Kurmancca ve Zazaca’nın Karşılaştırmalı Analizi -I
Diasporada Dil Planlaması:
Kurmancca ve Zazaca'nın Karşılaştırmalı Analizi -I
Bu tebliğin amacı, yakın bir geçmişe kadar Türkiye’de kullanılması ve eğitilmesi yasaklanan Kurmancca ve Zazaca’ya yönelik, diasporada yaşayan entelektüel, aydın, araştırmacı ve dilbilimcilerin resmi hükümet desteği dışında uyguladıkları dil planlaması örneğini incelemektir. Bilindiği gibi, Komîsyona Kurmancî (Kurmancca Komisyonu) ve Grûba Xebate ya Vateyî (Vate Çalışma Grubu)’nun Avrupa’daki faaliyetleri sayesinde, Kurmancca ve Zazaca bugün yazılı dil standartlarına ulaşarak edebiyat ürünleri vermeye başladı.
Diaspora ve göçmen toplulukları, araştırmacılara iki dillilik, göçmen kuşakları arasında dil kaybı, kültürel asimilasyon gibi alanlarda araştırma konusu sunarken, bu çalışma grupları diasporanın aynı zamanda azınlık dillerinin korunmasına da katkıda bulunabildiklerini gösteriyor.
Dünyada benzeri nadir bu dil planlamasını, Moshe Nahir (2000)’in “dil planlamasının amaçları” teorik bazında irdelemek istiyoruz. Her iki çalışma grubunun kuruluş ve işleyiş şekillerini sunduktan sonra, dil planlamasına yönelik faaliyetlerinin üzerinde duracağız (dil hazinesi oluşturma, mevcut terimleri arşivleme, yeni terim üretme stratejileri, vs.).
1. Kurmancca ve Zazaca’nın Dilbilimsel Sınıflandırılmaları
Dilbilimcilere göre, Kurmanci, İrani dillerin Kuzey-Batı grubunda bulunan Kürtçe’nin bir lehçesidir. Bilindiği gibi, Kürtçe, Kurmancca, Soranca, Goranca lehçelerini içeren ve Türkiye’nin Doğu ve Güney-Doğu bölgeleri, Irak ve Suriye’nin Kuzey bölgeleri ile, İran’ın Batı bölgesinde nüfusu yaklaşık 30 milyon olan bir topluluk tarafından konuşulan bir dildir. Her dört ülkenin metropellerinde, eski Sovyetler Birliğini oluşturan Cumhuriyetler ve Avrupa ve Amerika’da Kürtçe konuşan 7 milyon bir nüfusun varlığı bilinmektedir. Diğer yandan, Zazaca da genelde İrani dillerin Kuzey-Batı grubunda sınıflandırılır (Blau, 1989, Gippert, 2007/2008, Ludwig, 1998a). Daha sonra göreceğimiz gibi, Grûba Xebate ya Vateyî, Zazaca’yı Kürtçe’nin bir lehçesi olarak kabul etmektedir. Zazaca, Türkiye’nin Doğu ve Güney-Doğu bölgelerinde konuşulur. Araştırmacı Malmîsanij’a göre, Zazaca Bingöl, Tunceli, Diyarbakır, Elazığ başta olmak üzere toplam 12 vilayetin sınırları içinde (1996, s. 3-4) ve sayıları 1 ile 2 milyon arasında değişen Kürtler tarafından konuşulmaktadır. Kurmancca ile Zazaca arasındaki yakınlık, bireylerin siyasi, kültürel ve kimliksel konumlarına göre değişik boyutlar alabilmektedir.
