Leylan II
Önceki yazıda, Tarih doçenti Bedirxan’ın ve Psikoloji doçenti Celal’în ‘Bu suça ortak olmayacağız’ bildirisini imzalamalarından sonra gelişen süreçle ilgili bazı açıklamalar yapmaya çalışmıştım. Bu yazıda, Tarih doçenti olan, profesörlük bekleyen Bedirxan’ın, bildiriyle ilişkilerinin farklı bir yönüne değinmek istiyorum.
‘Bu suça ortak olmayacağız’ bildirisi… Suç nedir? Suç, Faili meçhul cinayetler, insanlarım kaçırılıp yok edilmesi, köylerin yakılıp yıkılması, ailelerin yerlerini-yurtlarını terke zorlanmaları, devlet şiddetinin sürmesi gibi görünmektedir. Devlet, bütün bu süreçlere neden gerek duymaktadır? Bütün bunların amacı Kürd dilini yok etmektir. Kürdleri, Türklüğe asimile ederek, Kürdleri, diliyle kültürüyle, tarihiyle yeryüzünden silmeye çalışmaktır. Bu, önce ikna yoluyla asimilasyonu içermektedir. İkna yetmezse devlet terörünü tırmandırarak asimilasyonu sağlamaktır. O yetmezse fiziki imha gündeme gelecektir. Bu, bir dili, bir medeniyeti ortadan kaldırmaktır. Esas suç budur ve bu çok ağır bir suçtur.
Evet, bir bütün olarak, Kürdlerin varlığını ortadan kaldırmak, Kürdlerin de içinde olduğu, çeşitli bağlarla bağlı olduğu bir medeniyeti, uygarlığı ortadan kaldırmaya çalışmak anlamına gelir. Bu büyük suçu gizlemek, hatta meşru göstermek için devletin ortaya attığı görüş şudur: “Kürdler ilkel bir halktır. Dilleri, kitapları yoktur. Yaşamları ilkeldir, yemeleri-içmeleri, giyimleri kuşamları ilkeldir, konutları ilkeldir. Dilleri zaten ilkeldir, dil diye bilinen bir kuruma sahip değildirler. Kendilerini, yönetmekten acizdirler. Hep başkaları tarafından, medeniyette, uygarlıkta, daha ileri olan halklar tarafından yönetilmişlerdir vs.” Bu şu anlama gelir, onların yokedilmesiyle, insanlık bir şey kaybetmez. Eksiklikleri hissedilmez…
Aslında, hiçbir devletin, bir etnik grubu, bir milleti, diliyle, kültürüyle, tarihsel geçmişiyle yeryüzünden silmeye hakkı yoktur. Hele bunun devlet terörünün tırmandırılmasıyla gerçekleştirilmesi hiç kabul edilemez.
Ama, Bedirxan bu konuda hiçbir anlayışa, kavrayışa, eleştirme tutumuna sahip değildir. Halbuki, Tarihle ilgilenen bir öğretim üyesi olarak, Cumhuriyet’in Tek Parti döneminde yaşanan bu ilişkileri yakından izleyebilmesi gerekir. Bu ilişkileri İzleyebilme dışında eleştirmesi de gerekir.
Cumhuriyet boyunca, incelenen, dile getirilen Atatürkçülük’ün söylemine de bakmak gerekir. “Emperyalizme karşı ulusal kurtuluş mücadelesi vererek dünyanın bütün mazlum uluslarına ilham verdik. Mustafa Kemal bu konuda şöyle söyler: Bu sabah, günün ağardığını nasıl görüyorsam, gelecekte bütün mazlum ulusların özgürlüklerine ve bağımsızlıklarına kavuşacaklarının da aynı açıklıkla görüyorum.”
Kemalizmin, Şeyh Said’de, Zilan’da, Ağrı’da, Bingöl’de, Sason’sa, Dersim’de, Kürd kalma yönünde çaba gösteren, kendi geleceğini belirleme yolunda mücadele eden Kürdlere karşı nasıl muamele yaptığı yakından bilinmektedir. Bu süreçte, Kürdlere karşı soykırıma varan her türlü operasyon gerçekleştirilmiştir. Şeyh Said, Guew, Zilan, Sason, Dersim… tam anlamıyla soykırım operasyonlarıdır. Bu tür operasyonlar ortada dururken, bütün mazlum uluslara, ulusal kurtuluşları yolunda ilham verdik…’ söylemi nasıl dile getirilebilir? Tek parti döneminde ve daha sonra, bu düşünceyi egemen kılmak için de Kürdlerle ilgili her türlü, düşünce açıklamasına yasak getirilmiştir. Sadece Kürlerle ilgili değil, Rumlarla, Rum-Pontuslarla, Ermenilerle, Asurilerle vs. ilgili her türlü düşünce açıklamasına yasak getirilmiştir.
