2011 Yılında Diyarbekir Ve Mardin’de Düzenlenen Sempozyumların Ardından
2011 yılı içinde hem bildiri sunarak hem oturum yöneterek katıldığım Ömerli, Midyat Sempozyumları ile Diyarbekir’de düzenlenen Diyarbekir ve Çevresi Toplumsal ve Ekonomik Tarihi Toplantısı, 2010’lu yıllara damgasını vuracak yeni eğilimlerin belirginleştiği etkinlikler oldular. Bu sempozyumların ilk ikisi bölge üniversitesi ile ilgili kaymakamlık ve belediyelerin desteğiyle düzenlenen, bir ölçüde resmî organizasyonlardı. Sonuncusu ise Hrant Dink Vakfı, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası, Diyarbekir Büyükşehir Belediyesi ve Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA) ortaklığında düzenlenen daha “sivil” ve görece “özerk” bir yapıydı.
12 Eylül 1980 askerî darbesinin öncesinde, Türkiye taşrasında düzenlenen yerel sempozyumlara, kongrelere pek rastlanmadığı gibi, münhasıran taşrayla ilgili sempozyum, toplantı, vb. bilimsel etkinlik de pek düzenlenmezdi. Bunun çeşitli nedenleri olabilir, ancak bunun nedenleri arasında Türkiye’de bu tür etkinliklerin mecrası olan üniversitelerin üç-beş büyük kentte toplanmış olması ve yerelliğin paradigmatik olarak öyle fazla ilgi çekmemesi en başta akla gelenlerdir. Zira akademisyenler akıllarını makro süreçlere takmışlardı, büyük açıklamalar cazipti ve bunun doğal sonucu olarak büyük kuramlar revaçtaydı.
Buna bağlı olarak Türkiye’nin sol kanattaki sosyal bilimcileri o yıllarda “büyük meseleleri” tartışmayı önemsiyorlardı. Bu “büyük meselelerin” arasında sınıf ilişkileri, Türkiye’nin neden kapitalizmi doğuran bir sosyal yapıya sahip olmadığı, Osmanlı iktisadî düzeninin feodal mi yoksa Asya tipi mi olduğu gibi, aslında tümüyle yerele ilişkin bilgiden beslenmesi gereken ama bunun yerine daha makro analizlerin tercih edildiği konular yer almaktaydı. Sağ kanat ise özellikle “Osmanlı’nın benzersizliği” kabulünden yola çıkan ahistorik ve reaksiyoner bir tarih anlayışıyla bir öz-beğeni edebiyatı inşa etmek peşindeydi. Türklüğün özcü inşasından ve Osmanlı’nın ne denli merkezî, adil ve hatta neredeyse “sınıfsız” bir yapı olduğunu göstermeyi hedefleyen çalışmalara uzanan bir yelpazede bilgi ve yayın üretilmekteydi. Bu öz-beğeni edebiyatının belli başlı çabalarından birisi, Türkiye’nin meselelerini “dış güçlerin oyunlarına” bağlamak; Türkün Türkten başka dostu olmadığını ispata girişmekti. Gerçi “dış güçlerin” etkisiyle Türkiye’nin meselelerini izah etmek bakımından sol kanat sosyal bilimciliği pek sağ kanattan geri kalmış değildi. Zira sol kanadın elinde “emperyalizm” gibi her kilidi açan sihirli bir kavram vardı. Emperyalistlerle onların içerideki işbirlikçilerini açığa çıkarıp bu ilişkinin mekanizmalarını sergilediniz mi, bütün sorunların kaynağını da ulaşmış oluyordunuz.
Yazının tümünü okumak için tıklayınız>>>