Bazılarına göre, Zazaca Kürtçe’den ayrı bağımsız bir dildir, ve Zazalar da Kürtlerden ayrı bağımsız bir halktır (Kaya, 2010 Keskin, 2010). Bu tezi savunanlar, genelde Zazaların İran’ın Horasan bölgesinden Türkiye’nin Doğu ve Güney-Doğu bölgelerine göç ettiklerini (1), Zazaca ile Kurmancca arasında her ne kadar kelime hazinesi bakımından yakın ilişki mevcut ise de, gramer ve fonolojik farklılıklarına dayanarak, Zazaca’nın ayrı bağımsız bir dil olduğunun altını çizmektedirler (Selcan, 2001). Bazılarına göre ise, Zazaca ve Kurmancca Kürtçe’nin iki lehçesidir. Bu tezi savunanlar, “Zaza” kelimesinin daha ziyade dışarıdan dayatılan bir adlandırma olduğunu ve Zazaca’nın günümüzde yöreden yöreye değişik isimler altında adlandırıldığını bildirmektedirler (Kirmanckî/Kırmancca, Kirdkî/Kırdice, Dimilkî/Dimilî/Dımılice) (Lezgîn, 2009). Diğer yandan, Zazaların büyük çoğunluğunun kendilerini Kürt olarak tanımladıklarını ve bunun doğal sonucu olarak Kürt direniş hareketinde yer aldıklarını hatırlatırlar. Zazalar’ın kendilerine Kırd derken Kurmanclara genellikle Kırdasi demeleri de kendilerini adlandırma şekillerinde de Kürt olarak tanımladıklarını göstermektedir (2). Dersim bölgesinin önemli aşiretlerinden biri olan ve üyelerinin Zazaca ve Kurmanccayı konuşan Dewrêşgeran örneğinde de görüldüğü gibi (Deniz, 2010), Zazaların ve Kurmancların tarih boyunca içiçe yaşadıklarını ve böylece aynı etnokültürel özellikleri paylaştıklarının altını çizmektedirler. Aynı şekilde, Munzur Çem, Dêrsim Merkezli Kürt Aleviliği (2009), adlı kitabında, Dêrsim’de bir kısmı Kurmancca bir kısmı da Zazaca konuşan birçok aşiret örneği vermiştir (s. 561-562).
Karşıt tezlerin söz konusu olduğu bu kimlik tartışmasına genetik uzmanlarının bir araştırma sonuçları ile Kürtçe ile dilsel ve toplumdilbilim bakımından benzerlik arzeden Romani dillerin durumu ile devam edelim.
Her şeyden önce, Zazaca’nın bağımsız bir dil olduğunu savunan J. Blau (1989), L. Paul (1998b), T. L. Todd (1985) gibi dilbilimcilerin, Zazaların kendilerini Kürt olarak tanımladıklarını belirtiklerini hatırlatmak gerekir. “The Identity of Hewrami Speakers : Reflections on the Theory and Ideology of Comparative Philology” başlıklı araştırmasında, A. Hassanpour Goranca’nın diğer bir adlandırma şekli olan Hawramanca’yı konuşanların kendilerini Kürt kimliğiyle tanıdıklarını yazarak, J. C. Edmonds’tan (1957) bir alıntı aktarır: “Avrupalılar genellikle Goranca (Hawramanca]’nın Kürtçe olmadığını ve o’nu konuşanların da Kürt olmadıklarını ileri sürerler; fakat halk kendini her bakımdan Kürt hisseder.”
Diğer yandan, İ. Nasidze, D. Quinque, M. Öztürk, N. Bendukidze ve M. Stoneking’in 2005 yılında Annals of Human Genetics (n°69,s.401–412) dergisinde yayınladıkları “MtDNA and Y-chromosome Variation in Kurdish Groups” [Kürt Gruplarında MtDNA ve Y-Kromozom Varyasyonu] başlıklı çalışmalarında, Kürt gruplarının genetik özelliklerini incelediler. Araştırma Türkiye’li Zaza ve Kurmanc gruplarıyla Gürcistan’da yaşayan Kurmanclardan oluşan toplam 139 denek üzerinde yapıldı. Araştırmacılar, Goran, Soran ve Hewreman grupları üzerinde daha önce yapılan araştırma sonuçlarını da dikkate alarak, Zaza ve Kurmancların Kuzey İran gruplarından genetik bakımından farklı ve Avrupa gruplarına yakın olduklarını, Zaza grubunun da daha ziyade diğer Kürt grublarına benzer özellikler taşıdıkları sonucuna vardılar.
