Kürdistan Mücadelesinde Yılmaz Bir Savaşçı: Mela Mıhemedê Palo
Kürd toplumsal grupları arasında kendilerini Kırd olarak adlandıran ama günümüzde daha çok Zaza adıyla tanınan gruptan birçok şahsiyetin Kürd milli mücadelesinde öncü olarak veya ön saflarda yer aldığı biliniyor. Örneğin Mela Selim Efendi, Seyit Rıza, Kürdizade Ahmet Ramiz, Halil Hayali, Dr. Nuredin Zaza, Faik Bucak, Sait Elçi, Dr. Sait Kırmızıtoprak, Necmettin Büyükkaya gibi birçok şahsiyeti sayabiliyoruz. Ama pek bilinmeyen, tanınmayanlar da az değildir. Örneğin, Kürd milli edebiyatında önemli bir yeri olması gereken Palu’nun Sêraçûr köyünden Mela Ehmedê Palo’yu, yine yayınladığımız divanlarıyla Mehdî Özsoy ile Palu’nun Necaran köyünden olan şair Xal Sebrî’yi gün tanıttık.[1] Bu yazıda ise, Kürd milli mücadelesinde adı önemli şahsiyetler arasında yer almayı fazlasıyla hak eden, Mela Mustafa Barzani’nin kendisine “General Paloyî” dediği Mela Mıhemedê Palo’yu anlatmaya çalışacağım.[2]
Köylülerinden derlediğim bilgiyi kısaca aktarayım önce. Palu’ya bağlı Zuvêra Qije (Küçük Akbulut) köyünde, 1926 yılında dünyaya gelmiş. Adı Mahmut, babasının adı Mehmet, dedesinin adı İsa’dır. Köyünde Mehmê Mihê Îsî olarak bilinir. Soyadları Kaymaz’dır. Genç yaşta bir olaya karışır, arkadaşları suçu üzerine atar. Böylece tutuklanır ama bir süre sonra bir şekilde kapının anahtarını ele geçirir ve hapishaneden firar ederek köyüne kadar gelir. Arkasından gelen takibattan saklanarak kurtulur. İzini kaybettirmek için Diyarbakır’ın Hani ilçesi merkezine gider, orada Şeyh Ahmed medresesinde okurken Mela İsmail adında bir köylüsü onu tanır ve durumunu açıklar. Bunun üzerine oradan ayrılarak Diyarbakır’a gider. Kısa bir süre orada kalır ama tutunamayacağını anlayınca daha çok köylerdeki medreselerde fakihlik yaparak izini kaybettirmeye çalışır. Böylece Botan bölgesine kadar gider. Askerlik çağı geldiğinden ve aranma durumu da olunca 1940’lı yılların sonunda Güney’e geçerek izini kaybettirince memleketinde unutulur gider. Köyünde ise, Hasan Kaymaz adında kendisinden büyük tek kardeşi hiç evlenmeden, kimsesiz ve yoksul bir hayat sürdükten sonra 2006 yılında vefat eder.[3]
Yaşları geçkin olan birkaç köylüsünün kendisi hakkında bölük pörçük hatırlayabildiği bu kadar. Ama rahmetli Şerafettin Elçi, kendisi hakkında “Çok meşhur, lider pozisyonunda olan Molla Mehemê Paloyî vardı ki, Türkiye tarafından, bizim bölgelerde fakihlik yapmış bir kişiydi. Barzani hareketi başladıktan sonra buraya gelmişti.”[4] diyor. Daha çok Zaho’da yaşadığından, Kuzey’den Güney’e geçen birçok kişi bir şekilde kendisiyle karşılaşmış, tanışmıştır. Bunlardan biri, Saitler Olayı[5] ile ilgili yazılarında kendisinden bahseden Şakir Epözdemir’dir. Bundan dolayı, Mam Şakir’den kendisi hakkında bildiklerini etraflıca anlatmasını rica ettim, sağolsun bildiklerini yazıp gönderdi. Ama Mam Şakir’in anlattıklarını aktarmadan önce, Mela Mıhemedê Palo’nun büyük oğlu Mela Zeki’nin anlattıklarını aktarayım:
“Babam, Şeyh Sait Efendi’nin Diyarbakır’da idam edildiği yılın hemen sonrasındaki baharda dünyaya gelmiş. Bu da 1926 yılı baharıdır. Bir olay oluyor, tutuklanıp Bingöl Hapishanesi’ne konuluyor ama bir yolunu bulup hapishaneden yalınayak firar ediyor. Ayakları yara bere içinde yolda rastladığı bir çobanın keçesinden çarık dikiyor kendisine, bu şekilde köyü Zuvêr’e kadar gidiyor. Köyünde takibata uğruyor fakat saklanıyor, ele geçmiyor. Hani’ye gidiyor, tanınmasın diye babasının adı olan Mıhemed isimini kullanıyor artık. Hanili Şeyh Ahmed’in medresesinde okumaya başlıyor. Fakat orada kendisini tanıyan bir köylüsü onu görüp durumunu açıklayınca, yerini değiştirmek zorunda kalıyor, Diyarbakır’a gidiyor. Ama orada da fazla kalamıyor. Medrese medrese dolaşarak Botan tarafına gidiyor, medreselerde fakih olarak okumaya devam ediyor. Bu şekilde kaçak olarak saklanamayacağını anlayınca, Güney’e geçiyor, Şeyh Ahmed Barzani medresesinde epey bir süre kalıyor. Yıl takriben 1947 falan olmalı. Sonra Kuzey’e dönüyor, okumasını sürdürüyor. Fakat asker kaçağı durumundan dolayı bu kez İran tarafına geçiyor. Şino ile Mahabad arasında kalan Geldiyan adında bir köyde bir süre Mela Salihê Geldiyanî’nin yanında okuduktan sonra tekrar Kuzey’e geri dönüyor. Birçok yerde dolaştıktan sonra netice Silopi dolaylarında Seyîd Hesenê Gırıkî’nin yanında on iki ilim derslerini tamamlayıp icazetini alıyor ve Cudi dağı eteklerinde kalan Bılıgan köyünde fahri imamlık yapmaya başlıyor. Orada annem Haci Salih’in kızı Meryem’le evleniyor. Bu Haci Salih, meşhur Mela Elîyê Besnayê’nin oğludur, Şırnaklıdırlar. Orada Sefure adında bir kız çocukları oluyor ama kısa süre sonra ölüyor. Sonra ikinci çocukları olarak 1961 yılında ben dünyaya geliyorum. Bir süre Bılıgan’da kalıyoruz fakat devlet kendisinden haberdar olunca, Güney’e geçtik.
