zazaki.net
23 Teşrîne 2024 Şeme
Girdîya Karakteran : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
30 Temmuze 2020 Panşeme 17:02

Orman Yangınları

Roşan Lezgîn

Memleketimizde artık sıkça yaşanan orman yangınları hakkında geçenlerde Kürdçe (Zazakî) kısa bir yazı yazdım. Bir de Türkçe anlatayım. Öncelikle şunu söyleyeyim, yirmi-otuz yıl öncesine kadar memleketimizde, yani Kürt coğrafyasında orman yangını diye bir şey yoktu. Daha öncesi için, büyüklerimizden de böyle bir şey duymuş değiliz. Ama son yıllarda, özellikle yaz aylarında dağlarımız, ormanlarımız, meşelik alanlarımız, otlaklarımız yangın yeri artık, her şey kül oluyor; coğrafyamızın ekosistemi florasıyla, faunasıyla geri dönülmez bir şekilde bozuluyor.

Yangının kimler tarafından, ne amaçla, nasıl çıkarıldığı veya nasıl çıktığından öte, dağlarımızın, ormanlarımızın, meşelik alanlarımızın, otlaklarımızın nasıl oluyor da bu kadar hızlı bir şekilde yangın yerine dönüşebildiği üzerinde durmaya çalışacağım.

Bundan yirmi otuz yıl öncesine kadar memleketimiz kırsalında yoğun bir nüfus yaşıyordu, bütün köyler, mezralar, gomlar mamurdu. Yamaçlar dâhil bütün tarlalar sürülür, ekilip biçilirdi. Üzüm bağlarının, meyveliklerin, bahçeliklerin, bostanlık alanların yabancı otları zamanında temizlenir, çapalanır, her türlü bakımı yapılırdı. Ama şimdi, köylerin yakılıp yıkılıp boşaltılmasından sonra, yabani otların, deve dikenlerinin ve türlü türlü bitkilerin bittiği o güzelim tarlalar, meyvelikler, bağ ve bahçelikler kıraç alanlara dönüşmüş durumda.

Çayırlık olarak korunan yerlerde, tarla arası bentlerde, meyveliklerde, bağlıkta otlar hafif sararmaya yüz tutunca, mayıs ayında biçilir, özel bir şekilde sarmalanır, kışlık hayvan yemi için samanlıklarda veya ağıla yakın yerlerde istiflenirdi. Kürdçede heliz denilen ve meşelik makilere tutunarak bir boy kadar uzayan ot çiçek açınca yamaçlardan, yükseklerden, ormanlık alanlardan, meşeliklerden elle toplanırdı. Süpürge otu da aynı şekilde hafifçe sararmaya başlar başlamaz sık meşelik alanlardan elle dikkatlice toplanır, özel bir şekilde örülür, süpürge haline getirilirdi.

Yaban hayatıyla iç içe, dağlık bölgelerde, ormanlık alanlarda yaşayan köylülerimiz, ihtiyacına göre ağaca, ormana yaklaşırdı. Örneğin, genç ağaçları budayıp korurken, çürümeye yüz tutmuş, kovuk bağlamış yaşlı ağaçları, yine kırılmış dalları veya yıldırım çarpması sonucu kurumaya başlayan ağaçları kışlık yakacak için, odun olarak ormandan toplardı. Böylece ormanlık alan tutuşucu, yanıcı artıklardan arınmış olurdu. Bu şekilde, ormanlarımız, meşelik alanlarımız, mera ve otlaklarımız doğal bir ekosistem düzen içinde kendini koruyordu. Kasten ateşe verilse veya bombardımana tutulsa bile, öyle kolay kolay yanmazdı, yangınlar çıkmazdı. Ama şimdi, bahar aylarında diz boyu büyümüş otlar, kırılmış dallar, kurumuş ağaçlar Temmuz ayında kibrite dönüşüyor. Yol kenarında veya herhangi bir yerdeki kırık bir cam parçası bile öğle sıcağında yangın çıkarabilir durumdadır.

Dağ köylerinde en çok keçi beslenirdi. Her evin ortalama otuz kırk keçisi, beş on ineği, iki çift öküzü, mutlaka yük eşeği, katırı, atı olurdu. Ot ve samanın yanında, hatta bunlardan daha fazla, ağustos ayında meşe ağaçlarının bir buçuk metre uzunluğundaki yapraklı dalları kesilir, özel olarak balya yapılır, dağların yamaçlarında kocaman ambarlar kurulurdu. Kışın, kar yağınca, bu yapraklı meşe dallarından oluşan balyalar, sırtla ya da kızaklarla ağıllara taşınır, keçilere verilirdi. Soğuk karlı kış aylarında keçiler yapraklarını yer, meşe dallarını etinden sıyrılmış balık iskeleti gibi ortada bırakırdı. Akabinde bu kuru dallar tandırda, ocakta yakacak olarak kullanılırdı, hiçbir şey boşa gitmezdi.

Memleketimizde bütün meşelik alanlar köylüler tarafından paylaşılmıştı. Özenle taksim edilen meşelikler, üç yılda bir dalları itinayla kesilir, istiflenirdi. Çünkü üç yılda, bir buçuk metre kadar uzamış olan taze dallar, tam olarak yapraklanmış olur. Eğer üzerinden üç yıldan fazla bir süre geçerse, yaprakları kartlaşır, kışın keçiler yiyemez. Meşe ağacı kartlaşırsa, dalları bir sene boş kesilmeli, üç yıl sonradan başlanarak her üç yılda bir düzenli olarak kesilebilir artık.

