Dostlarımız, Rakiplerimiz: Kürtler
Dr. Henry Astarjian
Yazar: Dr. Henry Astarjian (*)
Kaynak: The Armenian Weekly (Haftalık Ermeni Dergisi), 20 Ocak 2010 Tarihli Sayısı (http://www.armenianweekly.com/2010/01/07/astarjian-our-friends-our-foes-the-kurds/)
İngilizceden Çeviren: Nusret Aydın
Benim kuşak Ermenileri, jenositten kurtulan ebeveynlerimizden, dedelerimizden ve ninelerimizden devir aldığımız miras, bilhassa Kürtlerin yaptığı gaddarlıklar ile ilgilidir. Yaklaşık bir asır sonra bile Kürtler hakkında post-jenositten sonraki Ermeniler ile konuşulduğu zaman, Kürtlere karşı bir kızgınlık, nefret, küçültücü ve bir ilgisizlik söz konusu olmaktadır. Fakat bu günkü gerçekler Türkiye’nin güneydoğusunda bizimle aynı toprakları paylaşan bu insanlara soğukkanlı bakmayı zorunlu kılmakta olup bu topraklara biz “Batı Ermenistan” derken onlarsa “Kuzey Kürdistan” demekteler. Dolayısıyla onlar bizim dostumuz mu? Yoksa rakiplerimiz mi? Yada ikisi mi?
Bizlere aktarılan hikayelerde bu insanlar kriminal olarak tanıtılmakta ve asırlar boyu Ermenilere karşı düşmanca davrandıkları bilhassa 19. yüzyılın sonlarındaki büyük 1915 jenosidinde Kürt aşiretlerinin öncülük ettiğidir. Tarih boyunca yaşam biçimimizi etkileyen, varlığımıza kast eden ve geleceğimizi yakından ilgilendiren bu insanlar kimdir?
Etnik espriler Kürtleri cahil göçebe ve Müslüman bir topluluk olarak tasvir etmektedir. Türklere göre Kürtler çok az Müslüman ve onun için onlara şu deyimi yakıştırmışlar: Türklerin deyimiyle, gavura göre Kürt Müslüman. Tarihi belgeler onları aşiretler topluluğu olarak tanıtmakta ve son beş asırdan beri Anadolu’da varlıklarını şantaj, soygun, bireysel cinayetler, toplu cinayetler, ırza geçme, rehin alma ve genel olarak da Osmanlı otoriteleriyle işbirliği yapıp gerek Ermeni milletine gerekse diğer Hıristiyan azınlıklara zulüm ettikleri belirtilmektedir. Kimdir bu Kürtler? Genlerinin kaynağı nedir? Nereden geldiler?
Aslında bunların hiç birisi önemli değil. Önemli olan onların 4.000 yıldan beri bizimle beraber yaşamış olmaları, bazen bizimle dost, sıkça bize düşman demesek, rakip oldukları, hatta onlar ile tarihlerimizin iç içe geçmiş olduğudur. Kimi zaman bizler onlara karşı Osmanlılarla ittifak kurmuşuz, kimi zaman onlar bizlere karşı aynısını yapmışlar. Bazı zamanlar da, onlar ile birlik olup Osmanlı hükümetine karşı savaşmışız. Örneğin, Bedirhan Bey’in 1845 yılındaki ayaklanmasında Ermeniler ile ittifak oluşturularak Sultan’ın güçlerine karşı savaşılmıştır. Bedirhan Bey şu inanca sahipti: “Ermeniler ile Kürtler Aryan olup aynı ırkın evlatlarıdır. Bir aşiret İslamiyet’i seçmiş diğeri ise Hıristiyan olarak kalmıştır.” Bedirhan Bey hatta bu iki topluluk arasındaki evliliklere müsaade de etmiştir. Fakat bir Ermeni erkeğin Kürt kızıyla evlenmesi ise şüphelidir.
