Şeyh Ahmed...
1962-1964 yılları arasında askerlik yaptım. Yd. Sb. Piyade Okulu İstanbul’da Tuzla’daydı. Kıta hizmeti Bitlis’de geçti. 1963 yılı yaz aylarında, Bitlis’deki 34. Piyade Alayı’ndan bir bölük, sınırdaki birliklere takviye olarak Hakkari’ye, Yüksekova, Şemdinli kırsalına gönderildi.
O dönemin ifadesiyle, “Irak’ın kuzeyi”nde yaşayan “eşkiyalar”ın, Irak hükümetine isyan ettikleri, “eşkiyalar”a karşı yoğun bir savaş sürdüğü, Irak ordusu tarafından sıkıştırılan “eşkiyalar”ın, sınırı geçmeleri olasılık dâhilinde olduğu, sınır birliklerinin bu bakımdan güçlendirilmesi gerektiği, sınırı geçmeye teşebbüs edecek olanların hemen orada yakalanmaları üzerinde duruluyordu.
34. Piyade Alayı’ndan gönderilen bölük, Başkale, Yüksekova’dan sonra, Şemdinli,’ye intikal etti. Ben de Yd. Sb, Ateğ. olarak bu bölük içindeydim..
1963 yılı yaz aylarında, Şemdinli’de, Haruna, Diman, Tisi, Şapatan, Talabani, Sürünüs, Bembo, Nehri, Benavik, Besusin, Zerin, Mavan, Rubaruk, Gerdi, Rizi, Giran, Bigolta, Herki, Bedav, Nugaylan… yörelerinde çok bulundum. Sık sık yapılan keşif faaliyetlerine katıldım.
Bölgeyle, Kürd toplumuyla ilgili daha sonraki çalışmalarda, şu ilişkilerin farkına vardım. Şemdinli aşiretlerinde Herki Aşireti Güney Küdistan’daki Herki ve Barzan Aşiretlerine komşuydu. Şemdinli aşiretlerinden Gerdi Aşireti, bir yönden Barzan’a, bir yönden de Bradost ve Gerdi aşiretlerine komşuydu. Şemdinli aşiretlerinden Zerza Aşireti ise, Bradost ve Gerdi aşiretlerine komşuydu. Zerza Aşireti, bir yönden de İran’daki Herki ve Şıkak aşiretlerine komşuydu. Şemdinli’nin diğer bir aşirete Humaro Aşireti ise İran’daki Şıkak ve Herki aşiretlerine komşuydu.
Bölgede Türk yönetimi, Türk basını tarafından, “eşkıya”, “haydut”, “sergerde” diye anılan Kürd liderlere karşı, çok yoğun bir küçümseme, aşağılama vardı. Radyoda ve gazetelerde, küçümseme ve aşağılama şeklinde propaganda devam ediyordu.
O yıllarda, “Irak’ın kuzeyi” söylemi geçerliydi. “Irak’ın Kuzeyi”ndeki mücadele için, “eşkiyalar kıstırıldı yakalanmaları an meselesi” gibi haberler yayımlanırdı. Sınırdaki birliklerden uyanık olmaları istenirdi. ‘Türkiye’ye sığınmaları her zaman gerçekleşebilir” denirdi.
Şeyh Ahmed hakkında, çok kötü, çok ağır bir propaganda yapılıyordu. Mele Mustafa Barzani aleyhinde de propaganda yapılıyordu ama Şeyh Ahmed hakkında yapılanlar çok daha ağırdı. Askeri emirlerde de benzer görüşler dile getiriliyordu. “Köylüler Şeyh Ahmed’in yanında put gibi dikiliyor, hiç kimse Şeyh Ahmed’in yanında konuşamaz, fısıldanamaz, gülemez…”, “Şeyh Ahmed, cennetin anahtarlarını cahil köylülere satıyor”, “Şeyh Ahmet, evinde, tarlasında köylüleri köle gibi çalıştırıyor.”
Şeyh Ahmed’in, Mele Mustafa Barzani’nin fotoğrafları da köylülere dağıtılıyordu. Fotoğraflar üzerine, “yakalayana şu kadar lira ödül verilecek” şeklinde ibarelere de vardı.
Çevrede, köylülere, sık sık, bu görüşleri dile getiren bildiriler dağıtılırdı. Irak’ta, Bağdad’da, Türkmence yayın yapan bir radyo vardı. Radyoda, Kürdler, “eşkıya”, “haydut,” “sergerde” “hain” gibi sözcüklerle nitelenirdi.
Bölgede, “Kuzey Irak’’ta yaşayanlardan, hükümetle işbirliği yapanlardan (Kürdlerden) oluşturulan milis güçleri vardı. Onlara, “Selahattin Atlıları” denirdi. Ayrıca, Araplardan oluşturulan milis güçleri vardı, onlara da “Halid bin Velid Aslanları” denirdi. Durmadan bu iki grubun kahramanlıkları vurgulanırdı. Bağdat radyosunun Türkmence yayını, günde 15-20 dakika kadar sürerdi. Bölgedeki Kürdler, daha çok Erivan Radyosu’nun Kürdçe yayınlarını izlerdi.
Şeyh Ahmed, (1896-1969) hakkında söylenenler, propaganda çok dikkatimi çekmişti. Daha sonraları, Güney Kürdistan’a ilişkin haberleri, yorumları okurken, Şeyh Ahmed’e nasıl değinildiğine bakardım.
