Bu Fotoğrafı Herkese Soruyorum
Sanırım iki ay önce ilk kez Facebook’ta bu fotoğrafı gördüm. Kopyalayıp bilgisayarıma kaydettim. Fotoğrafa bakarken dehşet içerisinde kaldım. Saatlerce taş kesildim. Günlerce kendime gelemedim. Zaman zaman fotoğrafı açıp donakalıyorum; tam bir travma halini yaşadığımı itiraf etmeliyim…
Subayların giydiği elbiselerden, fotoğrafın,1990’lı yıllarda çekilmiş olabileceğini tahmin ediyorum. Bahar mevsiminde, büyük ihtimalle nisan ayında çekilmiş ama nerede ve ne zaman çekildiği hakkında bilgim yok. Yine kimin çektiği ve ne amaçla yayınladığı hakkında da herhangi bir bilgiye sahip değilim.
Görüldüğü gibi fotoğrafta, yaşları iki ile on arası on beş kadar köylü Kürt çocuğu, arkaları dönük olduğundan pek seçilemiyor ama sanırım bir veya iki tane de kadın var aralarında. Lastik ayakkabılarını çıkarmışlar, yere serili bir çulun üzerine oturmuş veya oturtulmuş haldeler. Giyim kuşamlarından özellikle eline tebeşir tutuşturulup yazılan “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” sloganının aynısı yazdırılmaya çalışılan erkek çocuğun şalvarından, kendimce Şırnex veya Hekarya kırsalında, daha doğrusu Kuzey Kürdistan’ın Botan bölgesinde çekilmiş olabilir diyorum ama Güney Kürdistan da olabilir.
Tam karşılarına seyyar bir karatahta konulmuş, başlarında Türk ordusu mensubu beş subay görünüyor. Bir de olup bitenleri kameraya kaydetmeye çalışan sivil giyimli biri var. Fotoğraf karesinin sol tarafında başka çocuklar veya kadınlar da olmalı. Aslında sanırım diğer bir subay daha en solda çömelmiş vaziyette, çocuklarla konuşurken yarım görünüyor. Rütbeleri görünmüyor ama subay oldukları, hem yaşları hem de taşıdıkları tabancalardan anlaşılıyor. Tuhaf bakışlarla kız çocukları veya bize sırtı dönük olan kadını süzen üzerinde avcı yeleği olan en sağdaki kişi, özel harekat timi mensubu olmalı.
Subaylarda rütbe apoletlerinin olmaması şundan olmalı. Türk ordusundaki subaylar, Kürdistan’da operasyonlar yaparken rütbelerini saklıyor veya söküyorlar. Çünkü öteden beri, Kürt direnişçiler veya savaşçılar, Türk ordusundaki er ve erbaş sınıfından olan askerlerin masum halk çocukları olduklarına inandıklarından mümkün mertebe onlara karşı silah kullanmamaya, onlara dokunmamaya çalışırlar. Bu konuda, Kürt adetlerine, gelenek göreneklerine işleyen, Kürt sözlü edebiyatında, Kürtçe kılamlarda sıkça geçen “askerler, emir kulu olan, anaları ve babaları tarafından yolları gözlenen halkın günahsız çocuklarıdır” ama “Rum (Türk) yüzbaşısı (subayı), başçavuşu acımasız ve zalimdir” söylemi çokça tekrarlanır. Türk subayları, bunu iyi bildiklerinden operasyonlarda rütbe takmazlar. Bundan dolayı fotoğrafın, bir operasyon döneminde çekildiğini tahmin ediyorum.
Görüldüğü gibi, subaylardan birisi karatahtada “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” yazısını yazmış ve sekiz-on yaşlarında olan erkek çocuğa aynısını yazdırtmaya çalışıyor. Çocuk “NE MUTLU” sözcüklerini yazmış, dikkatlice bakarak ifadenin kalan bölümünü de yazmaya çalışıyor. Çocuk, bunu severek, isteyerek mi yapıyor. Orada oturtulan diğer çocuklar ve kadınlar istediklerinden dolayı mı öylece çömelmiş yazının yazılışını izliyorlar. Sanmıyorum. Korku var. Korkunun olduğu çok açık. Kürt toplumunda “asker korkusu” çok derindir. Sanılandan çok daha travmatik ve derinliklidir. Türk devleti, Kürtleri daha çok “korku” faktörüyle yönetiyor.