Auschwitc ve benzeri Yahudi toplama merkezleri, anlatıldığı için bilinmektedir. Zulmü, baskıyı, soykırımı, kitle katliamlarını yarıştırmak doğru değildir. Ama, baskı, zulüm, soykırım vs. yaşayanların, çeşitli biçimlerde bunları anlatmamış olmalarını dile getirmek yanlış değildir. Örneğin, bu süreçlerin hiçbiriyle ilgili bir sinema yoktur. Bu bile dikkate değer bir konudur.
1919-1922 Türk milli kurtuluş mücadelesinde, Kürdler de Türklerle birlikte omuz omuza savaşmıştı. Değerli Kürd şairi, siyaset adamı, toprağı bol olsun, Orhan Kotan da bunları dile getirmektedir. Ondan sonra, özellikle Cumhuriyet’in erken dönemlerinde gelişen süreçlere de parmak basmaktadır. Orhan Kotan, Tek Parti dönemindeki Kürd-Türk gelişmelerini, bir şiirinde söz konusu ediyor: Orhan Kotan, militan dostlara mesaj şiirinde, “bunları birer birer anlattığımız, nice bir kavgaya girdiğini bilesin diyedir dost” diyerek hüzünlerini, acılarını şöyle dile getiriyor:
…
bu dağlarda vuruldu boyunduruk
kınalı türkülerin boynuna
halkların kardeşliği adına
bu dağlarda deşildi gebe kadınların karnı
bu dağlarda boğazlandı istikla-i tam
oysa namlular daha soğumamıştı
kanlı çocuk başlarına basarak
yürüyordu milli kurtuluşçular
milli kurtuluşçular, milli katliamlara
…
ekmeğimiz yoktu
mermimiz yoktu
bin can ile
bin umut ektiğimiz
toprağımız yok
dağlar gibi yığıldı ölüler
ve ayaklar altında namusumuz
…
lanetlenmiş
aç
çoluk-çocuk
kadınlarımız, davarlarımız
…
meşin ceketleri, kabaralı potinleri ile
işgal orduları değil,
bir kara somunu,
bir baş soğanı bölüştüğümüz
sırtsırta merasimsiz gömüldüğümüz
kuvayı milliye neferleriydiler cellatlarımız
zulmün kanlı kırbacı candarmalar
haldan bilmez
geçit vermez kanlı zilan
of off offf be…
ardımızda süvari alayı
üstümüzde makinalılar
(Orhan Kotan, Gururla Bakıyorum Dünyaya, Ankara Komal Yayınevi, Mayıs 1975, s. 73-80)
* * *
Uluslararası Anti-Kürd Nizam, 1920’ler ve sonrası Büyük Britanya, Fransa, Sovyetler Birliği ABD vs.
Bölgesel Anti-Kürd Nizam İkinci Dünya Savaşı sonraları Türkiye, İran, Irak, Suriye vs. Bölgesel Anti-Kürd Nizam’ın, Uluslararası Anti-Kürd Nizam tarafından desteklendiği de açıktır…
Fiilen yaşanan bütün bu süreç içinde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), gerek Tek Parti dönemiyle ilgili gelişmeler hakkında, gerek daha sonraki gelişmeler hakkında bir özeleştiri yapmış mıdır?
Süreçle ilgili olarak, 1990’larda Cumhurbaşkanı Turgut Özal döneminde küçük bir iyileşme yapılmıştır. 2000’lerde de AKP döneminde, Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığının ilk yıllarında, önemli iyileştirmeler yapıldığı söylenebilir.
Bu anti-Kürd tutumlara, 25 Eylül 2017, Bağımsızlık Referandumu döneminde gelişen, Kürd’ün Kürd’e karşı anti-Kürd tutumunda eklemek gerekir.
* * *
Bedirxan, eş olarak, baba olarak iyi bir insandır. Arkadaşlarına karşı dürüsttür. Çocuklarını iyi eğitim veren okullarda okutmaya çalışmaktadır. Ama onlara Kürd bilinci verme konusunda hiçbir çabası yoktur. Öte yandan, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Türk-Kürd gelişmelerine hiç değinmemesi şaşırtıcıdır…
Cumhuriyet’den sonra Kürd/Kürdistan konusunda hazırlanmış gizli raporları hatırlayalım. Bu gizli raporların hemen hemen hepsinde de, Kürd erkeklerinin Türk kızlarıyla, Türklerin Kürd kızlarıyla evlendirilmelerinin teşvik edilmesi önerilmektedir. Bedirxan da böyle yapmış, bir Türk kızıyla evlenmiştir. Çocuklarından birinin adı Deniz, birinin adı Mazlum’dur. Yarı Türk, yarı Kürd görüntü vermeye çalışmaktadır. Egemen olan elbette Türklüktür.
