Ehmedê Xasî'den Türkçe Gazel
Ehmedê Xasî
Önsöz
Ehmedê Xasî’ye ait olan bu gazeli Zeynelabidîn Amedî’nin Arap alfabesi hat yazısıyla hazırlayıp 1982 yılında yayımladığı Mewlûdê Kirdî adlı kitabın ikinci kısmından alıntıladım. Adı geçen kitap üç kısımdan oluşuyor. Birinci kısım 15 sayfa, ikinci kısım 12 sayfa, son kısım, yani mevlit bölümü ise 29 sayfadan oluşuyor.
Gazel, o zamanın Türkçesi ve Arap harfleriyle yazılmış. O zamanın Türkçesinde var olan bir çok ses şimdiki Türkçe Latin Alfabesinde yoktur. Bundan dolayı, orijinal yazılım ve seslerin korunması için Kürtçe Latin alfabesindeki Q W X harflerini kullandım. Bunlardan Q, Kasım sözcüğündeki kalın K sesine, W, Washington sözcüğündeki W sesine, X ise, İngilizce olarak yazılan Khalid (Halit) sözcüğündeki gırtlaktan söylenen Kh sesine tekabül etmektedir. Ayrıca, bugünkü Türkçede karşılığı olmayan Arapça Ayn sesi için de tırnak (‘) işaretini kullandım. Sözcükleri de olduğu gibi, yani bugünkü Türkçeye çevirmeden, aktardım. Örneğin, “dilsız teware benzer” ibaresi günümüz Türkçesinde “dilsiz davara benzer” olarak yazılıyor. Ama o zamanın Türkçesiyle nasıl yazılıyor idiyse, aynen orijinal şekliyle çevirmeye çalıştım.
Roşan Lezgîn
Diyabekır, 16.10.2009
GAZEL
Bir qewm kitabsız olse, dilsız teware benzer
Dinsız heyat-i fani yazsız buhare benzer
Cehaletın libasi kirli xumare benzer
Libas-i dini soyan uyuz himare benzer
‘Adıl olan mübarek ebru-i yara benzer
Zalım olan kimsene çehre-i mare benzer
Neqli ilım misilde müsmir eşcare benzer
‘Eqli ilım netice içsız enare benzer
Rüşwetle heqi kömmek diriyi mezare benzer
De’wa delilsız olse atsız eyare benzer
Wefasız we’di wahi susız pınare benzer
Esrar-ı dehrî cuymek awsız şikare benzer
Bir söz meqamsız olse yazdeki qare benzer
Tensız olan kimsene ‘ezab-ı nare benzer
Teşeddüq-i lisani ücretsız kare benzer
Hewa-i nefse melhuf öksüz sığare benzer
Qarilerin zebuni dikensız xare benzer
Çocıqlere mue’llım fıskul suware benzer
İlım ‘emelsız olse balsız kuware benzer
‘Emel ilımsız olse tatsız sımare benzer
Emir ehlınde olse mah-i eyare benzer
Eger naehle giçse şedid e’sare benzer
Kazıb olan ğedebbar xaxut diware benzer
Sadıq olan şerefdar fülk-i bıhare benzer
Sexi olan keremkar ebr-i buhare benzer
Bexil olan teme’kar yolsız minare benzer
Beşaşetle tekellüm seda-i yare benzer
Tes’ir-i xed ile terhib sewt-i himare benzer
Dünyanın i’tibari le’b-i qumare benzer
Setwet libasi giymek sewb-i mi’are benzer
Tefekkür zat-ı Heq’de qazılan pınare benzer
Qıyas-ı nefse uyan İblis-i jare benzer
Axır zemande dinli eshab-ı ğare benzer
‘Alım olan münewwer bütun enware benzer
Cahıl olan zewali mumsız fenare benzer
Kelam-ı hikmet-amiz mısk-i Tetare benzer
Xasî meqal-ı sadıq şems-i nehare benzer
_____________
Kaynak: Ehmedê Xasî, Mewlûdê Kirdî, Zeynelabidîn Amedî’nin hat yazısı, İkinci kısım, Dîyarbekır 1402 [1982], s. 7-10
Ehmedê Xasî Kimdir?