Asılları Kuzey Hindistan’a uzayan, bu gün yoğun olarak Türkiye, Romanya, Bulgaristan, Macaristan ülkelerinde nüfusları yaklaşık 1.5 milyon tahmin edilen Romlar (Çingene), yaklaşık otuz değişik lehçe konuşmaktadırlar (Matras, 2002). Lehçeler, Kürtçe’de olduğu gibi, coğrafi yakınlık derecesi ve nüfuzu altında bulundukları hakim dil durumlarına göre değişiklik gösterebilmektedir. Buna göre, Estonyalı bir Rom, Türkiye’li bir Rom’u az veya hiç anlamayabilir. Bu lehçe veya dil değişikliğine rağmen, Romlar kendilerini aynı milletin unsurları olarak görürler (3). Aynı şekilde, Suudi Arabistan veya Yemen’de konuşulan Arapça ile Kuzey Afrika’da konuşulan Arapça arasında önemli varyasonların bulunuduğu, bireylerin birbirleriyle konuştuklarında anlaşmakta güçlük çektikleri bilinmektedir. Fakat her ikisi de Arapçadır.
1.1. Kurmancca ve Zazacanın Türkiye’deki Durumları
Bilindiği gibi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerindeki vatandaşların büyük bir kısmı, Kurmancca ve Zazaca’yı konuşuyor. 80 yıllık asimilasyon ve yasaklama siyaseti, bunların gelişim, kullanım, ve kuşaklararası aktarma mekanizmalarında büyük tahribatlar yarattı. Okullarda eğitilmeyen, kamu kuruluşlarında yasaklanan, devlet desteğinden yoksun kalan Kurmancca ve Zazaca, aynı zamanda da sosyal prestijlerini kaybetti. Tahribatlar öyle bir seviyeye vardı ki, UNESCO, 21 Şubat 2009 Dünya Anadili Günü dolayısıyla yayınladığı raporda Zazaca’yı ‘tehlikede olan dil’ olarak ilan etti. Kurmancca’nın durumu Zazaca’nın durumundan fazla farklı değildir. Kurmancca’yı konuşan kitle sayısı, her ne kadar Zazaca’yı konuşan kitleden daha yüksek olsa da, Kurmancca’yı anadil olarak öğrenen çocuk sayısı her gün azalırken, bu lehçeyi siyasal ve toplumsal faaliyetlerde kullananların sayısı da giderek azalıyor. Anayasal güvence ve desteklerden yoksun olan Kürtçe, aynı zamanda ekonomik ve ticari fonksiyonlardan da mahrumdur. TRT 6 ve diğer özel radyo ve TV kanalları lehçelerin sosyal prestijlerinin yükselmesine katkıda bulunmalarına rağmen, kamu eğitim-öğretim sisteminden dışlanan, resmi statüleri ve pazar işlevleri olmayan Kurmancca ve Zazaca’nın Türkiye’deki sosyo-politik durumları, çok kültürlü ve çok dilli toplum standartlarından uzak, gelecekleri ise endişe vericidir.
