Tarihimizden Bir Portre: Mela Selim Efendi
Soranî Kürtçesinden çeviri: Roşan Lezgîn**
Hizan şeyhlerinden biri olan Mela Selim Efendi***, yaşadığı döneme göre oldukça bilgili ve gelişkin biri olduğundan Hizan şeyhi Sebgetullah Hizanî’nin postnişini olmuştu. Mela Selim Efendi, aynı zamanda Kürd davasını da yürütüyordu. Kürdistan’ın bağımsızlığı için faaliyetlerde bulunduklarından Hoytlu Hacı Musa Bey ve Şemdinanlı Seyit Abdülkadir Efendi ile birlikte sultan Abdülhamit tarafından çıkarılan bir fermanla 1894 yılında Medine-i Münevvere’ye sürgün edilmişlerdi. Yine, aynı yıl sultan Abdülhamit, Ermeniler arasında fitne ve karışıklık meydana getirmiş, onları Kürdlerin aleyhine kışkırtmıştı. Bu şekilde, Kürdlerle Ermenilerin arasında çatışma çıkmasını sağlayarak her iki halkı karşı karşıya getirmeye çalışıyordu. Böylece, içinde İngiliz Empeyalizmi ve Rusya kralı Çar Nikolay’ın elinin de olduğu çatışmalar Ermeniler tarafından başlatıldı. Bu karışıklıklardan dolayı Hizanlı Hacı Musa Bey, Ermeni TAŞNAK örgütü tarafından öldürüldü. Kısaca değindiğimiz bu olaylar neticesinde Kürd halkından güç ve nüfuz sahibi küçük büyük bir çok ileri gelen Hicaz’a sürgün edilmişti.
Mela Selim Efendi, Hoytlu Hacı Musa Bey ve Şemdinanlı Seyit Abdülkadir Efendi Hicaz’da, Medine-i Münevvere şehrinde sürgün olan Kürd ileri gelenleriyle bir toplantı yapıyorlar. Yine, Hac için Hicaz’a gitmiş birçok başka Kürd de gündemi tamamen Kürd meselesi ile Osmanlı hükümetinin zorbalık ve baskıları olan bu toplantıda hazır bulunuyor. Toplantının sonunda, Osmanlı devletinden ayrılarak bağımsız bir Kürdistan kurmaya çalışacaklarına dair Medine-i Münevvere şehrinde bulunan Peygamber’in (Allah’ın selamı üzerine olsun) kabri üzerinde hep birlikte yemin içiyorlar. Aynı zamanda, Kürdistan’a dönünce her kes kendi yerinde yoksul ve esaret altındaki Kürd halkının Osmanlı devletinin işgalci ve zorba boyunduruğundan kurtulması için mücadele edeceklerine dair aralarında anlaşma yapıyorlar.
Sultan Abdülhamid, 1896 yılında Mela Selim Efendi, Hoytlu Hacı Musa Bey ve Şemdinanlı Seyit Abdülkadir Efendi’yi bağışlayınca diğer Kürd sürgünlerle birlikte Edremit yoluyla Hicaz’dan Kürdistan’a dönüyorlar. Böylece Mela Selim Efendi Kürdistan’a döner dönmez propaganda ve örgütlenme çalışmalarını başlatıyor; Başkale, Van, Muş, Bitlis ve Diyarbakır Kürdleri arasında dolaşarak bu konuda görüşlerini yaymaya çalışıyor. Bu yörelerdeki aşiretler de Mela Selim Efendi’in öğüt ve telkinlerine kulak veriyor, kendisine güveniyor ve kurtuluşları için çalışmalara başlamaları gerektiği konusunda onu onaylıyorlar. Sözüm ona Nakşibendidir diye, yani kendi tarikatlarından olmadığından, şeyhlik bencilliği ve kendini beğenmişlik gibi basit şeyleri bahane ederek Halife Mela Selim Efendi’in ardından yürüyemeyeceklerini söyleyen Kadiri Şeyhleri dışında kalanların tümü Osmanlı hükümetine karşı yapılacak bir başkaldırı için hazırlıklara başlıyor. Kadirî şeyhlerden Şeyh Abdurahim Takî, özellikle Muş ve Bulanık’ta, Mela Selim Efendi’ye yardım etmenin aksine Hamidiye saltanatına yardım ediyor.