Karatahtada “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” ifadesini yazıp, Kürt çocuklarına bunu tekrarlatmak, beyinlerine kazıtmaya çalışmak, okur-yazar olmayan, kendi anadillerinde okur-yazar olmaları engellenmiş olan köylü Kürt çocuklarına okuma-yazmayı öğreten insani bir çaba olduğu söylenemez herhalde! Avrupalı sömürgecilerin Afrika kıtasında, üçüncü dünyada kolonileştirdikleri halkları “medenileştirme” çabası çerçevesinde okullar açma faaliyetinden çok ama çok öte, çıplak ve kaba bir faşizmle, katı bir ırkçılıkla, zora dayalı politikalarla Kürtleri daha çocuk iken Türkleştirme, Kürtlüklerini zehirleme faaliyeti olduğu çok açıktır.
Bu fotoğraf, Türk yönetiminin, Türk idaresinin Osmanlı’dan bu yana, T.C. devleti döneminde çok daha sistematik ve kesintisiz bir şekilde sürdürülen, Kürt milletine yönelik uygulanan politikanın, Kürtlere yapılan muamelenin içeriğini yansıtmak açısından küçücük ama dikkate değer bir detaydır. Türk idaresi tarafından Kürt milletine uygulanan politika, Türk toplumu, Türk aydın ve yazarları, Türk medyası tarafından gizli veya açık her anlamda desteklenmektedir. Bundan dolayı "Türk ve Kürt halklarının kardeş olduğu", Kürtlere yapılan bu muamele, sadece devletin Kürtlere yaptığı muameledir iddiası doğru değildir.
Şu şekilde doğru değildir. Türk basını, Türk aydınlarının, bu fotoğraf veya buna benzer, örneğin kesik Kürt başlarıyla çekilmiş fotoğraflara herhangi bir ilgi gösterdiklerini, araştırdıklarını, soruşturduklarını, tartıştıklarını duymuş veya görmüş değilim. Yine sıradan bir Türk tarafından, örneğin, bütün haber sitelerinde yayınlanan haber ve yazıların altında bolca yorum yapan herhangi sıradan bir Türk okurun bu tür konularda sorgulayıcı bir görüş belirttiklerini de sanmıyorum. Ama diyelim ki bu fotoğraf, eğer Yunanistan veya Bulgaristan'da çekilmiş olsaydı ve Yunan veya Bulgar askerleri, görülen bu muameleyi oralarda yaşayan azınlık Türk toplumuna yapmış olsaydı yada bu fotoğraf Güney Kürdistan'da çekilmiş olsaydı da Türk subaylar yerine Kürt Pêşmeregeler, diyelim ki Kerkük'teki azınlık Türkmen çocuklarına bu muameleyi yapmış olsaydı, Türk aydınları veya Türk medyası bu fotoğrafı barbar ırkçılığın, katı faşizmin vesikası olarak dünya tarihine mal etmez miydi? Birleşmiş Milletler nezdinde, Avrupa Konseyi’nde vs. uluslar arası kurumlar nezdinde girişimlerde bulunarak, Yunanistan veya Bulgaristan’daki azınlık Türk toplumun ayrı bir yönetimle idare edilmesi gerektiği konusunda gerçek bir kanıt olarak sunmazlar mıydı?
Aynı soru, Avrupalı veya dünyanın diğer milletleri, basını ve aydınları için de geçerlidir.
Diğer bir soruyu da kendimize soralım. Kürt toplumu sürekli böyle bir uygulamaya tabi tutuluyor, Kürt çocukları bu şekilde eğitiliyor. Köy okullarında, özellikle Bölge Yatılı Okulları’nda sürekli bir askeri disiplin içerisinde faşist ve ırkçı bir eğitimden geçiriliyorlar. Şehir merkezleri, şehir merkezlerindeki okullar ise zaten ırkçı politikaların sistematikleştiği mekanlardır. İşte böyle bir süreç ve ortamlarda şekillendirilen bireylerin ve bu bireylerden oluşan toplumun nasıl bir düşünce, ruh, kişilik ve karakter yapısına sahip olabileceği konusunda Kürtler herhangi bir tartışma yürütmeyi düşünüyorlar mı acaba? Örneğin, bu fotoğraf, onlarda hangi duyguları uyandırıyor? Kürt ve Türk halklarının “birlikte yaşam”aları, Kürtlerin “Kürt milleti olarak” var olabileceklerine gerçekten inanıyorlar mı? Yoksa Kürtlüklerini inşa edemeyecek, Kürtlüklerine geri dönemeyecek kadar zehirlendikleri, bilinçleri yaralandığı, dolayısıyla artık Türklükle birleştiklerini kendilerine itiraf edemediklerinden dolayı mı “birlikte yaşamayı” istemekteler? Kürt aklının bu şekilde artık Türk aklına eklemlendiğinden, bu doğrultuda işlediğinden kendi durumlarını egemen ulus penceresinden mi izliyorlar?