Dersim İzlenimleri
İsmail Beşikci Vakfı, kuruluşundan bu güne kadar, gerek Avrupa’da, gerek Türkiye’de ve gerekse Kürdistan’ın çeşitli şehirlerinde, Vakıf tanıtım toplantıları ve bünyesinde İsmail Beşikci Konferansları yaptı. Bu toplantılar, özellikle gittiğimiz şehirlerdeki Vakıf Gönüllüleri ve Beşikci’yi sevenler tarafından düzenlenildi.
Vakıf yönetimi olarak, yaptığımız toplantılarda Yönetim Kurulu üyemiz Ahmet Önal ısrarla Dersim’de de bir tanıtım toplantısının yapılmasını ve İsmail Beşikci’nin Dersim’de bir konferans vermesi gerektiğini öneriyordu. Bizler de ‘Dersim’li arkadaşlardan eğer bir talep gelirse tabi ki gitmeliyiz’ dedik. Bu zaman diliminde talep olur diye bekledik. Çünkü gittiğimiz birçok şehirde, hem o şehrin aydınları, sivil toplum kuruluşları hem de Belediyeleri tarafından davet ediliyorduk. Şu an bile Vakfın ve Beşikci’nin gelmesini isteyen Belediyeler var. Oysa Dersim’den herhangi bir davet gelmeyince, Vakfımızın yönetim kurulu üyesi Ahmet Önal ve danışma Kurulu üyemiz ve Dersimli yazar Selahattin Ali Arık birlikte bu toplantıyı düzenleyeceklerini söylediler. Bunun üzerine toplantı organizasyonu çalışmalar başladı. Yönetim Kurulu, toplantı yeriyle ilgili Dersim Belediye Başkanı Edibe Şahin ile görüşmemi istedi. Bunun üzerine bundan üç ay önce Sayın Edibe Şahin’i aradım. Belediyeye ait bir salonun müsait olup olmadığını çok önceden bildirerek sordum. Vakfa yardımcı olmalarını talep ettim. Kendisi; ilgili müdürlerle görüşüp döneceğini söyledi. Yaklaşık iki ay bekledikten sonra üç kez dolaylı olarak Sayın Belediye Başkanına ulaştım. Ama maalesef olumlu ya da olumsuz hiç bir yanıt alamadım. Enteresan olan, Edibe Şahin hem beni, hem de İsmail Beşikci’yi iyi tanıyan ve birlikte MKM ve Kürd Enstitüsü’nde çalıştığımız arkadaşlardan biri. Yaklaşık üç buçuk yıl MKM başkanlığı yaptığım dönemde kendisi yönetim kurulu üyesiydi. Beşikci’yi de seven ve çok da çalışkan bir arkadaşımızdı. Bu yaklaşımına bir anlam veremediğimi belirtmeden edemeyeceğim.
Diyarbekır’e tanıtım toplantısı için gittiğimizde Diyarbekir Belediye Başkanı Sayın Osman Baydemir’in bizzat koordinatörlüğünde Beşikci’nin ve İBV heyetinin hava alanından itibaren özel araçlarıyla alındığı, üst düzeyde bir protokol ile Belediye binasında törenle karşıladığı ve bir hafta boyunca hem kendisi, hem de Kültür Müdürü Şehmus Diken’nin refakatiyle geliş, gidiş ve konaklama dahil tüm giderlerinin üstlenildiği bilinmektedir. Aynı şekilde Mersin-Akdeniz Belediye Başkanı Sayın Fazıl Türk’ün de gerekli ilgi ve alakayı gösterdiğini hatırlatmak durumundayım. Son olarak Güney Kürdistan seyahatimizde de Federe Kürdistan Başkanı Sayın Mesut Barzani ve Başbakan Sayın Nêçîrvan Barzanî ve Sayın Hêro Xan’ın en üst düzeyde bir protokolle İsmail Beşikci ve İBV heyetini karşılamaları, bir hafta boyunca misafir ettikleri bilinmektedir.