Mesut Barzani, Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi, Doz Yayınları, Arapça’dan çev. Vahdettin İnce, Cilt I, Ocak 2003, Cilt II, Şubat 2005, kitaplarında, Şeyh Ahmed’e sık sık değiniliyor. Kürt Ulusal Özgürlük mücadelesinde, çeşitli zamanlarda ve çeşitli mekânlarda, Şeyh Ahmed’in oynadığı rol, ayrıntılarıyla dile getirilmiş. Bu anlatımlardan çıkardığım sonuç şudur.
Şeyh Ahmed, dinsel değerlere, İslami değerlere bağlı olduğu kadar, Kürd ulusal değerlerine de bağlı bir kişi. Arap yöneticilerle, Arap komutanlarla, valilerle vs. yaptığı görüşmelerde, her zaman Kürt ulusal değerlerini savunuyor. “Kürdistan’da resmi dil Kürdçe olacak”, “Kürdistan’da eğitim Kürdçe olacak”, “Kürdistan’da memurlar Kürdlerden olacak, valiler, kaymakamlar vs. Kürdlerden olacak” Şeyh Ahmed bu ilkeleri her zaman dile getiriyor.
Bu ilkeleri, sadece Şeyh Ahmed dile getirmiyor. Şeyh Abdüsselam II de, Osmanlı yönetiminden, her zaman bunları talep ediyordu. Şeyh Abdüsselam II, 1914 yılında, İttihat ve Terakki yönetimi tarafından bu görüşlerinde ısrar ettiği, Kürdleri bu görüşler çerçevesinde ayaklanmaya çağırdığı için idam edilmişti. Şeyh Abbüsselam II’yi idam edenin dönemin Musul valisi şair Süleyman Nazif olduğu biliniyor.
Benzer görüşler 1870’lerde, Şeyh Abbüsselam I ve çevresi tarafından da savunuluyordu. Şeyh Abdüsselam I, Osmanlı yönetiminden her zaman bu ilkelerin yaşama geçmesini talep etmiştir. Barzanilerle Osmanlı yönetiminin anlaşmazlıklarının temel konularından biri budur.
Arap yöneticilerden, Arap komutanlardan, örneğin, bakanlardan, valilerden, generallerden Kürdlerle ilgili kötü bir söz, aşağılayıcı, küçümseyici bir söz gelirse, Şeyh Ahmed, görüşmeye devam etmiyor, görüşmeyi sonlandırıyor.
Mesut Barzani’nin kitabında, birinci cildde, o aylara, hatta o günlere ilişkin bilgiler de var. “Kıstırıldılar, yakalanmaları an meselesi, Hakkari sınırlarında, Türkiye’ye sığınmaları her an gerçekleşebilir” denildiği günlerde, pêşmergenin, sınırdan 80-100 km. içeride, örneğin, Soran, Akre gibi yörelerde, mücadele sürdürdüğü görülmektedir.
1962-1963 yıllarında yapılan propagandaların gerçekleri aksettirmediği açıktır. Gerilla mücadelesi sürdüren, sürekli olarak, dağdan dağa, mağaradan mağaraya hareket halinde olan, sık sık yer değiştirmesi kaçınılmaz olan, bombardımanlardan korunmaya çalışan bir halkın, tarımsal faaliyet yürütemeyeceği açıktır. Şeyh Ahmed’in o günlerde, cephe gerisinde, kadınların ve çocukların korunmasıyla ilgilendiği anlaşılmaktadır.
Şeyh Ahmed, İslami değerlere bağlı bir kişidir. Ama, namaz, oruç gibi ibadet biçimlerini, başkalarına dayatması söz konusu değildir. Bunun, genel olarak Barzanilerin bir tutumu o halklara olduğu da söylenebilir.
Kürdlerin, Yahudi, Süryani, Ermeni, Ezidi gibi halklara, inançlara, yaklaşımı öbür İslam haklarına nazaran daha insanidir, daha ahlakidir. Bu tutum Barzanilerde çok daha böyledir. Siyasal İslam, Kürdler arasında, Kürdlerin bağımsız bir devlet kurmalarına engel olmak için, Türk, Arap ve Fars siyasal İslamcılar tarafından geliştirilmektedir. Türk-İslam Sentezi gibi siyasal akımlar için de böyle söylenebilir.
Şeyh Ahmed’in Büyük Oyunu
Şeyh Ahmed’in tutumunu, davranışını gösteren önemli bir süreç şudur: Yıl 1947, Şubat-Mart ayları. Mahabad Kürdistan Cumhuriyeti yıkılmış, Cumhurbaşkanı Qazi Muhammed (1900-1947) bakanlar, Seyfi Kadı ve Sadri Kadı idam edilmişlerdir. (30 Mart 1947) İran, Mahabad’da, Kürdistan’da, tekrar egemenlik kurmuştur. Pêşmerge ordusunun silah bırakması ve Hemedan’a yerleşmesi istenmektedir.
İşte bu koşullarda, İran hükümeti, Mahabad Kürdistan Cumhuriyeti askeri sorumlularından Mele Mustafa Barzani’yi, durumu görüşmek, isteklerini duyurmak için Tahran’a davet eder. Görüşmeye davet edilenler arasında 8 pêşmerge komutanı da vardır.