Bu dönemi hatırlıyorum. Önce Nıhala Sılêmani adında küçük bir köye gittik. Cudi dağının öbür yüzünde, Güney tarafında çukurluk bir yerde kalıyor. Orada bir süre kaldıktan sonra Dehlıka Melek’e gittik, o zamanlar çok mamur bir köydü, 170 hanesi vardı, şimdi bu çatışmalardan dolayı harabedir. O zamanlar Mela Mustafa Barzani hareketi devam ediyordu. Babam zaten önceden Kürdistan Demokrat Partisi üyesi olduğundan birçok kişiyi tanıyordu. Mela Mustafa Barzani kendisine çok değer verirdi. Böylece Mela Mustafa’ya gitti. Mela Mustafa kendisini bir nevi Şeriat Mahkemesi olan Hallul-Meşâkil Heyeti reisliğine atadı, yani Mahkeme Kadılığı gibi bir kurum olmalı. İşte Mela Behcet, Mela Mehmûdê Nordinî Goyî, doğu Kürdistanlı Mela Sadin Saleh ve birkaç hocayı daha yanına veriyor. 11 Mart 1970’te Otonomi ilan edilene kadar Peşmerge olarak bu görevi yürttü. Fakat Otonomi sürecinde Zaho’ya yerleşti.
Zaho’da babamdan Kürdçe ve Arapça ders alırdım, aynı zamanda okula da giderdim. Ama 1974 yılında Kürdlerle Saddam Hüseyin arasında ağır bir savaş patlak verdi. Babam, hemen yanındaki dört yiğit fakihini de alarak cepheye savaşa gitti. Babamın içinde olduğu cephe Bêtuwate Güçleriydi. Savaş taktiklerini zekice kullanınca amir-i batalyon, yani alay komutanı oldu. Batalyon, aslında alay ile tabur arası bir askeri birimdir. Bin kadar Peşmergeye komutanlık ediyordu. Savaş taktiklerini zekice uyguladığını görünce, Mela Mustafa Barzani kendisine “General Paloyî” unvanını verdi. Gerçekten de savaş taktikleri konusunda çok zekiydi, girdiği bütün savaşlarda hiç kayıp vermeden düşmana büyük zayiatlar vererek onları geri çekilmek zorunda bırakırdı. En önemli cephe savaşı Şişar Dağı Savaşı[6] idi. Bu dağ, Hoşnav ile Balisan arasındaki bölgede, Kasırmakus ile Erbil arası bir yerdedir. Hangi kuvvet oraya gittiyse mutlaka ardında çok sayıda ölü ve yaralı bırakarak geri dönmek zorunda kaldı. Babam, “Akşam bir Peşmerge arkadaşımızı bir tulum ile vadi yatağındaki çeşmeden su almaya gönderiyorduk, dönene kadar sabah güneş doğmuş oluyordu” derdi.
Barzani direnişleri tarihinde çok önemli bir yeri olan Berdereş köyü direnişini, yine General Paloyî batalyonuyla gerçekleştirdi, düşmanın, savunma hattını kırıp ilerlemesine izin vermedi, ta ki Peşmergeler ve aileleri tamamen İran tarafına çekilene dek. Berdereş, Bêtuwate bölgesinde Şişar dağı eteklerinde bir kasabadır şimdi. Tam elli dört gün büyük bir cephe savaşı yaşanmış orada. Babamın batalyonu, yer altında tüneller kazmış, düşman tank ve top atışları, uçaklarla bombarduman yaptığında yer altındaki bu tünllerde gizlenmişler. Ama cephe savaşında yerlerinden çıkıp düşmana yol vermemişler. Bu elli dört günlük sürede sadece Ferman Jîrikî adında tek bir şehit vermişler.
Cezayir Anlaşması[7] imzalanınca Kürdlerden önemli bir kesim teslim olmak zorunda kaldı, kimi Kuzey’e döndü, önemli bir kısmı [180 bin] da İran tarafına geçmek zorunda kaldı. Bu süreçte General Paloyî geri çekilmedi, yaklaşık yüz kadar bir peşmerge gücüyle dağlarda savaşmaya devam etti. İşte o zaman, Mela Mustafa Barzani kendisine yaptığı çağrıda savaşı durdurmasını, yoksa Hareketlerinin yok olmayla yüzyüze kalabileceğini söyleyince, babam Peşmergeleriyle birlikte dağdan indi.
Babam geldi. Annem, ben, erkek kardeşim Mehemed Tahir ve kız kardeşim Bahar’ı aldı, birkaç ufak tefek öteberi yanımızda, iki Peşmergeyle küçük bir Landrowere bindik. Haciumran kapısından İran tarafına geçtik, Işneviye köyüne vardık önce, Şino şehri kenarında bir köydür. Orada bir ay kadar kaldık. Sonra, İran devleti bizi arabalara bindirdi, ağır ağır yol alarak, altı günde ancak Kirmanşah’a ulaştık. Kirmanşah’ta beş altı ay kadar askeri bir kampta kaldık.[8] Oradan da bizi polis kontrolünde olan bir kampa naklettiler. Daha sonra, İran devleti, biz Kürdleri altışarlı aileler şeklinde bölerek İran’ın farklı bölgelerine dağıttı. Biz, Rusya sınırında, Hazar Denizi kıyısında, Gilan’a bağlı Şefte’ye götürülen aileler arasındaydık. Orada Farsça ortaokul okumaya başladım. Fakat orada duramadık, babam ‘Buranın ekmeğini yiyemiyorum’ diyerek 1978 yılında İran’dan döndük. Tanınanacağı endişesiyle babamın memleketi olan Palu’ya gitmedik, Şemdinli’ye gittik. Babam orada nüfus kaydını yaptı, Mehmet K… adıyla yeni bir kimlik aldı. Masîrê (Balıklı) adında Şemdinli’nin küçük bir köyünde kaldık, bu köy Masîrê dağı kenarındadır. Sonra Gare köyüne geldik, babam birkaç yıl orada fakihlere ders verdi. Şemdinli bölgesinde, babamdan altı ay-bir yıl ders almayan imam yok gibidir. Ben orada evlendirildim.