Sayın Osman Baydemir’in, Beşikciye atfen Galileo benzetmesi, Sayın Mesut Barzani’nin Hocam siz bizim büyüğümüzsünüz. Bize nasihatiniz nedir demesi, Sayın Nêçirvan Barzani’nin ve Hêro Xan’ın aynı ilgi ve alakayı göstermeleri onların mütevaziliğini gösterir. Bu yaklaşım aynı zamanda onların Kürd misafirperverliğine verdikleri önemi de gösterir. Bu davranış bu şahsiyetleri küçültmemiş, aksine büyütmüştür. Bütün Kürdler, Kürd siyaset adamları, aydınları İsmail Beşikci’nin Kürdler için ne büyük bedeller ödediğini, herkes üzerinde emeğinin olduğunu bilir ve söylerler. Ahde vefa gereği ona saygıda kusur etmezler. İsmail Beşikci’nin genel olarak tüm mazlumlar, Kürdler, Kürdistan üzerinde özel olarak Dersim üzerinde de büyük emeği var. Kimsenin Kürd ve Kürdistan kavramlarını ağızlarına almazken Dersime ilişkin ilk akademik araştırmayı İsmail Beşikci yapmıştır. “Tunceli Kanunu ve Dersim Jenosidi” adlı eseri hala yolumuzu aydınlatmaktadır. Ve bu güne kadar hala o eseri aşan bir araştırma kitabı daha çıkmamıştır. Kürdistan ve Kürdistan’ın en direnişçi bölgesi olan Dersim üzerine büyük emeği olan İsmail Beşikci’nin konferansına ve İBV heyetinin tanıtım toplantısına Dersim Belediyesi’nin ilgi göstermemesi, hiç yokmuş gibi davranması, nezaketen de olsa hoş geldiniz dememeleri ve ayrıca tanıtım toplantısına teşrif buyurmamaları manidardır. Resmi ideolojinin ve siyasal iktidarın hala üzerinde çalıştıkları Dersimi Kürdlükten ve Kızılbaşlıktan koparmak için birçok plan ve oyunun uygulamaya konulduğu bu koşullarda eleştiri hakkımızı saklı tutarak takdiri kamuoyuna bırakıyoruz.
İttihat Terakki ve ardılları, 20. yüzyılın başında Anadolu ve Mezopotamya’da, Türklerin dışındaki diğer halklara karşı soykırım (çürütme), sürgün ve asimilasyonu uygulamaya koydular. 1910’da Selanik’te İttihatçıların yaptığı gizli bir toplantıda alınan kararlar tarihsel süreç içinde bir bir uygulandı. Ermeniler ve Süryaniler, jenoside uğratıldılar. Rumlar göçertildiler. Türk olmayan diğer Müslüman halklar, asimilasyonla yok edilmeye çalışıldı. Kürdler dışındaki diğer Müslüman halklar büyük oranda asimile edildiler. Kızılbaşların Müslümanlaştırılması için birçok gizli açık plan hayata geçirildi. Kızılbaşlık, Mezopotamya’nın eski inançlarından biridir. İttihatçılar, Kızılbaşlık kavramı yerine Alevilik kavramını yaygınlaştırdılar. Hz. Ali, on iki imam ve benzeri İslami imgeler çok özel misyonerlik faaliyetiyle, Kızılbaşlık inancının içine absorbe edilmiştir. İttihatçılar ve devamı olan Kemalistler, asimilasyon politikasını hayata geçirmek için sinsice her türlü yöntemi uygulamışlardır.
