Diyarbekir: Açık Hava Müzesi
1973 yılı Mart ayında, Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Nolu Askeri mahkemesi tarafından verilen ceza Askeri Yargıtay tarafından onaylanmıştı. Bunun üzerine, Saraykapı’daki cezaevine sevk gündeme gelmişti.
Saraykapı’daki cezaevine, Halil Ağa’yla (Halil Çiftçi) birlikte sevk edildik. İlk olarak ikimizin cezası onaylanmıştı.
Halil Ağa Eruh’luydu. Eski ceza yasasının 169. maddesine göre, yani çete reisi yargılanıyordu Çetenin üyeleri de yeğenleriydi. Mele Mustafa Barzani’ye, peşmerge güçlerine yardım iddiasıyla yargılanıyordu. O günlerde Halil Ağa’nın 76 yaşında olduğu söylenirdi. Diyarbakır Cezaevi’nden Adana Cezaevi’ne de birlikte sevk edilmiştik.
Saraykapı’daki cezaevinde ben atölye koğuşunda, Halil Ağa yedinci koğuşta kalıyordu. Halil Ağa’nın yedinci koğuşta, Siirtli tanıdıkları vardı. O dönemde koğuş kapıları açık olduğu için, hükümlüler, tutuklular birbirlerini her zaman ziyaret edebiliyorlardı.
Saraykapı’daki cezaevi eski bir yapıydı. Osmanlı döneminde bir kervansaray olduğu söylenirdi. Bu cezaevinde, eskilerde kimler kalmış diye meraklanmak, toplum bilinciyle, tarih bilinciyle ilgili bir sorundur. O günlerde böyle bir merakın doğmaması dikkate değer bir durumdur.
11 Eylül 2012’deki Diyarbekir gezimizde Şeyh Said ve arkadaşlarının da bu cezaevinde tutulduğunu öğrendim. Diyarbekir Büyükşehir Belediyesi, Basın Danışmanı Şeyhmus Diken, Araştırmacı-Yazar Malmîsanij bu gezide bize eşlik ettiler. İsmail Beşikci Vakfı başkanı İbrahim Gürbüz’le yaptığımız bu gezide Şeyhmus Diken’in ve Malmîsanij’in bize eşlik etmesi bizler için büyük bir şans oldu. Şeyhmus Diken’in ve Malmîsanij’in anlatımları çok değerliydi. Hamidiye Alayları’nın koğuşlarının, ahırlarının da bu bölgede, Diyarbekir Kalesi çevresinde olduğu dile getirildi
Malmîsanij, kendi arşivinde bulunan bir fotoğraftan söz ederek Şeyh Said ve arkadaşlarının idam edildiği alanı da gösterdi. Ulu Cami'nin ve eski belediye binasının önündeki geniş alan. Hasanpaşa Hanı’nın karşısına düşüyor. Malmîsanij fotoğrafta, Hasanpaşa Hanı’nın çatısının göründüğünü söyledi.
Saraykapı’daki bu cezaevi restore ediliyor. Atölye koğuşunda kalmıştım. O koğuşu da buldum.
Saraykapı’daki cezaevine ilk olarak 1970 yılı yaz aylarında, Tuncer Sumer, Kadir Manga ve Hüseyin İnan’ı ziyaret için gelmiştim. O zaman Atatürk Üniversitesi’nde asistandım. Kadir ve Tuncer orada öğrenciydiler. Hüseyin İnan’ı, 1969’da ODTÜ’de gerçekleşen bir konferans sırasında tanımıştım.
Diyarbekir’e, Halit Güneş’le birlikte ziyarete gelmiştik. Halit Güneş, Ziraat Fakültesi’nden henüz mezun olmuştu. Ar Pasaj’a, Niyazi Usta’nın ve Mehdi Zana’nın terzi atölyesine uğramış, cezaevi ziyaretine Canip Ağabeyle (Canip Yıldırım) birlikte gitmiştik.
