"Kürtlerin Kürt Olmama Hakkı" - II
Bugün, Kürdlerden bazıları, atalarını eleştirmeye başladılar. Özellikle Kürd aşiret reisleri, şeyhler, geniş toprak sahipleri yoğun bir şekilde eleştiriliyor: Hep birbirinizle mücadele ettiniz. Birbirinizi öldürdünüz. Birbiriniz daha çok öldürmeyi şan-şeref saydınız. Fakat, Kürdlere düşman olan esas güçler karşısında. Kürdleri, Kürdistan’ı korumak için hiçbir şey yapmadınız.
Bütün ulusların kendi geleceklerini belirlemeye çalıştığı 1920’lerde bile kan davaları adı altında birbirinizi yoketmeye, güçten düşürmeye çalıştınız. Hatta, esas Kürd karşıtı, Kürdistan karşıtı bir devletle işbirliği yaparak, size karşıt bir aşirete yok etmeye çalıştınız. Fakat dünyada ne olup bittiğini anlamak hiç umurunuzda olmadı. Kürdlerle, Kürdistanla ilgili temel meselelerde hiçbir şey yapmadan göçüp gittiniz. Sorunların bütün yükünü biz çocuklarınıza bıraktınız.
Bugün, bu sorunların bütün yükü bizim kucağımızda. Zamanında, temel meseleler konusunda, ciddi girişimler yapılmadığı için, sorunlar daha ağırlaşmış bir şekilde bizim kucağımıza yığıldı… Bugün bu temel meselelerin çözümü konusunda, çok daha yoğun, yaygın, fedakar ve vefakar bir mücadeleler yürütmek gerekiyor...
Bu eleştirilerde tarih bilinci vardır. Bu eleştirilerde, Kürdlerin, Kürdistan’ın, Yakındoğu’da ve Ortadoğu’da, Türkler, Araplar ve Farslar karşısındaki olumsuz konumlarının bilincine varma vardır. Bu eleştirilerde, Kürdleri, dünya uluslar ailesinin bir üyesi yapma, dünya uluslar ailesinin eşit bir üyesi yapma bilinci vardır. Bu eleştirilerde, Kürd, Kürdistan sorunlarının ekmek sorunu değil, özgürlük sorunu olduğunu, onur sorunu olduğunu kavramanın bilinci vardır.
Gelecekteki Kürd nesillerin de bugünkü nesilleri, atalarını eleştirecekleri açıktır. 16 Ekim 2017, bu, Kürdler için, Kürdistan için çok önemli bir tarihtir. Bu, 25 Eylül 2017 Bağımsızlık Referandumu’nun olumlu sonuçlarını çürütme girişimidir. 25 Eylül Bağımsızlık Referandumu, elbette Kürdler için bir tapudur. Bu tapu Kürdler için her zaman geçerlidir. Ama 16 Ekim 2017 sabahı, bunun büyük bir sekteye uğratıldığı besbellidir. Bu çok olumsuz tutumun, bir ihanetin, sadece bir siyasetin eseri olmadığı, birçok Kürd siyasetinin ortaklaşa pişirip kotardığı bir durum olduğu da biliniyor.
Gelecek Kürd nesillerinin, bu ilişkileri gündeme getireceği, eleştireceği, kınayacağı çok açıktır. Bu ağır koşullara rağmen, bir Kürd’ün, ‘Kürd kimliğini savunmak beni çok yoruyor, en iyisi Türk olduğumu haykırayım, bu ilişkinin gereklerini yapayım…’ diyebilir mi? Vicdan sahibi bir Kürd bunu diyebilir mi? Bu koşullarda bunu söylemek kolay değildir. Gelecekteki Kürd nesillerinin bu ilişkileri eleştirecekleri, atalarını kınayacaklarına da dikkat çekmek gerekir.
Bugün, Türkiye’nin, PKK bahane edilerek, gerçekleştirdiği fütursuz operasyonlar, esas gücünü, Kürdlerin, Kürdi, Kürdistani amaçlar doğrultusunda birleşememiş olmalarından almaktadır.