Bedirhan Bey’in Kaliforniya’da yaşayan Saif Bedirhan adındaki torunlarından biriyle tanışma fırsatını buldum. Saif Bedirhan son derece eğitimli mütevazi bir insandır. Hatta bir 24 Nisan etkinliğinde kısa bir konuşma yapıp jenosidi protesto etmişti. Saif Bedirhan Kaliforniya ve Maryland’de düzenlenen Kürt Amerikan Konferansları’nda benim konuşma yapmamı da sağladı. Konuşmaları yaptım! Bu toplantılara yoğun bir ilgi gösterilmişti. Gerek katılımcılar ve gerekse katılımcıların görünümleri benim o ana kadar Kürtler hakkındaki düşüncemi de değiştirmişti. Orada kiminle tanıştıysam bilimsel veya girişimcilik alanında ya mastır veya doktora yapmış kişiler olduğunu söylemek abartılı sayılmaz.
Resmi konuşmalar, yemekler ve sosyal münasebetlerdeki kibar tavırlar medeniyetin göstergeleriydi. Kürt giysileri içindeki nazik ve büyüleyici bayanlar erkekler ile iç içe, omuz omuza dans ediyorlardı.
Ben ön koltuklardan birine oturtuldum. Tahminime göre bilerek solumdaki koltuk boş bırakılmıştı. Ben bu toplantılara ne Ermeni halkını temsilen katılmış ne de böyle bir iddiam vardı. Orada bulunan Türkiye Kürtlerinin hepsi benimle tokalaşmaya geldiler ve o koltuğa oturup benimle düşüncelerini “gizli” “Ermeni halkının temsilcisiyle,” paylaşmak istediler. Sohbetlerimiz esnasında “Kürtler neden Müslümandır? Müslüman olmakla biz ne elde ettik? Gibi sorular ortaya atılıyordu. En az bir düzine kadarı –gizli kalmak şartıyla- ninelerinin Ermeni olduğunu söylüyordu. Ben bu sözlere şoke olmadım. Bir kaç yıl sonra Kürtlerin Ermeni kızlarını kaçırıp rehin aldıklarını öğrendim ki bu konuya ileride tekrar döneceğim.
Bu toplantıların şüphesiz asıl amacı siyasi ve milli olup “Birleşik Bağımsız Kürdistan” davasına hizmet amaçlıydı. Bu benim için bir uyanıştı! Mesele yalınız Irak Kürdistan’ından ibaret Kürtlerin Saddam Hüseyin’in zulmünden kurtarılması meselesi değildi. Sınırları Ağrı platolarından –bu günkü Türkiye- Irak’ın içlerindeki Kerkük ve Mandali’ye [Mendeli] kadar uzanan topraklarda birleşik, hür ve bağımsız Pan-Kürdist bir Kürdistan yaratmaktı. Söz konusu olmamakla beraber şunu da burada belirteyim ki altı Ermeni vilayeti ki mücevher Van ili de buna dahildir.
Ben podyumdan özet olarak söyleyeceklerimi net, açık ve yüksek sesle şöyle söyledim: Evet, bizler [Kürtler ve Ermeniler kastedilmekte] aynı şeyleri amaçlıyoruz. Evet, düşmanımız ortak. Evet, aramızda bir ittifak olmalı. Fakat her topluluk kendi amaç ve hakları için mücadele etmeli. İki milletimiz arasında husumet olmamalı. Bizler kaderde partneriz [ortağız]. Amerikan Cumhurbaşkanı Woodrow Wilson tarafından harita üzerinde son şekli verilen Sevr Antlaşması’nda haklarımız detaylı bir şekilde belirtilmiştir. Sevr Antlaşması’nın maddelerine ve haritaya bağlı kalmak Türkiye için dezavantaj bizler için ise avantajdır.
Türkiye’yi başka milletlerin topraklarını işgal eden, onları baskı altına alan, insan haklarını ihlal eden bir devlet olarak, ki öyledir, gösterdiğim için dinleyiciler tarafından üç defa ayakta alkışlandım. Kanaatime göre konuşmam onaylandığı için değil fikirlerimi ifade ettiğim için alkışlandım.
