“Değerlere Dayalı Dış Politikamız…”
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, Mart 2011’den itibaren başlayıp gelen, sürüp gelen Suriye olaylarında, Temmuz 2013’de Mısır’da gerçekleşen askeri darbe sürecinde, değerlere dayalı bir dış politika yürüttüğünü iddia etmektedir. AKP, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 3 Temmuz 2013’de, Mısır’da gerçekleşen askeri darbeye, seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin görevden uzaklaştırılarak cezaevine konulmasına, Müslüman Kardeşler Örgütü’nün kapatılmasına, üyelerinin soruşturmalara uğrayıp tutuklanmalarına yoğun bir şekilde karşı çıkmaktadır. Askeri darbelere karşı olmanın evrensel bir değer olduğunu vurgulamaktadır. Bu askeri darbeye, darbe diyemeyen ABD’yi, AB’yi eleştirmektedir.
Suriye’de Beşar Esed yönetimini kendi halkına baskı uyguladığını, zulüm yaptığını söylemekte, bu zulme ve baskılara karşı sivil halkın korunması gerektiğini vurgulamaktadır. Baskıdan kaçan Suriyelilere, Suriyeli mültecilere, kol-kanat gerdiğini dile getirmektedir. Gerek başbakan Erdoğan, gerek hükümet, baskılara karşı olmanın, mazlum halkın sivil halkın haklarını koruma çabalarının da evrensel bir değer olduğunu belirtmektedir. Bu nedenlerle, AKP hükümetinin dış politikasının evrensel değerlere dayandığını iddia etmektedir.
Başbakan’ın, hükümetin bu iddialarının sınanacağı esas alan Kürd/Kürdistan sorunudur. Başbakan, hükümet, Kürdlere, Kürdistan’a nasıl yaklaşmaktadır? Bu iddiaların mihenk taşı, bu alandır.
Başbakan’ın, hükümetin, Suriye politikasının esasını Kürd/Kürdistan olayları belirlemektedir. Bu politikanın esası, Beşar Esed yönetiminin yıkılmasını, ama bu süreçte, Kürdlerin herhangi bir kazanım elde edememesi oluşturmaktadır.
Hükümet, Suriye’de baskı altında olan Suriye halkının yanında olduğunu, halkın temel haklarını desteklediklerini, baskıya karşı olmanın evrensel bir değer olduğunu söylüyor. Başbakan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu sık sık bu görüşü dile getiriyor. Ama Kürdlerin hakları-hukukları konusunda yaşananlar hiç böyle değil. Hükümet, Rojava’da, Kürdlerin temel haklarına, doğal haklarına kavuşmalarını engellemek için zulmü tırmandıran terör örgütlerine çok yoğun bir destek veriyor. Bu destek maddi ve manevi her alanı kapsıyor.
Türkiye’nin Suriye politikasının iki ayağı var. Birinci olarak, Suriye’de Beşar Esed rejiminin yıkılmasını istiyor. Türkiye, Beşar Esed’in yönetimden uzaklaşmasını istemekle beraber, Baas rejiminin devamını da istiyor. Baas rejimiyse bireysel özgürlükler için büyük, ağır bir baskı anlamına geliyor. İkinci olarak, bu süreçte Kürdlerin hak-hukuk sahibi olmamasını, bu konuda bir kazanım elde etmemesini istiyor.
Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte, Beşar Esed rejiminin yıkılması için, yoğun bir çaba içinde. Rejime muhalefet eden unsurları silahlandırmak için yoğun bir gayret içinde. Muhalefet gruplarından biri de, El-Kaide’ye bağlı El-Nusra örgütü. Irak-Şam İslam Devlet Örgütü de bu gruplar içinde yer alıyor. Türkiye, bunları örgütlemeye, Kürdistan’da, Rojava’da, bunları Kürdlere karşı konumlandırmaya çalışıyor. Sınır onlar için her zaman açık. Ama Rojava’ya insani yardım ulaştırmaya çalışan Kürdler için, sınır her zaman kapalı tutuluyor. Irak-Şam İslam Devleti Örgütü’nün bu devleti neden ille de Kürdistan’da kurmaya gayret ettikleri dikkate değer bir konudur.