1.2. Teorik Çerçeve
Komîsyona Kurmancî ve Grûba Xebate ya Vateyî’nin çalışmalarını dil planlama ve dil siyasetleri araştırmaları ışığında inceleyeceğiz. Göreceğimiz gibi, her iki grup, hedeflerine ulaşmak için çok sayıda etkinliklerde bulunmaktadırlar. Faaliyetleri, iki temel ve birbirlerini tamamlayıcı hedef içermektedir. Bunları, dil standardizasyonu ve sözcük modernizasyonu olarak adlandırabiliriz. Bu hedefler dil planlama ve dil siyasetlerini inceleyen her teoride yer almaktadır. Örneğin, dört aşamadan oluşan Haugen’in klasik dil planlama modeli, dil seçimi (dil siyasetlerinin gelişimleri), kodlama (resmi bir dil sistemi ve edebi normlarının geliştirilmesi), geliştirme (dilin devamlı fonksiyonel gelişimi) ve uygulama (yeni dil siyasetini desteklemek için gerekli uygulamalar) kapsar (Kendall 2000 : 204). Diğer yandan, Hornberger, iki aşamadan oluşan bütünleştirici dil siyaseti çerçevesine, yeni bir kategori ekledi ki bu da dil öğrenimidir : statü planlaması (dil kullanımı ile ilgili), korpus planlaması (dil sistemi ile ilgili), ve dil öğrenimi (dili konuşanlarla ilgili). Baldauf ise, Hornberger triptiğini yeniden formüle ederek, dilin prestijini ve imajını planlamaya referans eden yeni bir kategori ekledi (2005) : statü planlama (dili konuşan toplum ile ilgili), korpus planlama (dil ile ilgili), dil öğrenimini planlama (öğrenim ile ilgili), prestij ve imaj planlama (dilin imajı ile ilgili). En son, Moshe Nahir (2000) dil planlaması ile ilgili on bir hedef tespit etti : Dil arıtma, Dili canlandırma, Dil reformu, Dil standardizasyonu, Dili yayındırma, Sözcük modernizasyonu,, Terminolojik birleşme, Stil sadeleştirme, Lehçelerarası iletişim, Dil kullanımını koruma, Yardımcı-Kod Standardizasyonu. Dil planlaması ve dil siyaseti hedefleri ve fonksiyonları için üretilen bu tipolojileri güçlü yakınsamalar göstermektedir. Farklılıklar ise genelde bu hedef ve işlevlerin değişik kategorilerde dağılımına yöneliktir. Bu araştırma çerçevesinde, biz M. Nahir’in modelini kullanacağız, zira bu model her iki grubun faaliyetlerini kapsamlı bir şekilde dikkatte alır. Modelin en büyük avantajı dil planlama faaliyetlerini, dil planlaması sürecindeki hedeflere göre incelemesidir. Diğer yandan, diğer tipolojiler ulusal ve resmi kurum ve kuruluşların katılımı gerektiriyor. Göreceğimiz gibi, her iki çalışma grubu bu tür desteklerden yoksundur. Son olarak diğer tipolojilerde mevcut olan dil öğrenimini planlama aşaması, grup çalışmalarının resmen tanınmaması nedeniyle herhangi bir uygulamaya tabii tutulamaz.
2. Komîsyona Kurmancî ve Grûba Xebate ya Vateyî
Komîsyona Kurmancî (bundan böyle KK) 1983 yılında Paris’te kurulan Paris Kürt Enstitüsünün 1987 yılında oluşturduğu bir komisyondur. Grûba Xebate ya Vateyî (bundan böyle GXV) ise, 1996 yılında Zazaca’yı konuşan araştırmacı, dilbilimci, yazarlar tarafından İsveç’in başkenti Stockholm’da inşa edildi. KK, Paris Kürt Enstitüsü’nün Kürt kültürünü ve dilini geliştirme ve muhafaza etme misyonu çerçevesinde kurumsal bir yapıya sahipken, GXV ise, Roşan Lezgîn’in deyimiyle bir nevi “gönüllü idealistler” topluluğundan oluşan dil militanlarının Stockholm’da verdikleri Kırmancca (Zazaca) dil kursu ile çalışmalarına başladı (4). Her iki çalışma grubu, ilhamlarını 1930-1940 yıllarında Fransız Mandası altında bulunan Suriye’de Kurmancca lehçesini modernleştirmeye çalışan Bedirxan Kardeşlerinin çalışmalarından alırlar. Bilindiği gibi, Bedirxan kardeşlerin en önemli dil reformu, Kurmancca için Hawar dergisi çerçevesinde yayınladıkları ve bugün Kurmancca’nın yazımı için referans olarak kullanılan Latin alfebesidir.