* * *
Ataların eleştirisi sözkonusu olduğu zaman, Şeyh Mahmut Berzenci’ye ve dönemin ileri gelen Kürd ailelerine kadar uzanmak önemli olmalıdır. Mekke Şerifi Hüseyin’in bile, Osmanlı’dan kurtulmak için İngilizlerle işbirliği yaptığı bir dönemde, Şeyh Mahmud Berzenci, İslam’ı kurtarmak için, Halife’yi ve saltanatı kurtarmak ve korumak için İngilizlerle yoğun bir savaşa tutuşmuştur. Mustafa Kemal, kendisi İngilizlerle el altından anlaşmalar yaptığı halde, Şeyh Mahmud’un İngilizlerle savaşını desteklemiş teşvik etmiştir. Şeyh Mahmud’a silah yardımı da yapmıştır. 1920’lerde, başta Araplar olmak üzere bütün uluslar kendi geleceklerini belirleme sürecindeyken Kürdlerin önünü kesen belli başlı süreç kanımca budur.
* * *
Günümüze gelelim: Ağustos 2014 ve sonrası… Kürdlerin IŞİD’le yoğun bir savaşa girdiği dönem. Böyle bir dönemde bile, Kürdler, Süleymaniye’de, Halepçe’de "maaş, maaş" diye yürüyorlardı, eylem yapıyorlardı. Duhok’ta da bu yönde kıpırdamalar olmuştu.
Bugünlerde, Kürdistan’ın güneyindeki Türk operasyonlarının, Kürdlerin özgürlüğünü, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin statüsünü tehdit ettiği açıktır. PKK/KCK’nin, bu operasyonlara, bilinçli bir şekilde zemin hazırladığı da biliniyor. Bütün bunlara rağmen Kürdler, bu operasyonlar sürecini neden protesto edemiyor, yürüyüşler, gösteriler yapamıyor? Süleymaniye, Halepçe, Hewlêr, Duhok gibi alanlarda, bu konuda bir kıpırdama olmaması şaşırtıcı değil mi? "Maaş maaş" diye gösteri yapanlar, Kürdistan’ın özgürlüğü konusunda neden bu kadar duyarsız? Türkiye’nin bu operasyonları artınca, Kürdistan Yurtseverler Birliği yöneticileri, "Türkiye’ye iyi bir cevap verilmelidir" şeklinde bir açıklama yaptı. Süleymaniye’de, Hewlêr’de yapılacak protesto gösterilerinden, yürüyüşlerinden başka daha iyi bir cevap ne olabilir?
* * *
Burada, ‘demokrat olmak’la ilgili bir konuya değinmek istiyorum. Başka ülkelerde, başka devletlerde gelişen anti-demokratik olayları eleştirmek, örneğin George Floyd olayından dolayı ABD’yi eleştirmek, Filistinli Araplar konusunda İsrail’i eleştirmek… Başka ülkelerde gelişen anti demokratik olaylar, baskılar zulümler karşısında demokrat kesilmek… Bu, demokrat olmanın kriteri değildir. Demokrat olmanın kriteri, kendi ülkende gelişen baskılara zulümler karşısında, kendi devletinin eleştirmektir. Başka halklara karşı yürüttüğü baskılar zulümler konusunda kendi devletini eleştirmektir. Ali Fikri Işık’ın, ‘Türkler, Kürtler İçin neden yürümüyor?’ yazısı bu bakımdan çok önemlidir.
Bu çerçevede, her gün, Filistinli Araplar için yürüyen, eylem yapan Müslüman Kürdlere de söylenmesi gereken sözler vardır: Kürdler için durmadan "et-tırnak gibiyiz" diyen, ama, Kürdlere, baskıyı zulmü hiç eksik etmeyen devlete karşı bir sözünüz yok mu?
* * *
George Floyd’un katledilmesi, Amerikan toplum yapısında, kültürel ve siyasal ilişkilerde çok büyük değişikliklerin yaşanmasını sağlamıştır. Ahlaki ve siyasal değerlerde büyük sarsıntılar yaşanmaktadır. Amerikan toplumunun demokratikleşmesi gerçekleşmektedir. Demokrat olma bütün boyutlarıyla kendini göstermektedir. ABD halkı kendi devletini eleştirme konusunda yoğun bir çaba içindedir. Bu konuda çok etkili bir bilinç gelişmektedir.
* * *
"Siyahlar, beyazlarla eşit olabilir. Ancak artık Siyah olamazlar"
İbrahim Halil Baran’ın, 21 Haziran 2020’de, kürdistan24’de yayımlanan yazısının başlığı böyle.