Burada vurgulanması gereken diğer bir önemli nokta da şudur. Mela Selim Efendi, Kürdlük mefkuresi ile Kürdistan’ın kurtuluşu düşüncesini yaymaya çalışıyorken, Hizan şeyhi ve aynı zamanda Türkiye Kürdistanı’nındaki bütün Nakşibendilerin önderi Şeyh Sebgetullah Hizanî Allah’ın rahmetine kavuşurken, Mela Selim Efendi onun halifesiydi. Fakat, Allah kendisinden razı olsun, halife Mela Selim Efendi bizzat Şeyh Sebgetullah’ın vefatından sonra postuna oturma hakkına sahip olduğu halde oturmadı. Şeyh Sebgetullah’ın henüz on yaşlarında olan Şahabeddin adında bir oğlu vardı. Babasının ölümünden sonra Mela Selim Efendi, önderliğin yol ve yordamlarını, yine bilim, tasavvuf ve dini irşad konularında çocuğu eğitmeye başladı. Böylece babasının yurdu ve dergahını Şeyh Şahabeddin ile şenlendirmek istiyordu. Mela Selim Efendi, bu arada, mürit ve sûfilerin de sadece kendileri için çalışmamalarını, daha çok halkı aydınlatmalarını ve bütün güçleriyle milliyetperverliğe liderlik yapmaları gerekeceğini, böylece her iki dünyaları için hizmet etmiş olacaklarını anlatarak onları da eğitiyordu.
Kürdistan’ın bütün şeyhleri Mela Selim Efendi’nin bu çağrılarını kabul ederek ve bundan memnun olarak milliyetperverlik davasında gönülden Mela Selim Efendi’ye yardımcı oldular. Bu şekilde, Mela Selim Efendi, Türkiye Kürdistanı halkının çoğunluğu arasında kutlu Kürdlük düşüncesini yaydı ve sonuçta özellikle Kağızman, Kars ve Ardahan yörelerinde derviş ve müritleri daha da çoğaldı. Kürd halkından bir çok öğretmen ve aydın kişi de Halife Mela Selim Efendi’nin düşüncesine katıldı. Bu arada, Ulama Heyeti, Osmanlı Hilafetinin İslam ve şeriatın aleyhine hüküm sürdüğünden, Alevilere (Caferi Mezhebi) karşı düşmanca bir tutum takındığından ve iktidar çıkarı için Müslüman halkların arasına ikilik ve düşmanlık koyduğundan, şeriata göre Kürdistan’in dindar ve aydınlarının Osmanlı İmparatorluğu’na hizmet ederek yardımcı olmamaları gerektiğini, özellikle Kürdlerin Osmanlı rejiminin emri altında imamlık, kadılık ve müftülük yapmalarının doğru olmadığı hususlarında bir fetva çıkardı.
Böylece Mela Selim Efendi’nin Kürdlük düşünceleri etrafında gelişen Kürd halkının bu yetişmiş aydın ve bilginlerinin mücadelesi sonucunda hareket gittikçe yayıldı. Düşünceleri de şöyleydi: Türkiye Kürdistanı’nın altı vilayeti (Erzurum, Sivas, Mamura-tül Aziz, Diyarbekir, Bidlis ve Van) isyana kalkışmalı; bu her altı vilayetin halkı birden baş kaldırmalı, böylece Kürdlük hareketi kanatlanmalı ve yayılmalıdır. Bu temelde Mela Selim Efendi, birçok alim, şeyh ve yöre ileri geleniyle sözleşti ve anlaşmalar yaptı. Özellikle Erzurum, Van ve Bidlis’de çalışmalar yürüttü. İstemleri de şuydu: Kürdistan bir Muhtari Yönetim (Otonom) olarak Türklerden ayrılmalı ama idari olarak Osmanlı Devletine bağlı bir şekilde Osmanlı Hilafeti yönetiminde kalmalı.
