Medreseler-Üniversiteler
Doğu’nun yüksek eğitim kurumu medresedir. Batı’nın yüksek eğitim kurumu üniversitedir. Medreseler ve üniversiteler, aşağı-yukarı aynı tarihlerde kurulmuştur; 11. Yüzyılın sonları. İlk medrese Bağdat’da kurulan Nizamiye Medresesi’dir. Nizamiye Medresesi 1067’de kurulmuştur. İlk üniversite İtalya’da kurulmuştur. Bologna Üniversitesi 1088’de kurulmuştur. Bologna Üniversitesi 1988’de bininci kuruluş yılını kutlamıştır.
Batı’da kurulan ilk yedi üniversite şunladır: Bologna Üniverstesi’nden sonra, Paris Üniversitesi 1160’da kurulmuştur. O dönemde İngiliz öğrenciler de Paris Üniversitesi’nde eğitim görüyordu. Fransa Kralı II. Henry’nin, İngiliz öğrencilerin Paris’e gelmesini yasaklayınca, İngilizler kendi üniversitelerini kurmuştur. Oxford Üniversitesi 1167’de kurulmuştur.
Batı’da kurulan ilk yedi üniversitenin dördüncüsü 1209’da kurulan Cambridge Üniversitesi’dir. Beşincisi, yine İtalya’da 1224’de kurulan Padova Üniversitesi’dir. Altıncı ve yedinci üniversite de Fransa’da kurulmuştur. 1235’de Orleans, 1239’da Montpellier Üniversitesi eğitime başlamıştır. Üniversiteler o dönemde Katolik Kilisesi’ne bağlı olarak kurulmuştur. 1520 yılına kadar, Batı’da 70 üniversite faaliyetini sürdürmektedir.
Batı’da kurulan ilk yedi üniversitenin ikisi İtalya’da, üçü Fransa’da, ikisi İngiltere’de kurulmuştur.
Üniversite, o yıllardan sonra hızla gelişmiştir. Bugün dünyada en önemli yüksek eğitim kurumu üniversitedir. Gelişmeyi şu şekilde açıklayabiliriz. Üniversite, toplumsal olaylarla, doğa olayları ile ilgili olarak, ne, kim, nerede, ne zaman, neden, nasıl gibi sorular sormuş, bu sorulara cevaplar aramıştır. Bu üniversiteyi dinin etkilerinden uzaklaştıran bir süreç olmuştur. Bu süreçde toplumsal olaylarla ve doğa olayları ile bilgiler çoğalmıştır. Üniversiteler gelişmiştir.
Doğu’da medresede böyle bir süreç yaşanmamıştır. Medrese şöyle düşünmektedir: Tanrı dünyayı yaratmıştır. Tanrı dünyayı insanlar için yaratmıştır. Sağlıklı bir şekilde, tıkır tıkır işleyen bir düzen vardır. Böyle bir düzende ne, kim, nerede, ne zaman, neden, nasıl gibi sorular sormak, Tanrı’nın işlerine karışmak demektir. Böyle soruların sorulması elbette yasaktır. Bu yasak medresenin gelişmesini engellemiştir. Bugün, medrese, sadece Pakistan, Bengladeş, Hindistan gibi ülkelerde yaşam bulmaktadır. (Kemal Güriz, Medrese V. Üniversite, Geri Kalmanın ve İlerlemenin Karşılaştırmalı Tarihçesi, İnkılap 93. Yıl, İstanbul 2020 s. 96 vd.)
Bugün, medreseler dini eğitim verilen bir kurumdur. Musevilik, Hristiyanlık, İslamiyet vahyolunmuş dinlerdir. Bu dinlerin getirmiş olduğu düşünceler Tanrı’nın sözü olarak kabul edilir. Bu bakımdan da eleştirilmeleri mümkün değildir. Sadece, Tanrı’nın sözünü öğrenmek ve gereklerini yapmakla mükellefsiniz. Medreselerde yapılan incelemelere İlim denebilir. Bilimde ise eleştiri vazgeçilmez bir yöntemdir.