Mele Mustafa Barzani davete uyar. 8 pêşmerge komutanıyla birlikte Tahran’a gider. Bu, aslında, Mele Mustafa Barzani’nin anlayışına, siyaset tarzına uygun bir tutum değildir. Zira, Mele Mustafa Barzani o güne kadar, Bağdat yönetimiyle, Arap komutanlarla, valilerle vs. yaptığı bütün görüşmeleri, hep kendi çadırında gerçekleştirmiştir. Bağdat’daki ve Tahran’daki yöneticilere güven duymamaktadır. Ama, Tahran’a gitmeyi, görüşmeyi Şeyh Ahmed istediği için kabul etmiştir. Mele Mustafa Barzani’nin referans aldığı tek kişi Şeyh Ahmed’tir.
Tahran hükümet yöneticileri Mele Mustafa Barzani’ye ve pêşmerge komutanlarına silah bırakmalarını ve Hemedan’a yerleşmelerini bildirir. Hemedan, İran-Irak sınırından epeyce uzakta, Doğu’da, iç bölgede yer alan bir kenttir.
Mele Mustafa Barzani, pêşmerge ordusunun silah bırakmayacağını, pêşmergenin Hemedan’a yerleşmeyeceğini vurgular. Sadece, karlar eriyip yollar açıldığı zaman İran’ı terk edeceklerini söyler.
Bu görüşmeler sürerken, Tahran yönetimi, Şeyh Ahmed’e yazılı bir direktif gönderir. Direktifte şu yazılıdır: “Pêşmerge silah bırakacaktır ve Hemedan’a yerleşecektir. Eğer bunları yapmazsanız, şimdi bizim elimizin altında olan Mele Mustafa Barzani 8 Kürd komutan idam edilecektir.” Tahran hükümeti, bu direktifin kesin olduğunu da söyler.
Şeyh Ahmed, bu direktife hiç bekletmeden cevap verir: “Silah bırakmayacağız, Hemedan’a yerleşmeyeceğiz. Karlar erimeye, yollar açılmaya başladığı zaman İran’ı terk edeceğiz. Mele Mustafa Barzani’ye ve 8 Kürd komutana istediğinizi yapın, Barzan’da, Kürdistan’da Mele Mustafalar çoktur.”
Bu ikirciksiz ve hızlı cevap, İran yöneticilerin çok şaşırtır. Mele Mustafa Barzani ve 8 pêşmerge komutanı Tahran’dan ayrılır. Kürdistan’a, Mahabad’a döner…
İran’ın bu tutumu, yani, Mele Mustafa Barzani’yi, 8 pêşmerge komutanını bırakması da kendi siyaset tekniğine aykırıdır. Zira bugüne kadar bütün Kürd liderlerinin yaşamı, ya İran hükümetinin düzenlediği suikastlarla veya idamlarla sonuçlanmıştır. Görüşme yapacağız, diye davet ettikleri liderleri suikastlarla katletmişlerdir. Yemeğe davet ettiklerini ya zehirlemişler veya yemek sırasında katletmişlerdir. Sımko, Sımko’nun ağabeyi Cevher Ağa, Qazi Muhammed, Abdurrahman Qasımlo, Sadık Şerefkendi vs. Şeyh Ahmed’in bu konuda ikirciksiz ve kararlı davranması böyle bir sonucun elde edilmesini, sağlamıştır. Ayrıca, Mele Mustafa Barzani ve 8 arkadaşının Tahran’da olduğunun, Şeyh Ahmed ve çevresi, tarafından bilinmesi de önemlidir.
Değerli araştırmacı ve siyaset adamı Hüseyin Turhallı, yazılarında sık sık, “büyük oyun”dan söz etmektedir. Kürdlerin zaman zaman büyük oynamaları gereğini vurgulamaktadır. 1947 yılı Şubat-Mart aylarında, Şeyh Ahmed’in tutumunun, büyük oyun olduğunu, Şeyh Ahmed’in büyük oynadığını söyleyebiliriz.
Mele Mustafa Barzani’nin ve Kürdistan Demokrat Partisi’nin Sovyetler Birliği’ne sığınma konusu bu ortamda ortaya çıkıyor. 560 pêşmergeyle Sovyetler Birliği’ne sığınma… İran’dan, Irak’a, Kürdistan’a giren pêşmergelerin önemli bir kısmı, geçiş sırasında yakalanıp idam ediliyor. 4 pêşmerge komutanı da idam edilenler arasındadır. Şeyh Ahmed de Irak’a, Güney Kürdistan’a geçenler arasındadır. Şeyh Ahmed, geçiş sırasında yakalandı, tutuklandı. Kısa bir sorgulamadan sonra idam hükmü verildi. Ama Şeyh Ahmed idam edilmedi. Basra’da, bir cezaevine konuldu. 1947-1958 arasında Şeyh Ahmed cezaevindedir. Şeyh Ahmed 1958 sonunda, Mele Mustafa Barzani ve pêşmergeler, Sovyetler Birliği’nden Irak’a dönünceye kadar cezaevindedir. Bu dönüşle birlikte, Kürdistan Demokrat Partisi’nin legalleşmesiyle Şeyh Ahmed cezaevinden çıkar.
Şeyh Ahmed’in Kürd Toplumu Üzerindeki Etkileri
Şeyh Ahmed, 1969 da vefat ettiğinde, çocuklarına adından başka hiçbir şey bırakmadı. Ne bankada para, ne ev, ne dükkan vs. hiçbir şey… Zaten gerilla mücadelesi içinde olanların, böyle bir birikim yapması da imkansızdır. Mele Mustafa Barzani de çocuklarına, adından başka hiçbir şey bırakmamıştır. Aynı dönemde, Bağdat hükümetiyle işbirliği yapan Kürd şeyhlerinin, aşiret reislerinin ne kadar çok birikim yaptıkları bilinmektedir.
