in hazırladığı layihada karşımıza çıkmaktadır. Layihada Sason’da bir aşiret arasında “zevcelerini birbirlerine mübadele ile vermek usul-ı gayri meşruası[nın] cari ol[duğu]” kaydı yer almaktadır (BOA, Y.PRK.KOM.9/73, 21 Mayıs 1898). M. Safi Paşa’nın birinci örnekte yer verdiği aşiretlerin soyunun Abbasilere dayandığı ve bölgeyi Müslümanlaştırmak için buraya geldikleri ancak sonradan dil, kültür ve yaşam tarzı olarak Ermenilere benzedikleri gerçeğine vurgu yapması calib-i dikkattir. Bu bilgi aynı zamanda, Ermenilerin Kürt beyleri tarafından köle/cariye olarak görüldüğü şeklindeki genel kanıyı, bir nebze de olsa, yıkmaktadır.
Bunların dışında Ermeni cemaatinin kendi içerisinde yaşadığı zina, ensest ve ıskat-ı cenin [kürtaj] ile ilgili vakaların ve soruşturmaların da Patrikhane kayıtlarında azımsanmayacak sayıda yer aldığını not etmeliyim. Konu hakkında kısa bir süre önce Patrikhane Arşivi’ne dayalı olarak ve hususen Konya Akşehir’de vukua gelmiş bir olaydan hareketle yapılan bir çalışma, Patrikhane’nin Ermeni cemaati mensuplarından zina, ensest ve kürtaj gibi hadiselerle ilgili çok sayıda bireysel/toplu dilekçe ve telgraf aldığını, buna bağlı olarak da Ermeni temsilcilerine çok sayıda rapor hazırlattığını ve sorgulama yaptığını ortaya koymaktadır (Suciyan, 2021). Aralarında Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu yerleşim birimlerinin de bulunduğu çok sayıda vilayet, kaza, kasaba ve köylerdeki bir kısım Ermeni’nin Patrikhane’ye gönderdiği dilekçe ve telgraflarda, hadiseler hakkında Ermeni temsilciler tarafından hazırlanan raporlarda ve en nihayetinde yapılan sorgulamalarda “günlük kültürün bir parçası” olduğu söylenen “ilk gece hakkı”yla ilgili herhangi bir bilginin yer almaması akla ziyan değil midir? Dahası, Ermeni Kilisesi kanunlarına göre zina suçtur ve bu suçu işleyenlere, duruma göre “belli süreler cemaate girememe, bazen hayat boyu kutsanmış ekmekten alamama ve Kilise içindeki Pazar ayinlerine katılamama” şeklinde cezalar verildiği (Suciyan, 2017) gerçeği dikkate alındığında “günlük kültürün bir parçası” olduğu söylenen “ilk gece hakkı”nın çok sayıda Ermeni kadınının zinayla suçlanması, cezalandırılması ve dolayısıyla toplumdan dışlanması anlamına gelmez mi? Yine, aynı şekilde olayın failleri olduğu söylenen Kürt beylerinin/ağalarının, kültürel de olsa Müslüman oldukları gerçeği göz ardı edilmektedir. Kültürel Müslüman olsalar dahi ağaların/beylerin işledikleri fiilin İslam şeriatında ‘zina’ olarak adlandırılacağını hatırlatan ve onları böyle zül bir fiili gerçekleştirmekten alıkoymaya çabalayan bir âlim, şeyh ve molla yok muydu? İlave olarak, Kürt beylerinin/ağalarının sahip oldukları söylenen “ilk gece hakkı” fiilinin başta beylerin/ağaların eş/ler/i, çocukları, ailesi, akrabaları ve içerisinde yaşadığı toplum tarafından en hafif tabirle ayıplanması ve kınanması icab etmez miydi? Dahası, “günlük kültürün bir parçası” olduğu söylenen böyle bir fiilin adli ve idari mercilere şikâyet edilmesi, basına yansıması, seyyah ve konsolos raporlarında yer alması, dengbêjlerin stran ve kilamlarında yaşaması ve en nihayetinde içerisinde vukua geldiği toplumda infial yaratması gerekmez miydi? Bu sorulara akl-ı selimle verilecek yanıtlar, mevzuyu açık bir biçimde anlaşılır kılacaktır şüphesiz.