Tuncer Sumer, Kadir Manga, Hüseyin İnan, Filistin’den dönüp Urfa taraflarında Türkiye’ye giriş yapmışlar, Ankara’ya doğru hareket ederlerken, Diyarbakır’da tutuklanıp cezaevine konulmuşlardı. 11 kişiydiler. Müfit Özdeş, Atila Kesin, Bahtiyar Emanet ve Ali Tenk onlar arasındaydı. Ali Tenk Bahtiyar Emanet’in yeğeniydi ve çok küçük bir çocuktu.
Cezaevini giriş kapısının hemen üzerindeki, sağ taraftaki, idare bölümünün bir odasında kalıyorlardı. 11 Kişi de aynı odada kalıyordu. O odayı da buldum. Zatan Atölye koğuşu ile, sözünü ettiğim bu oda, idare bölümünde karşılıklı olarak yer alıyordu. Arada üst kata çıkan merdivenler vardı. Tuncer Sumer, yeni yayımlanan Devrim Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun Kuruluşu ve Kısa Mücadele Öyküsü, ( Evrim Yayıncılık, Mayıs 2012 s. 83-94) kitabında bu cezaevini de anlatıyor.
Sur içinde kalan küçük sur içindeki bütün binalar restore ediliyor. Mahkeme, savcılık binaları, jandarma, 1990’larda JİTEM’in kullandığı binalar restore ediliyor.
Sur içinde, çeşitli yörelerde yer alan birçok yapı restore ediliyor. Cemilpaşa Konağı’nın, Hançepek’deki Surp Gragos Kilisesi’nin restore edilmesi çok önemli ve değerli. Büyükşehir Belediyesinin Başkanı Osman Baydemir’in bu süreçlerdki rolü çok büyük.
Cemilpaşa Konağı’nın avlularında dolaşırken, Kadri Cemil Paşa’yı, Ekrem Cemil Paşa’yı, yazdıklarını düşündüm. Vecdi Bey’i, Vecdi Bey’in, Kürdistan yollarındaki emeklerini, Irak’taki, Bağdat Cezaevi’ndeki çilelerini düşündüm.
Nejat Cemiloğlu’nun anlatımları zaten hiç aklımdan çıkmıyordu. ‘Kürt olduğumuzu, zulüm gördüğümüzü, asimile edildiğimizi çoğumuz biliriz ama, Cemilpaşazadelerden Türkiye’de olanların hiçbiri, Kürt sorunuyla, “Kürtçülükle” uğraşmamışlardır.” (Malmîsanij, Diyarbekirli Cemilpaşazadeler ve Kürt Milliyetçiliği, Avesta, 2004, s. 402)
Cemilpaşazadeler, devlete bir uçak alacak kadar varlıklı bir aile. (Malmîsanij, age. s. 183-184) Malının-mülkünün küçük bir bölümünü bile koruyamayacak kadar güçsüz… Sürgünler görmüş, sürgünlerde ağır mağduriyetler yaşamış bir aile… Bu süreç ve Nejat Bey’in yukarıdaki sözü, hem Türk egemenlik sisteminin, hem de Kürt sorununun içeriğini açıklıyor. Nejat Bey, 1963-1973 yılları arasında Diyarbakır Belediye Başkanlığı yapmış.
Cemilpaşa Konağı’nın restorasyonu, Surp Gragos Kilesesi’nin restorasyonu, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in bu konuda çaba sarfetmesi, konağın, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne devri, çok değerli bir gelişme. Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın çabaları da öyle. İki dillilik, çok dillilik çalışması dikkate değer bir gelişme. Nejat Bey’in bu süreçdeki emeği, katkısı da çok anlamlı, değerli
Amed: Açık Hava Müzesi
Kanımca, Sur içindeki Diyarbekir, eski şehir, Amed, aynen korunmalıdır. Burada yeni yapılaşmalara engel olunmalıdır. Eski şehrin, Amed’in kendisi bir müzedir. Canlı, günlük yaşantının dinamik bir şekilde devam ettiği bir müze. Sur içindeki Diyarbekir, sokaklarıyla, çayevleriyle, lokantalarıyla, berber terzi ve ayakkabıcı dükkanlarıyla, sokak aralarındaki tandırlarıyla, kapı tokmaklarıyla… aynen korunmalıdır. Yıkılmaya yüz tutmuş binalar restorasyonla virane halinle gelmeleri engellenmelidir.