2.1. Üyeler ve Diasporanın Etkisi
Her iki grup üyeleri Avrupa’da yaşayan Kürt diasporasının üyeleridir. İlk olarak 1960 yıllarında Kürt göçmen işçileri, çoğunlukla Almanya, Benelüks ülkeleri, Avusturya, İsviçre ve Fransa’ya hükümetler arası anlaşmalar çerçevesinde yerleştiler. Ama siyasi olaylar bu göçün niteliğini değiştirdi. 1979 yılında İran'da vuku bulan İslam Devrimi, uzun ve kanlı İran-Irak çatışması, Irak rejiminin Kürtlere karşı yürüttüğü Enfal operasyonları ve Türkiye’deki 12 Eylül askeri darbesi sonucunda, Kürt siyasi mültecilerinin Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerindeki nüfusu yükseldi. Kürt diasporasının güvenilir bir nüfus sayımı olmamasına rağmen, güncel istatistikler Batı Avrupa'da yaklaşık 1,2 milyon civarında Kürt nüfusunun varlığını göstermektedir (5).
KK ve GXV üyelerinin ezici çoğunluğu İsveç’te kalmaktadır. KK’nin çalışmalarına düzenli olarak 16 üye katılırken, GXV’nun çalışmalarına da 14 üye düzenli olarak katılmaktadır. KK üyeleri, Kurmancca lehçesini konuşan Ermenistan, İran, Irak, Suriye ve Türkiye Kürtlerinden oluşmaktadır. GXV’nin üyeleri ise Zazaca’yı konuşan Türkiye Kürtleridir. Üyeler, genelde öğretmen, gazeteci, dilbilimci, yazar ve Kurmannca ve Zazaca’yı iyi konuşup yazan dil eylemcileridir. Üyelerin çoğu, anadilleri ve bulundukları ülke dillerinin yanı sıra, iki-üç yabancı dil konuşurlar.
Üyelerin ahlaki otorite sorunu elbette tartışma konusudur. Yurtdışında yaşayan bir topluluk üyeleri, dillerinin evrimine nasıl müdahale edebilirler? Mesela, Kürt Enstitüsü Avrupa’da yaşayan Kürt aydınlarının bir kısmını kapsamasına rağmen, KK üyeleri herhangi bir şekilde seçilmiş değiller. Diğer yandan, bu grupların ulusal nitelikte tanınan bir kuruluş olmadıklarını hatırlatmak gerekir. Sürgüne zorlanan üyelerin çoğu, Kürt dili ve kültürünün tanınması için mücadele etti. Bunların bir kısmının ülkelerinde verdikleri siyasi mücadele, diasporada dillerini korumaya yönelik faaliyetlere dönüştü. Bu yüzden onların militan geçmişi, dillerinin kaderine müdahale etmeye müsaade eder. Elbette dil, bir ulusun inşasında hayati bir rol oynar. Ama diasporik bağlamda, aynı zamanda teselli aracı olur : siyasi hak elde edemeyen üyeler, en azından dillerini yok olmaktan kurtarabilirler. Bu self-yönetim biçimi, onlara bir nevi ahlaki meşruiyet sağlar. Dil asimilasyonu ve ulusal kurumların eksikliği, bu bağlamda dil ile ilgilenen herkese meşruiyet verir. Bu meşruiyetin en iyi ölçüsü ise, elbette dil kullanıcılarının çalışmalarına verdikleri ilgi ve ürünlerinin kullanımı ve yayınlanmasıdır.
