zazaki.net
24 Teşrîne 2024 Yewşeme
Girdîya Karakteran : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
12 Oktobre 2010 Sêşeme 08:34

Anadilde Eğitim İçin Bir Model

Selîm Temo (*)

Anadilde eğitim, kişinin dünyaya insan olarak gelmesiyle doğal bir hak olarak edindiği, dolayısıyla bu hakkı kazanmak için parmağını kımıldatmasına bile gerek olmayan bir hak. Kutsal metinlerden insan hakları ve çocuk hakları bildirgelerine, hümanizmadan toplumsal sözleşmelere kadar pek çok ütopik, göksel ve sosyo-kültürel metnin üzerinde uzlaştıkları böylesi bir hakkın esirgenmesi düşünülemez. Türkiye'de yüzyıla yaklaşan ve herkesin malumu olan trajik hikâye bir yana bırakılırsa, Kürt toplumunun da diğer toplumlar gibi en doğal hakkı olan anadilde eğitimin nasıl formüle edileceği üzerinde düşünmenin, sorunu bir çözüme kavuşturmak yolunda anlamlı bir çaba olacağı açık. Hele 15 Mayıs 2010 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla Arapçanın da ilköğretim ve liselerde seçmeli ders olarak belirlenmesiyle, Mardin Artuklu Üniversitesi'nde kurmaya çalıştığımız, ancak YÖK'ün 1982 Anayasası'nın 42. maddesini gerekçe göstererek reddettiği bölüm kurma talebinin çok daha geniş ölçekli bir projeye dönüştürülmesi mümkün. Bu projeyle, olumlu bir gösterge olarak süregiden anadilde eğitim tartışmasına birkaç öneri sunmak istiyorum.

Kürtlerin yaklaşık 20 milyon olarak tahmin edilebilecek nüfusu ve 2009 nüfus sayımı sonuçlarındaki Türkiye ortalaması baz alınarak bir hesaplamaya gidilirse, 6 milyon Kürdün ilk, orta, lise ve yüksek öğrenim yaşlarında olduğu ortaya çıkar. Ayrıca, anadilde eğitimin bir de “halk eğitimi” boyutu olmalı. Zira anadilinden koparılmış daha yaşlı bir nüfus da söz konusu. Dolayısıyla yaklaşık 7 milyonluk bir “öğrenci” nüfusundan söz edilebilir. OECD'nin 2010 Eğitim Raporu'na göre Türkiye'de öğretmen başına 32 öğrenci düşüyor. Bu anlamda yaklaşık 150 bin kişilik bir öğretmen ve akademisyen kadrosuna ihtiyaç duyulacaktır. Burada elbette bütün bu geniş çerçevenin bir maliyet dökümü yapılmayacak. Ancak güçlü bir tahmin olarak denilebilir ki, bu projeye harcanacak para, Kürtleri bastırmaya harcanan meblağın bir yıllık maliyetinden daha az olacaktır. Buna kimsenin, hele yöneticilerin bir itirazı olamaz. Zira yönetim, kamu gücünü kamu adına ve kamu için hizmete çevirmekle yükümlüdür. Kamu hizmeti de, doğası gereği ayrımsız ve eşit olarak dağıtılır.

Yetişmiş kadro var

Kürdoloji alanı, kamuoyunun bildiği ya da özellikle emekli vali ve askerler ile alanında yükselmek için “bilimsel sabırları” olmayan akademisyenlerin dehşet verici bir bilim dışılıkla lanse ettiklerinin aksine, son derece geniş bir alan. Dünyanın yaklaşık 50 üniversitesinde bu alanda çalışmalar yapan çok sayıda araştırmacı var. Dünyanın hemen her tarafında bölümler açılıyor, sempozyum ve konferanslar düzenleniyor. Yalnızca Türkiye doğumlu akademisyenlerin sayısı düşünüldüğünde bile, birkaç üniversiteye yetecek kadar geniş bir akademik kadro bulunuyor. Öte yandan özellikle Avrupa ülkelerine sürülmüş çok sayıda dilbilimci, yazar, dergici ve yayıncı söz konusu ve bütün bu insanlar, akademik unvanlarla üniversitelere alınabilirler. Yine özellikle Kurdî-der, TZP, Nûbihar-der, Vate, Ziwan-kom, Eğitim-Sen, Türkiye'deki Kürt enstitüleri gibi kurumlardan, bu yıl itibarıyla binden fazla kişi, Kürtçe dersleri verebilecek yeterlilik sertifikalarını aldı. Ayrıca Türkiye'de dil ve edebiyat çalışmalarını bütün baskı ve imkansızlıklara karşın tarihte saygın yerini alacak şekilde sürdürmekte olan 300 kadar isim söz konusu.