Evlere, gösterişsiz, küçük kapılardan giriliyor. Kapı, geniş, aydınlık bir mekana açılıyor. Geniş, aydınlık bir avlu, avlunun etrafına dizilmiş odalar. Evler genellikle iki katlı. Bir de bodrum var. Avluda havuz ve ağaçlar… Her evde bunları görmek mümkün.
Sur içindeki bazı tarihi binaların restore edilmesi önemli. Sülüklü Han bunlardan biri. Gençler tarafından restore edilen bu bina, gençlerin buluşup konuştuğu, tartıştığı eğlendiği bir alan. Günün her saatinde dinamik yaşantısı olan bir alan.
Diyarbekir, 1970’lere, 1980’lere nazaran, artık, daha Kürdi bir şehir. Kürdler, artık yoğun bir kurumlaşma içinde. Dil, kültür konularında çok önemli çalışmalar var. Amed Mala Dengbêjan, Dicle-Fırat Kültür merkezi, Ahmet Arif Kültür Müzesi, Mehmet Uzun Kültür Merkezi, Ehmedê Xanî Kürd Dili ve Edebiyatı Akademisi, Diyarbakır Cîgerxwin Kültür Merkezi… etrafında çalışmalar, kurumlaşmalar yaşanıyor.
Weşanên Şeradariya Bajarê Mezin yê Amede (Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın) yayınları dikkate değer. Kakşar Oremar’ın, Dengê Azadiye Sembola Biratiyê Aram Tigran (Amed 2012) ve yine Kakşar Oremar’ın, Prensesa bê tac û text (Amed 2012) yol açıcı yayınlardır.
Antolojiya Dengbêjan/Dengbêjler Antolojisi/ The Antologie of the Dengbêj, iki cilt halinde, Şeredariya, Bajarê Mezin ya Diyarbekirê tarafından yayımlanmıştır. İki cilt halinde yayımlanan bu eserde, Mustafa Yıldız, Muharrem Cebe, Cevahir Sadak Düzgün, İrfan Uçar, Xezal Aslan, Azad Zal’ın emeği vardır. Birinci cilt 460 s. İkinci cilt 344 s.
Şaredariya Surê ya Amedê (Diyarbakır Sur Belediyesi) yayınları da önemlidir. Sur Belediyesi, Naum Faik’in (1868-1930) Beth –Nahrin kitabını, Lis Yayınevi’yle ortaklaşa, Kürdçe-Türkçe ve Süryanice olarak yayımlamıştır. Mıgırdıç Margosyan’ın Taxa Fille (Gavur Mahallesi) kitabını, Aras Yayınları ile ortaklaşa içinde Kürdçe, Türkçe ve Ermenice olarak yayımlamıştır. Şeyhmus Diken’in, Diyarbakır El Sallıyor anlatısını, Udi Yervant’ın müziğiyle birlikte, Kürdçe, Türkçe ve İngilizce olarak yayımlamıştır. Bütün bu süreçte, Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş yanında, Mıgırdıç Margosyan, Pedr Gabriel Akyüz, Simon Barmano, Eliyo Dere, Kawa Nemir, Lal Laleş, Şeyhmus Diken, Miran Janbar, Şener Özmen gibi yazarların, aydınların büyük rolü görülmektedir.
Dil-kültür konusundaki bu gelişmeler, Kürdler yanında Ermeni, Süryani, Ezidi Kürd gibi Yakındoğu’nun yerli halklarını da olumlu etkileyecektir.