İslam dünyasında da el-Kindi (801-873), el -Razi (865-915), Farabi (870-950), el- Heysem (965-1039), el-Biruni (973-1048), İbni Sina (980-1037), İbni Rüşd (1120-1196), İbni Haldun (1332-1406) gibi, toplumsal olaylarla, doğa olayları ile meşgul olanlar şüphesiz olmuştur. Ama onlar, devlet yanlısı olan, devletin görüşlerini savunan, Ebu Hasan Eşari (873-937) Gazali (1058-1111), İbni Teymiyye (1263-1328) vs. gibi etkili olamamışlar, düşüncelerini yaygınlaştıramamışlardır. Bu gibi konuların medreselerde ders olarak okutulmasını sağlayamamışlardır.
Batı’da Bilimin, Üniversitenin Sancılı Gelişmesi
Yukarıda, Batı’da kurulan ilk yedi üniversitenin birinin Padova Üniversitesi olduğundan söz etmiştim. Padova Üniversitesi’nin bir kısmı bugün müze olarak kullanılıyor. Bu müzeyi dolaştığınız zaman bir derslikle karşılaşıyorsunuz. Büyükçe, birkaç kapısı olan bir sınıf. Ama bu derslikte, öğrenciler için oturacak sıralar veya minderler yok. Hocanın ders anlatacağı kürsü de yok. Sadece, dersliğin ortasında bir masa var. Alelade bir masa. Masayı dikkatle incelediğiniz zaman masanın bir yerinde gizlenen bir düğmenin olduğunu farkediyorsunuz. Düğmeye basınca masa ikiye ayrılıyor. Cepler çıkıyor. Ceplerde insan ve hayvan iskeletleri var. İnsan vücuduna ait çeşitli parçalar var.
Buradan şu anlaşılıyor. O dönemde, insan vücudunda kesikler yapmak, kan akıtmak, kadavralar üzerinde çalışmak yasak. Bunu yapanlar Engizisyon Mahkemesi’nde yargılanıyor.
Bu durum karşısında birbirleriyle çok iyi anlaşan dört-beş rahip gizlice, özellikle manastırın uykuda olduğu gece vakti bir araya gelip bu derslikte, masanın başında, kadavraları, insan , hayvan vücuduna ait çeşitli parçaları inceliyor. Bu çalışmalar yapılırken, rahiplerden birisi, kapıda, devamlı olarak nöbet beklemektedir. Manastır yönetiminden veya rahip arkadaşlarından birisi dersliğe doğru yaklaşınca kapıdaki nöbetçi haber vermekte, rahipler masayı hemen kapatmakta, herbiri bir tarafa kaçmaktadır. Kimin hangi kapıdan nereye kaçacağı önceden kararlaştırılmış. Gizlilik, manastır yönetimine karşı ve kendi arkadaşlarına karşı. Kendi rahip arkadaşlarından biri, bu çalışmaları farkederse yönetime ihbar edebilir.
Bu çalışmalar gündüz de yapılıyor. Eğitimde serbest oldukları bir zamanda aynı derslikte çalışmalar sürdürülüyor. Kapıda yine nöbetçi var. Kendi rahip arkadaşlarından biri veya manastır yönetiminden biri bu dersliğe doğru yaklaşınca, hemen masayı kapatıp İncil okumaya başlıyorlar. Göklerdeki Babamız, diye bir ilahi okumaya başlıyorlar.
Ben, İtalya’yı, Padova Üniversitesi’ni, müzeyi vs. ziyaret etmedim. Buraları ziyaret eden bir hocanın yazısından okudum. Cemal Taluğ (Ankara Üniversitesi Eski Rektörü) Eleştirel Düşüncenin Önündeki Turnikeleri Kaldırmak, Mülkiye Dergisi, 2013 37 (2) s. 125-145
Miguel Servetus (1511-1553)
İspanyol rahip Miguel Servetus insanlarda kan dolaşımını incelemiş bir bilim insanıdır. Ayrıca Hristiyanlığın esası olan Baba-Oğul-Ruh-ül Kudüs (Kutsal Ruh) inancını yani Teslis’i eleştirmiştir. Bu konularla ilgi bir kitap da yayımlamıştır. Hz. İsa’nın ruhani yönleri yanında insani yönlerinin olduğuna da işaret etmiştir. Bundan dolayı Engizisyon Mahkemesi Miguel Servetus hakkında dava açmıştır. Miguel Servetüs aranmaktadır.