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında babamın medresede ders vermesi devletin baskısıyla karşılaştı. Devlet, babamın Mela Mıhemedê Palo olduğunu bilmiyordu, Şemdinlili sıradan bir fahri imam olduğunu sanıyordu. Babam, oralarda kalmanın mümkün olmadığını anlayınca yerini değiştirdi, Helanê köyüne taşındı. Bu köy İran sınırında sapa bir yerde harika büyük bir köydür. Bir yıl falan orada kaldı fakat devlet yine kendisini rahatsız edince, bu kez İran tarafına geçti. Mêrgever’in bir köyü olan Gırıkê’ye giti, Gırıka Seyid Aziz olarak meşhurdur. Sekiz dokuz yıl kadar orada kaldı. Hem köy imamlığı yaptı hem medresede ders verdi. Ben Şemdinli bölgesinde evlendiğimden dolayı, eşimin akrabalarının yanında kaldım.
Güney’de Kürd Otonomisi yeniden oluşunca, 1992 yılında Mêrgever’den Güney’e geçti. Önce Mezne’ye gidiyor, bu köy Soran bölgesinde Deyana yakınlarındadır. Bir müddet orada kalıyor. Sonra Mesut Barzani kendisini resmi bir şekilde Diyanet sorumlusu olarak Erbil’e tayin ediyor. Fakat kendisi, Zaho’da tanıdıkları olduğundan, Mesut Barzani’den Zaho’ya veya Musul taraflarına tayin edilmesini istedi. Güney Yönetimi Diyaneti, kendisini Zaho Diyaneti başkanı olarak atadı. 1995 yılından 2001 yılına kadar bu görevi yürüttü. Görevinden istifa ettikten sonra yerine Mela Ehmedê Şirnexî tayin edildi. Netice, 7 Nisan 2007 günü Zaho’da Allah’ın rahmetine kavuştu. Mezarı Zaho Ziyareti’nde Ebasîka denilen yerdedir.”[9]
Oğlunun anlattıkları bu şekilde. Yukarıda adı geçen Mela Mehmûdê Nordînî Goyî’nin eşi Saliha hanımın anlattıklarını da aktardıktan sonra Şakir Epözdemir’in anlattıklarını aktaralım:
“Biz Mela Mıhemedê Palo demezdik, o zaman ‘Melayê Palo’ adıyla biliniyordu. Rahmetli Melayê Palo evimizden biri gibiydi, evimize çok gelip giderdi. Her seferinde bir gün, iki veya üç gün evimizde kaldığı olurdu. Kocam Mela Mehmûd Hallul-Meşâkil’de hakim idi. Melayê Palo’nun Parti kadrosu olduğunu biliyorduk, kocamla birlikte hakimlik yapıyordu. Kocamın hem arkadaşı hem yakın dostuydu. Çoğu kez Melayê Palo, Elî Halo, Emerê Lealê, Osman Qazî, Sadîn Saleh ve Emerê Saleh evimize gelir, yemeklerini yer ve kocamla birlikte çıkar giderlerdi. Rahmetli Melayê Palo çok rahat ve mülahim biriydi. Fakat dünya hali açısından oldukça yoksuldu. Aslında o zamanlar hepimizin hali vakti pek yoktu. Melayê Palo mizahi tarafı güçlü, şakacı birydi. Şakayla karışık ince eleştiriler yapar, arkadaşlarını uyarırdı. Çoğu kez kimi şakalarına karnımız çatlayana dek gülerdik.
Kürdistan devrimi 1975 yılında çökünce Kuzey Kürdistan’a döndük. Bir daha Melayê Palo’yu görebileceğimi düşünmüyordum, ya da vefalı çıkıp yine bize ziyarete gelebileceğini hiç aklımdan geçirmedim. Ama 1994 yılında tekrar Kuzey’den Zaho’daki evimize dönmek zorunda kalınca Melayê Palo belki on kezden fazla bizi ziyaret edince ne kadar vefalı bir insan olduğunu gerçekten anladım.
Hep beraber çok güzel günler geçirdik, birçok anımız oldu. Bir keresinde, savaş ortamıydı, ben de kalktım evde bulunan nohutu köyümüz Nordînan’dan satmak için Zaho’ya gönderdim, parasıyla da yatak yorgan yüzü ve pamuk aldım, iki kat yatak yaptım. Baktım bizim Mela Mehmûd ile Melayê Palo kapıdan çıkageldiler. Kızım Nesrin, yeni yaptığım döşekleri getirip serdi ve ‘Baba, annem bunları yeni yaptı’ dedi. Tam savaş ortamıydı, evden dışarı çıkamıyordu kimse, savaş uçakları her tarafı bombalıyordu. Bizim Mela Mehmûd, Melayê Palo’ya ‘Saliha’nın yaptığını görüyor musun? Dünya ne halde, sabaha çıkıp çıkmayacağımızı bilemiyoruz, şunun yaptığına bak hele! Sen benle Saliha’nın mahkemesini yap’ deyince, Melayê Palo ‘Seyda, keşke bütün kadınlarımız Saliha kardeşim gibi olsaydı. Hakkı ne ola ki? Ancak kendisini takdir etmeliyiz. Bak, bu gece size misafirim. Bu yatakları yapmasaydı eğer, ne serecektiniz? Yaptığı sizin için yüz akıdır’ dedi. Bizim Mela Mehmûd, Melayê Palo’ya dönerek ‘İyi bir hakimsin, dostumsun. Mahkemede beni haklı çıkaracağını düşündüm. Hele yaptığına bak!’ diye takılınca hem beraber güldük.”[10]
Mela Mıhemedê Palo ile Zaho’da 1992 yılında tanışan ve uzun bir süre dostlukları devam etmiş olan şair ve yazar Lezgîn Gıravî’den de sordum kendisini. Şunları anlattı:
“Dostum Hacî Jîrikî bizi tanıştırmıştı. Evi Zaho’da Şabanîke mahallesindeydi. Hep Kürd kiyafetleri giyinirdi, başında siyah bir sarığı vardı. Fakat biz onu Melayê Palo adıyla bilirdik. Büyük bir yurtseverdi. Uzun bir süre Kuzey’de KDP temsilciliğini yapmış, Mela Mustafa Barzanî’nin yakın arkadaşıymış. Eylül Devrimi dönemimde Kuzey’de topladığı birçok yardımı Güney’e ulaştırmış. Yine Kuzey’de bir çok kişiyi Parti’ye üye olarak kazandırmış. Melayê Palo, Bağdat Hükümeti güçlerine karşı da çok büyük direnişler geliştirmiş. Fakat hiçbir zaman uğruna çektiği bunca zametin karşılığını, haakettiği vefakarlığı göremedi bizimkilerden! Bundan dolayı çok kırgındı. Doğrusu, Kürtlük konusunda gevşek davradıklarından ve içlerinde adaletsiz olduklarından dolayı, bütün Kürt partilerine kızgındı. Hep maddi zorluk çekti. Böyle yoksunluk içinde yaşadığından bir keresinde Mam Celal’e gittiğini biliyorum. Mam Celal kendisine biraz para yadımında bulunmuştu.”