Şeyh Ahmed’in bu durumu, insana, İsrail başbakanlarından Golda Meir’in (1898-1978) durumunu hatırlatmaktadır. Golda Meir, 1969-1974 arasında İsrail Başbakanıdır. 1956-1966 yıllara arasında İsrail Dışişleri Bakanıdır. Golda Meir 1978 de vefat ettiğinde, Kamu mülkiyeti kurumu, kızına, anasından miras olarak bir ev kaldığını, bunu, kendi mülkiyetine geçirebileceğini söyler. Kızı ise, “kurum bana da bir ev tahsis etmiştir, ikinci bir eve ihtiyacım yok” diyerek, evin tekrar kamu mülkiyetinde kalmasını sağlamıştır. Golda Meir’in, bu evinin dışında hiçbir mülkiyeti yoktu. Ne bankada para, ne bir işletmenin hisse senetleri vs. hiçbir şey…
İsrail yöneticilerinin, bu konuda hayranlık verici bir tutumu vardır. Ve İsrail’in, Ortadoğu’da, Arap denizi içinde, kendi kadim toprakları içinde nasıl kök saldığını, güçlendiğini anlatmaktadır. Arap liderlerinin, Arap şeyhlerinin, Arap aşiret reislerinin mülkiyet hırsı, gösterişi karşısında, elbette çok takdire şayan bir tutumdur. Arap şeyhlerinin, Arap liderlerinin, özel yatları, özel uçakları, İstanbul’da, Londra’da, Paris’te, ABD’de köşkler, İsviçre bankalarında milyar dolarlarla ifade edilen hesaplar… Köşkler, villalar, muslukları altından banyolar… Genel olarak İsrail yöneticilerinde, bu toplumsal eşitlikçi tutumu izlemek mümkündür. David ben Gurion’da (1886-1973) Haim Weizman’da (1874-1952), Levi Eşkol’de, (1895-1969) Haim Herzog’da (1918-1997) İzak Şamir’de (1915-2012) İzak Rabin’de (1922-1995) bunu izlemek mümkündür.
Kürdler, biraz Şeyh Ahmed’e benzemelidir. Bundan kastım şudur: Bugün, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde görev alanlar, askeri bürokraside görev alanlar, pêşmerge yöneticileri, ticaretle ilişkilerini kesmelidir. Sadece kendileri değil, aileleri de böyle yapmalıdır. Çünkü, hükümet yöneticilerinin ticaretle ilişkilerini sürdürmeleri, kendi lehlerin haksız rant yaratmaktadır. Bundan ayrı olarak ticaretle uğraşan yöneticiler devlet işleriyle sağlıklı bir şekilde uğraşacak zamanı da bulamazlar. Kafaları hep ticaretle meşgul olur.
1947 Şubat-Mart-Nisan aylarını hatırlayalım. İran’daki Kürd bölgesinden Kürdistan’da, Irak, Kürd bölgesine geçiş sıkıntılarla dolu. Sınırlar, İngiliz uçakları bombalanmakta, Türk ve İran devletleri, pêşmergeyi kuşatıp imha etmenin planlarını yapmaktadır. Irak’a Kürdistan’a geçmeye çalışan Kürdler, sınırda yakalanıp kısa bir sorgudan sonra idam edilmektedir. İşte böyle bir ortamda, Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Mele Mustafa Barzani, 560 pêşmergeye hitaben şunları söylüyor. “Bir belirsizliğe doğru gidiyoruz. Belki açlıktan öleceğiz, belki bu soğuklarda donacağız, belki bu bombardımanlar bizi imha edecek. Hiçbir şeyin sahibi değiliz. Sahip olduklarımız… pêşmergenin torbasında ne varsa, sahip olduklarımız sadece onlardır…”
Günümüzde durum, şüphesiz çok değişiktir. Kürdler artık geniş bütçelere sahiptir. Bağımsızlık yolunda bütçeler daha da büyüyecektir. Bu durumda söylenecek söz şudur: Her şeyden önce, elde edilen gelirin şeffaf bir şekilde görülmesi, Kürd kamuoyu tarafından izlenebilir, gözlenebilir olması gerekir. Aynı şekilde harcamaların da şeffaf olması gerekir. Harcamaları hesabının sorulabilmesi çok önemli olmalıdır.
Gelirin sosyal sınıflar arasında, mümkün olduğu kadar eşit ve hak esasına göre dağıtılması, bu çerçevede sosyal politikalara önem verilmesi önemlidir.
Tarım, hayvancılık ihmal edilmemelidir, gelişmeleri sağlanmalıdır. Turizmin geliştirilmesi önemlidir. Turizm, Kürdistan için petrol kadar değerlidir.
Üretime dönük ufak boy sanayi için çaba sarf edilmesi önemli olmalıdır. Örneğin, gıda sanayisi konusunda gelişmeler olmalıdır.
