Diller Nasıl Yok Olur Ve Nasıl Canlandırılır?
Dil çok karmaşık ve ilginç bir işaretler sistemidir. Dil üzerine sonsuza dek konuşabiliriz, ama bugün dillerin nasıl yok olmanın eşiğine geldiğinden ve neden bazılarının bu eşiği aşıp öldüğünden, unutulduğundan, bazılarının ise o dili konuşanların çabalarıyla yeniden canlandığından bahsedeceğiz.
Rusça gibi bazı diller devlet dilleridir. Sadece günlük yaşamda konuşulmaz, iletişimde, kitap, dergi ve gazete yayınında kullanılır. İktidarın, hukuk ve medyanın dilidir. Devlet çok ulusluysa egemen ulusun dili (bazen ‘titular (unvanlı) dil’ olarak da adlandırılır) yalnızca devlet dili değil, aynı zamanda halklar arası iletişim dilidir.
Pek çok çokuluslu devletin sınırları içinde ‘devlet dili’ statüsü olmayan diller vardır. Ama iki veya daha çok dilin resmi dil olduğu durumlar da olabilir. Örneğin İsviçre’de devlet kurumlarında dört dil – Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanşca – kullanılabilir.
Genellikle iki veya daha fazla devlet dilinin var olduğu durumlarda, bunların kullanım alanları sınırlandırılmıştır. Ben 1992’den beri ulusal azınlıkların dillerinin durumunu araştırıyorum. Bugün onlar hakkında konuşacağım.
Ulusal bir azınlığın dilinin egemen (veya “titular”) ulusun diliyle bir arada yaşadığı durumlar ayrıntılarda farklılık gösterebilir (onlar hakkında biraz sonra konuşacağız), ancak hepsinde ortak olan bir şey vardır: Küçük ulusun dili devlet diliyle rekabet etmekte zorlanır. Ve elbette böyle eşitsiz bir mücadelede küçük ulusun dilinin kazanması çok zordur. Ancak zor, imkansız anlamına gelmez.
Azınlık dillerini konuşan pek çok kişi durumlarının ‘benzersiz’ olduğunu düşünür, çünkü bazı nedenlerden ötürü diğer halkların deneyimlerine aşina değildirler. Bu nedenle dilimizin içinde bulunduğu durumun nasıl oluştuğunu anlamaya başlamamızın hepimiz için faydalı olacağını düşünüyorum.
“Büyük” Dil Nasıl “Küçük” Hale Gelir?
Dilin kökeni hakkında uzun uzun konuşulabilir, ancak bizim için önemli olan bir şey var; bir ulus oluşurken, ayrı bir ulus olarak öz farkındalığının ana unsurlarından biri kendi dilinin varlığıdır. Ancak bir halkın dilini kısmen veya tamamen yitirdiği de olur. Bu nasıl olur?
İlk durum. Halklar daha güçlü bir devlet tarafından fethedilerek devletlerini kaybederler. Kazanan, devlet dili olarak kendi dilini hakim kılar ve fethedilen halkların üyeleri toplumda başarılı olmak için kazananın dilini öğrenmek zorunda kalırlar.
Yenilen halkların dili yavaş yavaş toplumsal yaşamın dışına atılır ve sadece küçük yerleşim yerlerinde veya idari merkezlerden uzak bölgelerde günlük iletişim dili olarak kalır.
Bazen bir dilin başka bir dilin yerini alma süreci yüzyıllar alır. Bir örnek Breton dilidir. Yakın zamana kadar Breton dili Aşağı Bretonya (Finister, Côte d’Armor, Morbihan ve Loire-Atlantique) topraklarında yaygındı. Bretonca konuşulan bölgenin tarihi sınırı 19. yüzyılın sonlarından bu yana neredeyse hiç değişmeden kaldı. Bununla birlikte, 12-13. yüzyıllardan itibaren Fransızcanın yayılması nedeniyle Bretoncanın kullanım alanı giderek küçüldü. Fransızca şehirlerde günlük iletişim dili haline geldi, Bretonca sadece kırsal bölgelerde tek iletişim dili olarak kalmaya devam etti.