Kemalist ideoloji, yatılı bölge okullarını, Kürdlerin asimilasyonu için özellikle kurmuşlardır. Ve bu uygulama Dersim’de özenle hayata geçirilmiştir. Türk üniversiteleri, Türk basını, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Halk evleri, Türk Ocakları ve hatta bir dönem Aziz Nesinin başında bulunduğu Türkiye Yazarlar Sendikası, Türk halk sanatçıları, Türk solu, Türk İslamcıları vs bütün kurum ve kuruluşlarıyla Türk düşüncesi genel olarak Kürd toplumuna ve özel olarak da Dersim’e yönelik asimilasyon politikasını uygulamaya koymuşlardır. Dersim’de ek olarak Kızılbaşlığı Müslümanlaştırmak için camiler ve Kuran kurslarıyla misyonerlik faaliyeti yürütülmüştür. Dünyada eşine az rastlanır çok ağır jenosid, işkence koşulları yaşayan Dersim halkı, sadece hayatta kalabilmek için daha çok Kemalist görünmeyi kurtuluş görmüştür. Hatta hiç istemeye istemeye bir kısım Dersimliler çocuklarını Kuran kurslarına göndermişlerdir. Bu travma süreç içerisinde Kemalist ideolojinin toplumda yer etmesine neden olmuştur. Dersimde uygulanan cendere, toplumun kendi kökünden, değerlerinden, kimliğinden kopmasına, yabancılaşmasına neden olmuş, sözü edilen sendrom maalesef belli oranda gerçekleşmiştir. Sosyal şoven Türkiye solu, Türk resmi ideolojisinden daha fazla Dersimin Kürd ulusal değerlerinden etkili olmuştur. Türk solu (İbrahim Kaypakkaya ve az sayıda Türk devrimcilerini dışında tutuyorum.) Kızılbaşlık inancının değerlerinin zayıflamasına ve hatta yok olmasına neden olmuştur. Bu durum Kızılbaşlık inanç değerlerinin Müslümanlık karşısında yetersiz hale getirmiştir. Böylece Türk resmi ideolojisinin asimilasyon politikasının Aleviliğin Müslümanlaştırılması boyutu hayata geçirilmesinde Türk sol hareketlerinin bir kesiminin rol aldığını ve süreci hızlandırdığını söyleyebiliriz.
Dersim, doğasıyla, güzellikleriyle, vadileriyle, büyüleyici dağlarıyla, mistik ibadet yerleriyle eşsiz bir coğrafyadır. Kürdistan coğrafyası gezildiğinde Dersimin kültürel dokusu, ruhi şekillenmesi, dili, müziği, tipolojisi ve dağları, ovaları ve vadileriyle ne kadar uyumlu olduğu görülür. Güney Kürdistan’ı, Kuzey Kürdistan’ın birçok yerini gördüm. Ancak Dersim’in doğal güzellikleri, beni her yerden daha fazla etkilediğini söyleyebilirim. Daha önce Dersim’e bir kez gitmiştim. Fakat çok kısa ve gezmeden dönmüştüm. Bu kez bir program dahilinde gittim. Bu geziyi daha da anlamlı kılan değerli hocamız İsmail Beşikci ile gidiyor olmamızdı!
İsmail Beşikci Ankara’dan, ben, Ahmet Önal ve Necip Yeşil arkadaşlarım biz İstanbul’dan Elazığ’a uçtuk. Elazığ’a indiğimizde hava kararmak üzereydi. Havaalanına indiğimizde bizi Beşikci, Selahattin Ali Arık ve Hüseyin Baz karşıladı. Arkadaşlar iki arabayla gelmişlerdi. Birlikte Mazgirt’e doğru yola çıktık. Yaklaşık bir saat süren bir yolculuktan sonra Hüseyin Bazın Mazgirt’teki köyüne vardık.