Kürdler, “Ortadoğu Ekonomi modeli” içinde yer almamalı, sanayi, tarım, hayvancılığa, turizme dönük yatırımlarıyla bu modelin dışında bir ekonomi modeli geliştirmelidir. Ortadoğu Ekonomi modelinin esasının, sadece petrol ihracına dayalı olan, üretime dönük olmayan, tüketime dönük bir model olduğu biliniyor. Bu konuda, Xwendeq Benahol’ün yazısı önemlidir. Ortadoğu Devlet Modelliği ve Güney Kürdistan’daki Gelişmeler Üzerine, 7.8.2014 tarihli yazı için bk. Rizgarionline, Kürdistan-post.eu, gelawej.net gibi siteler…
Gelirin paylaşımı konusunda ulusal bir politikanın izlenmesi de önemlidir. Kuzey Kürdistan’daki, Doğu Kürdistan’daki, Güneybatı Kürdistan’daki sivil toplum örgütlerinin gözetilmesi gerekir. İhalelerde, Kuzey Kürdistanlı, Doğu Kürdistanlı, Güneybatı Kürdistanlı iş adamlarının gözetilmesi ihmal edilemez. Her yerde, her zaman, Kürdlere, Barzani ailesine söven-sayan, Kürdleri aşağılayan Türk iş adamlarına ihaleler verilmesi Kürdleri üzen bir durum yaratmaktadır.
“Kardeşiz ama ortak değiliz” anlayışı sağlıklı bir anlayış değildir. Kürdler, parçacı değil, ulusal bir bilincin gelişmesini sağlamalıdır.
Bütün bunların sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için, Kürd yöneticilerin ticaretle ilişkilerinin kesilmesi önemlidir. Sadece kendilerinin değil, ailelerinin de ticaretle ilişkileri kesilmiş olmalıdır. Kürdler bu ilişkiler ağında biraz, Şeyh Ahmed’e, Mele Mustafa Barzani’ye benzemelidir.
Kamu yönetiminin, ordunun modernleştirilmesi, hantal yapıların daha dinamik bir hale getirilmesi ihmal edilemez.
Kürdlerin, “çocuklarımın geleceğini garanti altına almak istiyorum, bir ev bir dükkan bir çocuğu, bir ev bir dükkan öbür çocuğun…” endişesi içinde olmaları yanlıştır. Çocukların iyi bir eğitim almaları için her türlü yatırım yapılmalıdır, her olanak kullanılmalıdır. İyi eğitim alan bir çocuk geleceğini zaten kendisi kurar. Çocukların geleceğinin garanti altına alınması için mal biriktirme endişesi sağlıklı bir gelişme değildir. Eğitim elbette, dünyayı algılamaya, soru sormaya, sorgulamaya dönük bir eğitim olmalıdır. Çocuğu, belirli bir görüş doğrultusunda yetiştirmeye dönük bir eğitim öbür görüşlere kapalı bir eğitim elbette eğitim değildir. Eğitim çok önemli bir kamu hizmetidir. Zihinlerin özgürce gelişmesi çok önemlidir.
Çevrenin Korunması Konusunda Şeyh Ahmed’in Rolü
Barzan’da, Barzan-İmadiye arasında, Barzan-Revandiz-Çoman Hacıümran kırsalında, Soran’da, ağaç kesilmiyor; av yapılmıyor. Doğa korunmaya çalışılıyor. Kürdistan’ın bitki örtüsü (flora) yabani hayvan varlığı (fauna) korunmaya çalışılıyor. Yasaklardan çok, gönüllü olarak bu ilkelere uyulduğundan söz etmek gerekir. Kürdistan doğasının bu şekilde korunmasında, Şeyh Ahmed’in büyük rolü var. Ormanlık alanlardan ağaç kesiminin engellenmesi, yabani havyan varlığının korunması Şeyh Ahmed’in çabalarıyla gelişmiş.
2014 Haziran’ında, Çoman’a yaptığımız bir ziyarette, genç kaymakam Abdülvahid Granty, bu durumu bize etraflıca anlattı. Çoman kırsalında, “Halgurd-Şakran Doğal Parkı” kuruluyor. Kürdistan’ın bitki örtüsü ve yabani hayvan varlığı, bu geniş kırsal alanda korunacak, gelişmeleri sağlanacak. Kaymakam, Abdülvahid Granty, Halgurd-Şakran Doğal Parkı’nın kuruluşunda, Şeyh Ahmed’in düşüncesinin ve eyleminin ilham kaynağı olduğunu vurguluyor.*
İŞİD Saldırısı
İslam Devleti İŞİD’in, 2 Ağustos 2014 de, Şengal saldırısı, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne tutulan bir ayna olmuştur. İŞİD saldırısı karşısında pêşmergenin geri çekilmesi, savunmasız bırakılan Ezidileri, insanlık dışı bir anlayışa sahip İŞİD ile karşı karşıya bırakması, gerek Kürdlerde, gerek Kürdistan Bölgesel Yönetimindeki gelişmeleri dikkatle izleyen devletler ve sivil tolum kurumları arasında derin bir hayal kırıklığı yaratmıştır.
Ezidiler, tarihte hep Müslümanlardan zulüm görmüştür. Evet, Ezidiler hep Müslümanlardan zulüm görmüştür. Araplar da, Farslar da, Kürdler de, Türkler de, Ezidilere her zaman zulüm yapmışlardır.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi, şüphesiz, geçmişte yaşananların bilincindeydi, geçmişte meydana gelen yaraların sarılması için çaba harcıyordu. Ve bu tutum, Ezidilere güven ve rahatlık veriyordu. Ama, 2 Ağustos günü, Ezidileri İŞİD’le baş başa bırakarak geri çekilmenin hiçbir mazereti yoktur, bağışlanamaz. Ordunun temel görevi halkı savunmaktır, halk, üzerinde yaşadığı toprakla birlikte savunulur. Bu savunmaya halkın katılması da önemlidir. Bunun için de halkın bu yönde örgütlendirilmesi önem taşımaktadır.