1632’de Bretonya (Bretagne) resmen Fransa’nın bir parçası olduğunda Bretonların kültürel ve dilsel asimilasyon süreci zaten tüm hızıyla devam ediyordu. Fransa’nın bölgesel dillerin tamamen yok edilmesini ve geleneksel sosyo-ekonomik ilişkilerin bozulmasını hedefleyen sert dil politikası 20. yüzyılın ortalarında Bretonca konuşanların sayısının keskin bir şekilde azalmasına yol açtı.
İkinci durum. Dağınık yerleşim nedeniyle göçmenler geldikleri ülkenin dilini öğrenmeye zorlanırlar, aksi takdirde bu ülkede yaşamaları ve topluma dahil olmaları imkansızdır. Bu durumda, göçmenlerin dilinin egemen ulusun dili tarafından yok edilmesi süreci çok daha hızlı olur, göçmenlerin anadili birkaç on yıl içinde kaybolur.
Ancak ilk durumda bile ulusal azınlığın dilini konuşanların sayısında genellikle keskin bir düşüş gözlenir. Bu, şiddetli toplumsal değişimler (devrim, teknik dönüşüm, şehirlere kitlesel göç, egemen ulusun dilinde radyo-televizyon yayınları yapılırken ulusal azınlığın dilinin bu olanaklardan yoksun olması) durumunda olur.
Dilinizi Nasıl Kaybedersiniz? Oldukça Hızlı ve Kolay Gerçekleşir
Bir dilin tamamen kullanımdan kalkması için üç veya dört kuşak yeterlidir. Fransa’daki Breton ve Rusya’daki Süryani dili örneklerine bakarak bu süreci daha detaylı ele alalım. Elbette, bu sadece olayların gelişiminin bir şemasıdır ve tek tek ailelerin veya anadilini konuşanların hikayeleri buna uymayabilir, hatta onunla çelişebilir.
Birinci Kuşak. Bunlar başlangıçta tek dil (ulusal azınlığın dilini) bilen kişilerdir. Ama şu veya bu nedenle toplumun tam üyesi olabilmek için bu dili bilmek yeterli değildir.
Rusyalı Süryaniler örneğinde bunlar, Rusya’ya gelen ve iş bulmak, kendilerine en azından asgari yaşam standardı sağlamak için Rusça konuşan çevreyle temas kurmak zorunda kalan birinci kuşak göçmenlerdir.
Bretonlar örneğinde ise bunlar, ilk kez günlük yaşamlarında Fransızca kullanma ihtiyacı duyan köylülerdir (Birinci ve İkinci Dünya savaşlarından sonra geleneksel yaşam biçiminde dramatik değişiklikler oldu ve iş bulmak işin şehre gitmek zorunda kaldılar).
İlk kuşağın üyeleri egemen ulusun dilini öğrenmek için büyük çaba sarf ederler, çünkü dili bilmemek toplumdan dışlanmaya yol açar. Fakat egemen ulusun dilini öğrenmek bu kuşak için çok zordur ve bu kuşağın üyeleri dili nadiren akıcı olarak konuşabilirler. Genellikle egemen ulusun dilini öğrendikten sonra da aksanlarını korurlar, gramer ve sözcük hataları yaparlar. Bazen hem egemen ulusun dilini konuşanlar, hem de devlet dili artık ikinci anadilleri olan kendi çocukları tarafından alay ve eleştiri konusu olurlar. Bütün bunlar çoğu durumda anadilinin kurtulunması gereken bir kusur, bir engel olarak algılanmasına yol açar. Anadiline karşı olumsuz bir tavır oluşur. Çocuk yetiştirirken egemen ulusun dilini öğretmeye yönelik bir tutum ortaya çıkar.
İkinci Kuşak. Genellikle doğuştan iki dillidir. Evde yaşlı kuşakla iletişim kurarken ulusal azınlığın dilini, ev dışında egemen ulusun dilini kullanırlar. Anadillerine karşı tutumları birinci kuşaktakiler kadar olumsuz olabilir ya da topluma entegrasyonun önünde artık ciddi bir engel olmadığı için daha saygılı olabilir. İkinci kuşak teoride anadilinin desteklenmesi gerektiğini savunur, ancak pratikte çocuklarının toplumun eşit üyeleri olmasını sağlamak için çabalar, bunun için de egemen ulusun dilini ve uluslararası bir iletişim dilini öğrenmelerini (örneğin İngilizce) önemserler. Genellikle, ilk kuşak anadilinde okur yazar olsa bile sonraki kuşaklar tamamen ya da kısmen anadillerinde okuyup yazamazlar.