Burada üç örnek sunacağım: 1. Bilindiği gibi hukuk eğitimini yarıda bırakan, Türk dili ve edebiyatı bölümlerinin onlarca yıldır helal mirasını yedikleri M. Fuat Köprülü, 1913'te İstanbul Dârü'l-Fünûn'da edebiyat müderrisi, 1929 yılında açılan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne ise dekan olarak atandı. 2. Köy Enstitüleri döneminde “eğitmen” adı verilen bir kadro kondu ve bir buçuk yıllık bir eğitimle adaylar köy öğretmeni olarak atandı. 3. Halen güzel sanatlar fakültelerinde, alanlarında ciddi çalışmalar yapan insanlara verilen “uzman öğretici” kadrosu da var.
Dolayısıyla bütün bu geniş çevre, sözü edilen hazırda mevcut yöntemlerle üniversitelere alınabilir. Bunların bir bölümü hoca, bir bölümü ise “eğitmen” örneğinde olduğu gibi eğitimden geçirilip öğretmen olarak atanabilirler. Eğer bu tablo, öne sürülen çeşitli gerekçeleri temelsiz kılmaya yetiyorsa, bir başka adıma geçilebilir. Bu da, Kürtçe eğitimin nasıl organize edileceği sorunudur. Türkiye'de “yaşayan” Kürtçe, temel olarak iki lehçeye ayrılır: Kurmancî (Kurmancca) ve Kirmanckî (Zazaca). Batman'ın kuzeyinde yer alan birkaç köyde konuşulan Goranî (Goranca) ile Adana Tufanbeyli çevresindeki sınırlı bir yörede konuşulan Lekî (Lekçe) ise ya diğer iki büyük lehçenin içinde eridi ya da bu lehçeleri konuşan nüfusun asimile edilmesiyle yok oldu. Sözü edilen iki büyük ve canlı lehçenin hem kendileri arasında hem de kendi içlerinde yöreden yöreye değişmekle birlikte az ya da çok farklılık söz konusu. Dünyadaki bütün dillere ait olan bu özellik, bilir bilmezlerce öne sürüldüğü gibi bir kusur değil, adı üstünde bir “özellik”tir. Lehçe ve ağız farklılıkları, Kürt dilbilimcilerince halen de süren yoğun çabalarla, en azından yayın dilinde büyük ölçüde aşıldı. Dolayısıyla, Kürt aydınları ve kurumlarının devlet dışı alanda yürüttükleri yoğun emek, başlangıç için ciddi avantajlar sunuyor.

Olgunun bir insan, çocuk ve vatandaşlık hakkı olarak resmi düzlemde tarif edilmesi, anayasal güvence altına alınması, bir kamu hizmeti olarak sunulması noktasında merkezi bir irade olmalı. Bu anlamda çalışmalarını 20 yıl sürdüren Kurmancî grubu ile 14 yıldır çalışan Kirmanckî grubu başta olmak üzere, yukarıda sayılan bütün kurumlarla tek tek kişilerin dahil edileceği, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde ya da özerk bir üst kurum oluşturulabilir. Kısa zamanda alanda uygulamaya geçebilecek olan kurum, bir pilot bölge seçip bir model oluşturabilir. Böylece toplumsal barışa yönelik ciddi bir adım atılmış olacağı gibi, anadilin esirgenmesinin sonuçları gibi anlatması yıllar sürecek bir travmanın etkisi de kırılmaya başlayacaktır.

_____________
(*) Selîm TEMO: Yrd. Doç. Dr., Mardin Artuklu Üni.

Kaynak: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=1023231&Date=12.10.2010&CategoryID=42

 

Na xebere 3700 rey wanîyaya
ŞÎROVEYÎ
onur
ahmet özgen
Selim Temo, onurlu şekilde davrandı, halkımıza hakaret eden AKP mantığını protesto etti. Ama nerdeyse nerde kim varsa pılıpırtısını toplayıp Mardin yolu tuttu. Yazıdan anlıyoruzki aslında herşeye hazırız veya en azından hazır olmamız lazım. Halkımızın her şeye hazır olması lazım, dilimize sahip çıkmak ülkemize ve şehitlerimize sahip çıkmaktır.
13 Oktobre 2010 Çarşeme 22:36