O gece Hüseyin Baz’ın evinde kalıp, ertesi gün bir plan dahilinde Dersim’i gezecektik. Hüseyin Baz’ın evine geldiğimizde saat gece on’u bulmuştu. Ev, köyün biraz dışında bir tepenin üzerine kurulmuştu. Ev, sarı renge boyanmıştı. Hüseyin Baz espirili bir şekilde evine, “Birca Zer- sarı konak” diyordu. Sarı konak, küçük bir çiftlik gibiydi. İstanbul’un keşmekeşliğinden, yoğun trafiğinden, neminden ve gürültüsünden kurtulmuştuk. Sarı konağın bulunduğu tepe, doğasıyla, nemsiz ve temiz havasıyla insana huzur veren bir yer. Hüseyin Baz’ın evine geldiğimizde bizi Gurgin isimli köpeği karşıladı. Hüseyin Baz, büyük bir emekle evin kurulu olduğu tepeyi her türlü sebze ve meyvenin olduğu bir cennete çevirmiş. Ve bunu kendi kol gücüyle başarmış. Gerçekten bir insan azim ile çalışırsa neleri başarabileceğini gösteren güzel bir örnekti. Hatta otomatik sulama sistemi bile kurmuştu. Bahçede yetiştirdiği böğürtlenlerin tadı hala damağımda.
Ertesi sabah nefis böğürtlenli sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra, programımız gereği yola çıktık. Dağ yollarından Mazgirt’e ve oradan 1938’de Haydaran ve Alan aşiretinden getirilen insanların toplu olarak katledildiği Silo dağı eteklerine gittik. Burada Dr. Şıvan’ın oğlu, mimar Dara Kırmızıtoprak’ın tasarladığı anıt mezarı ziyaret ettik. Dara Kırmızıtoprak’ın, Silo dağı eteklerinde yapılan katliamı sembolize eden anıt mezar projesi gerçekten çok etkileyiciydi. Burada yapılan katliam ve benzeri toplu katliamlar, sözlü tarih anlatıcılarına göre 101 noktada yapılmış. Anıt mezarda, Hüseyin Beyaztaş tarafından, burada yapılan katliamla ilgili bir sunum yapıldı. Daha sonra Urartu kralı 2. Rusa tarafından yapılmış Mazgirt kalesini, Etli Hatun Türbesi’ni ve yıkıntı halinde duran Ermeni kilisesini gezdik. Mazgirt kalesinin etrafını çeviren uzunca bir sur 1950’de Mazgirt’e atanan bir kaymakam tarafından köylülere yıktırılıyor. Resmi ideoloji, eskiye dair ve kendisine çağrışım yapmayan her şeyi yıkıp tarihten silmeyi amaç edindiğinin en çarpıcı örneklerinden biri de bu yıkım olayıdır. Kürdistan’da buna benzer yüzlerce olay sıralayabiliriz.
Mazgirt’te kısa bir çay molasından sonra, arabalarımıza binip Munzur vadisine doğru yola koyulduk. 60 çeşit endemik bitkinin olduğu ve hiç bir yerde olmayan kırmızı benekli alabalığın yaşadığı 75 km uzunluğunda emsalsiz bir doğa harikası olan Munzur vadisini bir uçtan bir uca dolaşmanın heyecanını yaşadık. Munzur vadisi boyunca dağların, ormanların ve geçit vermez vadilerin görkemi karşısında adeta büyülendik. Munzur vadisinde ilerlerken hüzün, acı, keder ve mutluluk gibi karmaşık duygular içinde, dağların, kayaların, derelerin, geçitlerin, köprülerin dili olsa da konuşsa diye düşündüm.