Şakir Epözdemir Amca’nın ise, Mela Mıhemedê Palo hakkında kendisine yazılı olarak sorduğum soruya 09.12.2019 günü Kurmancî diyalektiyle verdiği yazılı cevabını da Türkçeye çevirerek olduğu gibi aktarıyorum:
“Mela Mıhemedê Palo ile ilk kez 1971 yılında Zaho’da karşılaştım. Sanırım Nisanda idi. Sait Elçi’nin talebi üzerine Dr. Şıvan ile Sait arasında oluşan gerginliği gidermek için Güney’e gitmiştim. Sait abiyle buluşmak için Tatvan’dan Diyarbakır’a doğru yola çıktığım gün, küçük el radyosundan Diyarbakır, Şırnak ve Siirt illerinde sıkıyönetimin ilan edildiği haberini duydum.
Sait Elçi, gidip Dr. Şıvan’ı ikna etmemi, aramızdaki gerginliğin, ayrışmanın büyümemesini istedi benden. ‘Cizre’ye Şerafettin Elçi’ye git, karşıya nasıl geçeceğini kendisi anlatır sana’ dedi. Cizre’ye gittim. Silopi’den gelen bir pikap beni Haci Kadir’in evine götürdü. Oradan da beni pikapla Silopi Ovası’na, sınıra yakın bir yere götürüp Çeko’ya (Hikmet Buluttekin) teslim ettiler. Çeko, uzun boyuyla orada beni bekliyordu. Pikap döndü, benle Çeko bir ormanlığa doğru yaya olarak yürüdük. Karanlık çökünce dört jandarma geldi, adam başı iki lira aldı. O gün kim bu şekilde gümrük parasını verdiyse Hêzil nehrinden Zaho tarafına geçti. Çeko beni Bêgova adında meşe ağaçlarıyla kaplı bir köye götürdü. O gece bu köyde uyuduk, sabahleyin Zaho’ya, Pıra Delal’in oraya gittik. Orası çok güzel bir yerdi, köprünün yanındaki çay bahçesinde Mela Mıhemed ve birkaç arkadaşıyla tanıştım. Çeko bizi tanıştırmıştı.
İlk kez burada Mela Mıhemedê Palo’yu tanıdım. Birlikte bir çay içtik. Çeko ‘Şakir abi, kendisi gelmeden biz Osman Qazî’nin Ofisine gidelim’ deyince, KDP Zaho Ofisine gittik. Osman Qazî de geldi, birer çay içtikten sonra Parti’ye ait bir pikaba bindik, Dr. Şıvan’ın kampına gitmek üzere Dışêş’e doğru yola koyulduk.
İkinci karşılaşmam, 23 Haziran günü, Musul’da Derwêşê Sadoyla ayrılmıştık, Derwêş Gılala’ya gitti, benle Mela Yunus Zaho’ya doğru yola çıktık. Zaho’da indik, Pıra Delal’a gittiğimizde baktık seyda Mela Mıhemedê Palo da orada. ‘Dr. Şıvan’a nasıl ulaşabilirim’ diye kendisine sordum. ‘Sanırım Dr. Şıvan Gılala’da olmalı, Osman Qazî’ye git, kendisi daha iyi bilir’ dedi. Oğlunu yanıma kattı, Ofise gittim. Osman’ın evde olduğu söylediler. Seydan’ın oğlu beni evine götürdü. Görüştük. Osman, Sait’in Zaho’ya geldiğini bilmiyormuş gibi tuhaf şeyler anlattı. Konuşması hoşuma gitmedi. Israrla beni Dr. Şıvan’ın kampına göndermesini istedim. Dr. Şıvan’a gitmemin en doğrusu olacağını düşünmüştüm. ‘Tamam’ deyince ‘Çarşıda bir arkadaşım var, gidip onu da buraya getireyim, öylece Dr. Şıvan’ın kampına gideriz’ dedim.
Mele Mıhemed’in yanına geldim. Seyda ‘Ne yaptın?’ diye sordu. ‘Osman, Kürdistan’ın başı hakkı için yemin ederim, Sait’i görmüş değilim diyor. Eğer Ofisime gelmiş olsaydı, burada misafir kalırdı, haberim olurdu, dedi bana’ diye cevapladım. Seyda Mela Mıhemedê Palo sinirlendi, kızdı, kendisine küfür etti, kızının adının Kürdistan olduğunu söyledi ‘Sait’ten haberi nasıl yokmuş’ dedi.
Ben Mela Mıhemed’e ‘Şimdi Gılala’da olan Derwêşê Sado’ya telle, telsizle, telgraf veya telefonla nasıl ulaşabilirim?’ diye sordum. ‘Burayı Türkiye mi sanıyorsun! Hiçbir şekilde Derwêş’e ulaşamazsın’ dedi. ‘Bunun bir yolunu bulmalısın’ diye ısrar edince, bir süre düşündü, sonra ‘Eğer paran varsa, oğlumun yol parasını ver, onu yollarım’ dedi. Derwêş’e bir mektup yazdım, yol parasını çıkarıp Seyda’nın oğluna verdim, Tatvanlı Mela Yunus ile birlikte Seyda’nın yanından ayrıldık.
Üçüncü kez ise, yirmi gün Dr. Şıvan’ın kampında iken Mela Mıhemed iki kez, her seferinde iki üç arkadaşıyla kampa geldi ve aynı gün Zaho’ya geri döndü. İşimin neticesinin ne olduğunu bana sormadı, tanışmış olduğumuzun bilinmesini istemiyordu. Bir keresinde fırsatını bulup mektubumu sordum, göz işaretiyle tamamdır dedi.