Tarih araştırmaları için vazgeçilmez ana/birincil kaynak türlerinden biri de seyahatnamelerdir. 19. yüzyılı ‘seyyahlar yüzyılı’ şeklinde ifade edersek, yanılmış olmayız herhalde. Çünkü sözü edilen yüzyılda yüzlerce seyyah yerkürenin farklı coğrafyalarındaki topluluklar hakkında yüzlerce cilt kitap yazdı. Bu yazılan kitapların bir kısmı da Osmanlı ve içerisindeki topluluklarla ilgili başka yerlerde bulunmayan bilgiler ihtiva etmektedir. Buradan hareketle, 1819-1914 arasında Osmanlı Kürdistanı ve Ermenistanı’nı gezip dolaşan kırk bir seyyahın hiçbirinin -Akçam’ın iddiasının aksine Lynch’te de bu bilgi yer almaz- bu kadar yaygın olduğu ileri sürülen bir ‘geleneğin’, travel reportslarda yer alması gerekmez mi? Mezkûr kırk bir seyyahın Osmanlı Kürdistanı ve Ermenistanı’ndaki insanların fizyogonomisinden düşünce biçimlerine, folklorundan beslenme alışkanlıklarına, mensup oldukları inançtan etnisiteye, aşiret örgütlenmesinden iktisadi iştigallerine, iklim ve coğrafyanın yapısından konuştukları diyalektlere, doğum, evlenme, ölüm ve bayram merasimlerine/ritüellerine, her iki halkın siyasi ilişkilerinden kirve olmalarına, Kürt ve Ermeni kadınların toplumsal rollerinden misafir odalarının dizaynına değin elliyi aşkın cilt kitap yazıp bölgedeki yaygın olduğu iddia edilen bir teamülden/pratikten bahsetmemeleri hangi akılla izah edilebilir? Bir de seyyahların ekserisinin sahip olduğu oryantalist düşüncede geniş yer kaplayan ‘Şark insanı’, ‘Şark kadını’, ‘harem’ ve ‘cinsellik’ gibi mevzular göz önünde bulundurulduğunda, “ilk gece hakkı” gibi bir olgunun neden seyyahların ilgisini çekmediğini ve kitaplarında yer almadığını insan soramadan edemiyor doğrusu. Bahsettiğim kaynakların tamamı, Akçam’ın ifadesiyle, “internet üzerinden kolaylıkla ulaşılabilecek” kaynaklar olduğu halde neden bakılmadığını anlayabilmiş değilim. İsteyenler şu linkten sözü edilen kaynaklara ulaşabilirler (https://www.jelleverheij.net/19th-century-travel-reports-intro/Bibliography-of-travel-reports.html).
Kürt çalışmaları yapanların vakıf olduğu üzere, Kürtlerin en mühim sözlü kaynakları dengbêjlerdir. Burada dengbêjlerin kilam ve stranlarında yer alan ve doğrudan ‘kadına sahip olma ve cinsellik’ temalarını işleyen ikisi de ağıt tarzında yorumlanan iki örneği paylaşmam, “ilk gece hakkı” etrafında sürdürülen tartışmalardaki kişisel meramımı yeterince açıklar kanaatindeyim. Bunlardan ilki, Ermeni kızı Gülizar’ın Musa Bey tarafından zorla alıkonulmasını ve kişisel direnişini Gülizar’ın ağzından anlatan Gulo’ya Bafille [Ermeni Gülizar] veya Gulê û Haci Mûsa Beg [Gülizar ve Hacı Musa Bey] ismiyle kayıtlara geçen strandır. Hikâyeyi merak edenler kadın bir dengbêj olan Gazin’in sesinden dinleyebilirler (https://www.youtube.com/watch?v=WiuV1Fj4ECI). Özünde bir kız kaçırma olayı olan[2] Gülizar olayının dönemin yerel ve merkezi idaresini uzunca bir süre meşgul ettiği, Avrupa basınında çarşaf çarşaf yazıların yer aldığı ve en nihayetinde toplumda büyük bir infial yarattığı gerçeği, toplumun değer yargılarıyla uyuşmayan hadiselerin hiçbir şekilde hasıraltı edilmeyeceği gerçeğini somut bir biçimde gözler önüne sermektedir. Örneklerden ikincisi ise Îbo Begê Parsînî isimli bir Kürt aşiret reisi ve ailesinin dramını anlatan Îbo Begê Parsînî adıyla kayıtlara geçen strandır. Özetle, Rus işgaliyle birlikte yıllardır Îbo Begê Parsînî’nin evinde hizmetçi olarak çalışan Haçik isimli bir Ermeni gencinin bölgedeki Rus komutanlarla birlikte reisin eşine, gelinine ve kızına ‘sahip olma’ isteği ve sonrasında Îbo Begê Parsînî’nin önce ailedeki üç kadını, akabinde ise Haçik’i, Rus komutanı ve yaveri öldürmesi ve en sonunda da kendi canına kıyması ağıt şeklinde dile getiriliyor. Dileyenler, bahse konu hikayeyi Kürtlerin Homeros’u Şakiro’nun dilinden dinleyebilir (https://www.youtube.com/watch?v=Pw3RDECPZv0&list=RDPw3RDECPZv0&index=1).