Halvori kayasında durduk. Bu kayadan 33 kişi atılarak öldürülmüş. Biraz ilerlediğimizde Laç Deresi’nde büyük bir katliamın yaşandığını biliyoruz. Vadide her mıntıkanın, her geçidin, her köprünün ve her kayanın bir hikayesi var. Munzur Vadisi boyunca her kilometresinde nice katliamların yaşandığı ve Munzur vadisinin günlerce kan renginde aktığını tarihçiler, araştırmacılar ve yerel halk anlatır. Resmi ideoloji, şimdi de Munzur vadisinde barajlar kurarak bu dünya güzeli coğrafyayı yok etmek istiyor. Burada, hiç kuşkusuz ekolojik denge bozulacak, binlerce börtü böcek, yüzlerce endemik bitki ve kuş türü yok olacak, ancak aslında Türk resmi ideolojisinin asıl düşüncesi vadi boyunca yaşanmış tarihi olayları ve kültürü yok etmek. Çünkü vadi suyla dolduğunda, dedeler torunlarına Halvori kayasını, Laç Deresi’ni, Vank Köprüsü’nü ve daha nice yerde yaşanmış olayları anlatamayacak. Bu tarih bilincinin yok edilmesi operasyonudur. Bir ulus için en büyük felaket, onu kendi köklerinden koparmak ve tarihsel ve kültürel değerlerinden yoksun bırakmadır. Büyük ozan Say Qaji’nin türbesi üzerinde 1930’lu yıllarda Dersim’in bu günlerini görmüşçesine ve vasiyet edercesine yazdığı şiir özelde Dersimli Kürdler ve genelde tüm Kürdler için bir ders niteliğindedir. Say Qaji, Dersim’in bu günlerini hissetmişçesine “Her ot kökünden biter, her kuş kendi dilinde öter, aslını inkar eden izine toz atar siler, gider” diyerek ulus bilinci, toplum bilinci ve tarih bilincinin önemini vurgular.
İsmail Beşikci’yle olan yirmi yılı aşkın dostluk ve arkadaşlığım süresince göremediğim bir niteliğini son günlerde keşfettim. Kürdler ve Kürdistan’ı en kritik ve hassas dönemlerinde yüksek bir sorumluluk bilincine ve duyarlılığa sahip olduğunu keşfettim. Kürdistan’ın içinde bulunduğu konjüktürel duruma dikkat çekerek yüzyılda ilk kez kazanılmış statünün uluslararası güçlerin ve bölgesel sömürgeci devletlerin abluka ve kuşatmasına karşı hassasiyetle korunmasını ve bütün Kürd hareketlerinin buna karşı sorumluluk taşımalarını, grupsal çıkarlarını ulusun çıkarlarının üstünde tutmamaları gerektiğine işaret eder. Olası tehlikeleri gösterip, ona karşı alınması gereken önlemler konusunda düşüncelerini paylaşır. Bu durumu çeşitli somut örneklerle anlatmak mümkündür. Ancak yazının konusu bu olmadığı için geçiyorum. Bir yazımda Beşikci, Kürd aydın ve siyasetçilerinden daha fazla Kürdi ve Kürdistani demiştim. Şimdi son keşfettiğim özelliğiyle, Kürdi ve Kürdistani sorumluluk bilincinin bizden daha fazla olduğunu tespit ettim. Beşikci’nin bu vicdani hassasiyet ve sorumluluğu bana büyük düşünür Friedrich Nietzsche’nin şu sözünü hatırlattı. Nietzche "Vicdanlı ve dürüst olmak hesaplı olmaktan iyidir. Hesap insanı makam sahibi yapar da VİCDAN daha önemli bir işe yarar, İNSANI İNSAN yapar." diyerek insanlara ahlak dersi vermiştir.
Beşikci ile son bir yıldır birlikte Kürdistan’ın birçok yerini gezdik. Son Güney Kürdistan gezimizde olsun, Dersim seyahatimizde olsun, bize ilk söylediği şey Kürdistan için mücadele etmiş şahsiyetlerin ya da şehitlerin mezarlarını ziyaret etmek olmuştur. Güney Kürdistan’da ilk ziyaret yerimiz Mela Mustafa Barzani’nin kabristanı olmuştu. Dersim’de de ilk gittiğimiz yer Dr. Şıvan’ın evi olmuştur. Dr. Şıvan, Kürdi ve Kürdistani hassasiyeti, düşünce ve eylemiyle Kürdistan tarihinde önemli bir yeri olan bir Kürd liderdir.