Seyda Mela Mıhemedê Palo tecrübeli bir insandı. Yüksek sesle konuşur, kimseyi takmazdı. ‘Ne Partisi, ne hali!’ derdi. ‘Kürdleri etrafınıza toplamak istiyorsanız dağa çıkın, birkaç mermi atın, etrafınızda toplanırlar. Kürdler sadece silah sesinden anlıyorlar” diyordu.
Dördüncüsünde ise, görüşmemiz ilginçti. 9 Eylül 1971 günü, Bamernê’de Mam Eshed Xoşewî ile vedalaştım. Minibüsle Zaho’ya gelip oradan da Kuzey’e geçecektim. Mam Eshed bana ‘Eğer Mela Mıhemed’i görürsen kendisine biraz nasihat et. Aleyhimizde çok konuşuyor. Kendisine hayıflanıyoruz, emektar bir şahsiyettir, kalbini kırmak istemiyoruz. Her ne isterse, vermeye hazırız. Eğer isterse, kendisine Parti’de bir makam veririz’ diye tenbihledi.
Zaho’da minibüsten indiğimde, baktım seyda Mela Mıhemedê Palo duraktadır. Selamlaştık. Nereye gideceğini sordum. Seyda, Bamernê’ye gideceğini, Mam Eshed’in kendisini çağırdığını söyleyince ‘Gitme, seninle konuşacağım’ dedim ve ‘Şimdi Karargah’a gideceğim, oradan Kuzey’e nasıl geçeceğimi söyleyecekler bana. Ardında, seni nasıl görebileceğimi bana söyle’ dedim. Seyda, evinde görüşmemizi söyledi ve oğlunu yanımda bırakıp evine gitti. Ben de işimi Karargah’ta bitirdim, oğluyla birlikte evine gittim.
Seyda’nın evi tek göz bir odaydı. Öyle yerden bitme, genişçe, öteberisi olmayan, çıplak bir oda idi. Seyda kepekten doldurulmuş bir yastığa oturmuş, bir elinde kaşık diğer eliyle beşik sallıyordu. Ev pek aydınlık değildi, odanın bir köşesinde hanımı bir teştte çamaşır yıkıyordu. Seyda yerinden kalkamıyordu, oğluna ‘Kendisine bir yastık getir’ diye seslendi. Kepekten bir yastık da bana getirdi, Seyda’nın yanıbaşına oturdum. Yemeğe davet etti ama o halde bir şey yemek istemedim.
Henüz konuşmaya başlamadan bana ‘Halimi görüyor musun? Özgürlük savaşı başladığı günden beri, bu on bir yıldır halim şu an gördüğün manzaradan daha iyi olmamıştır. Otuz yıldır Parti çalışması içindeyim. Bir gün dahi geri durmadım, Kürdistan’dayız ve Kurdistan kurtuluş mücadelesi veriyoruz. Otuz yıldır kendimi bu adamlara kabul ettiremedim, hala bana Mühacir Mela Mıhemed diyorlar’ diye dert yandı.
‘Seyda’ dedim, ‘Kürdler bin yıllardır birbirinden ayrılmış. Şuradaki Hêzil ve Habur nehri Silopi ile Zaho’yu öylesine birbirinden uzaklaştırmış ki bin yıllardan bu yan bu yakanın adı Behdinan Sındilerin, Cizre tarafı Botan’dır. Kürdlerin hafızası bu noktada donmuş. Diyarbakır’da on yıl ailece yaşadım, seferberlik zamanında, 93 Harbi’nde [1877 Osmanlı-Rus savaşı], Birinci Dünya Harbi’nde Serhat taraflarından Diyarbakır’a gelenlere hala mühacir diyorlar. Böyle şeylere üzülme. Mam Eshed Xoşewî bunları sana söylememi tembihledi, eğer Parti’nin herhangi bir kadamesinde bir görev istersen, sana verirler’ dedim. Ama Seyda bu anlattıklarımla yumuşamadı, beter gerginleşti, bastırdı küfürleri. ‘Seyda!’ dedim, ‘Burada ettiğin küfürleri dışarıda başkalarının yanında da söylüyor musun?’ diye sordum. ‘Her yerde söylüyorum’ dedi. ‘Bu lafların sahibiysen, başına bir bela getirirsin. Kuzey’e dön, memleketine gel. Eğer Türkler seni tutuklarsa, bir süre hapis yatar, sonra serbest kalırsın’ dedim.
Seyda bana ‘Gitme. Bir sekretere ihtiyacım var. Dağa çıkacağım. Gel sekreterim ol’ dedi. Gülümsedim. Seyda sinirlendi. ‘Neye gülüyorsun? Kurtuluşun yolu kavgadır! Mela Mustefa birkaç kişiyle, birkaç tüfekle dağa çıktı, işte görüyorsun, düşman kendisine boyun eğdi…’ diye konuşmasını sürdürürken, ‘Seyda, ben kendi şansım, talihim ve kaderime gülümsedim. Bir mucize olarak Dr. Şıvan’ın elinden kurtuldum. Haciümran’a gittim, Cemilpaşazade Mustafa bey’in tuzağına düştüm. Tam kurtulup selametle Kuzey’e gitmek üzereyken, şimdi sıra sende! KDP Ofisinde bana İbrahim Halil’de Ali Ali’nin evine gideceğimi, Ali Ali’nin beni geçirebileceğini söylediler. Hele söyle, Ali Ali’in evine nasıl ulaşabilirim?’ deyince, Seyda bana yolu tarif etti, böylece vedalaşıp ayrıldım. Bir süre sonra, Seyda Mela Mıhemedê Palo’nun dağa çıktığını duydum. Şerafettin Elçi hatıralarından bundan söz ediyor.
Yıl 2001 idi, bir sonbahar günü, benle Kızıltepeli Haci Abdülkadir Erbil’den yola çıktık, Kuzey’e geçecektik. Zaho’ya vardık. Hacı, o gece Zaho’da bir akrabasının evinde kalmamızı, sabah erkenden kalkıp kapıdan geçmemizi teklif etti. Konuksever olan o eve gittik, akşam yemeği için damda sofra kurdular. Yemekten sonra konuşma arasında Mela Mıhemed’in adı geçti, kim bu Mela Mıhemed diye sordum. ‘Mela Mıhemedê Palo’ olduğunu söylediler. Hala yaşadağını düşünmüyordum. Eğer evi yakınlardaysa, zahmet olmazsa beni Seyda’ın evine götürmelerini rica ettim. Onlar da iyilik etti, beni evine kadar götürdüler. Yakındı evi, iki yüz metre kadar ötedeydi. Kapıdan içeri girdiğimizde Seyda yatakta uzanmış haldeydi. Kolundan tutup biraz doğrulttular. Yastığa yaslandı, ayağa kalkamadığı için özür diledi. Beni hemen tanıdı, hal hatırını sordum, serbest oldukları bu süreçte durumundan memnun olup olmadığını sordum. Seyda yakınmaya başladı, çok bıkkın, sanki işkence altındaydı. ‘Seyda!’ dedim, ‘Vatanın kurtuluşu uğruna ömrünü harcadın, sonuna geldin. Bu halden daha iyisini bulamazsın. Haydi yüreğini bir ferah tut ve şehitlerin kanı boşa gitmedi de. Yakınmaktan vazgeç artık. Eğer istersen, Ankara’da Sefin Dizaî’ye söylerim, sana sahip çıksınlar, hakkındır bu senin’ dedim.