III
Taner Akçam, tarafımızdan kaleme alınan ilk yazının giriş paragrafında özetle işaret edilen tepkilerden sonra 10 Mayıs 2021’de kendisine karşı yürütülen “saldırı kampanyası”nın amacının kendisini karalamak ve “tarihsel hakikatler hakkında bilgi kirliliği yaratmak” olduğunu iddia etti. Akabinde, daha önce kullandığı “ilk gece hakkı”na dair iki kaynağın sayısını arttırdı ve “[i]lgili kaynakların orijinal sayfa resimlerini Türkçe çevirileriyle yayınlamanın zorunluluk haline geldiğini” söyleyerek uzunca bir ‘ikinci kaynaklar ve ekler listesi’ yayımladı (https://www.yesayansalonu.com/akcamdanilkgecehakkitartismasi/). Açıkçası buradaki listenin, yılların ‘soykırım uzmanı’ Akçam’ın söz sahibi olduğu konu/lar hakkında ne kadar ve nasıl ‘uzman’ olduğunu göstermesi açısından dikkatle incelenmesinin elzem olduğu belirtilmelidir. Çünkü kaynak olarak verdiği eklerdeki hiç bir çalışma ana/birincil kaynak olarak addedilmemekte, tamamen ikincil kaynak olarak adlandırılan çalışmalardan oluşmaktadır. Akçam, 1915 öncesiyle ilgili ortaya attığı bir iddiaya ‘kaynak’ olarak M. S. Lazarev’in ilk baskısı 1964, ikinci baskısı 1972 yılında yayımlanmış çalışmasını gösteriyordu. Daha da kötüsü, on yedi çalışmadan oluşan listedeki çalışmaların yarısından fazlası, “ilk gece hakkı” bilgisine kaynak olarak Lazarev’in bahse konu kitabını referans göstermektedir. Geriye kalan az sayıdaki kaynak da Lazarev’in bilgi kaynağı olan Tumanskiy’i referans göstermektedir. Akçam’ın listesinde yer alan Ertuğrul Aladağ’ın kaleme aldığı “Toprak Damdan Konuta Evrilmek ve Cinsellik” isimli makalenin ise Kürtler, Kürt coğrafyası ve dolayısıyla Kürt ağaları ile ilgili uzaktan yakından bir ilgisi bulunmamaktadır. Ayrıca, sözü edilen kaynaklarda “ilk gece hakkı” ile ilgili geçen bilgilerin, Akçam’ın “Kürt bölgeleri”nde ve “Kürt ağaları” şeklinde tahrif ederek ve çarpıtarak iddia ettiği gibi geçmediği de not edilmelidir. Lazarev’in Rusya’nın Van Konsolos yardımcısı Tumanskiy’ye refere ettiği ve daha sonra diğer araştırmacıların olduğu gibi alıntıladığı bilgi, mezkûr ‘kaynaklarda’ “Sason’da”, “bazı yerlerde” ve “bazı beyler” şeklinde geçmektedir. Kısacası, Akçam’ın cımbızlayarak, tahrif ederek ve çarpıtarak ortaya attığı iddiasının Tumansky’nin ‘rivayet ettiği’, Lazarev’in de bunu doğrulamadan kitabına aldığı ve sonrasında ise bu bilginin çok sayıda kitap/makale tarafından copy-past edildiği anlaşılmaktadır. Bu yazıda, Akçam’ın ‘kaynak listesi’nde yer alan “ilk gece hakkı” bilgisinin nasıl ve ne şekilde geçtiğini ortaya koyarak, Akçam’ın tahrifatını gözler önüne sereceğim.