Daha sonra Sakine Cansız’ın ve Mazlum Doğan’ın mezarlarını ziyaret bizi çok etkiledi. Sakine Cansız’ın mezarının başına geldiğimizde, onu tanıdığım için çok duygulandım ve hüzünlendim. Sakine Cansız, Kürd kadın hareketinin sembol kadınlarındandır. Dersim’in asi, mağrur, başı dik, asil ve vakur duruşlu kızıydı. Mezarı başında herkesin hüzünlendiğini söyleyebilirim. Karanlıkta bir ışık olan Mazlum Doğan’ın ve Delil Doğan’ın mezarlarını ziyaretimiz esnasında Mazlum ve Delil’in anne ve babasıyla tanışmamız ayrı bir heyecandı. Dersim halkı Seyid Rıza, Alişêr, Baytar Nuri, Dr. Şıvan, Mazlum Doğan, Sakine Cansız ve nice liderler yetiştirmiştir.
Ve Dersim halkı bu değerli şahsiyetlerle ne kadar gurur duysa azdır. Mazgirt’te, Munzur vadisi boyunca, Vartinik’te, Kutu deresinde, Nazimiye’de, Dr. Şıvan’ın köyü Civarik’e giderken yol boyunca yapılan katliam noktalarını bize refakat eden Kazım Arık bey katliamların nasıl gerçekleştiğini detaylı bir şekilde anlattı. Son olarak Hıdır Öztürk ile birlikte kızı Ayten Öztürk’ün mezarını ziyaret ettik. Ayten Öztürk’ün canice katledildiğini biliyordum. Hıdır Öztürk’ün bu vahşeti, birçok TV kanalında ve Türk parlamentosunda dile getirdiğini biliyorum. Ayten’in mezarı başında, İttihatçıların ve daha sonra Sakkallı Nurettin Paşa’nın uygulamalarını, son otuz yıldır savaşta öldürülen insanların cesetleri üzerinde yapılanlar hepsi bir bir aklıma geldi.
27 Temmuz 2013 tarihinde İsmail Beşikci Vakfı tanıtım toplantısıyla ilgili bir kaç söz söylemek istiyorum. Toplantı Selahattin Ali Arık’ın moderatörlüğünde açılışı yapıldı. Vakıf adına İsmail Beşikci Vakfı’nın kısa bir tanıtımı ve Vakıf faaliyetleri hakkında tarafımdan bir sunum yapıldı. Akabinde Hıdır Öztürk Dersim’e ve kızı Ayten Öztürk’ün hunharca katledilişiyle ilgili kısa bir konuşma yaptı.
Toplantı, İsmail Beşikci’nin İttihat Terakki fırkası, Yakın Doğu’nun imhası ile ilgili sunumu ile devam etti. Beşikci, bu sunum da Ermenilerin ve Süryanilerin nasıl soykırıma uğratıldığını, Rumların nasıl göçertildiğini ve gayri Müslimlerin taşınır ve taşınmaz mallarının nasıl gasp edildiğini, Kürdlerin genel anlamda nasıl asimile edilmeye çalışıldığını, ayrıca Sünni ve Kızılbaş Kürdlere Ağrı-Zilan, Şêx Sait, Koçgiri ve Dersim’de yapılan katliam ve jenositleri anlattı. Bunun yanı sıra Mehmet Bayrak’tan alıntı yaparak 1430-1530 yılları arasında, İran Safevi’lerinin bir eyaleti olan Dersim’de bazı aşiretlerin Özbek ve Türk akınlarına karşı götürüldüğünü daha sonra Dersim, Osmanlının egemenliğine girince bu aşiretlerin geri geldiğini anlattı.