Osmanlı Hükümeti bu durumdan dolayı zora düşmüş ve Mela Selim Efendi’nin yakalanması için asker çıkarmıştı. Neticede 1910 Haziranı’nda Mela Selim Efendi Van-Bidlis yolunda bir Türk Alayı askerlerince yakalandı. Fakat Mela Selim Efendi’ın yakalanma haberini duyunca çok içerlenen Şeyh Şahabeddin, yanına aldığı yüz kadar süvarisiyle Türk askerlerine karşı saldırıya geçti ve çatışarak Mela Selim Efendi ile beraberindekileri Türklerin elinden kurtardı. İşte bu olaydan sonra Kürdistan meselesi de artık açığa çıkmış oldu, böylece Kürdlerle Türkler arasında savaş başladı.
Bidlis vilayetinde ellerinde ağır silahlardan 1 batarya ağır dağ topu ile 12 mitralyözün olduğu 4 tabur kadar Türk askeri vardı. Fakat yine de Şeyh Şahabeddin onlara saldırmaktan çekinmedi, bu saldırı neticesinde Türk askeri kırıldı, 2 top, 10 mitralyöz ile 300 kadar tüfek Kürd askerlerin eline geçti, 320 Türk askerini de esir olarak ele geçirdiler. Ama ne yazık ki o savaşta 50 kadar Kürd askeri de şehit düştü. Yenik Türk ordusunun geri kalanları, Bidlis valisini de kaçırıp beraberlerinde götürerek Diyarbekir’e doğru geri çekildiler. Fakat aynı yılın Ağustos ayında saldırı için bir kolordu Diyarbekir’den Bidlis’e doğru yola çıktı. Bu çatışma neticesinde, Osmanlının baskıcı ordusu Bidlis’i yine işgal etti. Bu son saldırıda, Osmanlı ordusunun içinde birçok Ermeni savaşçı da vardı. Osmanlılar, Ermeni güçlerini [kalkan olarak] ordunun önüne aldığından çoğu öldürüldü, onlar da 20 kadar Kürd savaşçısını şehid etti. Fakat bu savaş bu şekilde sona ermedi, Şeyh Şahabeddin elindeki Kürd güçleriye Bidlis şehrinin doğu tarafında cephe tutarak Osmanlı askerlerini savaşın içine çekti, neticede Osmanlı ordusunu bir kez daha yenerek Bidlis şehrini işgalci Türklerden tekrar geri aldı.