Hatırlanacağı üzere Taner Akçam, verdiği röportajda “Kürt ağaları” ve “Kürt bölgeleri” ifadelerini kullanarak, toptancı ve genelleyici bir yaklaşım sergilemektedir. Şüphesiz bu söylem, Osmanlı Kürdistanı’nın tamamında Kürt ağalarının tamamının “ilk gece” hakkına sahip oldukları ve bunun kurumsallaştığı anlamına gelmektedir. Diğer bir ifadeyle Akçam, “Kürt ağaları” ve “Kürt bölgeleri” retoriğiyle iddiasını tüm Kürt ağalarına teşmil ediyor ve “ilk gece hakkı”nın “günlük kültürün bir parçası” olduğunu söyleyerek bunun belli bir vilayette, kazada, mahalde değil, Kürt coğrafyasının tamamında yaşanmış varsayıyor. Ne yazık ki, Akçam’ın verdiği ‘kaynak’larda bile “Kürt ağaları”, “Kürdistan/Kürt coğrafyası” ve “Kürt bölgeleri” gibi ifadeler yer almıyor. Mesela, Akçam’ın ilk ve esas kaynağı olan Lazarev, mevzubahis kitabında bu iddiayı Rusya’nın Van Konsolos yardımcısı Tumanskiy’e refere etmekte ve bunun da 20. yüzyılın başında Sason’da “bazı beyler” tarafından tesis edildiğini söylemektedir. Akabinde Lazarev, Lynch’e referansla “altınla satın alınan” anlamına gelen “zer-kurri”den [zêr-kirrî] bahsetmektedir (Lazarev, 1964: 34’ten akt. Akçam, 10 Mayıs 2021). Görüldüğü üzere, 1) “ilk gece hakkı”nı ilk ortaya atan kişi Lazarev olup, bunu Rusya’nın Van Konsolos yardımcısı Tumanskiy’nin Mayıs 1901 tarihli raporuna dayandırmaktadır. 2) Lazarev, “ilk gece hakkı”nın Akçam’ın iddia ettiği üzere, “Kürt bölgelerinde” ve “Kürt ağaları”nın sahip olduğu genel bir durum olmadığını, “20. yüzyılın başında”, “Sason’da” ve “bazı beyler” tarafından tesis edildiğini söyler. 3) Lynch’in iki ciltlik çalışmasında zaten “ilk gece hakkı”na [right of the first night] dair hiçbir ifade geçmez (Lynch, 1901).
Akçam’ın iddiasına referans olarak gösterdiği kaynaklardan bir diğeri Charles Issawi’dir. Issawi, Lazarev’de geçen bilgilerin aynısını kullanarak Sason’da “bazı beyler”in [some beys] Ermeni köylerinde “ilk gece hakkı”na [right of the first night] sahip olduklarını söyler. Akabinde ise Lazarev’de olduğu gibi Lynch’e atıfta bulunarak “zer-kurri”den bahseder (Issawi, 1980: 66). Bu da gösteriyor ki Issawi, “ilk gece hakkı”yla ilgili bilgiyi olduğu gibi Lazarev’den kotarmıştır. Akçam’ın ‘kaynak’ gösterdiği Ronald Grigor Suny, her iki çalışmasında yer verdiği “ilk gece hakkını” Lazarev’in kitabından alıntıyla Tumansky’nin Mayıs 1901’deki raporuna dayandırıyor ve “Sason Kazası”ndaki “bazı beyler”in Ermeni köylerinde “ilk gece hakkı”na sahip olduklarını söylüyor. Ayrıca Suny, “ilk gece hakkı” ile ilgili olarak Lynch’e de herhangi bir atıf yapmıyor (Suny, 1993: 104; 2015: 19-20). Bu alıntılardan da görüleceği üzere Suny, Akçam’ın “Kürt bölgelerinde” ve “Kürt ağaları” şeklinde herhangi bir genellemede bulunmuyor. Akçam’ın ‘kaynak’ olarak gösterdiği ve Dikran Mesrob Kaligian tarafından kaleme alınan kitaptaki “ilk gece hakkı” bilgisi de Lazarev’in ‘meşhur’ paragrafına dayanıyor ve “Sason Kazası” ile ‘bazı beyler” vurgusu yer alıyor (Kaligian, 2013: 53-54). Akçam’ın ‘kaynak’ olarak gösterdiği Stephan Astourian’in iki çalışması da, “Sason Kazası” ve ‘bazı beyler” vurgusuyla Lazarev’e atıfta bulunuyor (Astourian, 1990: 122; Astourian, 2011: 60). Akçam’ın ‘kaynak’larından biri de İ.A.Orbelî’nin 1982’de Rusça yayımlanan çalışmasıdır. Orbelî, K.N.Yûzbaşyan’a referansla, Müküs’te [Bahçesaray] az olmakla birlikte “ilk gece hakkı”nın olduğunu söyler (Orbelî, 2011: 88). Buradaki bilgiden de anlaşılacağı üzere yazarın, Akçam’ın iddiasının aksine, bunun az olmakla birlikte Müküs’te mevcut olduğunu belirttiğini not edelim.