Dersimliler arasında özellikle Kemalistlerce yaygınlaştırılan, “Asıl Türk biziz, biz Horasandan geldik! propagandası” etkisiz hale getirildi. Beşikci’nin konferansından sonra söz alan ismini söylemeyen ve Avrupa’da yaşadığını söyleyen bir bayan, saygı ve ahlak sınırlarını aşarak İsmail Beşikci’nin kan ve ırk üzerine politika yaptığını ve çağın çok gerisinde kaldığını, biraz okuması gerektiğini söyledi. Yaptığı konuşmanın eleştiri ile alakası yoktu. Kim olduğu belirsiz bu bayan, kalabalık tarafından protesto edildi. Bunun yanı sıra söz alan Yaşar Kaya ve Daimi Cengiz, özet olarak Zazaların Kürd olmadığını, Zazacanın Kürdçenin bir diyalekti olmadığını, İsmail Beşikci’nin Dersim ve Zazalar konusunda yetersiz ve yanlış olduğunu söylediler. Ancak, Beşikci’nin düşüncelerini çürütecek hiç bir belge ve bilgi ortaya koyamadılar. Sadece “Beşikci yanlış düşünüyor” demenin ötesinde bir şey söyleyemediler. İsmail Beşikci’yi mesnetsiz, hiç bir somut belge ve bilgiye dayanmadan “Beşikci doğru düşünmüyor!” demek anlaşılır değil. Orada yapılan büyük haksızlıktı. Söz konusu kişilere yönelik Munzur Çem ve iki Kürd gencinin konuşmaları en iyi yanıttı. Değerli araştırmacı yazar Munzur Çem’in Kürd, Kürdistan ve Kürdçenin bir lehçesi olan Zazaca üzerine yaptığı çalışmalar takdire şayandır. Bugün uluslararası akademi dünyasında tanınan Malmîsanij, Munzur Çem, Roşan Lezgîn gibi araştırmacı ve dilbilimcilerin çalışmaları teşvik ve destek verilmesi gerekirken, bu arkadaşların mesnetsiz düşüncelerle yıpratılmaya çalışılması doğru değildir.
Almanya’da doğan ve orada yaşayan, Dersimli bir genç, az bildiği Türkçeyle Kürdlerin tarih boyunca sömürgeci devletlerce bölünüp, parçalanmaya çalışıldığını, bu böl ve yönet politikasının bir dönem Kürdleri, Alevi-Sünni diye bir birlerine düşman etmeye çalıştığını, bu gün de Kürdler, Zaza ve Kurmanc diye bölünmeye çalışıldığını söyleyerek, Zazaların Kürd olmadığını iddia eden şahıslara en iyi göndermede bulunduğunu düşünüyorum.
Toplantıda konuşmacılar arasında Batmanlı bir genç, Abdurrahman Bedir, çok çarpıcı ve ders veren bir konuşma yaptı. Konuşmasında Dersim halkına ilişkin; Eğer iki kurban cellat hakkında hemfikir değilse, cellat iki kurbandan birini kandırmış demektir. Ve cellat kısmen başarılı olmuştur! diyerek Kemalizmin Dersim üzerinde yaptığı tahribata işaret etmiştir. Bu felsefi yaklaşım herkes tarafından alkışlanmıştır. Dersim üzerine araştırma yapan araştırmacıların sosyal psikoloji ve siyaset felsefesi üzerinde derinleşmelerinin önemli olduğunu düşünüyoruz.
Dersim seyahatimizin ve İBV tanıtım toplantısı ve İsmail Beşikci konferansının ve devamında yapılan tartışmaların yararlı olduğu tartışılamaz. Dileğimiz, Dersimin kendi kökleriyle buluşması. Bu ümidi taşıyoruz!
Ayrıca "Dersim halkına ilişkin; Eğer iki kurban cellat hakkında hemfikir değilse, cellat iki kurbandan birini kandırmış demektir. Ve cellat kısmen başarılı olmuştur! " şeklindeki düşüncelerdeki yansıtılan gerçeklik sadece Dersim'e özgü değildir.Bahis konusu cellat aynı zamanda her yerde aynı sonucu çeşitli biçimler altında alıyorsa eğer, sadece Dersim'i görüp onun dışındaki diğer doğu şehirlerinin de dikkate alınmaması halinde de celladın etki alanından çıkılmadığını gösterir.
Bu nedenle...
Kürt aydını için parça-bütün ilişkisi çok önemli!