Ezidilerin esas Kürdler olduğu, Müslümanlaşmaya, esas kimliğini korumaya çalışan Kürdler olduğu da bir gerçektir. Ezidi toplumunu korumanın, kültürel, antropolojik bakımdan bir değeri olduğu da besbellidir.
Bu, pêşmergeye güveni sarsan bir durum yaratmıştır. 80 bin-90 bin pêşmerge olduğu söylenmektedir. Yedekleriyle birlikte 160 bin, 170 bin pêşmergeden söz edilmektedir. Şengal’den geri çekilme, İŞİD’in Maxmur’a doğru harekete geçmesi, pêşmergenin modernize olmadığını, iyi eğitim almadığını gösterir. İŞİD’i ancak ABD’nin ve daha sonra da Irak’ın bombardımanları durdurabilmiştir. Pêşmergenin bu süreçdeki fedakarlığı elbette dikkatlerden uzak değildir. Bu hantal gücü, dinamik, muharip bir hale getirmek önemli olmalıdır.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, hala ulusal bir ordunun kurulamamış olması çok büyük bir sakınca oluşturmaktadır. Siyasal partilere bağlı orduların Pêşmerge Bakanlığı’nda birleştirildiği söylenmektedir. Ama pêşmergeye direktif verenler hala partilerdir. Merkezi ulusal bir yapı değildir. Bu bakımdan, Genelkurmay Başkanlığı, Kürd yönetimi için kurulması zorunlu olan bir kurumdur. Bu parçacı anlayıştan kopmak, ulusal bir kurum oluşturmak önemli olmalıdır. Siyasal partilere bağlı ordularla sağlıklı bir yönetim kurulamaz, demokrasi hiç kurulamaz.
Kürdlerin, Qazi Muhammed’in, idam sehpasında, Kürdlere vasiyetini unutmamaları gerekir. Qazi Muhammed, (1900-1947) idam sehpasında, Farslar, Araplar, Türkler için neler söylüyordu? Kürdlere saldıran İŞİD’in önemli destekçilerinden birinin, Türkiye olduğu biliniyor.
İŞİD saldırılarının, Kürdlerin, Güney Kürdistan’da, bağımsızlık hazırlığı yaptığı bir zamanda ve ortamda meydana gelmesi, dikkate değer. Bu, İŞİD’e destek veren güçlerin Kürdlerin bağımsızlıklarına karşı olduğunu gösterir. İŞİD devreye sokularak bağımsızlığın engellenmeye çalışıldığı görülmektedir. Buna rağmen, Kürdler, anti-Kürd uluslararası nizamı her zaman eleştirmeli, bu eleştiriyi gündemde tutmalıdır. ABD, AB, ve Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, İspanya, Hollanda, İsveç gibi devletlerin Kürdler/Kürdistan konusunu konuşmaya başlamaları, Kürdlere ağır silahlar göndermeye başlamaları dikkate değer bir gelişmedir. Bunun uluslar arası anti-Kürd nizamda yeni bir aşama olduğu söylenebilir:
Kürdlerin, Kürdistan’ın komşularını, Ortadoğu’yu, dünyayı algılamaları çok önemlidir. İŞİD’in, Şengal’e saldırısı, Maxmur’a doğru harekatı, bu algılamanın çok yetersiz olduğunu göstermiştir. 80 binlik, 90 binlik pêşmergenin, 5-6 binlik İŞİD’i, daha, saldırının ilk saatlerinde toz-duman etmesi beklenirdi. Her şeyden önce pêşmergenin caydırıcı bir güç olası beklenirdi. Kaldı ki, Şengal, Kürdlerin, kendi ülkeleridir. İŞİD ise, dünyanın dört bir yanından toplanmış belirli bir anlayış çerçevesinde bir araya getirilmiş insanlardan oluşmaktadır. Şengal’in, dibini bucağını bilen pêşmergedir, nereden nereye geçiş yapılacağını bilen pêşmergedir. İŞİD’n bunları bilmesi mümkün değildir. O zaman pêşmerge neden geri çekiliyor. Bu koşullarda taktik geri çekilme bile anlamsızdır.
İŞİD’in Şengal’e saldırısı sonucu, pêşmergenin geri çekilmesi, Ezidilerin dağlara sığınması, dağlarda aç-susuz kalmaları Kürdlerin dostlarına hüzün vermiştir. Düşmanlarını ise sevince boğmuştur. Pêşmergenin bu yetersiz ve hesapsız tutumundan sevince gark olanlar arasında, bazı Kürdlerin de olması hazindir. Bu da, Kürdlerin önemli bir kısmının, ulusal değil, parçacı bir anlayışla düşündüğünü, davrandığını gösterir. Birbirine zıt duygular, düşünceler içinde olan Kürdlerin düzenlenmesi isteğini zaman zaman dile getirdikleri Kürdistan Ulusal Kongresinde birbirleriyle ne konuşacaklar acaba?
ABD ve Irak bombardımanları eşliğinde, Maxmur, Guver gibi bazı alanlarda, Kürd siyasal partilerinin, gruplarının birlikte hareket ettikleri görülüyor. (10 Ağustos ve sonrası…) Bunun geçici, konjonktürel, koşulların getirdiği bir birlik olduğu anlaşılıyor. Bağımsız Kürdistan’ı gündeme almayan hiçbir birlikteliğin anlamı yoktur. Bağımsız Kürdistan’ı gündeme almayan hiçbir kongre de anlamlı değildir. Bu kongrenin gündemi tek maddedir: Ortadoğu’da, 50 milyondan fazla nüfusu olan Kürdler neden bir statü sahibi değildir? Kürdler/Kürdistan, neden dünya uluslar ailesinin eşit bir ferdi değildir? 2012 Londra Olimpiyadlarına 210 devlet katılmıştır? Bunlar arasında neden Kürdistan yoktur? Kürdler/Kürdistan, neden bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmıştır? Kürdlerin bu konulardaki zaafı nedir? Bunları konuşmayan bir Kürdistan kongresinin hiçbir değeri, anlamı yoktur.