Akçam’ın ‘ikincil kaynaklar’ından biri de Hagop Barsoumian’ın 1997’de yayımlanmış “The Eastern Question and the Tanzimat Era” isimli makalesidir. Akçam, bu makaleye atıf yaparak “ilk gece hakkı”nın olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Ne yazık ki Akçam, “ilk gece hakkı” ile ilgili neredeyse tüm eserlerde yaptığı tahrifatı/çarpıtmayı ve cımbızlamayı burada da yapıyor. Söz konusu çalışmada Barsoumian, “Muş, Sason, Çatak ve onlara komşu bölgelerde” “1870’lerde başka bir yarı serflik sistemi olan khafir ortaya çıktı” demekte ve bir iki cümle sonra şöyle devam etmektedir: “Belirli yerlerde [In certain places], Ermeni köylünün nikâhında khafir, ilk gece gelini “ziyaret etme” [visit] hakkını saklı tutar” (Barsoumian, 1997: 199-200). Alıntıda da görüldüğü üzere Barsoumian, “belirli yerlerde” notunu düşmektedir. Akçam’ın ‘kaynaklar’ı arasında yer alan Vahan Baibourtian da, 2013 yılında yayımlanan çalışmasında, Kürt feodal beylerinin “bazı yerlerde” [in some places] “ilk gece hakkı”na sahip olduklarını söylüyor (Baibourtian, 2013: 33).
Akçam’ın, iddiasını ispatlamak için verdiği diğer bir ‘ikincil kaynak’ ise Arsen Yarman’ın Palu-Harput 1878 isimli çalışmasıdır. İşin ilginç yanı Yarman’ın “ilk gece hakkı” konusundaki kaynağı Barsoumian’ın yukarıda zikredilen makalesidir. Neyse bunu geçelim, nihayetinde Akçam için bir ‘kaynak’ daha söz konusu. Her şeyden evvel, Yarman’ın Palu-Harput 1878 isimli çalışması, üç rahibin 19. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı’nın Şark vilayetlerindeki gezi ve gözlemlerinin yer aldığı Raporlar isimli esere, açıklayıcı bir girizgâh olarak hazırlanmıştır. Eser, başta Ermeniler ve Kürtler olmak üzere genel manada 19. yüzyıl Osmanlı tarihinin bir panoramasını sunmaktadır. Ana/birincil kaynak vasfını taşıyan üç rahibin bahse konu 550 sayfayı aşkın Raporlar isimli eserinin hiçbir yerinde “ilk gece hakkı”na dair hiçbir kaydın yer almadığını (Yay. Haz. Yarman, 2015) vurgulamak isteriz. Yeri gelmişken, Yarman’ın eserini kaleme alırken sıklıkla müracaat ettiği çalışmalardan biri de Hans-Lukas Kieser’in alanın önde gelen çalışmalarından kabul edilen Iskalanmış Barış (Kieser, 2005) isimli eser olup bu çalışmada da “ilk gece hakkı”na dair herhangi bir bilginin yer almadığını ifade etmeliyiz. Yine, Ermeni araştırmalarının önde gelen isimlerinden Richard G. Hovannisian’ın hem Tarihi Kentler dizisi hem de diğer müstakil çalışmalarında bu bilgiye dair hiçbir kaydın olmadığını belirtmek isteriz.
Tüm bu ön/açıklayıcı bilgilerden sonra Akçam’ın ‘ikincil kaynaklar’ listesinde yer alan Palu-Harput 1878 isimli eserine odaklanabiliriz. Akçam’ın Barsoumian’ın eseri üzerinde yaptığı “kurnazlığı” Palu-Harput 1878 isimli eserde de yaptığı görülüyor. Akçam’ın “kurnaz”lığını deşifre etmek için mezkûr eserdeki pasajı olduğu gibi aktarıyorum: “Barsoumian “hafir” adını verdiği bu yarı serflik benzeri sistem içinde kadınların hem iktisaden ve hem de cinsel bakımdan sömürüldüklerini ve hatta bazı bölgelerde, bir Ermeni köylüsü evlendiğinde Kürt aşiret reisinin ilk gece hakkının bulunduğunu da belirtmektedir. Bu oldukça abartılı bir tespit olarak görünmekle birlikte, Kürtlerin Ermeni düğünlerine müdahale ve kadınları rahatsız ettiklerine Natanyan da tanık olmuştur.”[3] Bu bilgilerden sonra Palu-Harput 1878’i değerlendirecek olursak; 1) Akçam’ın ‘ikincil kaynaklar listesi’nde yer verdiği Arsen Yarman’ın Palu-Harput 1878 isimli eseri üç rahibin Raporlar eseri için yazılan bir girizgâh olup ikinci cilt olarak yayımlanan Raporlar isimli eserde “ilk gece hakkı” diye bir kayıt yoktur. 2) Yarman’ın “ilk gece hakkı” bilgisi kendisinin kaleme almış olduğu ilk ciltte yer alıyor ve konu hakkındaki referansı da Hagop Barsoumian’ın 1997’de yayımlanmış çalışmasıdır. 3) Yarman, “ilk gece hakkı” bilgisine “bazı bölgelerde” kaydıyla yer verir. 4) Yarman, bunun “oldukça abartılı bir tespit” olduğu notunu düşer.