Kısacası lafı kafasına sokamadım, anlaşamadık. Kalktık, vedalaştık. Ayakkabılarımı alıp kapıdan çıktım. Ama beraberimde gelen arkadaş çıkmadı. Onbeş dakika kadar bir süre dışarıda onu bekledim. Sonunda çıkageldi. ‘Kusura bakma, sen çıktıktan sonra Seyda ağlamaya başladı. Şakir şimdi gidip beni ihbar edecek dedi. Niye onu bana getirdin diye sitem etti. Gelip yakama yapışacaklar deyince, kendisini zor bela ikna edebildim, adam sadece seni görmek için gelmiş, başkaca hiçbir amacı yok dedim, kendisini ikna edene kadar canım çıktı’ dedi. İşte, Seyda Mela Mıhemedê Palo ile olan hikayem bundan ibaret.”
Şakir Amca’nın yansıttığı yakınmacı portrenin makul bir açıklaması vardır aslında. Bizim Güney Kürdleri, genel olarak iyi günlerini dar günlerinde fedakarlık yapan diğer parça Kürdleriyle paylaşmak istemezler pek. En azından, diğer parça Kürdlerine karşı kucaklayıcı olmadıkları açıktır. Bu konuda, anlatmasalar da bu tür davranışlardan dolayı kalbi kırılan, içerlenen bir çok kişi tanımışımdır. Hatta, Güney’in bu özgürlük sürecinde, Kuzey ve Doğu Kürdistan’dan basın-yayın alanında uzmanlaşmış birçok kişi, çeşitli sanat dallarında kendisini yetiştirmiş sanatçı, yine kimi önemli akademisyen hizmet aşkıyla Güney’e geçti ama çoğunluğu dışlayıcı tavırlardan dolayı hayal kırıklığına uğrayarak ayrıldı. Seyda Mela Mıhemedê Palo gibi bir şahsiyetin böylesi davranışlar karşısında sessiz kalması, üstelik güçlü liderlik özelliklerine sahip biri olduğu göz önüne getirildiğinde, haksızlıkları sineye çekmesi düşünülmemeli. Bu yanından dolayı, Mela Mihemedê Palo’nun birçok kez haksızlığa uğradığı, hatta seksen yaşlarına yaklaştığı ömrünün son dönemlerinde bile yeni yetme yöneticiler tarafından Zaho’da bir iki kez gözaltına alındığı bilgisine ulaştım. Mam Şakir Epözedimir’e yönelik Mela Mıhemedê Palo’nun vesvese gibi görünen davranışı işte bundan dolayıdır.
Şimdi de rahmetli Şerafettin Elçi’nin Mela Mıhemedê Palo hakkında anlattıklarını okuyalım:
“Sılopi’nin Dader köyünün sahibi olan Hurşit Onuk Ağa vardı. Aslen Şırnak ağalarından, Sor Ağagillerdendir. Dürüst, KDP çizgisindeydi. Hurşit Ağa bir gün geldi ve ‘Sana danışmaya geldim. Bir grup insan gelmiş, başlarında da Molla Mehemê Paloyî var. ‘Biz bugüne kadar Barzani hareketine hizmet ettik. Artık bir anlaşmaya varıldı. Bundan sonra kendi bölgemizdeki halkımızın kurtuluşu için mücadele vereceğiz. Silahlı devrimi başlatacağız. Sizin bize yardımcı olmanız, bize destek vermeniz lazım’ dedi. Ben de ‘Şerafettin Elçi’ye danışacağım, onun görüşünü almadan bu konuda karar veremem’ dedim ve onun için sana danışmaya geldim’ dedi.
Molla Mehemê Paloyî’yi biliyordum. Bir dönem Sılopi tarafındaki köylerde de hocalık yaptığı için bölgeyi tanırdı. Daha o zamanlar cesur, pervasız, milli yönünün güçlü olduğundan bahsedilirdi. Sonradan, Sait Elçi meselesinden dolayı gittiğimizde Zaho’da tanımıştım. Hep bizimle beraberdiler, yakından ilgilenmişlerdi. ‘Peki, Hurşit Ağa sen bu işe hazır mısın?’ dedim, ‘Hayır, hazır değilim’ dedi. ‘Halk hazır mı?’ ‘Hayır, hazır değildir.’ ‘Bu yükü kaldırabilecek misiniz?’ ‘Hayır’ dedi, ‘Kaldıramayız.’ ‘Öyleyse bunun sonucu felaket olur’ dedim. ‘Bir kere sen bu işe razı değilsin. Ben de bölgeyi biliyorum. Ortam da müsait değil. Zaten Sait Elçi olayından sonra halkta psikolojik çöküntü var’ dedim. Hurşit Ağa ‘Ne yapacağım, bunlar gelmişler’ dedi. Ben, ‘Sen git, gece yarısına doğru köye geleceğim. Onlar da Cudi Dağı eteğine insinler, orada kendileriyle görüşeyim’ dedim.
Güvendiğim bir cip sahibi vardı, ona ‘Bu gece bizim evin önünde bekle, seninle bir yere gideceğiz’ dedim. Geldi, cipe bindik, Cizre’den bir yarım saat, kırk dakika çeken köye gittik. Hurşit Ağa beni bekliyordu. Onlara da haber salmış, Cudi Dağı’nda bir yerde randevulaşmışlar. Hurşit Ağa ile beraber gittik. Randevu yerine hemen hemen gece yarısını geçerken vardık.