Fakat oldukça çirkin bir durum olan, çoğu kez dini duyguları Kürd halkının aleyhine kullandığı, böylece kendi kazanç ve çıkarları, yine hükumetin iktidarı ve otoritelerinin devamı için halkın içine dini, mezhebi ve tarikat ayrılığı ve karşıtlığı koyarak Kürd hareketlerine büyük zararlar vermeyi başarmış olan Osmanlı İmparatorluğu, bu savaşta yine aynı taktikleri kullanarak Kadirî tarikatına mensup birkaç şeyhi kendi saflarına çekmeyi başardı. Osmanlı hükümeti, kendi çıkarları için Kadirî şeyhlerden özellikle Kufra [Şirvan?] kazasında kalan Şeyh Abdülbaki ile Şeyh Hüseyin Kadirî’yi kullandı. Onlar da, Türklerin hesabına Şeyh Şahabeddin’e ihanet ederek askerleriyle Bidlis şehri üzerine yürüdü. Bidlis şehrini elinde tutan Şeyh Şahabeddin, Kürdler arasında kardeş kavgasının çıkmaması, yani Kürd ile Kürd arasında kardeş kanının dökülmemesi için Bidlis şehrini bırakarak Müks [Bahçesaray?]-Siirt’e çekildi. Türkler, bu şekilde Bidlis şehrini yeniden işgal ettiler. Fakat Mela Selim Efendi 1913 baharına kadar bölgede kalmaya devam etti. Osmanlı hükümeti her ne kadar şehir merkezindeydi ama sadece şehir merkezinde hüküm sürebiliyordu, vilayetin çevresi tamamen Kürd askerlerin kontrolü altındaydı. Böylece Osmanlı hükumeti, Van, Muş, Erzurum ve Diyarbekir’den 3 kolordu kadar asker hazırlayarak Mela Selim Efendi ile Şeyh Şahabedin’in üzerine saldırdığı 18 nisan 1914 tarihine kadar sanki her iki silahlı güç (Kürdler ve Türkler) arasında bir çatışmasızlık anlaşması var gibi görünse de her iki taraf birbirine güvenmiyor ve zaman zaman aralarında çatışmalar çıkıyordu. Kanlı bir çatışma sonucunda Şeyh Şahabeddin’in kardeşi Şeyh Mehmed Şirin Efendi ile kuzenleri Seyid Ali Efendi Türkler tarafından esir alınarak Bidlis şehir merkezinde 10 kadar diğer Kürdle birlikte asılarak temiz ruhları Kürdistan’da feda edildi. Bu durum Zaza Mela Selim Efendi’ye çok ağır geldiğinden Bidlis şehir merkezine bir intikam saldırısı düzenledi. Bu amacını gerçekleştirmek için gerçekten de büyük bir kahramanlık örneği göstererek Bidlis şehir merkezinde bir Kanlı gece meydana getirdi. Bu da şöyle oldu: Mela Selim Efendi, 40 kadar fedai adamıyla geceleyin Bidlis şehir merkezine sızarak savaş çıkardı. Mela Selim Efendi’nin komutanlığı altındaki bu 40 Kürd fedai savaşçısı, Osmanlı askerleriyle 5 saat kadar çatıştı ve neticesinde 2 alay komutanı albay ile 5 diğer subay ve 140 kadar Türk askeri öldürüldü. Savaş, gece karanlığında çıktığından dolayı Türklerin çoğu birbirlerinin kurşunuyla ölmüştü. Fakat güneş doğup gün ağarınca daha yeni Mela Selim Efendi ile emrindeki 40 kahramanın etrafını sarabildiler. Neticede, bu ablukada da çatışmalar devam etti, 10 kadar Kürd savaşçı kahramanca kendilerini feda ederek 20 kadar arkadaşlarının düşman çemberini yararak kurtulmasını sağladılar ancak Mela Selim Efendi ile geri kalan 10 kadar fedaisi Bidlis şehir merkezindeki Rus Konsolosluğuna sığınmak zorunda kaldı ve Birinci Dünya Savaşının başlangıcına kadar da orada kaldılar. Fakat Birinci Dünya Savaşı başlar başlamaz, Osmanlılar, Rus konsolosla birlikte Mela Selim Efendi ve beraberindeki 10 Kürd savaşçıyı esir ederek ‘Kürdlük ve dinsizlik’ suçlamasıyla onları Konsoloshanenin önünde astı. Mela Selim Efendi’nin başı Kürdistan’ın kutlu kurtuluş davasına kurban olup mübarek vücudundan koparak yere düşünceye kadar 8 gün boyunca darağacında asılı tutularak teşhir edildiler.