Bunun üzerine Miguel Servetus İspanya’yı terketmiştir. Bir süre Fransa’da dolaşmıştır. Daha sonra yolu Cenevre’ye düşer. O dönemde Cenevre’nin egemeni Jean Calvin’dir. (1509-1564) Jean Calvin, Martin Luther’le (1483-1546) birlikte dinde reform hareketini, Reformasyon’u yaratan bir teologdur.
Jean Calvin, Miguel Servetus’un çalışmalarından, Engizisyon Mahkemesi’ndeki davasından haberdardır. Miguel Servetus’u tutuklar, zindana atar. Servetus, çıplak bırakılır. Servetus, İki ellerinden ve iki ayaklarından çivilenerek duvara asılır. Zindan çok karanlıktır, çok soğuktur. Kendisine yemek, su verilmez. Bu zindan aynı zamanda çok yüksek dozda gürültülü bir ortamdır. Uyuması, sesinin duyulması söz konusu değildir.
Dört-beş gün sonra, Calvin, itiraf almak için Servetus’ü, zindanda ziyaret eder. Miguel Servetüs çok bitkindir. Çivi yaralarından çıkan kan kurumuş, ayaklarının dibine toplanmıştır. Ellerinden ve ayaklarından çivilenerek duvara asıldığı için, çok büyük, çok ağır acılarla kıvranmaktadır. Jean Calvin, Servetus’un yüzüne bakmadan, ‘eğer kitabını, yazıklarını reddedersen, Kilise’nin haklı olduğunu söylersen, Kilise’den özür dilersen seni serbest bırakacağız, yemek, su vereceğiz, yaralarını tedavi edeceğiz.’der.
Rahip Miguel Servetus hiçbir şey söylemez. Calvin’in gözlerinin içine bakarak acı acı gülümser. Bu gülümsemeden Calvin çok rahatsız olur. Bu gülümseme karşısında zihninde duygular ve düşünceler birbirini kovalar. ’Bunca işkenceye, mağduriyete rağmen, bu adam neden ölmemiş? Gülümseme gücünü nereden buluyor? Üstelik bu adam böyle bir ortamda olmasına rağmen kendisini özgür hissediyor. Üstelik, kendisini benden daha yukarı bir mevkide görüyor’…
Calvin bu duygular ve düşüncelerle zindanı terkederken, merdivende, yanındaki yardımcılarına ‘infaz hemen başlasın’ diye emreder. ‘Hemencecik ölmemesi, daha çok acı çekmesi için yeşil yapraklı dallar kullanın’ der.
Rahip Miguel Servetus kazığa bağlanır. Odunları ortasında bırakılır. Odunlar ateşe verilir. (1553)
***
Calvin, Miguel Servetus’un acı acı gülümsemesi karşısında, ‘bu adam bu gücü neden buluyor, bu adam kendisinin bu ortamda bile özgür olduğunu düşünüyor diye düşünerek şaşkınlık gösteriyordu. Özgürlük bir anlamada ruhsal bir durumdur. Yazdıklarınızın, konuştuklarınızın doğru olduğuna inanırsınız, bunu her koşulda, her ortamda savunursunuz. Bu sizi özgür kılar.
***
Jean Calvin, Servetus’ün iniltilerini, cesedinin yanıp kül olmasını sonuna kadar izler. Günlerdir aç-susuz, halsiz bırakılan Rahip Miguel Servetus’ün yaşamı yükselen alevler arasında kısa zamanda son bulur. (Stefan Zweig, Sebastian Castellio, Calvin’e Karşı, ya da, Bir Vicdan Zorbalığa Karşı, Çev. Mustafa Topal-Kıvanç Koçak, İletişim Yayınları, 2018 İstanbul, s. 107-127)
Bu kitapda Sebastian Castellio (1515- 1563) ile Jean Calvin arasında geçen tartışmalar söz konusu edilmektedir. Kitapda, ‘Servet Olayı’, ‘Servet’in Katli’ başlıklı bölümler de vardır. Sebastian Castellio bir vaizdir, ilahiyatçıdır.