On bir kişi gelmişlerdi. İçlerinde Emer Bezek de var. Emer Bezek, bir dönemler bizim bölgede, Eruh, Şırnak taraflarında, Cizre’ye yakın Botan dağında, dağı titreten bir eşkıyaydı. Fakat sonradan gitti, Molla Mustafa Barzan’inin hareketine pêşmerge olarak katıldı. Epey de hizmetleri oldu. Onu da Zaho’dan tanırım. İçlerinden Zübeyir Yıldırım’ı da tanıyorum. Zübeyir Yıldırım, Omeryan aşiretinin ağa ailesinden Süleyman’ın torunu Abdullah Ağa’nın oğluydu. Yurtsever, cesur, yürekliydi. Bu üçünü tanıyordum, diğerlerini tanımıyordum.
Hoşbeşten sonra sordum, anlattılar: ‘Biz hayatını halkımıza vakfetmiş pêşmergeleriz. Yıllarca karşı tarafta Barzani hareketine hizmet ettik. Şimdi de sıra buralara geldi. Silahlı halk hareketini, devrimi başlatmak üzere geldik. Karşı tarafta bizi bekleyen epey silahlı pêşmerge var. Haberimiz üzerine onlar da gelecekler.’ Kafalarındaki planı da şöyle ifade ettiler: ‘Biz karakolları basacağız. Karakollar basılınca Devlet de halka yönelecek, halk mecburen devletten kaçıp bize sığınacak, bu suya atılan taşın dalgaları gibi günbegün yayılacak.’ Fidel Castro’nun örneğini verdi. ‘Castro da devrimi 12 kişi ile başlatmıştı ve başarıya ulaştı’ dedi.
‘Bu kıyasla o kıyas birbirini tutmaz. İnsan şartları değerlendirir. Şimdi bu bölgede en güvenilir insan Hurşit Ağa’dır. Hurşit Ağa ‘Ben bu işe hazır değilim, millet hazır değil’ diyor. Siz bu ortamda destek bulamazsınız, halkın felaketine sebep olursunuz, büyük bir vebalin altına girersiniz. Böyle bir vebalin altına ne kendim girerim ne de Hurşit Ağa’nın girmesine müsaade ederim. Yapacağınız en doğru şey, hiçbir silah patlamadan, adınız etrafta duyulmadan geri dönmeniz’ dedim.
Velhasıl ikna oldular ama bir şartları vardı. ‘Tamam’ dediler, ‘Sen şimdi bize ‘Dön’ diyorsun, sizler bize destek olmazsanız biz kendi başımıza bir şey yapamayız burada. Tamam, döneceğiz ama hayati tehlikemiz var. Biz dönersek Zaho komutanı Îsa Siwar bizi öldürür. Sen ancak Îsa’nın bize dokunamayacağını dair bir güvence alırsan o zaman söz, döneriz.’ ‘Peki’ dedim, ‘Ben bunu sağlarım.’ O gece Cizre’ye döndüm.
Ertesi gün çok güvendiğim bir insanı Zaho’ya Îsa Siwar’ın yanına gönderdim. Gönderdiğim arkadaş tam güvenilecek bir insandı. Onun böyle işlere karışacağına kimse ihtimal vermezdi. Sessizdi, sakindi, ağzı sıkıydı, hiçbir yerde konuşmazdı. Yürekli, cesur bir insandı. Ona, git Îsa’ya selamımı söyle ve şunları ilet dedim: ‘Bu insanlar silahlı mücadele başlatma kararıyla gelmişlerdi. Fakat harekertin zamansız ve yersiz olduğuna dair onları ikna ettim. Yalnız geri dönmeye çekiniyorlar, eğer sen onlara dokunulmayacağına dair söz verirsen bu insanlar geri dönecekler.’ Gitti, bir gün sonra döndü ve ‘Tamam’ dedi. ‘Îsa, gelsinler, dokumayacağım diye söz verdi.’
Velhasıl o hareketin başlatılmasına engel oldum. Doğru mu yaptım, yanlış mı yaptım, şimdi onun muhasebesini yapmak çok zor. Ama benim vicdanı kanaatime göre engellemem yararlı oldu. Çünkü çok fazla kan akıtılacaktı ve bir de sonuç vermezdi. Zamanı değildi, zemin hazır değildi. Bu olay, üç beş kişi dışında kimse tarafından bilinmez. Hiçbir yerde yazılıp çizilen bir olay değildir. Molla Mehemê Paloyî’yi bir iki sene önce Kürdistan bölgesine geçince sormuştum, halen yaşıyormuş. Zübeyir Yıldırım, 12 Eylül 1980’de Diyarbakır Cezaevin’de gördüğü işkenceler sonucu vefat etti. Ömer Bezek hayatta mı değil mi, onu bilmiyorum.”[11]
Aslında Mela Mıhemedê Palo hakkında Güney Kürdistan’da daha çok bilgi edinmek isterdim ama şimdilik pek mümkün olmadı. Fakat birinci ağızlardan derlediğim bu bilgiler de Mela Mıhemedê Palo hakkında epeyce bilgi sahibi olmamıza yeterlidir. Böylesi şahsiyetler, her millet için var olma mücadelesinin temel direkleridir. Bu açıdan Mela Mıhemedê Palo, yaşamı ve mücadelesiyle genel olarak bütün Kürdler için, özellikle de biz Zaza Küdleri için iftihar kaynağı olmalıdır. Henüz izi tam olarak tarihin karanlıklarında kaybolmadan, az da olsa, hakkında bu bilgilere ulaşıp kendisini tanıtmış olmaktan mutluluk duyuyorum.
Diyarbakır, 15.04.2020
[1]Mela Ehmedê Palo, Dewr û Gera Kurdistanê, Weşanxaneya Nûbiharê, İstanbul, 2018
-Mehdî Özsoy, Dîwan (Mem û Zîne, Şîîrî), Weşanxaneyê Roşna, Diyarbekir, 2014
-Xal Sebrî, Ez Kirdon rê Vona, Weşanxaneyê Roşna, Diyarbekir, 2019
[2]Mela Mıhemedê Palo adına ilk kez Saitler Olayı çerçevesinde yazılan yazılarda rastladım. Ama kimi yazılarda da Güneybatı Kürdistan’da yaşayan Mela Ehmedê Palo ile karıştırıldığını gördüm. Fakat daha sonra bunların farklı kişiler olduğunu anlayınca, Mela Ehmedê Palo’nun hayat hikayesini sahih kaynaklarıyla biyografisini ortaya koyan bir yazı yazdım önce. (Bakınız: http://www.zazaki.net/haber/kayip-bir-kurd-aydini-mela-ehmed-palo-1902.htm) Sonra da Mela Mıhemedê Palo’nun izini sürmeye başladım.