Mesut Barzani’nin, “Cephelerde, Kürdistan Bayrağı dışında bayrak asılması” direktifi yerindedir. Bağımsızlık referandumundan vazgeçilmediğinin açıklanması da önemlidir. Mesut Barzani’nin, HPG komutanlarını ziyaret etmesi, görüşmesi de önemli bir gelişmedir.
Zerevani Özel Kuvvetler Komutanı General Aziz Weysi “İŞİD’i çok kötü bir son bekliyor” demişti. İŞİD’in sonunun yakın olduğu da anlaşılmaktadır. Bugünlerde (12-13 Ağustos günleri ve sonrası) pêşmerge İŞİD’e karşı yoğun bir atak içindedir.
Hantal pêşmerge yapısının modernize edilmesi, dinamik muharip birliklerin ortaya çıkarılması, pêşmergenin çağı, Ortadoğu’yu, Dünyayı, Kürdleri algılayan bir eğitime kavuşturulması önemlidir. Kürd siyaset adamlarının, Kürd komutanların bu konulardaki sorumlulukları büyüktür.
İŞİD saldırısının, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne tutulan bir ayna olduğunu vurgulamıştık. Bu saldırı, Kürdlerde milli duygunun cılız olduğunu bir defa daha göstermiştir. Kürdlerde, , vatana bağlılığın toprağa bağlılığın çok çılız olduğunu bir defa daha göstermiştir. Ufak bir tehlike halinde hemen kaçışlar başlıyor. Niye ülkeni, toprağını savunmuyorsun? Bu işte, vatan bilincinin, ulus bilincinin gelişmemiş olmasıyla ilgilidir. Mal biriktirme hırsın var, bir evim olsu, bir daha olsun, bir daha olsun vs. O zaman, neden biriktirmeye çalıştığın bu malları savunmuyorsun? Bunları bırakıp nereye kaçıyorsun? Pêşmerge elbette temel bir savunma gücüdür. Ama milisler de pêşmergelerle birlikte vatanı, toprağı savunmalıdır. Böyle tehlike anlarında milislerin de köyü, beldeyi, şehri savunmada görevi olmalıdır. Pêşmergeyi hantallıktan kurtarmak, pêşmergeyi muharip, aktif, dinamik bir güç haline getirmek çok önemli olmalıdır.
Osman Baliç’in Katli
7 Ağustos 2014 gecesi, Osman Baliç ve üç yaşındaki kızı Rewşen, Zaxo’da, kaldıkları evde, katledildiler. Osman Baliç, uzun yıllar PKK’de, gerilla olarak, komutan olarak mücadele yürütmüştü. 2004’de, görüş ayrılıklarından dolayı PKK’den ayrılmış, evlenmiş, Zaxo’ya yerleşmişti. Eleştirel yazılarından dolayı PKK’den tehdit aldığı vurgulanıyordu. Bu tehditten, Kürdistan Bölgesel Yönetimi yöneticilerinin, Zaxo güvenlik birimlerinin de haberi olduğu söyleniyor.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi “faili meçhul cinayetler ülkesi” olmamalıdır. Bu bakımdan Selim Çürükkaya’nın, “Zaxo sorumlularına açık Mektup” (kurdistan aktuel, 10 Ağustos 2014) yazısı önemlidir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi yöneticileri, Zaxo güvenlik sorumluları bu olaya, Selim Çürükkaya’nın sorularına gözlerini kapatamaz.
Bu katliamla ilgili olarak, Av. Hasan Hüseyin Yıldırım’ın, kurdistan aktuel’de yayımlanana “Susun” başlıklı yazısı da dikkate değer. (10 Ağustos 2014) Yine aynı sitede yayımlanan, Şükrü Gülmüş’e ait olan “Zarın altı köşesi”, 13 Ağustos 2014) yazı da bu konudadır. Selim Çürükkaya’nın, “Baliç Ailesinin Öyküsü, yazı dizisi de kurdistan aktuel’de yer almaktadır.
____________
*Şeyh Ahmed’den söz ederken bir anımı anlatmak gereğini hissettim. 1979 yılı sonlarından Eylül 1980 başlarına kadar İstanbul’da Toptaşı Cezaevi’ndeydim. Bu, Cezaevlerinde, devrimcilerin egemen olduğu bir dönemdi.
Toptaşı Cezaevi’nde üç büyük koğuş vardı. Her birinde 120-130 tutuklu kalıyordu. Devrimci arkadaşlar ikinci koğuşta kalıyordu. İkinci koğuşa girişte Küçük oda denilen bir bölüm vardı. Burada Türk soluna mensup siyasetlerin yönetici kadroları kalıyordu. 20-22 kişilik bir bölümdü. Ben de bu bölümde kalıyordum.