Meşe, dalları kesildikçe gençleşir, gürbüzleşir, daha canlı, daha yeşil filiz verir. Dalları kesilmeyen meşe kırk elli yılda yaşlanır, gövdesinde oyuklar açılır, çürümeye yüz tutar. Hatta yüz yılda dönüşüme uğrar, başkalaşır. Örneğin ziyaret yerlerinde, mezarlıklarda kutsaldır diye kesilmeyen meşe ağaçları başkalaşmış, bozulmuş haldeler.

Hayvancılıktan söz etmişken şunu da söylemeden geçmeyelim. Doksanlı yılların başına kadar, yani henüz dört-beş bin köyümüz yakılıp yıkılıp boşaltılmadan, taştan ekmeğini çıkarabilen köylülerimiz çalı süpürgesi misali her tarafa savrulmadan önce, canlı hayvan tüccarları sadece Lice bölgesinden sonbaharda yüzlerce kamyon canlı hayvan toplardı. Hatırlıyorum, otuz hanelik küçük bir mezra olan köyümüzden yılda en az beş yüz baş küçük hayvan satılırdı. Bizden daha yukarılardaki dağlık bölgelerden kamyon kamyon celepler taşınırdı. Suriye, Kuveyt, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan ve daha birçok ülkenin et ihtiyacı bölgemizden karşılanırdı. Yine, Diyarbakır bölgesinden binlerce kamyon canlı hayvan İskenderun ve Mersin limanlarına giderdi. Daha önceleri ise, Halep üzerinden Lazkiye ve Beyrut limanlarına gittiği, oradan da gemilerle çeşitli ülkelere gönderildiğine dair bilgiler kitaplarda mevcuttur. Yakın dönem için söylüyorum, ulaşabilen olursa, 1960, 70, 80 ve 90’lı yılların ihracat rakamlarına bakabilir, mutlaka arşivlerde vardır. Bu şekilde, hem köylü hem tüccar hem nakliyeci hem de devlet kazanırdı.

Hayvanlar, ilkbahardan başlayarak güzün karlar yağana dek yabanda, ormanlık alanlarda otlanır, böylece meşelikleri, ormanları yanıcı özelliğe sahip kurumuş otlardan, çer-çöpten, yanıcı kavdan temizlerdi. Ama 1990-2000 yılları arasında köylerimiz boşaltıldı, birçok yer on yıl kadar yasak bölge ilan edildi. On yıl, yirmi yıl şehirde yaşayan nüfusun çoğu artık köylere dönmek istemiyor. Henüz çocuk yaşta köyden ayrılıp şehirde büyüyenler, yine şehirde doğup büyüyenler köy yaşamından bir şey anlamıyor. Köy yaşamıyla ilgili kültür aktarımı kesintiye uğradı. Son yıllarda, daha çok yaşlı kesim köye dönse de, artık eskisi gibi her tarlayı ekip biçemiyor, ot toplayamıyor, meşe dallarını kesemiyor. Ormandan odun toplama diye bir şey de yoktur artık. Hayvancılık, özellikle keçi besiciliği yok olmuş. Dağlarımız, ormanlarımız, meşelik alanlarımız, mera ve otlaklarımız vahşi doğanın kaderine terk edilmiş. Hayvancılığın yok olmasından dolayı her yer kurumuş otlarla dolu. Bundan sonra, her yaz dağlarımızın, meşeliklerimizin yangın yeri olacağından şüphemiz olmasın artık. Çünkü kuruyan otlar, yaz sıcağında yanmak için bahane arıyordur.

Her yıl ardı ardına çıkan yangınlar yabani hayvan popülasyonun dengesini de bozmuştur. Örneğin birçok sürüngen hayvan çeşidi, kuş türü, kurtlar, tilkiler artık görünür değiller. Ama domuz popülasyonu oldukça yoğun.

Çözüm nedir? Dağlarımızın, ormanlarımızın, meşelik alanlarımızın, otlak ve meralarımızın her yıl yanmasını istemiyorsak şayet, yaşam kaynağı olan topraklarımızın, dağlarımızın ekosisteminin bozulmasını istemiyorsak, hepimiz köylerimizin eskiden olduğu gibi doğal yaşamına dönmesi için çalışmalıyız. Hayvancılığın, özellikle keçi besiciliğinin teşvik edilmesi hayati derecede önemlidir. Ama bunun için de öncelikle silah seslerinin tamamen kesildiği, her kilometrede bir, her tepe başında garnizonun, kalekolun, karakolun olmadığı; yasaklanmış bölgelerin, günler süren dışarı/sokağa çıkma yasaklarının olmayacağı, köylünün sıkı bir gözetim altına alınmadığı, oldum olası sıkıştırılmadığı, her davranışının sorgulanmadığı, rahatça yaşamını sürdürebildiği bir ortam gerekir.

Böyle olmazsa ne olur? Yangınlarla yıldan yıla topraklarımız çoraklaşır, çölleşir; tabiat gerçekten küser, yok olur. Gelecek nesillere kıyamet kalır!

Na xebere 1629 rey wanîyaya
No nuşte hema şîrove nêbîyo.