Akçam’ın “Kürt ağaları”nın “Kürt bölgeleri”nde ‘sahip oldukları’ ilk gece hakkına kaynak olarak gösterdiği Ertuğrul Aladağ’ın kaleme aldığı “Toprak Damdan Konuta Evrilmek ve Cinsellik” isimli makalenin ise Kürtler, Kürt coğrafyası ve dolayısıyla Kürt ağaları ile ilgili uzaktan yakından bir ilgisi olmayıp genelde Güneybatı Ege’yi, özelde ise Muğla ve çevresini konu edindiğini de not etmek gerekiyor. Daha da vahimi, muhtemelen Akçam, bu kaynağı görmemiş ve internet ortamından olduğu gibi kopyalamış. Çünkü Akçam, bahse konu kitabın künyesini dahi yanlış vermiş ve kitabı “Muğla Kent Belgeliği Yayını” olarak kaydetmiştir (https://www.yesayansalonu.com/akcamdanilkgecehakkitartismasi/). Lakin internette yaptığımız küçük bir taramada “Muğla Kent Belgeliği Yayınları” diye bir yayınevinin olmadığını, adı geçen kitabın da “Muğla Belediyesi Kültür Yayınları” etiketiyle yayımlandığını müşahede ettiğimizi not edelim.
Taner Akçam, yesayansalonu.com adresinde yaptığı açıklamada sözlü tarih ürünlerinden de iddiasına kaynak göstermeye çabalıyor. Çabalıyor diyorum, çünkü bir önceki paragrafta da değindiğim üzere, Ek 9’da verdiği sözlü kaynaklardan Ertuğrul Aladağ’ın kaleme aldığı “Toprak Damdan Konuta Evrilmek ve Cinsellik” isimli makalenin, Kürtler, Kürt coğrafyası ve Kürt ağaları ile ilgili uzaktan yakından bir ilgisinin olmadığını ifade etmiştim. Söz konusu açıklamada Akçam, ikinci sözlü kaynağını “Varto üzerine doktora çalışması yapmış bir kişinin, alandan topladığı bilgiler” şeklinde veriyor. Peki, doktora yapanın adı soyadı, doktorasının adı, hangi üniversitede/enstitüde ve ne zaman yaptığı ile ilgili tek cümlelik bir künye vermekten neden kaçınıyor Akçam? Yoksa birçok kaynakta yaptığı gibi [bahse konu tahrifatlar bu yazı içinde gerekli yerlere serpiştirildiğinden tekrardan yazmıyorum] belli bir ifadeyi cımbızlayıp tahrif ettiği için olmasın mı?[4] Akçam’ın Ek 9’daki diğer iki sözlü kaynağı da Anjel Dikme ve Zakarya Mildanoğlu’nun anlatımlarına dayanıyor. Mildanoğlu, açıklamasında, “Anadolu’da eski bir Ermeni köyü olan Ekrek’te doğdu”ğunu ifade ediyor. Sormazlar mı, Kayseri il sınırları içerisinde yer alan Ekrek Köyü’ndeki “ilk gece hakkı”nın “Kürt bölgeleri” ve “Kürt ağaları” ile ilgisi nedir diye? Dahası, Akçam’ın “günlük kültürün bir parçası” olduğunu ileri sürdüğü zül bir olgunun, yalnızca iki kişi tarafından dile getirilmesi çeşitli soruları, soruşturmaları ve araştırmaları elzem kılmaz mı?
