Eğitimde Anadilinin Kullanılması ve Kullanılan Modeller
Çiftdilli veya çokdilli eğitim denilince farklı isimlerle anılan birçok eğitim modelinden bahsedilir. Bu modellerin bazılarında, anadili, sadece ikinci bir dilde eğitime geçiş sürecinde (geçiş modeli) kullanılır, diğer modellerde ise anadiliyle birlikte yeni dillerin öğrenilmesi ve çokdilli bir ortamın geliştirilmesi ve korunması (koruma modeli) esas alınır. Buna göre geçiş modelleri genel olarak entegrasyon adı altında asimilasyonu hedeflerken, koruma modelleri gerçek anlamda çokdilliliği hedeflemişlerdir. Bu modellerin uygulanmaları ve sonuçları hakkında dünyanın farklı bölgelerinde çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar, dil eğitim modellerinin ardındaki gizli gündemleri ve dil edinimi ve öğretimi konularında takip edilen varsayımları daha iyi anlamamızı sağlamıştır. Ayrıca, bu sayede hedeflenen sonuçların ne olduğu da daha iyi görülmüştür. Örneğin, sadece egemen dilde yapılan eğitim egemen dilin illa da en iyi öğrenildiği eğitim sistemi olmamıştır; aynı şekilde adı çiftdilli eğitim olan her model çiftdilliliği geliştirmemiştir. Öte yandan, dünyanın farklı bölgelerinde kullanılan çeşitli dil eğitimi modellerinin sınıflandırılması, dil eğitiminde tek bir doğru veya yanlışın olmadığını, farklı modellerin bölgelerin özelliklerine göre çeşitlendiğini göstermiştir.
Dil Eğitiminde Kullanılan Modeller
1. Tekdillileştirme/Batırma Modeli: İngilizce’de “submersion” olarak bilinen bu model, Türkiye’nin de dâhil olduğu dil ve eğitim konularında etkileri birçok açıdan en olumsuz olan politika ve pratiklere göre müfredatını hazırlayan ülkelerde kullanılmaktadır. Eğitim kalitesinin oldukça düşük olduğu bu modelde yalnızca egemen (resmi) dilde eğitim verilir. Egemen diller dışında ülkenin diğer dilleri görmezden gelinir, ikinci dil olarak sadece prestijli Batı dillerinin öğretimine yer verilir. Sonuç olarak, anadilinin korunmasının çeşitli nedenlerden sürdürülemediği yerlerde, dilsel azınlık halklar yeni nesillere kendi anadillerini aktarmakta zorluk yaşarlar ve gittikçe egemen dilde bir tekdillilik ortaya çıkar. Bir başka deyişle anadili batırılmak suretiyle kaybedilir. Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca Türkçe dışındaki dillerin hızla kaybolmasının esas nedeni budur.
2. Geçiş Modeli: Bu model, dilsel azınlık öğrenciler arasında okul başarısının ve okula devam oranlarının çok düşük olduğu yerlerde, okuma-yazmaya daha hızlı ve kolay geçiş yapılması ve okula devam oranlarının artırılması için kullanılmaktadır. Bu modelde, öğrenciler okulun ilk bir-iki yılında kendi anadillerinde okuma-yazmaya başlarlar; sonraki dönemde hızlı ve geri dönülemez bir biçimde tamamen egemen dilde devam eden bir eğitime geçiş yapılır. En bilinen örnek Amerika’daki Hispanik gruplara mensup çocuklara uygulanan eğitim modelidir. Araştırmacılara göre bu modelin esas hedefi entegrasyon adı altında asimilasyonu hızlandırmaktır; dolayısıyla okuma-yazmaya geçiş görece daha hızlı gerçekleşse de eğitim ortamındaki eşitsizlik ve ayrımcılık ortadan kaldırılmamakta, anadilin öğrenilmesi ve korunması sağlanamamakta ve egemen dilin öğrenilmesinde sorunlar devam etmektedir.
3. Koruma-Sürdürme Modeli: Genelde dilsel azınlık grupların eğitiminde kullanılan bu modelde, en az 6-8 yıl kadar anadili temelli çiftdilli veya çok dilli eğitim yapılmakta, egemen dil veya diller kademeli olarak önce dil dersi sonra da bazı derslerin eğitim dili olarak programa eklenmektedir. Özellikle Güney Afrika, Bolivya ve Etiyopya’da bu modelin uygulanmasının iyi örnekleri vardır. Bask Ülkesi ve Katalunya’daki bazı okullar da buna örnek olarak verilebilir. Araştırmalar ve istatistikler, bu okulların geçiş modellerine göre çok daha iyi sonuçlar verdiğini gösteriyor.