Giardano Bruno (1548-1600)
Gökyüzü ile ilgili incelemelerinden dolayı Giardano Bruno da aynı şekilde yakılarak katledilir. (1600) Giardano Bruno için şöyle söylenir. ‘Çok üstün zekalı bir kişiydi.’ Şöyle bir analiz de var: Mısır’da Fravunlar döneminde yaşamış, matematik uzmanı olduğu vurgulanan Anemis isimli bir kadından söz edilmektedir. Bu kadın şöyle demiş: ‘Ne kadar yüksek piramit yaparsanız yapın, duvarlarını ne kadar kalın yaparsanız yapın, odalarını, yollarınn ne kadar çoğaltırsanız çoğaltın, içine koyduğunuz insana can veremezsiniz. Bu kişiyi ne kadar mumyalarasanız mumyalayınız, ona can veremezsiniz.’ Bu sözlerinden dolayı matematik uzmanı bu kadın soyuyla sopuyla katledilmiş. O tarihlerden sonra dünyada üstün zekalı binlerce insan, benzer nedenlerden dolayı katledilmiş, yakılmış, kurşun dizilmiş…
‘Bugün, dünyada, üstün zekalı kişilerin genel nüfusa oranının % 5 civarında olduğu söylenmektedir.. Eğer, Anemis, Miguel Servetus, Giardano Bruno gibi kişiler soylarıyla soplarıyla yakılmamış olsalardı bu oran % 35’e kadar yükselebilirdi.’ denmektedir. Ortaçağda, fizikle, kimya ile uğraşan bütün kadınlar ‘büyücü’ , ‘cadı’ diye yakılmış.
Galileo Galilei Engizisyon Karşısında
Gökyüzü ile ilgili incelemelerinden dolayı Galileo Galilei (1564-1642) hakkında Engizisyon Mahkemesi’nde dava açılır. (1633) Kendisi de fizikçi olan bir genç o dönemde, Galilei’ye yardım etmektedir. Bu genç fizikçinin iki beklentisi vardır. Bu genç fizikçi Galilei’nin uzun yaşamasını, daha çok araştırma, inceleme yapmasını istemektedir. İkinci olarak da, Galilei’nin düşüncelerini Engizisyon Mahkemesi önünde savunmasını beklemektedir. Bunlar genç fizikçi ile Galilei’nin konuştuğu bir konu değildir. Bu genç fizikçinin beklentisidir.
Genç fizikçinin bu beklentisi trajiktir. Eğer Galilei yazdıkların savunursa Giardano Bruno gibi, Miguel Servetus gibi yakılacaktır. Duruşmadan sonra hala yaşıyorsa, Engizisyon Mahkemesi önünde düşüncelerin inkar etmiş demektir.
Galilei, duruşmada, yazdıklarının önemli bir kısmını inkar eder. Galilei hayatının sonuna kadar ev hapsiyle cezalandırılır. Genç fizikçi bu tutumdan dolayı büyük bir hayal kırıklığı yaşar. ’Yazık o ülkeye ki kahramanları yoktur’ Der. Galilei de bunu üzerine, ‘Yazık o ülkeye ki kahramanlara ihtiyaç duyar.’ Der. Bilim Tarihi’nde bu iki söz de önemlidir.
Galilei, kanımca şunu söylemek istiyor: Dünyanın güneş etrafında döndüğü ayın dünya etrafında döndüğü açık bir gerçektir. Bunu söylemek için kahramanlık yapmak, kahraman olmak gerekmez. Bunu herkes söyleyebilir. Ama bunun söylediği için insanlara cezai yaptırımlar uygulamak yanlıştır.
Kopernik (1473-1543), Kepler, (1571-1630), Tycho Brahe (1546-1601) Miguel Servetus, Giardano Bruno, Galileo Galilei, Newton (1642-1727) … Batı’da bilim, üniversite sancılı bir şekilde gelişmiştir. Dini değerlerden kopma üniversiteyi hızla geliştirmiştir. Doğu’da ise, medresenin, hiçbir zaman dini değerlerden kopma diye bir sorunu olmamıştır.
Bilim Tarihi önemli bir disiplindir. Sadece Sosyal Bilimlerle ilgilenenler için değil, mühendisler-mimarlar , doktorlar, ziraatçılar, veterinerler, öğretmenler ilahiyatçılar, din adamları vs. için de, önemli bir disiplindir.