[3]Bu bilgilerin bir kısmını, köylüsü Mela Nûrî zahmet ederek Mela Resûl’dan derledi ve bana aktardı, bir kısmını da, yine köylüsü Mela Abdullah’a telefonla ulaşarak aldım. İrtibatı sağlayan Abdüssamet hocaya teşekkür ediyorum.
[4]Hasan Kaya, Doğunun Elçisinden Yüce Divan’a Şerafettin Elçi, Fanos Yayınları, Ankara, 2012, s. 145
[5]Sait Elçi (1925-1971), 1965 yılında Diyarbakır’da kurulun “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi”nin genel sekreteridir. Ama daha çok sol bir düşünceye sahip ve Dr. Şıvan olarak bilinen Sait Kırmızıtoprak (1935-1971) da 1970 yılında Ankara’da “Türkiye’de Kürdistan Demokrat Partisi” adıyla başka bir parti kurar. Sait Elçilerin partisinin adını kullanarak daha yeni Otonomi hakkını kazanmış Güney Kürdistan’da kamp kurar, Kuzey’de gerilla savaşı başlatmayı tasarlamaktadır. İki parti arasındaki sorunları çözmek isteyen Sait Elçi, 1971 yılında Dr. Şıvan’la yüzyüze görüşmek için kampına gider. Ama Dr. Şıvan, tek lider olma ihtirasıyla arkadaşı Hikmet Buluttekin’le (Çeko) birlikte Sait Elçi ve beraberindeki Mıhemedê Begê adında bir genci kendi kampında öldürürler. Daha sonra, olaydan haberdar olan Abdüllatif Savaş adında siyasetle ilgisi olmayan başka birini de öldürürler. Olay açığa çıkınca, Sait Elçi’nin KDP’si kadrolarının isteği üzerine Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şıvan), Hikmet Buluttekin (Çeko) ve Hasan Yıkmış (Brusk) Güney Yönetimi’nin Devrim Mahkemesi tarafından yargılanarak ölüm cezasına çarptırılır. İşte bu olaylar Kürdlerin yakın tarihinde “Saitler Olayı” olarak anılmaktadır.
[6]Mesut Barzani, Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi – II, Doz Yayınları, İstanbul, 2005, s. 331’de “… rejimin kuvvetleri Makuk ve Şişar’a doğru ilerlemeye geçti, ama Peşmergenin karşı saldırısıyla geri dönmek zorunda kaldı” şeklinde bilgi veriyor. Bu sert çarpışmalar, 1974 Eylül ve Ekim aylarında oldu ama Güney Kürdistan’da aslında 1975 yılında daha da şiddetlendi.
[7]İran ile Irak arasında çözülemeyen Şattülarap sınır meselesi dolayısıyla İran Şah yönetimi Irak devletine karşı Güney Kürdlerini destekliyordu. Irak ise, Kürdleri durdurmak için 11 Mart 1970 tarihinde taktiksel bir Otonomi anlaşması imzaladı. Ama içine sindiremediğinden, öte yandan Kürdlerle sorunları olan diğer devletlerin de teşvikiyle, 6 Mart 1975 tarihinde Cezayir’de İran ile sınır meselesini geçici olarak çözen ve tarihe Cezayir Anlaşması olarak geçen anlaşmayı imzaladı. Böylece Irak devleti, Kürdlere tanıdığı Otonomi hakkını tek taraflı bozarak 1974 yılında başlattığı saldırılarını gittikçe yoğunlaştırdı. Anlaşma sonrasında, İran da Kürdlere verdiği desteği çekince, büyük bir geri çekilme meydana geldi.
[8]Mesut Barzani, Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi – II, Doz Yayınları, İstanbul, 2005, s. 390’da “Kirmanşah Kampı özellikle Peşmergeler ve savaşçılar için seçildi”ğini belirtiyor.
[9]Bu bilgileri, oğlu Mela Zeki’den telefon yoluyla aldım. Kürdçenin Kurmancî diyalektiyle konuştuk. Sonra konuşmasını yazıya geçirdim, farklı kaynaklardan da teyit ettirdim. Daha sonra ise, Türkçeye çevirdim. İrtibatı sağlayan Zaho Üniversitesi akademsiyenlerinden Macid Muhammed Yunus hocaya, yine Erbil’den Karwan Ahmed’de teşekkür ediyorum.
[10]Saliha teyzeler şimdi Duhok’ta oturuyorlar. Kocası Mela Mehmûd çoktan rahmetli olmuş. Kendisiyle telefonda konuştum ama anlattıklarını oğlu sevgili Ednan Kurmancî diyalektiyle yazılı olarak gönderdi. İlgilerinden dolayı ikisine de teşekkür ediyorum.
[11]Hasan Kaya, Doğunun Elçisinden Yüce Divan’a Şerafettin Elçi, Fanos Yayınları, Ankara, 2012, s. 150-151
Ayrica ingilizcenin yüzde doksani latincedir. Yiner 1200 yillarinda eger okula gitme zorunlu olsaydi ve okullarda fransizca okutulsaydi BU gün ingilizce diye bir dil olmayacakti. Cünkü ingiliz feodalizmi fransizcaya lzeniyordu. Orta sinif ingilizler patriotca ingilizceye sahip cikmasaydi bu gün ingilizce olmayacakti. Dilleri ve ırklari anlayasin diye böyle bir örnek verdim. Dil ile ırk belirlenmez!
Bu yazı, daha önce Zazakî olarak yayınlandı:
http://www.zazaki.net/haber/micadeley-kurdistan-de-servanko-pt-mela-mihemed-palo-2689.htm
Niye Zazakî olarak yazılmış yazıyı okumadın? Türkçeye çevrilip yayınlandıktan sonra sözüm ona yorum yazıyorsun? Çünkü Zazakî okumasını, konuşmasını ve yazmasını bilmiyorsun. Bilmediğin bir konuda ahkam kesmek çok çirkin, tiksindirici bir davranıştır.
Bilimsel olarak Zazaca Dil kaybolmaması için gerekli ortam (?)!! olmalıdır . Bu Kürdistan devleti mıdır ? Babaağit delikanlı insanların dostlukları gönül beraberlikleri kimlikte belirleyiciliği yanlış değilse de ne kadar doğru ?