Lice’de 90 Yıllık Baskı ve Direniş
Kürt sorunu ile ilgili alanda çalışmalar yapan akademisyen Adnan Çelik ile gündemdeki Lice’yi konuştuk. Lice’nin tarihsel geçmişinden ve yapılan kalekol ve karakollardan söz eden Çelik, “Lice, son bir buçuk yıldır devam eden sürecin ruhuna aykırı olan bu pratiklerin hayra alamet olmadığının farkında ve bu yüzden de sivil bir direniş geliştirerek bu yapımların önüne geçmeye, kamuoyunun dikkatini çekerek meseleyi gündemleştirmeye çalışıyor” dedi.
Lice’nin geçmişten beri devletin gözünde ‘düşman’ olarak algılandığını belirten Çelik, sorularımız yanıtladı.
Lice kalekol ve karakol yapımına karşı uzun süren tepkiye askerin saldırısı sonucu iki kişi yaşamını yitirdi. Cumhuriyet tarihine de baktığımızda Lice’de daha önce devlettin baskısına karşı direndiği ve buna karşılık devletin katliamlara varan bir yaklaşımı da söz konusu. Lice’nin bu tarihsel geçmişine dair kısaca neler söylemek istersiniz?
Aslında Lice’nin tarihsel geçmişine devletin baskısı ve halkın direnişi ikiliği üzerinden gelişen ve bu bağlamda şiddetle kurulan bir hafızadan bahsetmekle başlamak gerekir. 1925 Şeyh Said serhildanında Pîran’dan (Dicle) bir gün sonra isyancıların kontrolüne geçer Lice, daha doğrusu Lice halkı kalkışmayı duyduğu anda tüm devlet kurumlarını ele geçirerek Şeyh Said ve yoldaşlarını ilçenin girişinde büyük bir coşkuyla karşılar.Yine aynı serhildan kapsamında Diyarbekir’i kuşatan isyancıların büyük bir çoğunluğu Licelidir ve son güne kadar şehir kuşatmasında geri adım atmazlar. Tabi serhildan bastırılınca bedeli de çok ağır bir şekilde ödetilir Licelilere. Birçok köy yerle bir edilir, yüzlerce sivil öldürülür. Bunlar dışında İstiklal Mahkemeleri’nde idam edilenler içinde Lice doğumluların sayısı 18’dir. Serhildanın bastırılmasının ardından gerçekleşen ‘temizlik’ harekatında İstiklal Mahkemesi'nin serbest bıraktığı 17 sivili kurşuna dizen Binbaşı Ali Haydar'a dair hikayeler günümüzde dahi anlatılmaktadır.Bizzat Genelkurmay raporlarında belirtildiğine göre; Şeyh Said Serhildanı sonrasında üç safhadan oluşan ve 7 Ekim-17 Kasım 1927 tarihlerinde Türk ordusu tarafından gerçekleştirilen Biçar Tedip ve Tenkil Harekatı kapsamında ise Genç, Lice, Kulp, Hazro ve Silvan bölgesinde 280 köy yakıldı ve 2.000'den fazla sivil öldürüldü. Bu korkunç operasyonların ardından özellikle Lice’nin o dönem için en yoğun nüfuslu bölgesi olan Pêçar’dan Silvan merkeze büyük bir zorunlu göç yaşanır. İsyanda yarattıkları algı ile Lice artık devletin gözünde “düşman”dır! İlçeye yönelik yatırımlar devletin askeri ve bürokratik egemenliğini tesis etmeye dönük hamlelerin ötesine geçmez.
Lice halkının yeni kurulan devletle ilişkisi günümüze kadar hep bu şiddet ekseninde ilerleyecek, yeni kuşaklar hep bu direniş ve baskı hafızasını devralacaktır. Yeni devleti korkunç bir şiddet pratiği üzerinden deneyimleyen Lice’nin kolektif toplumsal hafızası da bunun üzerine inşa edilecektir.
PUSUYA DÜŞÜRÜLÜP ÖLDÜRÜLENLER...
Lice’nin Kürtler için önemli bir yeri var. PKK’nin kurulduğu bir ilçe. Bu yönüyle Lice sürekli Kürt halkının verdiği mücadelede önemli bir yeri olmuştur. Aynı zamanda da devletin sürekli baskı politikalarının yaşandığı ve yaşanmaya devam ettiği yerlerden biri yine Lice olmuştur. Bu konuda neler diyeceksiniz?