Mela Selim Efendi asıldığında 65 yaşındaydı, darağacına gittiğinde Bidlis valisi, kendisine “Allah bizi muzaffer edecek demişsin, niye olamadınız?” dediğinde, Şeyh Selim Efendi cevaben şöyle buyuruyor: “Evet. Allah bize zaferi bahşetti. Fakat aramızda hainler olduğundan geri alındı.” Bunları dedikten sonra bu kez kızgınlıkla valiye dönerek “Fakat sana müjdeler olsun, cehennemliksin, yerin cehennem! Çünkü hakkımı sana bildirdim ama kabul etmedin…” dedikten sonra şöyle devam ediyor: “Şu ölüm sadece bana değil ki! Ama sizler, hem bu dünyada hem ahirette yüzü karalardan olacaksınız! Çünkü hüküm ve saltanatınız ikiyüzlü ve hilebaz ve kalleşçedir. Bu yaptıklarınızla sonsuza dek gidemezsiniz ve elbette hak yerini bulacaktır.” Mela Selim Efendi, bu şekilde Kürd büyüklerine yakışır bir büyüklük göstererek hayatını halkının hakları yolunda darağacına yürüyerek feda ediyor.
Mela Selim Efendi büyük bir insandı ve bir kahramandı. Dindar ve milliyetperver bir kişiydi; bilgili, şair ve edip idi. Türkçe, Arapça ve Farsça biliyordu, yine bütün Kürd lehçelerinin ustasıydı. Buharî’nin ünlü Mesnevi divanını Kurmancî Kürdçesiyle şarh ve tefsir etmişti. Kürdistan’ın istikbali için iki kez İstanbul’a, dört kez de Hicaz’a gitmiş, oralarda sürgünde veya tutuklu olan Kürd ileri gelenleriyle temasa geçmiş, görüşmeler yapmıştı. Doğrusunu söyleyecek olursak, Şeyh Şahabeddin, birçok kez Mela Selim Efendi’ye “Biz kalkışıyoruz fakat köylüler ardımızdan yürümüyor” diyerek boş verip yerinde oturmasını rica ediyor ama Mela Selim Efendi, Şeyh Şahabeddin’i dinlemiyor ve davasından vazgeçmiyor. Kürd halkı içerisinde sürekli dolaşarak çalışmalardan geri durmuyor, Türklerin tehdit ve baskılarından da korkmuyor. Elbette dini ve milli irşadı birlikte yürütüyordu ve daima şunu söylerdi: “Son nefesime dek dini ve milli meselelerde Kürd halkı için çalışacağım ve davamdan vazgeçmeyeceğim!”
Fakat ne yazık ki şunu da vurgulamak gerekir. Hamidiye hükumeti, çoğunluğu Kürdistan olan Türkiyenin doğu bölgelerinde Kürdleri kontrol altına almak ve parçalara bölmek, aralarındaki birlik ve beraberlik tutkalını çürütmek, toplumdaki istikrarı bozmak, böylece Kürdlerin Osmanlı saltanatına karşı güç oluşturmasını engellemek için halktan 24 Alay asker oluşturmuştu. Sultan Abdülhamid, Kürd halkından oluşturduğu bu askeri teşkilatları Rus Kazakları’na karşı da kullandı. Birinci Dünya Savaşında bu Kürd güçlerden çok büyük kazanç sağladı zaten. Amaçları Kürdistan’ın kutsal topraklarının bağımsızlığı ve Kürdlerin kurtuluşu olan bütün önemli Kürd milli hareketlerinde bu 24 alay asker, kendi halkının emeğiyle beslendikleri halde hiçbir şekilde Kürdlük hareketlerine katılım göstererek yardımda bulunmadılar, aksine Türklerle birlik yapmaları ya da Kürd ulusunun kurtuluş örgütleri karşısında tarafsız kalmaları utanç verici bir durumdu.
Utanç ve kara yüzlülük, halkına karşı ihanet edenlerin, şan ve şeref Mela Selim Efendi ve arkadaşlarının kutlu ruhunadır.