Halk arasında Seydayê Xasî yada Xoceyê Xasî olarak da tanınan Ehmedê Xasî, Hicri 1283 [1867] yılında Diyarbekır’e bağlı Licê ilçesi Hezan (Türkçe Kayacık olarak değiştirilmiştir) nahiyesinde dünyaya gelmiş. 18 Şubat 1951 yılında, yine Hezan'da wefat etmiş. İlk kez dilbilimci araştırmacı yazar Malmîsanij tarafından Arap harflerinden Latin alfabesine transkirîbe edilerek 1985’te Paris’te yayımlanan Hêvî dergisinden, daha sonra, Mihanî tarafından nakledilerek fotokopisiyle birlikte Fırat Yayınları’ndan İstanbul 1994’te yayımlanan kimlik bilgileri ise, şöyledir:
İsmi ve şöhreti: Ehmed
Pederi ilmiyle mahall-i ikameti: Muteveffa Hasan-ı Molla Osman
Validesi ismiyle mahall-i ikameti: Muteveffiye Medine
Tarih ve mahall-i veladeti: 283 Lice Hezan karyesi iki yüz seksen üçtür
Milleti: İslam
Muteehhil ve zevcesi müteaddid olup olmadığı: Bir zevcesi olduğu
Boy: Orta
Göz: Ela
Sima: Buğday
Alamet-i Farika-i sabite: Tam
Vilayeti: Diyarbekır
Kazası: Lice
Mahalle veya kariyesi: Hezan kariyesi
Mesken numrosu: Hane 49
Nev-î mutemekkin: Hane
Xasî, tahsilini Diyarbekır’ın meşhur Mesudiye Medresesi’nde Müderris Müftü İbrahim Efendi’nin yanında tamamlayarak, Hicri 1320 Rebbi-ül Ahir ayının 1’inde icazetini alır. Ancak şehre gelmeden evvel, Hezan’da Mela Mistefa Xetîb’in yanında ders alır. Daha sonra Licê ilçesine bağlı Pêçar (Türkçe Güldiken olarak değiştirilmiştir) köyünde de bir süre eğitim görür. Tasavvuf eğitimini ise, zamanın meşhur Nakşibendi şeyhi Şêx Evdilqadirê Hezanî’nin yanında tamamlar ve halifelik alır, ancak hiçbir zaman şeyhlik yapmaz.
Hicri 1330 tarihine kadar zaman zaman değişik yerlerde memuriyetlerde bulunan Xasî, Haziran 1330 tarihinde Diyarbekır merkez müderrisliğine tayin olunur. Bu görevi bir müddet yaptıktan sonra, Temmuz 1331 tarihinde 100 kuruş maaş ile doğduğu yer olan Hezan nahiyesi müderrisliğine atanır. Bir müddet köyünde bu görevi yaptıktan sonra boşalan Licê müftülüğüne tayin olur. Ancak Licê müftülüğü görevinde sadece iki yıl iki ay gibi kısa bir süre kaldıktan sonra istifa eder. Müftülük görevinden istifa ettikten sonra, her hangi bir malı mülkü olmadığından, epey zorluk çeker. Buna rağmen takvayı elden bırakmaz. Kendisine zaman zaman zekat gelir, bu zekatı iyi bir şekilde hesaplar, eğer ihtiyacını karşılıyorsa, artık ondan fazlasını kim gönderirse göndersin asla kabul etmez ve getirilen zekatı geri yollar.
Ehmedê Xasî’nin kültür seviyesinin zamanına göre çok gelişkin ve yüksek olduğu onu anlatan her kes tarafından dile getirilir. Aynı zamanda Xasî, sivri bir zekaya da sahiptir. Çağdaşı sosyolog Ziya Gökalp ile devamlı tartışıp onu eleştirdiği, son derece keskin bir zekasının olduğu tanıyanlarca anlatılır. Burada örnek birkaç anekdot verebiliriz:
Sigara içen Xasî’ye “Sigara haram değil mi?” diye sorulur. Xasî Zazaca Kürtçesinde cevap verir:
- Eger halal a, ma şimenî, eger haram a, ma veşnenî.
Yani “Eğer helal ise içiyoruz, eğer haram ise yakıyoruz” diye yanıtlar.
Bahar mevsiminin yeni başladığı ancak, karların henüz ortada ve havanın güneşli olduğu bir günde tarlada birkaç arkadaşıyla birlikte satranç oynar. O esnada ezan okunduğundan oyunlarını olduğu gibi yarıda bırakıp namaza giderler. Dönüşte taşların çoğunun yıkılmış ve birkaç taşında yerinde olmadığını görürler. Herkes bir tarafa doğru yönelip aramaya başlar. O sırada, Xasî, karşıda bulunan dikenli çalılıklara doğru yönelip aramaya başlar. Arkadaşları “Xasî, o çalılıklarda ne işin var?” diye sorduklarında, Xasî, ”Ben taşlardan birini alıp dilimi vurunca tuzlu olduğunun farkına vardım, anladım ki güneşte uzun süre oynadığımızdan dolayı ellerimiz terlemiş ve terimizde taşlara geçtiğinden dışarı salıverilen keçiler buraya gelip taşları yalamaya başlamışlar, bu sırada bazılarını da karşı ki çalılıklarda yeni çıkan yeşilliklere götürmüş olabilirler diye, buraya geldim” der. Biraz aradıktan sonra taşları bulur. Xasî’nin bu mantığı karşısında tüm arkadaşları hayrette kalırlar.