Günümüzde birçok Kürd aile, çocuklarına Kürd isimler vermektedir. Ama çocukların önemli bir kısmının Kürdlüğü hiç yaşamadığı izlenmektedir.
Yıllar önce, bir arkadaşla, bu konular etrafında sohbet ediyorduk. Türk kızlarıyla evlenen Kürd erkekler hakkında şöyle demişti. ‘Polisi eve bizzat kendisi getirmiş…’ Bu, her evlilik için böyle olmayabilir. Ama bunun, dikkate değer bir görüş olduğunu belirtmek gerekir. İstihbarat raporlarında, bu evliliklerin neden teşvik edildiğinin bilincine varmak da önemlidir. Türk erkeğiyle evlenen bir Kürd kızının ise, hele bir de Kürdistan’ın dışında bir yerde yaşıyorsa, Kürd değerlerinden tamamen kopacağı söylenebilir.
Türk kızlarıyla evlenmiş Kürt erkeklerinin çocuklarıının, Kürtlüğü hiç yaşamadığı, Kürdlükten çok çok uzak oldukları genel bir doğrudur. İstisnalar olabilir.
Anadil, elbette, kazanılması gereken, yaşanması gereken en önemli ulusal niteliktir. Ama Kürdler buna çoğu zaman gerekli değeri vermemişlerdir. Hatta bazı kesimlerin hiç değer vermedikleri de söylenebilir.
1990’lar… Koruculuk dayatmaları… Köylerin yakılması yıkılması… Siirt taraflarında, köyleri yakılan, evleri yıkılan ailelerin bir kısmı Konya taraflarında, Kulu, Gölyazı, Yeniceoba, Cihanbeyli… kırsalına kadar gelmişler. Kulu, Gölyazı, Cihanbeyli, Yeniceoba kırsalında aileler, kendilerine, kendi köylerine sığınanları çok iyi karşılamış. Evlerini açmışlar, maddi manevi her türlü yardımı yapıyorlar… Buralarda aileler, insanlar, doğal olarak Kürdçe konuşuyorlarmış. Ama, Siirt taraflarından, Kürdistan’ın merkezinden, Botan’dan gelenler, en azından bunların bir kısmı Türkçe konuşuyormuş. Bu duruma çok şaşırmışlar. Neden Kürdçe konuşmadıklarını sormuşlar. ‘Biz epeydir böyle konuşuyoruz’ cevabı almışlar. O zaman, mücadelenin bu Kürdlere nasıl bir bilinç verdiği elbette sorgulanmalıdır…
Yazar Selahattin Demirtaş’ın, Leylan romanında, romanın ilk bölümündeki karakterler, Kudret, Kemalettin, Süphan, yoğun bir şekilde Kürdlüğü yaşıyorlar. Kendi kalmak için çaba sarfediyorlar… Olayların Diyarbakır’da geçtiği elbette vurgulanmalıdır.
Hayat Hep Yarımdır’da ise, karakterler, Bedirxan ve Celal’de hiç Kürdlük yok. Bunlar kendi kalmamışlar. Buna, Hayat Hep Yarımdır’ın yazarı Netice’yi de eklemek gerekir.
Olayların İstanbul’da geçtiği, Araplar, Türkler ve Farslar karşısında, Kürdlüğün çok olumsuz olan konumu hakkında, bu kişilerin iç sorgulama yapmadıklarını da vurgulamak gerekir. Bu kişilere kendi olma durumunu kazandıracak tek süreç böyle bir iç sorgulama yapmaktan geçer. Yerinden yurdundan sökülüp uzak diyarlara sürüldün mü, artık kendi kalman çok zordur. Bunun tek yolu, süreç hakkında iç sorgulama yaparak, ulusal değerlerine sahip çıkmaktır, bu değerlerle yaşamaktır. Örneğin, Yahudiler de 2000 yıl önce Roma tarafından kendi yurtlarından, Filistin’den, Kenan Diyarı’ndan koparılarak dünyanın her tarafına sürülmüşlerdir. Ama yaşadıkları her yerde kendi ulusal değerlerine sahip çıktıkları için, esas yurtlarını hiç unutmadıkları için, ulusal değerlerini her yerde, her zaman yaşadıkları için, 1948’de, Kenan Diyarı’na, Filistin’e dönüp, bağımsız bir devlete kavuşmuşlardır.
Yazar Selahattin Demirtaş, belki de, bu ilişkileri, sürecin bu yönlerini göstermek istemiştir.