Kürt Açılımı Sürüyor
Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti, 2009 yılı ortalarında Kürt açılımı başlatmıştı. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Polis Akademisi’nde, bazı gazetecilerle, yazarlarla, Kürt açılımı programıyla ilgili görüşmeler yapmış, onların Kürt sorunuyla ilgili düşüncelerini dinlemişti.
Ama Kürt açılımı açıklamasından bir hafta kadar sonra bu kavram bırakıldı, demokratik açılım denmeye başlandı. Daha sonra da milli birlik projesi deyimi kullanılır oldu. Giderek açılım anlayışı tıkandı. 2009 yılı sonlarına doğru açılım anlayışından eser kalmadı.
Kürt açılım programı açıklanır açıklanmaz AKP tabanının bir bölümünden, muhalefet partileri, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nden, ordudan tepkiler geldi. Hükümet bu tepkileri aşamadı, aşmak için bir çaba göstermedi. Bu arada Barış ve Demokrasi Partisi de Kürt açılımıyla ilgili olarak, hükümeti eleştiren bir tutum geliştirdi.
Bu süreçten anlaşılmıştır ki, hükümetin bu konuda ciddi bir projesi, programı yoktur. Zaten hükümet de bu süre içinde yaptığı açıklamalarda, hep, “anayasa değişikliği olmaz, genel af olmaz, anadilinde eğitim olmaz” gibi şeyler söyleyerek hep olmazlardan söz etmişti. Fakat olabilecek, yapılabilecek olanlardan hiç söz etmemişti.
TRT-Şeş elbette önemlidir. Günde 24 saat Kürtçe yayın yapan bir televizyon dikkatlerden uzak tutulamaz. Mardin Artuklu Üniversitesi’nde, yarım-yamalak da olsa, bir Kürtçe programının başlatılması önemli olabilir. Cezaevi ziyaretlerinde ziyaretçilerin yakınlarıyla Kürtçe konuşabilmeleri yine önemlidir. Ama bunların yeterli olmadığı besbellidir.
BDP’den Kürt Açılımı
Devletin, hükümetin bu kararsızlığına rağmen, Kürd açılımı sürüyor. Demokratik Toplum Kongresi, 18-19 Aralık 2010 tarihlerinde açıkladığı Demokratik Özerk Kürdistan projesi Kürd açılımının sürdüğünü gösteriyor.
Son aylarda, Barış ve Demokrasi Partisi Genel Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, “iki dilli hayat” tan, özerklikten söz etmekte, “bunları yaşama geçirmek için devleti beklemeyeceğiz” demektedir. Bunu şu şekilde anlıyorum: Devletin, hükümetin, Kürt sorunu konusunda adım atmaya niyeti yok. Örneğin, önümüzdeki bir yıl içinde, bir şeyler yapacağını bilsek, yine, devleti, hükümeti bekleyebiliriz. Ama bugüne kadar sergilediği tutumla anlaşılmıştır ki, ciddi bir adım atmayacaktır. Bu bakımdan, artık, kendi işimizi kendimiz görmeliyiz. Kürtlerin, Kürt toplumu olmaktan doğan haklarını fiili olarak kullanacağız, bunları yaşama geçireceğiz. Kişi olarak bunun, meşru ve olumlu bir tutum olduğunu düşünüyorum.
Kürt sorunu konusunda, devletin-hükümetin şöyle bir beklentisi var kanısındayım: Zaman, nasıl olsa bizim lehimize çalışıyor. Zaman geçtikçe asimilasyon yoğunlaşacak, yaygınlaşacaktır. Bu bakımdan, ciddi adımlar atıp Kürtlerde beklenti yaratmak doğru değildir. “Yapacağız, edeceğiz, yapılacak, edilecek…” diye oyalamak, daha doğrudur. Bu arada, “onların” yaşadığı alanlarda, dinsel duyguları dinsel akımları geliştirmek yaygınlaştırmak da önemlidir. Devletin-hükümetin, bu konularda adım atmamasının nedeninin bu beklenti olduğu kanısındayım.
Devletin-hükümetin bu tutumuna karşı, Kürtlerin, anadilinde eğitim, özerk Kürdistan gibi konularda ısrarlı olmaları değerlidir kanısındayım. Kürt dilinde eğitimde ısrar, devletin ve hükümetin asimilasyon beklentisini boşa çıkaracaktır.