Xasî, zamanında İttihad ve Terakicilere devamlı muhalif olmuş ve onlarla tartışmıştır. Yine bir gün Diyarbekır Ulu Cami’de Cuma namazından evvel İttihatçı taraftarı olan vaiz efendinin verdiği vaazda, “Va’tasimu bihablillah’i cemian” ayetini tefsir ederken, ayeti tahrif ettiğini gören Xasî, anında “Sen Allah’a iftira ediyorsun, o ayetin tefsiri öyle değil” diye itiraz edince, İttihatçılar ayağa kalkıp Xasî’nin üzerine yürürler. O zamanda camide bulunan eski Belediye başkanı Hacı Niyazi (Çıkıntaş) Efendi ve bazı diğer beyler hemen silahlarını çekip, Xasî’nin etrafını çevirerek “Xasî’nin kılına dokunanın cesedi yere düşer!” diye bağırmaları üzerine İttihatçılar geri çekilmek zorunda kalır.
İşte bu olaydan ve daha evvel de meydana gelmiş birkaç olaydan dolayı, İttihatçıların başını çeken Ziya Gökalp ve şürekası, onları İstanbul’a şikayet eder. Bunun üzerine İttihatçı hükümet, onları hemen Rodos adasına sürgün eder. Sürgüne giderken Hacı Niyazi Efendi kaçar ve uzun müddet kaçak yaşayarak memleketine gelmez, ta ki sürgün hayatı bitinceye kadar
Sürgün hayatı 2 yıl 2 ay ve birkaç gün sürer. Ancak sürgünde Xasî, maddeten epey perişan olur, nedeni de, kendi ifadesiyle: “Ben evde iken bir gece kapım çalındı, açtım, bir memur. ‘Efendim, vilayette ehli ilim bir meseleden dolayı çıkmaza girdi, sorunun çözümü için vali bey sizi rica ediyor’ dedi. Bende hemen gider gelirim düşüncesi ile ceketimi omuzuma attım ve elimde sigaramla yola düştüm, gidiş o gidiş hemen o gece sürgüne gönderildik.”
İşte bu ani yakalanıştan dolayı, üzerine hiç para almadan yola çıkarılan Xasî, epey perişan olur, ancak çok ehli takva sahibi olduğu için utancından, durumu kimseye açamaz. İlk günlerde arkadaşlarının parası ile geçinirler, sonraları oldukça sıkıntı çeker ve bunun üzerine çokça sarsılırlar. Nihayet bir gün, Xasî, eline bir kalem ve kağıt alır, padişaha hitaben: “Avcı, bir av yakalarsa, ya keser yer, ya besler, ya da salıverir. Onu devamlı avutarak muzdarip etmek, yüceliğin şanına yakışmaz.” diye aslı Farsça olan bir beyit yazar ve imzalayıp arkadaşlarının korkudan muhalefetlerine rağmen, padişaha yollar. Dönemin padişahı Sultan Reşad yazıyı okuyunca, yazarının boş bir insan olmadığını anlar ve onların hepsini birden İstanbul’a çağırır. Seyda huzurda bir yanda Padişah bir yanda Şeyhül İslam ve erkan, herkes hazır. Padişah sorar, “Molla mısın?” Xasî, “Seyda, diyorlar” der. Padişah, Şeyhül İslam’a işaretle soru bombardımanını başlatır. Her soruya tek tek mükemmel cevaplar verir, Padişah ve erkan hayran ve sekran bir halde, “Ne istiyorsun?” diye sorarlar. Xasî, soğuktan mı yada Şeyhül İslam’ın havasından rahatsız oluşundan mı nedir, bir anda Şeyhül İslam’ı işaret ederek “Bunun sakosunu (ceketini) istiyorum.” der. İsteği anında yerine getirilir. Diyarbakır’a varıncaya kadar da yol masrafı verilip izzet ve ikramla uğurlanırlar.