Lice örneği bize şiddetin baskı ve direnişle kurulan hafızasına dair son derece önemli veriler sunuyor. 1925-27 arası yaşananların dışında Lice’nin devlet rejimine karşı yaşadığı derin güvensizliği oluşturan iki temel olgu daha var. Bunlardan ilki Cumhuriyetin kuruluşu öncesine dayanan, günümüzde kaçakçılık olarak tanımlanan sınır-ötesi ticaret ağlarının birinci dünya savaşı sonrasında Kürdistan’ın parçalanmasıyla oluşan ulus-devletlerce yasaklanması ile ortaya çıkan gerilim ve bu olgu etrafında oluşan hafızadır. Lice’deki her köy veya evde, ulus-devletin tanımlaması ile söylersek bir “kaçakçılık” hikayesi vardır. Sınır boylarında askerlerce pusuya düşürülüp ölen cesur insanların hikayeleri dilden dile dolaşmakta, birçok dengbêj kılamıyla sonraki kuşaklara aktarılmaktadır. Bu hafızayı besleyen diğer bir boyut ise “kaçakçılık” yapan Liceli grupların İran, Irak ve Suriye Kürdistanı'ndaki gelişmelerden haberdar olması, Mahabad Cumhuriyeti'nden Barzani hareketine kadar tüm siyasal gelişmeleri ilçenin gündemine taşıyor olmalarıdır. Kürdistan’ın diğer parçalarındaki bu direniş hafızasının da Lice’deki Kürdi duruşa önemli bir katkısının olduğunu ve tam da böyle bir kontekste ‘kaçakçılık’ pratiğinin içinde aslında gündelik bir direniş, devleti teğet geçme siyasetinin de olduğunu görüyoruz.
1925 hafızasına eklemlenen ve Lice’yi Kürdistani bir devlet karşıtlığının merkezine oturtan diğer önemli olgu ise, 6 Eylül 1975'te meydana gelen Lice Depremi’dir. Üç binden fazla kişinin yaşamını yitirdiği depremde ilçe merkezi kelimenin gerçek anlamında yok olur. Devlet Lice'ye yönelik “şefkatli kollarını” açmaktan imtina etmeyi sürdürmeye devam eder. Depremin ardından devlet tarafından gönderilmeyen yardımlar, açlık ve sefalet içinde kalmış olan Lice halkının öfkesini artırır ve halk 17 Kasım 1975'te devlet dairelerini işgal ederek tavrını ortaya koyar. Ekim ayında yetiştirileceği sözü verilen prefabrik evler yapılmadığı için Lice halkı 21 Kasım 1975 tarihinde Diyarbakır merkeze doğru üç günlük protesto yürüyüşü başlatır. Depremin bütün korkunçluğuna rağmen Lice 1970'lerin ortalarında yükselen Kürt hareketlerine kayıtsız kalmaz. Bütün Kürt örgütleri hızlıca örgütlenme imkanı bulur Lice'de. Nitekim 12 Eylül darbesinin ardında ayakta kalmayı başaran yegane Kürt örgütü durumundaki PKK de 1978'de Lice'nin Fis Ovası’nda kuruluş toplantısını gerçekleştirir ve o günden sonra Lice halkı örgütü desteklemekten geri durmaz.
54 KÖYDEN 34’Ü GÖÇ ETMEK ZORUNDA KALDI
Lice özellikle 93’te Kürt sorununun çözümsüzlüğünden dolayı ‘güvenlik’ gerekçesiyle boşaltılan ilk ilçe olma özelliğini taşıyor. Ve o dönemde yaşananlar hafızlardayken, bu günde Kürt sorununun çözümü için bir buçuk yılı geride bırakın bir ‘çözüm süreci’nde halkın kalekol ve karakol yapımına karşı başlattığı eyleme yine devletin asker ve özel harekâtın katılımıyla bir saldırı yaptı. Bu iki örnek üzerinden düşünecek olursak hem 93’teki zorla boşaltma ve 7 Haziran’daki asker saldırısını nasıl yorumlamak gerek? Lice için 21 yıl önceki durumla bugünkü durum arasındaki benzerlikler var mı? Varsa bunları açıklar mısınız?