BDP, demokratik özerklik çerçevesinde, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini dile getiren bir proje açıklamıştır. Bu proje Kürd isteklerini karşılamaktan uzaktır. Bu anlayışın tarihsel dayanağı da çok cılızdır. 1921 Anayasası’ndaki, yerel yönetimlerin özerkliğiyle ilgili 11. ve 12. maddeler, yaşama geçmiş değildir. Kaldı ki, 29 Ekim 1923’de, yani, Cumhuriyet’in ilan edildiği gün, bu maddeler 1921 Anayasası’ndan çıkarılmış, bu iki maddeyle, Cumhurbaşkanı’nın seçimi ve yetkileri düzenlenmiştir. Daha 1924’e, 1924 Anayasası’na varmadan yapılan bu değişiklik, Mustafa Kemal’in tutumunu, niyetini göstermesi bakımından önemelidir. (Türk Anayasa Metinleri, Senedi İttifak’tan Günümüze, Hazırlayan: Suna Kili-Şeref Gözübüyük, İş Bankası Yayınları, Ankara 1985, s. 91 vd. s.103)
Bu bakımdan, 18-19 Aralık 2010 günlerinde, Demokratik Toplum Kongresi’nde açıklanan özerk Kürdistan projesi daha sağlıklı bir projedir.
Bazı Temel İlkeler
Kürd sorunu konusunda, sorunun çözüm yollarından çok, kendisinin konuşulması çok daha önemlidir. Bu da Kürdistan’ın ve Kürt halkının 1920’lerde, “Cemiyet-i Akvam” Milletler Cemiyeti döneminde, bölünmesi parçalanması ve paylaşılmasıdır. Sorunun temel niteliğinin önemli bir boyutu budur. Bu olgunun etraflı bir şekilde irdelenmesi gerekir. Ortadoğu’nun ortasında gerçekleşen bu operasyonların nedenleri, operasyonların nasıl geliştiği, sonuçları etraflı bir şekilde incelenmelidir. Böyle bir politikaya ancak çok yaygın ve çok derin bir zaaf yaşayan toplumlar hedef olabilir. Kürtlerin yaşadığı zaaflar da elbette dikkatlerden uzak tutulamaz. Kürtleri, Kürdistan’ı müştereken kontrol altında tutan devletler, bu olgunun karanlıkta kalması için özen göstermektedirler. Bu devletler, 1920’lerde, Kürtlere uygulanan bu politikaların, fiili olarak yaşanan süreçlerin, konuşulmaması, tartışılmaması için, bunların aydınlığa kavuşmaması için yoğun bir çaba harcamaktadır.
Çözüm konusundaysa, bazı temel ilkeleri dikkate almak gerekmektedir. Bu temel ilkeler şunlardır. Her şeyden önce Kürtler kendi kendilerini yönetebilmelidir. Kürtler, kendi geleceklerini belirleme hakkına sahip olabilmelidir. Kürt kimliğinin dört başı mamur bir şekilde yaşanması şüphesiz çok önemlidir. Anadilinde eğitimden, yani Kürt diliyle eğitimden, Kürtçe mecburi eğitimden taviz verilmemelidir. Seçimlik dersler anlayışı ancak Türkler için, Kürt olmayanlar için söz konusu olabilir. Çözüm bu temel ilkeleri karşılıyorsa çözüm olabilir, kalıcı olabilir. Bu temel ilkeleri karşılamayan çözümleri çözüm olarak değerlendirmek doğru değildir.
Çözüm Arayışları
Çözüm konuları gündeme gelince Bask modeli, IRA modeli gibi modeller de tartışılmaktadır. Hâlbuki Bask’tan IRA’dan önce irdelenmesi gereken çok daha önemli modeller vardır. Güney Kürdistan’da nasıl bir çözüm olmuştur? Pêşmerge nasıl Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bölgesel gücü haline gelmiştir? Bu sürecin ayrıntılarıyla incelenmesinde yarar vardır.
İkinci olarak Türkiye, Kıbrıs’taki Türkler için ne istiyor? 1974 Barış Harekatı’ndan önce Kıbrıs’ta 150 bin civarında Türk yaşıyordu. Bu tarihten sonra Türkiye’den oraya nüfus aktarıldı. Şimdi 200 bin civarında Türk yaşıyor. Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti 1980’lerin başında, 15 Kasım 1983’te kuruldu. Türkiye Birleşmiş Milletler’de, Avrupa Konseyi’nde, Avrupa Birliği’nde, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nda, İslam Konferansı’nda, İslam Kalkınma Örgütü’nde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için neyi savunuyor? 20 milyon Kürdün hakları söz konusu olduğu zaman neden Kıbrıs Türkleri için savunulanların küçük bir bölümü bile Kürtler için dile getirilmiyor? Bu konunun da zengin olgusal dayanaklarıyla irdelenmesi, pek çok konuya açıklık getirecektir.