Xasî, Ziya Gökalp’in materyalist anlayışından dolayı kendisi ile epeyce tartışmaları olmuştur. Ziya Gökalp’in düşüncelerine reddiye olarak dergilerde birçok makalesi yayınlanmıştır. Hatta Xasî’nin belirttiğine göre en son yazısına, Ziya Gökalp Kurmancca Kürtçesiyle yazdığı makalenin sonunda şöyle cevap vererek bir daha Seyda’ya cevap vermemiştir. Cümle şöyledir: “Hikmeta vê dunyayê, li aqlê min û Xasî nayê.” Yani “Bu dünyanın hikmeti ben ile Xasî’nin aklına uymuyor.”
Ziya Gökalp ile yaptığı tartışmalardan anlaşılıyor ki Xasî, sadece medrese çerçevesinde verilen derslerle sınırlı kalmamış, dönemin düşünceleri, sosyal ve siyasal gelişmeleri hakkında da derinlikli bilgi sahibidir. Materyalist düşünceye reddiye anlamında pek çok makale kaleme almıştır. Ancak bu yazılarının nerede yayınlandığına dair bir kayda rastlanmamıştır. Anlatılanlara bakıldığında güçlü bir edebi kişiliğinin yanı sıra çok iyi bir şair olduğu da görülmektedir. Çok kültürlü bir şahsiyet olan Xasî, Kurmancca ve Zazaca Kürtçesi, Arapça, Türkçe ve Farsça’yı iyi derecece biliyor.
Xasî, ilim bakımından çok zengindir. Birçok eser kaleme almış olmasına rağmen, bu eserlerinden sadece iki tanesi günümüze kadar geldiği bilinmektedir. Bunlardan biri Mevlûdê Kirdî, diğeri de Kitabu’t-Tesdid bi Şerhi Muhtesesri’t-Tevhid’tir. Xasî, Zazaca Kürtçesiyle (Kırdki, Kırmancki, Dımılki) yazdığı mükemmel eseri Mevludê Kirdî’yi 1892 yılında yazar. 7 yıl sonra, 25 Mart 1899 yılında, Diyarbekır’de Litografya Basımevinde 400 adet basılır. Bu, modern bir matbaada ilk kez yayınlanan Kürtçe kitaptır da aynı zamanda.
Mevludê Kirdî 16 bölüm, 756 mısra, her mısra 11 heceden oluşmaktadır. Halk arasında en çok tanınan, en çok sevilen, en yaygın, en popüler olan bu manzum eser şimdiye kadar beş kez Latin alfabesine transkribe edilerek yeniden yayınlanmıştır. İlk kez 1985 yılında dilbilimci araştırmacı yazar Malmîsanij tarafından yapılan transkripsiyon ve tanıtım yazısı Paris’te Hêvî dergisinde yayınlanmıştır. Daha sonra 1985 yılından Mihanî tarafından yapılan transkripsiyon, Mihanî’nin derlediği Xasî’nin bir Kurmancca Kürtçesindeki şiiriyle birlikte Fırat Yayınları’ndan yayımlanmış. Diğer bir transkripsiyon ise, Mela Mehemedê Kavarî tarafından yapılıp Diyarbekır’de 2005’te yayınlanmıştır. Bir transkripsiyon da W. K. Merdimîn tarafından yapılıp Hivda İletişim tarafından İstanbul’da 2008 yılında yayımlanmıştır. En son transkripsiyon ise Roşan Lezgîn tarafından 2008 yılında İnternet ortamında yayınlanmıştır.
Xasî’nin günümüzde başka eserleri olup olmadığını tam olarak bilemiyoruz, ancak birçok eserini Urfa’lı Kemal Badıllı’ya verdiği, bazı kitapları ise 12 Mart Muhtırası zamanında yeğeni ve aynı zamanda eniştesi olan Diyarbekır Ulu Cami eski imamı Mela Arif tarafında korkudan yakıldığı söyleniyor. Fakat Kurmancca Kürtçesinde şiirleri, yukarıda çevirisini yaptığımız Osmanlıca Türkçesinde olan gazeli, kimi mulemma şiirleri ve Arapça yazılmış kimi nesir ve manzum eserleri şu an mevcuttur.
__________
Kaynak:
Korkusuz, Şefik, Tezkire-i Meşayihi Amid, Diyarbakır Velileri I-II, Kent Yay. İstanbuli 2004
Xasî, Mela Ehmed, Mewlûdê Nebî,Herfanê Erebkî ra tadayox: Mihanî, Fırat Yayınları, İstanbul, 1994