Üçüncü Kuşak. Ya iki dillidir ya da yalnızca egemen ulusun dilini konuşur. Bu kuşak artık terminal speakers, yani dilin ömrünün sona erdiği kuşak olarak kabul edilir. Çoğu zaman anadillerini ebeveynlerinden değil büyükanne ve büyükbabalarından edinirler, özellikle de kırsal kesimde yaşıyor ve anadillerini günlük yaşamda hala kullanmaya devam ediyorlarsa. Bu durumda üçüncü kuşak üyeleri bazen anadillerini ikinci kuşaktan biraz daha iyi konuşurlar.
Dördüncü Kuşak. Çoğu anadilini ya hiç bilmiyor ya da terminal speakers seviyesinde biliyordur: Gündelik kelimeler veya söz kalıpları vb. bilirler, fakat anadillerinde bir konuşma sürdüremezler. Çoğunlukla toplumun tam ve bazen başarılı üyeleri olan üçüncü ve dördüncü kuşak için ilk iki kuşağın anadillerine karşı küçümseyen tavrı anlaşılmazdır. Anadili artık can sıkıcı bir engel olarak görülmez. Bu kuşağın temsilcileri arasında, özellikle yaratıcı aydınlar arasında atalarının dilini yeniden öğrenme ve canlandırma arzusu vardır.
Not. Yukarıdakilerin tümü genellemedir, çünkü bu konuda istatistik elde etmek son derece zordur. Anadilinin kaybı çoğu zaman bir acı olarak algılanır ve herkes bu konuda konuşmak, araştırmacının sorularını cevaplamak istemez. Yaptığımız araştırma sırasında zaman zaman çatışma durumları ortaya çıktı.
Dil Nasıl Yeniden Canlandırılır? Uzun ve Meşakkatli Bir Süreç
Neden ulusal azınlıkların üyeleri er ya da geç dillerini yeniden canlandırma isteğine kapılırlar? Bu oldukça zor bir sorudur, çünkü bir dilden diğerine geçiş sürecinde ortaya çıkan birçok sorun dili konuşanlar tarafından bilinçaltı düzeyde hissedilir ve kendi deneyimleriyle bunun bilincine varmaları genelde zordur.
Bir dili anadili olarak bilmek yalnızca zengin bir kelime dağarcığına sahip olmak, dilin gramerini bilmek ve onunla iletişim kurabilmek anlamına gelmez. Bir çocuk dili edinirken dünyayı bu dilin prizmasından algılar ve sözcüklerin hem doğrudan hem de mecazi anlamlarını özümser. Yaşamının ilk yıllarında insan dünyayı sözcük kalıpları (kırmızı güneş), tanıdık metaforlar (şişe mantarı kadar aptal), atasözleri, deyişler, veciz sözler vb. yoluyla tanır. Çevremizdeki dünyayı sadece dil yardımıyla tanımlamayız, çocukluğumuzda bize öğretilen bu sözcükler ve ifade kalıpları yardımıyla zihnimizde bir dünya resmi yaratırız.
Bir Rus severken ve şaka olarak oğluna sıpa demez, ancak bir Süryani için bu, aptal bir çocuğa tamamen doğal, alaycı bir hitaptır. Anadilinin kaybı ve başka bir dile geçiş şu nedenle de acı verici olarak algılanabilir: Dünyanın bilinçsiz olarak oluşturulmuş resmini değiştirmek imkansız değilse de zordur. Ayrıca, dilini kaybeden halk kimliğini kaybetmez ve bu nedenle paradoksal bir durum gözlenir: Tam asimilasyon egemen ulus üyelerinin “bizden” ve “bizden olmayan” ayrımını net olarak yapmalarını sağlamaz. Bu, özellikle asimile olmuş halkın üyeleri çoğunluktan dış görünüş olarak farklılık gösteriyorsa belirgindir (örneğin Fransa’daki Kuzey Afrikalılar).