İsterseniz önce 90’lı yılarda Lice’de tam olarak ne olduğuna dair kısa bir özet geçelim, sonra benzerlik ve farklılıklara değinelim. 1990'larda savaşın en yoğun gerçekleştiği merkezlerin başında gelen Lice'de halk korucu olmayı reddettiği için göçe zorlandı, şiddete maruz kaldı, öldürüldü. Onlarca köy boşaltıldı ve 1990'dan 1995'e gelindiğinde ilçe nüfusu 47 binden 24 bine düştü. 1999'a gelindiğinde Lice'ye bağlı 54 köy içerisinde 34 köyün nüfusunun yarıdan fazlası göç etmek zorunda kalmıştı. 22 Ekim 1993'te Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın suikast sonucu yaşamını yitirmesi gerekçe gösterilerek ilçe adeta yok edildi. Üç gün boyunca ilçeye tüm giriş-çıkışlar yasaklandı. Sonrasında ortaya çıkan manzara dışardan bakanlar için tüyler ürpertici, Lice halkı için oldukça tanıdıktı! 30'dan fazla kişi öldü, 60'tan fazla kişi yaralandı, 401 konut ve 241 işyeri tamamen yakıldı.Devlet bu vahşetle de yetinmedi ve daha aradan bir yıl geçmeden 24 Ağustos 1994'te Lice merkez tekrar yerle bir edildi. Bir kişi öldü, 20 kişi yaralandı ve 108 ev yakıldı. Savaş süresince devlet güçlerince öldürülen onlarca sivilin yanı sıra 1990-1999 arası dönemde, 61 sivil Lice’de JİTEM tarafından kaçırılarak zorla kaybettirildi.
Aradan geçen 21 yıla rağmen devlet tarafında pek fazla bir şeyin değişmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Genelde Kürdistan özelde ise Lice’ye yönelik güvenlik eksenli politikası aynen devam ediyor. Örneğin 90’lıyılların başında Lice merkezde yoğun bir serhildan dönemi vardı. Devletin özel savaş taktiklerini devreye sokmaya karar verdiği 1993 yılında dönem yatılı okul olarak kurulan alanda devasa bir askeri garnizon inşa edildi ve hatta yatılı okulun kızlar bölümü kapatılarak operasyonlara katılan özel komando birliklerine tahsis edildi ve ilçedeki bu sivil aktivizmler şiddetle bastırılmaya başlandı.Günümüzde ise bu defa yine savaşa hazırlık yapıldığını açıkça ima eden kalekol yapımlarına karşı adeta doksanların başındaki serhildan ruhuyla bir sivil aktivizm geliştiren Lice halkına yönelik 93’te yaşananlara benzer bir şekilde devlet şiddeti uygulanıyor, siviller katlediliyor.
KÜRTLERİN SASUN’U LİCE’DİR
AKP hükümetinin özellikle ‘çözüm süreci’nin başlamasından bu yana Lice’de olduğu gibi Bölge’nin birçok yerine kalekol ve karakol yapımı ile yol çalışmalarına hız verdi. Hükümetin bu uygulaması Kürtlerde tepki gördü ve bu tepki sürüyor. Kürtlerin tepkili olmasının nedeni nedir?
Bakın Kürtler doksan yıldır onlarca kez devlet şiddetine maruz kaldılar, öldürüldüler, hapse atıldılar, sürgün edildiler ve zorla yerlerinden edildiler. Bütün bu baskı rejiminin yarattığı bir tarihsel bilinç, yerel tecrübenin üzerine inşa edilmiş bir bilme biçimi ve geleceği öngören bir sezgisel biliş oluştu insanlarda. Hele ki yüzyıldır devlet şiddetinin altında yaşayan Lice gibi bir yerde bu sezgisel biliş çok daha güçlü olabiliyor ve bu nedenle de geçen sene bu dönemlerde Lice’de yapımına başlanan kalekollara karşı bir direnişin burada ortaya çıkması da tesadüf değil. Çünkü Lice halkı kolektif direniş hafızasının verdiği biliş ile, son bir buçuk yıldır devam eden sürecin ruhuna aykırı olan bu pratiklerin hayra alamet olmadığının farkında ve bu yüzden de sivil bir direniş geliştirerek bu yapımların önüne geçmeye, kamuoyunun dikkatini çekerek meseleyi gündemleştirmeye çalışıyor.
Meselenin daha iyi anlaşılması için bir tarihsel deneyimden bahsetmek istiyorum. 1894 yılında Sasun’daki Ermeni direnişinin ardından Osmanlı yönetimi 1901 yılında Sasun'un idaresini düzene koymak için Talori ve Şenik tepelerinde kışla yapmaya karar verdi. Ermeni halkı birkaç yıl önce başlarına gelen felaketi daha da derinleştireceğini tarihsel deneyimleriyle öngördükleri bu projeye karşı çıkarak direndiler. Nitekim tam da öngördükleri üzere, kurulan kışlalar sayesinde 1904 yılında Sasun’da büyük bir bastırma harekâtı gerçekleştirildi. Aslında Lice’de sadece 1925 deneyimi değil 1993 deneyimi de halka tam da böylesi bir sezgisel öngörüyü vermiş durumda. O nedenle denilebilir ki Lice, Kürtler için Ermenilerin Sasun’u dur.