Her siyasetin eğitim programı vardı. Her siyasetin komünü vardı. Bizim de bir komünümüz vardı. Komünde her zaman 8-10 kişi olurdu. Bunlar toplumsal suçlardan gelen Kürd gençleriydi. Hırsızlık, adam yaralama, uyuşturucu satıcılığı vs Komünde üç arkadaşın okuma-yazma bilmediğini çok sonra fark etmiştim. Kürdlere ilişkin haberler bu arkadaşların da dikkatlerini çekerdi. Her halükarda milli duyguları olan Kürd gençleriydi
Akşamları, sayımdan sonra bu gençlerle ranzada sohbetimiz olurdu. Ranzalar pencere önündeydi, iki katlıydı ve birbirine bitişikti. Ahşap ranzalardı. İki ranzanın alt kısmında 8-10 kişi oturur sohbet ederdik. Bu konuşmaları dersten çok sohbet olarak değerlendirmek daha doğrudur. Aynı şekilde, koğuşun öbür tarafında da ranzalar vardı. Ortada da dolaplar vardı. Dolap sayısı azdı. Tutuklu sayısı kadar değildi.
1980 yılı Mart-Nisan aylarında komüne bir arkadaş daha katıldı. Türk solundan bir arkadaş… İnşaat teknisyeni. Aslında, bu arkadaşın gidebileceği, Türk solundan bir komün vardı. Ama, arkadaş, bizim komünden bir arkadaşla mahalleden tanışıyorlarmış, samimilermiş, bizimle beraber olmak istemiş. Sohbetler bu arkadaş da katılıyordu. Ama ranzanın iç kısmında değil, kıyısında, koridor tarafında oturuyordu. Ranzanın kıyısında, bir ayağı koridorda oturuyordu.
Bir akşam, Güney Kürdistan’dan, Şeyh Mahmud Berzenci’den, Şeyh Mahmud Berzenci’nin, İngilizlere karşı yürüttüğü mücadeleden söz ediyordum Komünümüzde misafir olan arkadaş, “bize gerici adamlardan söz etme, bize, Mark lazım, Lenin lazım, Stalin lazım…” gibi şeyler söyledi. “İşçi sınıfından konuşalım…” dedi.
Kürdlerin Kürdistan’ın tarihinde, şeyhlerin önemli olduğunu, insanları, Kur’ana, ahirete yönlendiren, şeyhlerle, bağımsızlık için mücadele eden şeyhlerin çok farklı olduğunu söylemeye çalıştım. Arkadaş, “bize Marx lazım, Lenin lazım, Stalin lazım, onların kitaplarını okuyalım…” diyordu.
Arkadaşa, bu sohbetlere katılmayabileceğini, başka işlerle meşgul olabileceğini, istediği kitapları okuyabileceğini söylemeye çalıştım. Ama, o, “bu gençlerin zihnini gerici adamlarla doldurmak iyi değil, bu gençler de Marx’ı, Lenin’i, Stalin’i, işçi sınıfını bilmeli… diyordu. Böyle konuşuyordu… Bu konuşmalar olurken, komünde, Tekoşin Ali dediğimiz arkadaş, birdenbire bu arkadaşa bir tokat attı. Çok şiddetli bir tokattı. Tekoşin Ali de bu arkadaşın hemen yanında oturuyordu. Çok şiddetli bir tokattı. “Sen niye hocayı dinlemiyorsun?” diye atılan bir tokat…
Tekoşin Ali enine boyuna çok iri bir arkadaştı. Dersimliydi. Kürdlerle ilgili haberleri, yorumları ilgiyle dinlerdi. Havalandırmada volta atarken, bana, “İsmail Ağabey ben bar fedaisiydim, barlarda kapının önünde dururdum” demişti. Saf, temiz milli duyguları olan bir arkadaştı. Tekoşin siyasetindendi. Kızkardeşi de Dev-Sol’cuydu.
Tekoşin iyi Türkçe konuşamadığı için, “sen niye hocayı dinlemiyorsun?”dan sonra ikinci bir cümle kuramıyordu. Arkadaş tokatla birlikte yere yuvarlandı, takla attı, ranzalara, dolap kapaklarına çarparak durdu. Ama vücuduna bir zarar olmamıştı. Üstü başı toz olmuştu, elbisesinin bazı kısımları yırtılmıştı. Tekoşin Ali’ye, “seni devrimci komiteye şikayet edeceğim…” diye homurdanmaya başlamıştı.
Tekoşin Ali’ye bu eyleminden dolayı çok kızdım. Konuşurken böyle bir şiddetin çok yanlış olduğunu anlatmaya çalıştım. O da ısrarla “o seni niye dinlemiyor?” diyordu. Türkçesi kıt olduğu için “o seni niye dinlemiyor?”dan sonra ikinci bir cümle kuramıyordu.
Bu olaydan sonra, koğuştaki arkadaşlar, şaka yollu, “İsmail Ağabey, Tekoşin Ali varken biz artık sana hiçbir şey söyleyemeyiz,” demeye başladılar.
Bu konuda, Kürdlerdeki bir çarpıklıktan da söz etmek gerekir. Tekoşin Ali’nin kız kardeşi resim öğretmeniydi. Ziyaretlerinde, Dev-Sol’a hem para yardımı yapıyor, hem de yiyecek vs. getiriyordu. Aslında, paraya da yardıma da Tekoşin Ali’nin ihtiyacı vardı. Ama Tekoşin Ali’ye yardım da yapmıyordu, ziyaret de yapmıyordu. Halbuki, Dev-Sol’un olanakları bu konuda daha genişti. Sömürge ilişkileri, Kürd toplumun, insan ilişkilerini böyle çarpıtıyor. Aslında, Kürdistan’ın, sömürge bile olmadığını vurgulamakta yarar var.