Üçüncü olarak Türk devletinin Filistin politikasının irdelenmesi önemli olmalıdır. Türkiye, İslam Konferansı’nda, Arap Birliği’nde, Birlemiş Milletler’de, öbür uluslararası kurumlarda Filistinliler için neyi savunuyor? Kürtler söz konusu olduğu zaman neden hep yasaklar, olmazlar, kırmızı çizgiler dile getiriliyor? Bu üç farklı sürecin, bu üç farklı modelin irdelenmesi Kürt sorunuyla ilgili bilgilerimizi de artıracaktır.
Bu arada başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya’da “asimilasyon insanlık suçudur” derken, Türkiye’de “kimse bizden anadilde bir adım beklemesin” demesindeki çelişkiyi her zaman dile getirmek gerekir. Burada hem üslupta hem de içerikte hem de insani bakış açısında çelişkiler vardır. Bunun ötesinde Almanya Türklerin vatanı falan değildir. Kürtler ise tarihten beri kendi topraklarında yaşıyorlar.
Görüşmeler
Basında, devletin, uzun zamandır, örneğin 1990’lardan beri, PKK Başkanı Abdullah Öcalan’la görüştüğüne dair haberler yer alıyor. Devlet-hükümet, son bir yıla kadar bu görüşmeleri inkâr ediyordu. Bir yıla yakın bir zamandır artık, görüşmeler devlet-hükmet tarafından da kabul ediliyor. Öcalan da zaman zaman bu görüşmeler hakkında “diyalog derinleşiyor, yakında yeni gelişmeler olacak” şeklinde açıklamalar yapıyor.
O zaman, şu önemli bir sorudur: Görüşmeler sürüyorsa, devlet-hükümet, neden, Kürtlerin gözünün içine bakarak “tek millet, tek dil, tek bayrak, tek devlet…” vurgulamaları yapıyor?
Bu tür açıklamaların Milli Güvenlik Kurulu tarafından da, Başbakan tarafından da yapıldığı biliniyor. Görüşmeler sürüyorsa, diyalog derinleşiyorsa, o zaman devletin-hükümetin, teklik ifade eden vurgulamalarının anlamı nedir? Bu vurgulamaları nasıl yorumlamak gerekir? Devlet-hükümet, artık bu görüşmeleri inkâr etmediğine göre, görüşmelerin biraz daha şeffaf olmasını istemek normal karşılanmalıdır.
Diğer önemli bir konu şudur: Devlet-hükümet sık sık, “bağımsızlık olmaz, federasyon olmaz, resmi dil Türkçe’dir, bundan taviz verilmez. Bayrak tektir, Türk bayrağıdır. Bir tek başkent vardır, Ankara’dır, bu da tartışılmazdır…” diye açıklamalar, vurgulamalar yapıyor. Buna Karşı, Öcalan, PKK ve BDP de “devlet istemiyoruz, federasyon istemiyoruz, Türk bayrağına, resmi dilin Türkçe olmasına, başkentin Ankara olmasına karşı değiliz…” diyor. Devlet-hükümet, “şunları şunları vermeyiz bunlar kırmızı çizgimizdir “ diyor. PKK-BDP de, “biz onları istemiyoruz, verseniz de almayız…” diyor. “Özerk Kürdistan açıklamalarından sonra, bu açıklamaların bir zikzak oluşturduğu çok açıktır.
Bu durumda; savaşın neden sürdüğü açıklanmaya muhtaçtır. Taraflar arasındaki bu kadar uyuma rağmen savaş neden sürüyor?
Kürtlerin başka talepleri, örneğin, anadilinde eğitim gibi talepleri elbette vardır. Ama bunlar, fiili olarak kazanılacak istekleri dile getirmektedir. BDP Genel Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, bunu, “devleti beklemeyeceğiz” diye dile getirmektedir.
Bu konuda kişisel kanım şudur: Devletin-hükümetin bir açılım, Kürt açılımı gerçekleştireceği kanısında değilim. Hükümetin, Başbakan’ın, 12 Eylül 2010 referandumundan sonraki tutumuna baktığımız zaman, yeni bir anayasa yapılacağını da olası görmüyorum. “Şu olmaz, bu olmaz. Şunlar şunlar tartışılamaz… “ diyerek yeni anayasa yapılır mı? Bu çalışmalar “yeni” anayasa yapar mı? Zikzaklı tutumlarına rağmen, BDP Kürt açılımına devam edecek.
19.01.2011