Son tahlilde Akçam, çok konuşarak, çok yazarak ve çok liste ve ek yayımlayarak haklı olduğunu göstermeye çalışıyor. Ancak, biri ona şunu hatırlatmalı: İlim camiasında çok konuşan, çok yazan ve çok liste ve görsel paylaşan değil, ilgili disiplinin metodolojisini göz ardı etmeyen, ana/birincil kaynaklara başvuran, kaynak hiyerarşisine riayet eden, hiçbir şartta ilim ahlakından ödün vermeyen/ler (yani tahrife, çarpıtmaya, cımbızlamaya, dublikasyona tenezzül etmeyenler) haklı olabilir. Dolayısıyla, Akçam’ın iddiasının tarihyazımı ve tarih metodolojisi açısından hiçbir kıymet-i harbiyesinin olmadığını açıklıkla söyleyebiliriz. Çünkü bir ilim olarak tarihin dünyanın her tarafında kabul görmüş metodolojisi, ‘kurallar’ı ve teamülleri var. Kuşku yok ki bunların ilki ve en mühimi, ortaya attığınız bir iddiayı kaynaklara dayandırmanız, kaynak hiyerarşisine riayet etmeniz ve en nihayetinde üçlü doğrulama metodunu kullanmanızdır. Bunu yapmadığınız takdirde, iddianız veyahut çalışmanız daha baştan sakat veyahut ölü doğmuş demektir. Kaynaklara dair tüm bu söylediklerim, kaynak fetişizmi olarak algılanmamalıdır. Çünkü kaynaklar, tarihyazımının vazgeçilmezidirler ve ben de sadece bir kaynaktan ve kaynak türünden söz etmiyorum; aksine tüm kaynak türlerinin birbirleriyle karşılaştırılmasının, sağlamasının yapılarak kullanılmasının ve kaynakların birbirleriyle sınanmasının tarihyazımının vazgeçilmezi olduğuna dikkat çekiyorum. Diğer bir not da Akçam’ın üstenci ve pejoratif üslubu ile ‘efendi’ ve hakikat tekelcisi edasıyla sergilediği kolonyalist ve self-oryantalist tutumuna. Bir konuda ‘uzman’, titr sahibi ve “uluslararası akademide” tanınıyor olmanız, size başkalarını ‘kendince’ küçümseme, aşağılama ve onları hizaya getirme hakkı vermez. Yazının sonunda şu konuda Akçam’la aynı fikirde olduğumu ifade ederek yazımı noktalayayım: “… [U]nutmayalım ki bizi koruyacak ve özgürleştirecek olan hakikate hürmettir.” Tüm bu yazılanlardan sonra Akçam’ı “hakikate hürmet”e davet ediyor ve bunun gereğini yapacağını umuyorum.
KAYNAKÇA
Arşiv Belgeleri
BOA, Y.PRK.UM. 19/64, 14 Kasım 1890.
BOA, Y.PRK.KOM.9/73, 21 Mayıs 1898.
Telif Eserler
Akçam, Taner, “Taner Akçam: Gönüllü bir katılım olmasaydı, bu kadar insan öldürülemezdi”, https://www.gazeteduvar.com.tr/taner-akcam-gonullu-bir-katilim-olmasaydi-bu-kadar-insan-oldurulemezdi-haber-1519773, Erişim Tarihi: 12 Mayıs 2021.
Akçam, Taner, “ ‘İlk Gece Hakkı’ Tartışmasına Dair”, https://www.yesayansalonu.com/akcamdanilkgecehakkitartismasi/, Erişim Tarihi: 12 Mayıs 2012.
Aladağ, Ertuğrul, “Toprak Damdan Konuta Evrilmek ve Cinsellik”, A. Durakbaşı ve Ö Şahin (ed.), Yerel Tarih Yöntem ve Deneyimler – II. Sözlü Tarih Atölyesi içinde, Muğla Belediyesi Kültür Yayınları, Muğla 2007, ss. 84-97.
Astourian, Stephan, “The Armenian Genocide: An Interpretation”, The History Teacher, Vol: 23, No. 2, February 1990, pp. 111-160.
Astourian, Stephan H., “The Silence of the Land: Agrarian Relations, Ethnicity, and Power”, in Ronald G. Suny, Fatma M. Göçek and Norman M. Naimark (eds.), A Question of Genocide: Armenians and Turks at the End of the Ottoman Empire, Oxford University Press, Oxford 2011, pp. 55-81.
Baibourtian, Vahan, The Kurds, The Armenian Question and The History of Armenian-Kurdish Relations, No Publishinghouse, Ottawa 2013.
Barsoumian, Hagop, “The Eastern Question and the Tanzimat Era.” In The Armenian People from Ancient to Modern Times, ed. Richard G. Hovannisian. St. Martin‟s Press, New York 1997, pp. 175-201.
Cutler III, William W., “Oral History: Its Nature and Uses for Educational History”, History of Education Quarterly, 11 (2), 1971, pp. 184-194.