______
YASAL UYARI: www.zazaki.net kaynağında yayınlanmış herhangi bir haber, yazı veya fotoğrafın site editöründen izin alınmadan olduğu gibi kopyalanarak ya da üzerinde çeşitli oynamalar yapılarak herhangi bir yerde yayınlanması; farklı çalışmalarda alıntı olarak kullanmak amacıyla cümle veya paragrafların kopyalanmasında ise standart bir şekilde kaynak belirtilmemesi durumunda hukuki süreç başlatılacaktır!
* [Çevirmenin notu]: İsmail Hakkı Şaveys, 1894 yılında bir subay çocuğu olarak Musul’da dünyaya geldi. Süleymaniye’de İlkokula başladı ve eğitimini Bağdat’ta sürdürdü. Sonra İstanbul’da Harbiye okulundan mezun olarak Osmanlı ordusunda teğmen olarak göreve başladı. Balkan Savaşı’nda Selanik'de esir düşer ama daha sonra İstanbul'a döner ve 1914-1918 yılları arasında süren Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ordusunda subay olarak savaşa katılır. Şeyh Mahmut ile İngilizler arasında çatışmaların devam ettiği dönemde, 1918 şubatında Süleymaniye’ye dönen İsmail Hakkı Şaveys, Kürd direnişi içinde yerini alarak Şeyh Mahmud Berzenci’yi temsilen İngilizlerle çeşitli görüşmeler yapar. Başkaldırının kırılmasından sonra, 1919’da Tebriz üzerinden Türkiye’ye geçer ve 1920’de yüzbaşı rütbesiyle Türkiye ordusunda Kafkas cephesinde Ermenilerle yapılan Aras savaşlarına katılır. Koçgiri hareketi sırasında doğu cephesinde yüzbaşı rütbesiyle görev yapmaktadır. Binbaşı rütbesiyle 1927 yılına kadar Türkiyenin Kurtuluş Savaşlarında da yer alır. Sonraları [Şemdinli olayından dolayı?] subaylıktan ayrılarak Irak’a döner, oradan da Paris’ê gider. Bir süre sonra Irak’a döner, Irak ordusunda subaylık yapmaya başlar fakat İnglizler kendisini Irak kralına süikaste teşebbüs etmekle suçlayarak ordudan attırırlar. Yine Paris’e gider, Paris’de Kürd meselesi hakkında makaleler yayımlar. Tekrar Irak'a döner ve bir süre birkaç kazada kaymakamlık yaptıktan sonra Kürdlük çalışmalarından dolayı görevden atılır. Kısacası, ömrünün sonuna kadar Kürd davasını yürütür ve birçok kez hapis cezası alarak değişik cezaevlerinde yatar. Çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmış birçok yazı ve makalesinin yanı sıra iki de kitabı yayınlanmış olan İsmail Hakkı Şaveys, 12 mayıs 1976 tarihinde hayat gözlerini yumar.