4. Çiftdillileştirme/Daldırma Modeli: İngilizce ismiyle “immersion” olarak bilinen bu model, daha çok orta sınıfa mensup ailelerin çocuklarının tercih ettiği bir eğitimi öngörür. Gerek eğitim kalitesi açısından gerekse de çokdilliliğin gelişimi açısında oldukça olumlu sonuçlar veren bu modelde her iki dil de prestijli bir statüye sahiptirler ve genel olarak bu dillere toplumsal bir destek mevcuttur. Öğrenciler, okulda kendi anadillerinde değil ikinci bir dilde eğitim görürler; ancak öğretmenler her iki dili de bilen çiftdilli öğretmenlerdir ve öğrencilerin anadiline her zaman son derece saygılıdırlar. Bu modelin en bilinen örneği Kanada’daki Fransızca ve İngilizce çiftdillileştirme programlarıdır. Öte yandan, böyle bir model ekonomik olarak dezavantajlı olan ve resmi dil ile anadili arasında tarihsel olarak ciddi statü ve prestij farkı oluşmuş bölgelerde uygulandığında sonuç tekdillileştirme/batırma modeline benzer. Zira bu durumda çoğunlukla tarihsel olarak baskı altında tutulmuş dil, yani çocuğun anadili, öğretmen tarafından ve okul müfredatı tarafından ihmal edilir ve bu dil gittikçe unutulur. Böylece, pratikte daha önce açıklanan tekdillileştirme/batırma modeli uygulanmış olur.
5. Çift-Yönlü Model: Hem akademik gelişim hem de çiftdillilik açısından son derece başarılı sonuçlar verebilen bir eğitim modelidir. Bu tür modellerin kullanıldığı okullarda bir azınlık dili ve egemen dili konuşan çocuklar aynı sınıflarda okurlar; eğitim-öğretim ihtiyaçlara ve öğrenci profillerine göre genelde iki dilin yarı yarıya kullanıldığı biçimde yapılır; ancak söz konusu azınlık dil tarihsel olarak güçsüzleştirilmişse ve yeniden canlandırılmaya çalışılıyorsa azınlık diline daha çok önem verilerek kullanım oranı %90’lara çıkarılabilir. Zaten prestijli olan egemen dil, okul dışında yeterince destek gördüğü için öğrenilmeme veya eksik öğrenilme gibi bir risk ile karşı karşıya değildir. Uzmanlara göre anadilinin %90 oranında kullanıldığı biçimde eğitim veren okullar azınlık öğrencileri için koruma-sürdürme modeli; egemen dili konuşan öğrenciler için de çiftdillileştirme görevi görür. Bu modellerdeki esas problem egemen dili konuşan gruplardan yeterince öğrencinin bu okullara ilgi göstermemesidir. Özellikle metropollerde bunu başarmak daha zahmetli iken, daha küçük şehirlerde ve kırsal bölgelerde, gündelik etkileşimin ve ekonomik ilişkilerin çokdilli yapıldığı yerlerde bu tür modeller uygulanabilmektedir. Örneğin Amerika’da bazı okullarda anadili İspanyolca olan çocuklar, anadili İngilizce olan çocuklarla aynı sınıfta çiftdilli öğretmenlerden ders alırlar ve her iki dil de sınıfta etkin bir şekilde kullanılır.
Şüphesiz yukarıda ele alınan bu modellerden herhangi birisi basit bir şekilde tercih edilerek, üzerinde iyice düşünülmeden bir bölgede uygulanmaya konulamaz. Aynı şekilde, bir bölgede bu modellerden yalnızca bir tanesi kullanılabilir gibi bir yaklaşım da yanlıştır. Bunun yerine, aynı bölge içinde kullanılacak birbirinden farklı modellerden bahsedilebilir. Dikkat edilmesi gereken husus, eğitim ortamının tüm bileşenleriyle ilgili dilsel, sosyo-ekonomik ve lojistik (öğretmen ve materyal kaynakları gibi) açılardan yeterince iyi bilinmesi ve programların buna göre şekillendirilmesi ihtiyacıdır. Öte yandan bu programlar bir kere uygulanmaya başlandığı zaman hep aynı şekilde devam etmek zorunda değildir. İhtiyaçlara ve zaman içinde oluşan değişikliklere göre uyarlamalar yapılabilir ve hatta başka model ve programlara geçilebilir.
Dil Eğitim Modelleriyle ilgili Problemler
Birçok araştırmanın ikna edici bir şekilde gösterdiği gibi tekdillileştirme/batırma modelleri ve geçiş modelleri kısa ve uzun vadede birçok eğitimsel, dilsel ve toplumsal soruna yol açmaktadır. Bu tür modellerin kullanılması eğitimde eşitliğin sağlanması ve dezavantajların ortadan kaldırılmasının önünde büyük engeller oluşturmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca uygulana gelen tekdillileştirme modelinden bir an önce vazgeçilmeli, yerine herhangi bir geçiş modelinin getirilmesi düşünülmemeli, aksine koruma ve çift yönlü gibi anadili temelli eğitim modelleri kullanılmalıdır.