Bugün, Irak-Şam İslam Devleti adlı grup kanımca, Türkiye tarafından örgütlendirilmiş bir gruptur. Bu grup devletini Kürdistan’da kurmaya kalkışmıştır. Türkiye’nin maddi ve manevi desteği söz konusudur. El-Kaide’ye bağlı bu gruplar, örneğin, El-Nusra, Kürd sivillere karşı yoğun insan hakları ihlalleri gerçekleştirmektedir. El-Kaide’ye bağlı bu gruplardan bazıları, “Kürdlerin kadınları, çocukları helaldir” diye fetvalar çıkarmaktadır. Sivil halkı esir almakta, bazılarının kafalarını kesmektedir. Bunlar, hükümetin, “değerlere dayalı dış politikamız” anlayışını temelden çürüten olgulardır. Hükümet, Başbakan, Suriye ve Mısır olaylarından sonra, sürekli olarak Batı’ya çatmasından dolayı yalnızlaşmıştır. Buna de “değerli yalnızlık”, “değerli yalnızlığımız” denilmektedir. El-Nusra’ya yardım eden, onları silahlandıran bir hükümetin Batı’da yalnızlaşacağı açıktır.
Bu süreçte, Türkiye’nin ve Batı devletlerinin terör algılamasına da değinmek gerekir. Türkiye PKK’yi “terör örgütü” olarak değerlendirmektedir. Batı devletleri de terör deyince, bunu Türkiye’nin algıladığı gibi algılamaktadır. Türkiye, PKK’yi “terör örgütü” olarak kabul ettirebilmek için diplomatik, ekonomik her türlü olanağını ortaya koymaktadır.
El-Nusra, El-Kaide gibi örgütler de terör örgütüdür. Batı devletleri de bu örgütleri terör örgütü olarak değerlendirmektedir. El-Nusra, El-Kaide gibi bu örgütlere Türkiye çok büyük maddi ve manevi yardımlar yapmaktadır. Bu yardımların, Kürdistan’da Kürdlerle savaşsınlar diye yapıldığı besbellidir. Türkiye, sonuçta teröre yoğun bir şekilde destek vermektedir.
Kürdistan’da yani Rojava’da, El-Nusra gibi terör örgütüyle savaşan ise PYD’dir. Bu da dikkate değer bir süreçtir. Batı devletlerinin, uluslararası kurumların bu süreci nasıl algılayacağı ilgiyle izlenmesi gereken ilişkilerdir. Böyle bir süreçte, nasıl, evrensel değerlerden söz edilebiliyor?
* * *
Kürd/Kürdistan sorunu konusunda Türkiye’nin dış politikası iç politikanın uzantısıdır. Hükümet, içte, Kürdlere karşı baskı politikasını sistematik olarak sürdürmektedir. Kürdlerin doğal hakları, yani Kürd toplumu olmaktan, Kürd ulusu olmaktan doğan hakları çok yoğun baskılarla karşı karşıyadır. Anadilinde eğitim gibi bir hak hala tanınmamaktadır. Türkiye, dünyada bu hakkı tanımayan ender devletlerdendir. İran İslam Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Güney Afrika, Azerbaycan, Kazakistan, Ukrayna, Slovakya, Brezilya, Kolombiya, Gürcistan, Malezya gibi devletler bu hakkı tanırlarken, Türkiye bu hakkı hala tanımamaktadır. 28 üyeli Avrupa Birliği devletleri, 47 üyeli Avrupa Konseyi’nin, Türkiye gibi birkaç devlet hariç tamamı bu hakkı tanımaktadır. Türkiye Kürdlerin bu talebini bastırmak, geriletmek için de büyük bir çaba içindedir.
Bu durumda nasıl değerlere dayalı bir politikadan söz edilebilmektedir? Kürdleri, Kürd-Kürdistan sorununu yok sayarsanız, bu kavramı nasıl kullanabilirsiniz? Ama bu anlayışların sınanacağı yer, mihenk taşı, Kürdlerdir, Kürd/Kürdistan sorunudur. Kürd/Kürdistan sorunu dikkate alındığında, bu anlayışların, iddiaların çürüdüğü açıkça görülebilmektedir.