**[Çevirmenin notu]: İsmail Hakkı Şaveys’in çeşitli yerlerde yayınlanmış makalelerinden oluşan ve Sorani Kürdçesiyle yayınlanan “Jîyan û Berhemekanî Îsmaîl Heqî Şaveys, Dezgay Çap û Belawkirdinî Aras, Zincîrey Roşinbîrî, Çapî Yekem, Çapxaney Wezaretî Perwerde, Hewlêr-2003 (İsmail Hakkı Şaveys’in Yaşamı ve Eserleri, Aras Basın ve Yayın Kurumu, Aydınlanma Dizisi, Birinci baskı, Eğitim Bakanlığı Basımevi, Erbil, 2003)” adlı kitaptan Kurmancî Kürdçesine çevirdiğim bu makale, çeşitli dergi ve İnternet sitelerinde yayınlandıktan sonra, şimdi de aslına sadık karalak Türkçeye çevirdim. (Roşan Lezgîn)
***[Çevirmenin notu]: Mela Selim Efendi, Kürdler arasında “Şêx Selîm, Xelîfe Selîm, Seyda Mela Selîm, Mela Selîmê Dimilî” ve Mela Selîmê Zaza adlarıyla tanınmaktadır. Yazıda da geçtiği gibi, İsmail Hakkı Şaveys de genellikle “Mela Selim Efendi” diyor ama kimi zaman “Halife” veya “Şeyh” ünvanlarının yanı sıra “Zaza Mela Selim Efendi” de diyor. Nevzat Bingöl, Bitlis Düşünce ve Akademik Çalışma Grubu tarafından 26-28 haziran 2014 tarihlerinde Bitlis’de düzenlenen “1. Uluslararası Bitlis Sempozyumu”na sunduğu bildiride, Mela Selim Efendi’nin Bediüzzaman Said-i Nursi’ye de hocalık yaptığını ve Bediüzzaman, bir kitabında kendisini “Hocam Zaza Selim” diye andığını aktardı. Nevzat Bingöl, daha sonra kitaplaşan adı geçen sempozyumdaki bildirisinde “Mela Selim’in babası Mela Mahmut, annesi Hevsete, Bingöl’ün Genç kazası Şîn (Türkçeleştirilmiş adı: Balgöze) köyünde 1849 yılında dünyaya geldiğini, ilk eğitimini babasının yanında aldıktan sonra Şam ve Kahire’de yüksek eğitim alarak 12 ilmi (Sarf, Nahv, Kıraat, Beyan, Akaid, Mantık, Kelam, Tafsir, Hadis, İlmi Maani, İlmi Bedi’ ve Lugat) tamamladığını” anlattı.
İsmail Hakkı Şaveys subay üniformasıyla
İsmail Hakkı Şaveys (1894-1976)
Mela Selim Efendi'nin irfan ile ilgili elyazması notlarından
soz konusu olan konusmalarda ,bahse mevzu olan osmanli zonetimi ve ordusunun durumudur.seidi norsi ° mesrutiyetten ° soz ederken onun hurriyet oldugunu savunur. Mela Selim ise ona hitaben ° bahsini ettigin hurriyet deyil,-hurriyetun - yani camurdur ° seklinde bir cevap veriyor.ve yasanan tarih seyda Mela Selimi hakli cikariyor. selamlar
Nevzat Bingöl’ün yazısında “Melle Selim ile Said-i Nursi İlişkisi” başlıklı bölüm, 358-359. sayfalarda geçiyor. İmla hatalarına bile dokunmadan aynen aktarıyorum:
“Mele Selim’in Said-i Nursi’ye gönderdiği harekâta katılım çağrısı Said-i Nursi’nin verdiği ‘Bu orduda belki yüz bin evliya var. Ben bu orduya kılıç çekemem ve size iştirak etmem’ şeklindeki cevabı, bu olayın Şeyh Sait isyanında olduğu zannedilmek suretiyle karıştırılmaktadır. Said-i Nusi Bitlis isyanıyla Şeyh Sait isyanı arasındaki kesişme noktalarından biridir. Her iki isyana da katılım göstermemekle birlikte karşı mücadele anlamına gelebilecek davranış ve söylemlerde bulunmuştur. Bazı çevreler bilerek veya bilmeden bu ‘direnişe çağrı’ davetinin Şeyh Sait’ten geldiğini yazar ve hatta bu konuda çekilen filmde de benzeri bir hataya düşülmüştür. Oysaki bu davetin Şeyh Sait ile bir ilgisi yoktur. Bu daveti Seyda’yê Melle Selim, öğrencisi olan Said-i Kurdi’ye yollamıştır. Yine pek bilinmeyen bir gerçek ise Melle Selim’in Said-i Kurdi’nin hocası oluşudur.