Küçük bir halkın dilinin kaybolma sürecini izlemek için önce dilin yok olma eşiğine geldiği ‘kritik noktadaki’ durumu ele alırız: Bu durumda söz konusu halkın üyeleri iki dillidir ve egemen ulusun dili anadili olurken, küçük halkın dili prestijini kaybetmiştir ve pratikte bir değeri yoktur. Bu durumu ortaya çıkaran mekanizmayı daha iyi anlamak için topluluğun hangi gruplarının anadilini terk etmeye daha istekli olduğuna ve hangilerinin hangi nedenlerden onu korumak istediğine bakalım. Bu süreçte asıl rolü topluluğun sosyal gruplarının veya tek tek bireylerinin motivasyonu oynar. Bunun için yaşam motivasyonlarına göre sınıflandırma yapıyoruz. Egemen ulusun diline ilk geçiş yapanlar kendi topluluğu içinde öne çıkmak, bir basamak yükselmek isteyenlerdir (“diğerlerinden daha iyi olma” motivasyonu, grup 2.3). Örneğin, ‘küçük’ dil köyde, egemen ulusun dili şehirde konuşuluyorsa, o zaman bir basamak daha yükselmek şehirli yaşam tarzını ve daha prestijli ‘şehir’ dilini benimsemek anlamına gelmektedir. Daha sonra, “herkes gibi olma” motivasyonuyla (grup 2.2) nüfusun büyük kısmı bu gruba meyleder. Bu, topluluğun egemen dil sayesinde önemli başarılar elde edebilen bazı üyelerinin bu dili konuşmaya başladığı anda gerçekleşir. Topluluğun ana kısmı onlara benzemeye başlar. “Herkes gibi yaşamak” isteğiyle motive olan grup için egemen ulusun dili, refahın, o toplulukta geçerli değerlerin bileşenlerinden biridir. “Diğerlerinden daha kötü yaşamama” motivasyonuna sahip grup temsilcileri (grup 2.1) de bu gruba katılır. Dili topluluğun sadece “hayatta kalma mücadelesi veren” (1. grup) olarak adlandırılan, mesleki başarıya ve kişisel gelişime odaklanmayan üyelerinin konuştuğu durum artık dilin tamamen yok olmaya yakın evresi olarak tanımlanabilir.
Bu kişilerin egemen ulusun dilini iyi öğrenmek için motivasyonları yoktur; asgari çabayla elde edilebilecekleri asgari refah ve rahatlık onlar için yeterlidir. Konuştukları dil genellikle zayıftır, kelime dağarcığı sınırlıdır, çünkü çoğunlukla az eğitimli, okur yazar olmayan ya da tamamen toplum dışı kalmış kişilerdir. Dil bilgileri genellikle “iki üç kelime, birkaç küfür biliyorum” düzeyindedir. Yine bu evrede, topluluğun “iç motivasyona sahip” (3. grup) birçok üyesi, bazı içsel nedenlerden dolayı anadillerini korumanın ve canlandırmanın gerekli olduğunu düşünürler. Bu kategorinin temsilcileri dillerini yeniden canlandırılmayı amaç edinen çevrelerde ve derneklerde bir araya gelmeye başlarlar. Dil kursları açmak, kitap, dergi vb. yayınlamak için çaba sarf ederler. Çabaları ancak ikinci grubun muhafazakar üyelerini bir şekilde anadillerinde iletişim kurmaya (yeniden) başlamaya motive edebilirlerse ve ‘sarsabilirlerse’ başarıya ulaşabilir. Başarılı örnekler oldukça azdır. Dilin yeniden canlanması genellikle, o sırada halk ulusal bağımsızlık mücadelesi veriyorsa ve dil birçoğunun gözünde bağımsızlık sembolü olmuşsa (Çek dilinde olduğu gibi) başarılı olur. Yeni bir devlet kurmadan dili canlandırmanın az sayıdaki örneklerinden biri Galcenin 20. yüzyılda elde ettiği statü değişikliğidir. Ancak anadilini canlandırmada başarılı olmak için sorunu dilbilim mecrasından siyasi mecraya taşımak, ki bu çok sık olur, hiç de zorunlu değildir. Hatta halkın bağımsızlık elde etmesi ve dilin devlet dili statüsü kazanması her zaman onun canlanmasını sağlamaz. 1921 yılında devlet dili olan İrlandaca buna örnektir. Hiçbir önlem (okulda zorunlu öğretim, devlet görevi için zorunlu İrlandaca sınavı) onu ülkenin tümünde hayata döndürememiştir; şimdi de sadece Gaeltacht’ta konuşulmaktadır. Bu nedenle, dilin canlanma yeteneği ile siyasi içerikli dili koruma hareketi arasında doğrudan ve sıkı bir ilişki olmadığı iddia edilebilir (Galce devlet dili olmamasına rağmen İrlandacaya göre daha avantajlı konumdadır). Bir ulusal azınlık dilinin korunmasına öyle veya böyle etki eden bütün faktörleri belirlemek ve saymak zordur, bu nedenle sadece en önemlileri belirtelim.