Kişi olarak, Malcolm X (1925-1965) ile Martin Luther King’in (1929-1968) aynı amaçlar için mücadele ettiklerini düşünürdüm. Çok farklı amaçlar için mücadele ettiklerini bu yazıdan öğrendim. Her ikisinin de bir suikast sonucu öldürüldüğü yakından biliniyor.
Martin Luther King, Amerikan siyasal sistemine katılmak, beyazlarla eşit muamele görmek için mücadele etmektedir. Malcolm X ise, siyahların, ABD’de ayrı bir ülke kurması için veya Afrika’ya dönmesi için mücadele etmektedir. Malcom X (Malcolm Little)’in mücadelesi bir yerde, Peygamber Musa’nın mücadelesine benzetilmektedir. Peygamber Musa, Yahudilerin Mısır’da kalması ve şartların düzeltilmesi için mücadele etmemiştir. Yahudileri Mısır’dan çıkarmış ve Kenan diyarında, Yahudiler için ayrı bir yurt kurmaya çalışmıştır.
Malcolm X, Martin Luther King’in durumunu, Tom Amca’ya benzetmektedir. Tom Amca’nın Kulübesi, 1852 yılında, Harriet Beecher Stove (1811-1896) tarafından yazılmış bir romandır. Bu, kölelik sistemini yoğun bir şekilde eleştiren bir romandır. Ama, sonuçta, siyahileri Amerikan sistemine dahil etmeye çalışmaktadır. Tom Amca, köpekler gibi, ayrı bir kulübede yaşamasına rağmen, beyazların evine ‘evimiz’ demektedir. ABD’ye ‘devletimiz’ demektedir. Malcolm X bu çerçevede, hem Tom Amca’yı, hem de Tom Amca gibi davrandığını söylediği Martin Luther King’i eleştirmektedir.
Malcolm X, süreci, Afroamerikan şeklinde, yeni bir kavramla açıklamaya çalışmaktadır. Bu konuda, beyazların kullandığı kavramları kullanmamaya özen göstermektedir.
Malcolm X’in İslam’a yönelmesi, siyahileri ABD siyasal sistemimin dışını çıkarma anlayışıyla ilgilidir. Bu konuda İrlanda’yı örnek göstermektedir. Katolik olan Güney İrlandalılar, Protestan olan İngilizlerden bağımsızlığını aldığı halde, Protestan olan Kuzey İrlandalılar, İngiliz egemenliğinde kalmaya devam etmişlerdir.
Malcolm X, Martin Luther King’i, esas olarak şu şekilde eleştirmektedir: “Martin Luther King ünlü söylevinde ‘Bir gün, dört çocuğumun da derilerinin rengi ile değil de kişilikleri ile yargılanacağı bir ülkede yaşayacaklarına dair bir hayalim var’ der. Malcolm ise ‘Kimsin sen?’ diye başladığı konuşmasında siyahilere ‘Bilmiyorsun! Bana ‘zenci’ deme! Bu o değil. Beyaz adam sana sen zencisin demeden evvel kimdin? Ve neredeydin? Ve neye sahiptin? Neyin vardı? Hangi dili konuşuyordun önceden? Senin adın neydi? Smith ya da Jhones, Burch veya Powel olamaz. İsmin değildi bunlar. Hangi dili konuşuyordun? Seni bu kadar cahil tutabilmek için sana neler yaptılar?” diye sorar.
Bu çerçevede, İbrahim Halil Baran, Türkiye’deki Kürd-Türk ilişkilerini değerlendirmeye çalışır. Şöyle der:
“Amerika’daki siyahların yaşadıkları bize bugün Kürdistan’ın kuzeyinin kaderine dair de bir şeyler söyler. Kürtlerin sorununa dair kendimize şunu sormalıyız: Bizim sorunumuz Türkiye’deki sivil haklar, demokratikleşme veya Türklerle eşitlenmeyle mi ilgilidir yoksa müstakil bir devletimizin olmayışıyla mı?”
Bütün bu ilişkiler ağında, ABD’de siyahlara karşı ırkçı politikalarla, Türkiye’de, Kürdlere karşı yürütülen ırkçı politikaların karşılaştırılması da önemli olmalıdır. İsmail Beşikci’nin, ‘Irkçılık Üzerine’ (15 haziran 2020), başlıklı yazısına bakılabilir.