Seydayê Melle Selim, Bedizüzzaman Said-i Nursi’in hocalığını yapmıştır. Bunu kendisi de yazdığı kitapta ‘Hocam Zaza Selim’ olarak anlatır. Zaza Selim, Seydayê Melle Selim’in diğer adıdır. Melle Selim ile Said-i Nursi, Bitlis ayaklanması öncesinde ters düşerler. Bediüzzaman Said-i Nursi İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesiyken, Melle Selim Kürt Teavün ve Terakki Cemiyetinin üyesi ve sonradan da Rexıstına İrşat örgütünü kurarak, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı faaliyetler içerisindedir. Melle Selim’in Said-i Nursi’ye yolladığı ‘hareket katılım’ çağrısına, Said-i Nursi itibar etmediği gibihareketin aleyhine çalışmalar yürütür. Bugün bazı cemaat üyelerinin yazdıklarının aksine Said-i Nursi daha sonraları bundan pişmanlık duyacaktır.
“Seyda’yê Melle Selim’in küçük oğlu Fehmi, 1952 de İstanbul’a gider. İstanbul’da akrabası olan Şemsettin Bey adında Bitlisli bir zat, şeyh Fehmi’yi Said-i Nusi’yle tanıştırmak için evine götürür.
Said-i Nusi’e ‘üstadım bu şahıs Melle Selim’in oğludur’ der.
Said-i Nursi ‘Hangi oğlu? Benim bildiğim hocamın 4 tane oğlu vardı. (isimlerini sayar). Mehmet Şevki, Mehmet Müştak, Mehmet,Tevfik ve Hasan Fehmi. Mehmet Müştak benim talebemdi, erken yaşta vefat etti.’
Daha sonra Said-i Nursi, Şeyh Fehmi’yi yanına alır, üzerindeki battaniyeyle dizlerini örter ve Bitlis isyanıyla ilgili şunları söyler: ‘Ben Van’da müftüydüm. Üstadım bana haber gönderdi, orduda dinsiz subaylar yetişiyor, bunlar ileride din için tehlikelidir, bize iştirak et, biz bu dinsizlere isyan edeceğiz. Ben de cevaben dedim ki; bu orduda 100.000 evliya var. Birkaç dinsiz için bunlara kılıç çekemeyiz. Üstadım Seyda Selim geleceği daha iyi gördü. Ben göremedim ama intikamımız alınacak.’
Şeyh Fehmi kısa süre sonra köye döndüğünde bu yaşananları çocukları ve çevresine anlatır. Bu olayı Şeyh Fehmi’nin tüm çocukları ve torunları bilir ve şehadet eder.”
---
Sual: Ne diyorsun? Şu senâ ettiğin hürriyet hakkında denilmiştir:
1 حُرِّيَّةٌ حَرِّيَّةٌ بِالنَّارِ ِلاَنَّهَا تَخْتَصُّ بِالْكُفَّارِ
Cevap: O bîçare şair, hürriyeti bolşevizm mesleği ve ibâha mezhebi zannetmiş. Hâşâ! Belki insana karşı hürriyet, Allah’a karşı ubudiyeti intaç eder. Hem de çok adamlar görmüşüm, Sultan Abdülhamid’e Ahrardan ziyade hücum ederdi ve derdi: “Hürriyeti ve Kanun-u Esâsîyi otuz sene evvel kabul ettiği için fenadır.”
İşte, yahu, Sultan Abdülhamid’in mecbur olduğu istibdadını hürriyet zanneden ve Kanun-u Esasînin müsemmâsız isminden ürken adamın sözünde ne kıymet olur? Hem de, yirmi senelik İslâmiyetin bir fedaisi de demiştir: 2 حُرِّيَّةٌ عَطِيَّةُ الرَّحْمٰنِ اِذْ انَّهَا خَاصِّيَّةُ اْلاِيمَانِ (Güzel târif.)
1) “Hürriyet ancak ateşe lâyıktır. Zira kâfire mahsus bir şiardır”
2) "Hürriyet, insanlara Allah’ın bir ihsanıdır. Çünki o îmânın bir özelliğidir."