Irak’ın Zaxo şehrinden Şemdin Ağa’nın oğlu Nijyar H. Şemdin Ağa ile bir toplantıda tanışmıştım. Benim amcam Kirkor Astarjian, Şemdin Ağa’nın hem en yakın dostu hem de ailesinin doktoruydu. Bu ağa ve diğer ağaların vasıtasıyla amcam 1920 yılında Milletler Cemiyeti tarafından düzenlenen referandumda Irak’ın lehine sonuçlanan kararın alınmasında aktif rol almıştı. Bu referandumda Musul Kürtleri Atatürk’ün Türkiye’si yerine yeni kurulan Irak Krallığının sınırları içinde kalmak için oy kullanmışlardı. İkimiz birbirimizi görmekten mutlu olduk ve dünün hatıralarını tazeledik.
Münasebetler beni Hague’de kurulup fiziki olarak da aktivitelerini Brüksel’de sürdüren Sürgünde Kürd Parlamentosu’nun birinci yıldönümü kutlamalarına götürdü. Sürgünde Kürt Parlamentosu’nu 10 Avrupa ülkesi ya resmi olarak tanımış veya bu demokratik kuruma destek vermişti. Parlamento sürgündeki Türkiyeli Kürt Milletvekilleri tarafından kurulmuştu. Bu milletvekilleri, Leyla Zana ve diğer milletvekilleri gibi Kürt mücadelesine verdikleri destekten dolayı dokunulmazlıklarının kaldırılması ve milletvekilliklerinin düşürülmesi sürecinde Türkiye’yi terk etmişlerdi. Organizasyonu yapanlar Yaşar Kaya’yı Parlamento’nun başkanlığına getirmişlerdi. Onunla Kaliforniya’da bir Kürt toplantısında tanışmıştık ve toplantıya konuşmacı olarak davet edilmişti. O da konuşmasında Kürtlerin birliğine vurgu yapıyordu. Yönetim Kurulu Başkanı olan Zübeyir Aydar (Türk Parlamentosunda Siirt temsilcisiydi) ile beraber Taşnak Partisi’nin temsilcisine hoş geldin demeye geldiler (bu temsilci ben değildim). Sonra beni bir İtalyan lokantasına akşam yemeğine davet ettiler. Konuşmaya önce onlar başladılar. Kürt aşiretlerinin Ermenilere karşı işledikleri cinayetlerden dolayı özür dilediler. “O gün size karşı suç işleyen o katiller belli aşiretlere bağlı olup bu gün aynısını bize yapıyorlar,”dediler. “Bizleri öldürüyorlar, toplatılan köylülerin huzurunda kadınlarımızın ırzına geçiyorlar, köylerimizi, mezralarımızı yakıp halkı yerlerinden sürüyorlar. Aradaki fark onları Der Zor’a göndermiyorlar. Sizin Hamidiye Alaylarınız vardı, bizim de bu katil korucularımız var. Onlar Türk devleti tarafından maaşa bağlanmışlar.” dediler.
Sohbet koyulaşarak Kürtlerin çocuklarımızı rehin almalarına gelip dayandı. “Biz onun tartışmasını yapmıyoruz, fakat olaya bir de bizim açımızdan bakın: Bu çocuklar Der Zor’da çeşitli ölümler ile karşı karşıya kalacaklarını biliyorduk; onun için hayatlarını kurtardık. Ayrıca onlara her zaman Ermeni olduklarını söyledik.” Fakat onları Mülüman yaptıklarına değinmediler. Sonra jenosit konusuna geldiler. Gerek sağ olanlara gerekse ölenlerin geride kalan evlatlarının üzüntülerini en içten dilekleriyle paylaştıklarını belirtiler. Ben bu içten gelen duygularını artık sürekli tekrar haline gelinceye kadar onları hep dinledim. Nihayet orada onlara söylediğimin aynısını bir gün sonra televizyon yayınıyla parlamentoya (Sürgünde Kürt Parlamentosu kastediliyor) söyledim. Konuşmamın özeti çok basitti: “Ben buraya sempati toplamaya yada Kürtlerin özür dilemesini istemeye gelmedim. Üzerinde yaşadığınız bazı toprakların Ermeni milletinin hakkı olduğunu ve Sevr Antlaşması’nın maddelerini teyit etmek için buradayım. Bizim Kürt milletiyle olan ilişkilerimiz ideolojik değildir. Fakat toprak hakları ve Batı Ermenistan talebidir.” dedim. Belçika ve Kürt televizyonlarının ikisi de konuşmayı yayınladı.