Danacıoğlu, Esra, Geçmişin İzleri: Yanıbaşımızdaki Tarih İçin Bir Kılavuz, İkinci Basım, Tarih VakfıYurt Yayınları, İstanbul 2012.
Issawi, Charles, The Economic History of Turkey 1800-1914, The University of Chicago Press, Chicago & Londra 1980.
Kaligian, Dikran Mesrob, Armenian Organization and Ideology under Ottoman Rule 1908-1914, Revised Edition, Routledge, Londra & New York 2017.
Kieser, Hans-Lukas, Iskalanmış Barış: Doğu Vilayetleri’nde Misyonerlik, Etnik Kimlik ve Devlet 1839-1938, çev. Atilla Dirim, İletişim yayınları, İstanbul 2005.
Lynch, H.F.B., Armenia: Travels and Studies, vol. II, Logmans, Green and co., London & New York, 1901.
Suciyan, Talin, “ ‘Kimsenin Yüzünü Görmedim, [çocuk] Dayımdandır’: 1856’da Konya Akşehir’de, Ermeni Kilisesi’nde Çözülememiş Bir Dava”, Altınbaş Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 2 Sayı 2 | Kış 2017, ss. 33-42.
Orbelî, İ.A, Li Muksê Folklor û Jiyana Rojane, Werger: Têmûrê Xelîl, Weşanên Nûbîhar, İstanbul 2011.
Suciyan, Talin, “Contesting the authority of Armenian Administration at the Height of Tanzimat: A Case of Incest, Adultery and Abortion”, Reflektif Journal of Social Sciences, 2021, Vol. 2(1), pp. 29-47.
Suny, Ronald Grigor, Looking Towards Ararat: Armenia in Modern History, Indiana University Press, Bloomington & Indianapolis 1993.
Suny, Ronald Grigor, “They Can Live in the Desert but Nowhere Else”: A History of the Armenian Genocide, Princeton University Press, Princeton & Oxford 2015.
Yarman, Arsen, Palu- Harput 1878: Çarsancak, Çemizgezek, Çapakçur, Erzincan, Hizan ve Civar Bölgeler-Adalet Arayışı, c. I, İkinci Baskı, Belge Yayınları, İstanbul 2015.
Yarman, Arsen, Palu- Harput 1878: Çarsancak, Çemizgezek, Çapakçur, Erzincan, Hizan ve Civar Bölgeler-Raporlar, c. II, İkinci Baskı, Belge Yayınları, İstanbul 2015.
[1] Dr., Serbest Araştırmacı
[2] Bu ifademden, olayı olumladığım veyahut küçümsediğim anlamı çıkarılmamalıdır. Bahse konu dönemde görece yaygın olan kız/kadın kaçırma vakalarının dahi bir şekilde başta dengbêjlerin kilam/stranları olmak üzere sözlü anlatılara konu olduğu göz önünde bulundurulduğunda “günlük kültürün bir parçası” olduğu iddia edilen “ilk gece hakkı”nın yer almaması, hiçbir şekilde ve gerekçeyle izah edilemez zinhar.
[3] Arsen Yarman, şu cümlelerle Boğos Natanyan’ın tanıklığına yer verir: “… Ermenilerin düğünlerine de müdahale ediyorlar. İstedikleri kızı veya oğlanı vermeyecek olurlarsa, ailelerini ağır vergiler ödemek zorunda bıraktıktan başka, istedikleri kişiye zorla papaz nikâhı kıydırıyorlar. Papaz nikâhı kıymayı reddederse ona da eziyet ediyorlar. … [Palu’da] Her köye yerleşmiş ağa ve beyler var. Bunlar işledikleri yüzlerce suçun yanı sıra, duyulmamış bir zorbalık daha yapmaktadırlar. Ve bu zorbalık bizim kaymakamlık zamanımıza kadar süregelmekteydi. Bir genç kız başka köyden bir delikanlı ile nişanlandığında, beyler müdahale ediyor, keyiflerine uygunsa rüşvet karşılığında nikâha izin veriyorlar. Aksi halde genç kızı kendilerinin onayladığı başka bir delikanlıyla zorla evlendiriyorlar. Eğer papaz nikâhı kıymazsa kendi mollalarıyla işi hemen hallediyorlar” (Yarman, 2015: 107).
[4] Bu arada, Akçam’ın “ilk gece hakkı” iddiasını ortaya attığı röportajın akabinde gelen tepkiler sonrasında bölge ve konu hakkında çalışmalar yapan birkaç kişiyle iletişime geçerek “ilk gece hakkı”na dair ellerinde belge-bilgi olup olmadığını da sorduğunu kayıtlara geçelim.