Hükümetin, değerlere dayalı dış politika anlayışı, insana Tanzimat paşasını hatırlatmaktadır. Tanzimat döneminde, eğitim işleri ile ilgili olan vezir, “şu okullar olmasa, eğitimi ne güzel yönetirim…” dermiş.
Türkiye’de, değerlerden değil, çifte standartlı düşüncelerden, çifte standartlı tutumlardan söz etmek gerekir. Çifte standartlı düşünceler, tutumlar, her yerde, her alanda kendini göstermektedir. Mısır’da darbe mağdurları için, Filistin’de, İsrail baskısı karşısında kalan çocuklar için ağlayan Başbakan, katliamlar, soykırımlar yaşayan Kürdler için küçük bir acı ifade edebilmiş midir?
Kürdlere, Kürd diline baskının sürmesi, Ermeni, Süryani, Laz, Çerkes vs. halklara, Ezidi, Alevi gibi inançlara baskının da sürmesi anlamına gelmektedir. Kürdlerin, Kürdçe için yürüttükleri mücadele, bu halklara da ilham vermektedir.
* * *
Askeri darbelere karşı olmak, şüphesiz çok önemlidir. Türkiye’de askeri vesayetin geriletilmesi için çaba sarf etmek de öyle… Ama askeri darbelere karşı olmak, her şeyden önce, 12 Eylül rejiminin oluşturduğu anayasaya karşı olmayı gerektirir. 12 Eylül’ün yaptığı anayasa ise, hem iktidar tarafından hem de muhalefetin çok büyük bir kısmı tarafından yoğun bir şekilde savunuluyor. TBMM’de, Barış ve Demokrasi Partisi hariç bütün partiler, 12 Eylül anayasasındaki ilk üç maddenin değişmemesini istiyorlar. Bu, 12 Eylül anayasasının, yani askeri darbe sürecinde yapılan anayasanın korunması demektir. Askeri darbelere karşı olmak, 12 Eylül anayasasını korumak… Bu ikisi birbirleriyle çelişmektedir.
Askeri darbelere karşı olmak, askeri darbelere neden olan toplumsal ve siyasal koşulların da değiştirilmesini gerektirir. Türkiye’de askeri darbelerin en önemli nedeni Kürd/Kürdistan sorunudur. Hükümetin, bu konunun algılanmasında ve çözümünde sağlıklı adımları atmadığı da görülmektedir. Örneğin, hakikat ve yüzleşme komisyonlarının kurulması çok önemlidir. Bu komisyonlar dinamik bir şekilde çalışmalıdır. Hükümetin böyle bir çalışma yapmadığı da bilinmektedir. 253’ü toplu mezarlarda, halen 3248 ceset bulunmaktadır. Bu durumda, değerlere dayalı politikadan hangi yüzle söz edilmektedir? (İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi, Toplu Mezar Haritası, 14.8.2013)
Demokratikleşme paketi hazırlamak elbette önemlidir. Ama her şeyden önce zihniyetin demokratikleşmesi gerekir. Zihniyette ciddi bir değişme, demokratikleşme yönünde ciddi bir değişme yaşanmıyorsa, bu paketler her zaman göstermelik olarak kalır.
Paketin koşulu ise tahmin edilen gibi..Öcalan (belki de serbest yada) koşulları değiştirilebilir.Bunun karşılığında Kürt ulusal hareketi silahları bıraksın şeklinde olduğu şimdiden görülmekte.
Zaten bir bakan ana çizgiyi belirtmişti.
"Bunun gölgesinde doğusuyla batısıyla tek bir Türkiye, tek bir millet, tek bir devlet, Türkiye Cumhuriyeti olarak ileriye doğru devam edeceğiz. Özet budur." şeklinde. AKP ana hattan ayrılamaz,ayrılmaz da...
AKP için demokratikleşme paketi 4 değişmez maddenin sınırlarını aşmaz.
Demokrasi talebinin sınırları bundan ibaret.Nitel zihniyet değişimi beklemek boşuna...
"Başbakan’ın, hükümetin bu iddialarının sınanacağı esas alan Kürd/Kürdistan sorunudur. Başbakan, hükümet, Kürdlere, Kürdistan’a nasıl yaklaşmaktadır? Bu iddiaların mihenk taşı, bu alandır." cümleleri zaten özeti vermiş...