Ayrıca sadece Lice’de değil, geçen sene Şırnak’ta vardı. Meskan’da iki aydan beridir devam eden bir direniş var. Yine Silvan’daki kalekol yapımına yönelik on günlük bir direnişin ardından orada yapım geçici olarak durduruldu. Yani aslında Lice gibi hem tarihsel direniş belleği hem de güncel politik angajmanları dolayısıyla son derece örgütlü olan yerlerdeki bu direnişlerin belli bir süreden sonra sadece kendi yerelleri ile sınırlı kalmayıp ciddi bir yayılma potansiyeli de üretiyorlar. Bir kombine stratejiye dönüşüyor bu eylemsellikler. Tahmin ediyorum ki eğer devlet bu yapımları durdurmazsa, Lice’deki bu yeni direniş biçimi adeta doksanların başında hızlıca yayılan serhildanlar gibi bir çoğalma, Kürdistan’ın birçok yerine yayılma etkisi gösterecektir.
KÜRTLERİN KAYGILARI HAKLI
KALEKOL yapımlarının arka planında ne vardır?
Halkın gözünde bölgede yoğunlaşan kalekol yapımları aynı zamanda devam eden “barış surecinin” de ana ekseni olarak düşünülen statü tartışmalarıyla da son derece alakalı. Nihayetinde Kürtlerin son doksan yıllık devlet pratiklerinden öğrendikleri ilk şey meselenin kapitone noktasının Kürdistan’daki egemenlik boyutu olduğu ve bu egemenliğin tesisinin en önemli ayağının da şiddet tekelinin kimin elinde olacağıdır. Tam da statü tartışmaları bağlamında öz savunma güçleri gibi konuların gündeme geldiği bir dönemde çok planlı ve hızlı bir şekilde inşa edilmeye başlanan bu yüksek güvenlikli kalekollar, Kürtler açısından ileride elde edilecek olan bir statünün egemenlik boyutunu tehdit eden bir askeri varlığın kalıcılaşması olarak görülüyor ve bu yüzden de büyük bir tepki çekiyor. Devletin 1993’ten sonra geliştirdiği özel savaş taktikleri kapsamında gerçekleştirdiği köy boşaltmalarının temel hedefi suyun yatağını (halkı) kurutarak balıkları (gerillayı) yakalamaktı. Bugün kalekollar ile yapmaya çalıştığı şey ise yine ayni amaca hizmet ediyor. Bu defa suyun yatağını boşaltmıyor ama yüksek güvenlikli kalekollar inşa ederek Kürdistan arazisinde alan hakimiyeti oluşturmayı esas alıyor yani su yatağına balıkları avlayan piranalar yerleştiriyor.
Sadece Lice’de değil Kürdistan’ın her yerinde çok yakın ve jeostratejik konumu son derece önemli olan noktalarda inşa edilen bu kalekollar tam da bu yüzden Kürtlerin kaygılarını haklı çıkarıyor. Yine Lice’nin bu kalekollar noktasında bu kadar güçlü bir direnç geliştirmesinin bir diğer önemli nedeni de askeri açıdan son derece stratejik bir konumda bulunuyor olması. Örneğin yapımı devam eden Silvan Barajı ile birlikte Garzan olarak tanımlanan Siirt-Batman hattı ile Serhat ve Dersim olarak tanımlanan bölgeler arasındaki geçişi sağlayan vadilerin neredeyse tamamı su ile doldurulmaktadır. Bu barajın korunması amacıyla alındığı söylense de esasında bu geçiş noktalarını kapatmayı öngören korucu alımları ile birlikte düşündüğümüzde mesele daha da berraklaşmaktadır. Barajın bitimindeki önemli noktalara inşa edilen bu kalekollar Garzan ile Serhat ve Bingöl-Dersim arasındaki geçiş yollarını tamamen kapatmayı hedeflemektedir.
_______
Kaynak: www.evrensel.net
ADNAN ÇELİK KİMDİR?
ADNAN Çelik, Paris EHESS (Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales) Üniversitesinde ‘1990’lar Kürdistan’ında Devlet Şiddeti ve İntra-Kürt Çatışmalarının Sosyo-Antropolojik Boyutları’ başlıklı antropoloji doktorasına devam ediyor. Sabancı Üniversitesi’nden Leyla Neyzi direktörlüğünde 2011-2012 yılları arasında yürütülen ‘Türkiyeli Gençler Anlatıyor: Sözlü Tarihin Geçmişle Yüzleşme, Toplumsal Uzlaşma ve Demokratikleşmeye Katkısı’ isimli sözlü tarih projesi kapsamında Diyarbakır ve Muğla’da yürütülen saha araştırmasında asistan olarak çalıştı. 2013’ten beri İsmail Beşikçi Vakfı tarafından yürütülen “1915, Kürtler ve Diyarbekir” isimli sözlü tarih projesinde araştırmacı olarak yer alıyor.