2.2. Toplantıların Organizasyonu
KK ilk toplantısın Katalonya’da, Katalonya Hükümetinin desteği ile 1987 yılında yaptı. GXV ise ilk toplantısını 1996 yılında Stockholm’da gerçekleştirdi. KK’nin 46. toplantısını geçen Mayıs ayında Stockholm’da yaptı. GXV 18. Toplantısını Ağustos ayında Tunceli’de gerçekleştirdi. Her iki grup, yılda yaklaşık bir hafta süren iki toplantı düzenler. Her toplantıda, üyeler önceden kararlaştırılan tema ve araştırma sonuçlarını tartışırlar. Daha sonra çalışma sonuç ve ürünleri, Kurmanci ve Vate dergilerinde yayınlanır. Gönüllü olarak çalışan üyeler herhangi bir mali destekten yararlanmazlar ve çalışmalara katılmak için de yılda iki haftalık tatillerini bu uğurda harcarlar.
2.3. Amaç ve hedefler
KK’nin hedeflerini Kurmanci dergisinde yayınlanan bir ekstreden özetleyebiliriz:
“Diasporada yaşayanların önemli bir kesimi dahil Kürtlerin çoğunluğunun günlük dili olan, Türkiye’de yasaklanan ve Suriye, İran ve Irak'taki eğitim sisteminden dışlanan Kurmancca’nın, bu 20. yüzyılın sonunda önemli bir standardizasyona ihtiyacı vardır : kelime hazinesini stabilize etme, yazım ve dilbilgisinin standartlaştırılması, günlük yaşam ve özellikle medya ve eğitim başta olmak üzere, ifade ihtiyaçlarını sağlama.
Böyle önemli bir misyon devleti olan uluslarda normalde Dil Akademisi tarafından yürütülür. Belirsiz bir süre için devletten yoksun Kürtlerin özel durumda ise böyle bir görevi yalnızca demokratik Avrupa'daki diyaspora yerine getirebilir. (Kurmanci, 1999)
Aynı şekilde GXV’nun 2009 yılında yayınladığı Ferhengê Kirmanckî (Zazakî)-Tirkî Kirmancca (Zazaca) – Türkçe Sözlüğün Önsöz’ünde, grubun amaçları bu şekilde dile getiriliyor :
”Kürtçe’nin lehçelerinden olan Kırmancca (Zazaca), bu lehçeyi konuşanlarca yöreden yöreye Kırmancki, Kırdki, Zazaki ve Dımıli / Dımılki gibi değişik adlarla adlandırılmaktadır. Kırmancca bugüne dek az yazılmış ve yazı dili gelişmemiştir. Son yıllarda bu lehçede yazanlar nispeten artmakta ise de bunlar genellikle kendi yörelerinde hatta kendi köylerinde konuşulan Kırmancca ile yazmaktadırlar. Oysaki yazı dili, giderek ortak formların kullanılması ve aşamalı bir biçimde standartlaşmaya gidilmesini gerektirmektedir. Bunun sağlanması ise ancak ciddi ve uzun vadeli çalışmalarla mümkündür. Bir grup Kırmanc (Zaza) tarafından 1996’da İsveç’te başlatılıp, Almanya ve Diyarbekir’de sürdürülen Kırmancca Toplantıları’nda bu lehçenin yazım kuralları ve terminolojisi üzerinde çalışmalar yapılarak bu alanda önemli adımlar atıldı.”
Görüldüğü gibi, her iki grubun birçok amaç ve hedefleri mevcuttur : Dil hazinesi, yazım ve dilbilgisini standartlaştırma ve modern bir Kürtçe okur-yazarlık oluşturmak için yazılı bir kod üretme. Bilindiği gibi, anadillerinde eğitim-öğretim hakkı inkâr edilen Kürtlerin okuma yazma kabiliyetlerinin gelişimi engellendi. Bu nedenle, Kürtlerin büyük çoğunluğu kendi anadillerinde okuma yazma bilemezler. Grupların gerçekleştirmek istedikleri bu amaç ve hedefler, onların dil politikasını oluşturur. Fakat grupların faaliyetleri detaylı olarak incelendiğinde, bu amaç ve hedeflerin yukarıda belirtilenlerden daha da önemli olduğu görülecektir.