Ulusal azınlık dilinin korunmasını sağlayan faktörler:
1. Yazının ve edebiyat geleneğinin olması;
2. İkinci resmi dil olarak kullanılması, devlet dili statüsünün olması;
3. Dilin (veya onun ‘klasik varyantının’) ibadet dili olarak kullanılması;
4. Seçmeli olarak da olsa okullarda öğretiminin olması, dil kurslarının olması;
5. Dili konuşanların motivasyonu (“ulusal yorgunluk katsayısı”).
Ulusal azınlık dilinin korunmasını engelleyen faktörler:
1. Ulusal azınlık dillerini yok etmeye yönelik devlet politikası;
2. Yazının ve edebiyat geleneğinin olmaması;
3. Sosyo-politik faktörler: Dili konuşan nüfusun yaşadığı bölgelerin ekonomik olarak geri kalmışlığı; bu bölgelerden yoğun göç; bu bölgelerdeki istikrarsız askeri-politik durum;
4. Dili konuşanların motivasyon eksikliği, dile değer vermemeleri, özsaygı düşüklüğü.
Anadili Neden Korunmalı?
Dil kendini tanımlamanın çok önemli bir aracıdır. Sosyal çevreye uyum sağlamak, toplumdaki yerini bulmak her bireyin görevidir. Dilinizden vazgeçmek, alıştığınız benlik duygusundan, kendi kişiliğinizin bir kısmından vazgeçmek demektir. Dilinizi değiştirmek yaşadığınız ülkeyi ve yaşam tarzınızı değiştirmekten çok daha zordur. Anadilini koruyup korumamak sadece konuşanların karar verebileceği bir konudur. Eğer dili konuşanlar ondan vazgeçerek daha rahat yaşayacaksa dışarıdan hiçbir yardım, aktivistlerin hiçbir çabası yardımcı olamaz. Aynı şekilde, eğer dili konuşanlar onun korunması gerektiğine inanıyorsa ve bunun için çaba göstermeye hazırsa hiçbir olumsuz dış faktör dili yok edemez.
________________
Kaynak: www.infocherkessia.com/tr > zapravakbr.ru (Как исчезают языки и как их возрождают, 16 марта 2021)
* Anna Romanovna Muradova (d. 1972, Moskova) Rusyalı dilbilimci, Rus ve Breton dillerinde yazar ve çevirmen.
Baba tarafından Süryani kökenlidir, annesi L.A. Muradova roman ve Fransızca dil kitapları yazarıdır. Fransa’da Renn Üniversitesi’nde (Université de Rennes II) “Bretonca ve Diğer Kelt Dilleri” bölümünü ve Moskova Devlet Dilbilim Üniversitesi’ni bitirmiştir. Rusya Bilimler Akademisi Dil Enstitüsü’nde çalışmakta ve Moskova Devlet Üniversitesi’nde Bretonca dersleri vermektedir.
Bilimsel çalışmaların yanı sıra roman, dergi ve gazetelerde popüler yazılar da yazmaktadır. Yeni Arami dili ve Süryani kültürüyle ilgili çalışmaları vardır. Breton dili ve kültürü üzerine çalışmaları Fransa’da ödül almıştır.
Kaynak: https://tehlikealtindakidiller.org/diller-nasil-yok-olur-ve-nasil-canlandirilir/