Yukarıda sunduğumuz diğer modeller de tamamen sorunsuz değildir. Bazı modellerin kâğıt üzerinde birtakım artıları olsa da esas sorun, çiftdilli eğitim politikaları ilkesel olarak benimsendiğinde bile bu politikaların uygulamaya dönüştürülmesinde yaşanan sıkıntılardır. Bu modellerin her biri kendi içinde bir takım varyasyonlar gösterebilmekte, farklı pratikler farklı sonuçlar elde edilmesine yol açabilmektedir. Ayrıca bir bölge için belirlenmiş hedeflerden hareketle uygulanan bir model, aynı hedefleri olan başka bir bölgede farklı sonuçlar verebilmektedir. Diğer bir sorun ise şudur; bu modeller uygulanırken genellikle çocukların ya ezilen ya da egemen dilde tekdilli oldukları varsayılır. Dolayısıyla bu modellerde çocukların aynı anda birçok dilde sözlü ve yazılı materyalle karşı karşıya kaldığı görmezden gelinir. Oysa özellikle son zamanlarda ulaşım ve iletişim araçlarının hızlanması ve çeşitlenmesi, sanıldığından daha hibrid (melez) bir dilsel ve kimliksel durumu ortaya çıkarmıştır. Bu modellerin böyle bir çeşitliliği yeterince hesaba kattığı söylenemez. Türkiye’de anadili Türkçe dışında bir dil olan birçok öğrenci okulda Türkçe öğrenim görmeye başlamadan önce zaten kendi anadilleri, ikinci dilleri olan Türkçeyi ve bazı durumlarda da üçüncü veya dördüncü bir dili gündelik hayatında kullanmaktadır. Örneğin anadili Zazaca/Kirmanckî olan birçok çocuk veya Kürt şehirlerinde yaşayan ve anadili Arapça olan birçok çocuk, genellikle okula başlamadan önce en az üç dili duymakta ve bu dilleri kullanabilmektedir.
Öte yandan, eğitim-öğretimin çeşitli kademelerinde kullanılacak dil eğitimi modelleri ile sonraki yıllarda uygulanacak olan merkezi sınavların dengesinin çok iyi gözetilmesi gerekmektedir. İlköğretim süresince eğitimin tümü öğrencilerin anadillerinde verilse ve oldukça önemli gelişmeler elde edilse bile sonraki dönemde öğrencilerin devam etmesi gereken okullar sadece egemen dilde eğitim veriyorsa veya ülke genelinde sınavlar tek bir dille yapılıyorsa, aileler çocuklarını anadili temelli eğitim veren okullara göndermeyebilir. Sınavların merkezi olarak yapılıyor olması başlı başına sorunlu bir alan, ancak sınavların mutlaka yapılması gerektiği varsayıldığında da bu sınavlar çokdilli hazırlanmalıdır.
Tüm bu sorunlar nedeniyle, dil eğitim modellerinin birçoğu farklı ülkelerde yanlış uygulamalarla hayata geçirilmiş, başarılı olma ihtimalleri başka sorunlardan dolayı kesintiye uğramış ve siyasi amaçlar doğrultusunda manipüle edilmişlerdir.
Bu nedenle çeşitli dil eğitim modellerinin tartışılmasının yanı sıra, dillerin öğrenilmesi ve öğretilmesi ile ilgili ilkelerin bu konunun ilgili kişileri olan öğretmenler, ebeveynler, eğitim programı uzmanları ve öğrenciler tarafından daha iyi anlaşılmasına çalışılmalıdır. Bu sayede her bölge ve topluluk için mevcut şartlar daha iyi anlaşılabilir, ulaşılmak istenen hedefler ve bu hedeflere ulaşılması için yapılması gerekenler belirlenebilir. Bu süreçte yapılması gereken çalışmaların bazıları şöyle sıralanabilir:
•Öğrenci, ebeveyn ve öğretmenlerin sözlü ve yazılı dilsel becerilerinin tespit edilmesi,
•Dillere yönelik tutumların ve algıların kapsamlıca araştırılması,
•Dil edinimi ve öğrenilmesi ile ilgili farkındalık yaratılması,
•Toplumsal ve bireysel taleplerin katılımcı bir şekilde belirlenmesi,
•Eğitimsel ve dilsel hedeflerin saptanması,
•Mevcut insan, materyal ve finansal kaynakların gerçekçi bir şekilde değerlendirilmesi,
•Hedeflere ulaşmak için kısa, orta ve uzun vadede atılması gereken adımların belirlenmesi,
•Belirlenen hedeflere ulaşabilmesi için sürekli gözden geçirilmek kaydıyla programların hazırlanması,
•Döngüsel bir planlama, pilot uygulama, değerlendirme, ölçme ve analiz etme sürecinin uygulanması.
Ancak bunlar yapıldıktan sonra farklı ihtiyaçlara cevap verebilecek çeşitli dil eğitim modelleri geliştirilebilir.
___________
Not: Bu makale Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü DİSA tarafından hazırlanan "Önce Anadili" broşürleri dizisinde yayınlanmıştır.