Kürtler ile olan ilişkilerimiz karmaşık sorunlardan biridir. 1.İhtiyaçtan dolayı düşmanımın düşmanı benim dostumdur misali müttefikiz. 2.Onlar bize aşağıdan bakıyorlar, fakat biz olara tepeden bakıyoruz ve biz yanlış yapıyoruz. Kürtler kimsenin tahmin edemeyeceği her alanda büyük mesafeler katetmişler. Kesinlikle en azından benim tahmin edemeyeceğim kadar. 3.İster sevelim, ister sevmeyelim, onlar bizim komşularımızdır. En iyisi onları anlamaya çalışmaktır. 3.Batı Ermenistan’ın haricinde onlar için de “Kızıl Kürdistan” meselesi var ki, bu, Laçin, Kelbajar ve Fizuli gibi bölgeleri kapsar. Bizim için mesele kapanmıştır.
Şimdi Kürtler dost mu? Yoksa rakip mi? Herhalde ikisi. İmkansız gibi görünen bu meseleye akıllıca yaklaşım benim düşünceme göre onları rakip yapmaktan ziyade dost yapacaktır. (Bir nokta daha: Bizim yetkilileri bu konuda detaylı olarak bilgilendirdim. Onlardan ne bir destek ne de onay aldım. Bu çabada kendim hariç hiç kimseyi temsil etmiyordum. Başkaları da belki ayrı bir izlenime sahipti.)
_________
(*) Dr. Henry Astarjian Kerkük’te doğdu. Krimian Azgyin Varzaran'a (Ermeni okulu olmalı) gitti. 1958 yılında Kraliyet Eczacılık Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Kürdistan'da Ordu sağlık görevlisi olarak görev yaptı. İngiltere ve İskoçya'da sağlık dalında eğitimine devam etti. 1966 yılında ABD'ye göç etti. 1992 yılında Teksas Houston ilinde Cumhuriyetçilerin düzenlediği milli kongreye New Hampshire'den delege olarak katıldı. Ermeni Haftalığı dergisinde "Yüksek Tonda ve Sarih" adlı köşesinde bir kaç yıl devam eden yazılar yazdı. Kısa süreliğine yayın hayatını sürdürebilen Ermeni-Kürt dergisinin editörlüğünü yaptı. Bu meyanda Kürdistan Times’ta makaleler yazdı. Üç yıl Brüksel'deki Sürgünde Kürdistan Parlamentosu’nda konuşmalar yaptı. Bu konuşmalarında Ermenilerin Batı Ermenistan üzerindeki haklarını dile getirdi, ki o toprakların üzerinde bu gün Kürtler ve bir milyona yakın Ermeni dönmesinin yaşadığına inanmaktadır. Üç yıl üst üste Kaliforniya ve Maryland'deki Amerikan Kürtlerine hitap etti. Ayrıca, Astarjian, 24 Nisan anma törenlerinde ve Kaliforniya, Massachusett, Connecticut, Pennsilvanya ve New Jersey'deki 28 Mayıs şenliklerinde baş konuşmacılardan biri olmuştur. Amerikan Ermeni Üniversitesinde "Kürt Devrimi ve Ermeni Sorunu" konulu bir konferans verdi. Kerkük Mücadelesi adlı eserin yazarı olup onun bu eseri Preager ve Preager İnternational Security adlı kuruluş tarafından yayınlanmıştır.