zazaki.net
30 Oktobre 2024 Çarşeme
Girdîya Karakteran : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
07 Kanûne 2019 Şeme 22:00

Şerafettin Elçi’nin Ağzından Saitler Olayı

Röportaj: Hasan Kaya

Hasan Kaya’nın hazırladığı “Doğunun Elçisinden Yüce Divan’a Şerafettin Elçi, Fanos Yayınları, Ankara, 2012” adlı kitabın 140-149 sayfalarında Şerafettin Elçi Saitler Olayı hakkında Hasan Kaya’nın sorularına cevap veriyor. Bu kısmı kitaptan olduğu gibi aktarıyoruz.

* * *

-Tabi bu sürecin en önemli olaylarından biri de iki Sait olayıdır ve herkes başka bir şey anlatmaktadır. Olayın tanıklarından birisi olarak sizin durduğunuz yerden nasıl göründüğünü anlatır mısınız?

-Askerden döndüğümde cezaevinde Sait Elçi “bizimle hiç ilgilenme, temas kurma” dediği için uzak dursam da Sait’le ilişkimiz sürdü. Dediğim gibi, dava Antalya’ya nakledilmişti. Dava bittikten sonra da parti ile resmen ilgilenmedim. Sait Elçi, cezası bitip Diyarbakır’a geldiğinde sık sık ziyaretine gittim. Derviş Akgül ve şakir Epözdemir ile görüşüyordum. Dostluk bazında ilişkimiz vardı. Dışında olsam da bana parti ile ilgili bilgi verip görüşlerimi alıyorlardı. Özellikle Sait Elçi benim görüşlerime çok değer veriyordu. Yani belki parti yöneticisi arkadaşlarına söylemediklerini bana söylüyordu.

Antalya’da cezaevinde iken Sait Kırmızıtoprak (Şivan) bunlarla, özellikle de Sait Elçi ile yakın ilişki kuruyor. Zannedersem 1969’da, Diyarbakır’da, başbaşa sohbet ederken Sait Elçi “Bak sana önemli bir olayı anlatayım. İçerideyken Sait Kırmızıtoprak bizimle yakın ilişki kurdu. Biz bunu parti adına Kürdistan’a göndereceğiz, orada hem bir kamp kurup gençleri eğiteceğiz hem de Sait Kırmızıtoprak doktor olduğu için Mustafa Barzani hareketine hizmet edecek” dedi. Ben buna itiraz ederek “Sait Kırmızıtoprak’ı tanırız, esas ideolojisi Marksizmdir. Zaten Genel Kurmay Mahkemesi’ndeki ifadesinde de kendine Kürtçülüğü yakıştırmadı. Bu adamın görüşleri bizim görüşlerimize tamamen ters. Sen buna nasıl güvenirsin de gönderirsin?” dedim. “Yok” dedi, “Senin bildiğin gibi değil, o da çok değişti. Artık tam bizim gibi düşünüyor, bizimle beraber hareket etmek istiyor.” Ben yine de güvenilemeyeceğini söyledim ama o tuttu Sait Kırmızıtoprak’ı Güney’e, Irak Kürdistanı’na gönderdi.

Şivan da çok yetenekli, entelektüel, Marksizmi iyi bilen ve yüzde yüz inanan birisiydi. Doktorluğu da iyiydi. Güneyde çok iyi isim yaptı. Kendini benimsetti, kabul ettirdi ve kamp kurdu. Sait Kırmızıtoprak meğerse daha kampa gitmeden Türkiye KDP’sinin dışında, kendi başkanlığında, kendi ideolojisine yakın bir partileşmeyi kafasına koymuş ve yanına aldığı insanları da ona göre seçmiş. Hasılı Güney Kürdistan’da örgütlenip Türkiye’de Kürdistan Demokrat Partisini kurdu. Bizimki ile farkını “de” eki ve aradaki (-) ortaya koyuyordu. Yani bizim partimiz PDKT, onunuki ise PDK-T idi. Ama vatandaş bunu farketmeyerek ikisini aynı sanıyordu. Yani Türkçesiyle bizim partimizin adı Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP), Sait Kırmızıtoprak’ın kurduğu partinin adıysa, Türkiye’de Kürdistan Demokrat Partisi (T-KDP) idi.

Şivan, daha aktif, daha becerikli olduğu için bizim KDP tabanı üzerinde hızlı bir şekilde örgütleniyordu. Bu gelişmelerin olduğu sıralarda bir gün, Sait Elçi arkadaşların toplandığını, benim de bulunmamda fayda olacağını söyledi. Toplantıda gelişmeleri anlattılar ve “Böyle böyle, hem bizim partimiz hem bizim dışımızda bu arkadaşın partisi var. Buna çare bulmamız lazım. Meseleyi Mustafa Barzani’ye götüreceğiz ve halletmesini isteyeceğiz. Ya ikimzi uzlaştırsın birleştirsin ya birimizden birine ‘Kendini feshet’ desin” dediler. “Bu tavır yanlış” dedim, “Siz kendi faaliyetinizi yürtün, o da zaten başını almış gidiyor. Eğer siz iyi örgütlenebilirseniz halk size meyleder, onlar örgütlenirse onlara meyleder. Mustafa Barzani’ye başvurmaktan vazgeçin.”

Bu görüşmeyi Şakir Epözdemir teyit edebilir ve hatta daha da iyi anlatır. Çünkü ben bazı detayları atlasam da Şakir atlamaz, detaylara çok daha iyi dikkat eder. Tabi onları ikna edemedim. Bu arada da 12 Mart dönemi başlayınca Sait “Bu sefer kaçacağım. Çünkü bu sefer bunların niyeti bizi hapse atmak falan değil, bizi öldürtmek, ortadan kaldırmaktır. Onun için Türkiye’yi terkedeceğim” diye çıtlatmıştı. Sait gitti ama benim gidişinden haberim olmadı. Cizre’den Suriye’ye geçiş kolay olduğu için Şakir ve Dervişi ben gönderdim. Bunlar, Şivan meselesini iletmek üzere, Mustafa Barzani’nin karagâhında buluşma kararı almışlar.

Bu arada Barzani’nin durumu hakkında da bir iki şey söyleyeyim. 11 Mart 1970’de Barzani ile Bağdat yönetimi arasında özerklik antlaşması imzalandı. Bu özerklik antlaşmasına göre dört yıllık geçici bir süre için Barzani güçleri fiilen Kürdistan bölgesini yönetiyorlardı. Barzani’nin karargâhı Hacıumran’da, Parti Merkez Yönetimi Gilala’da, Parti Politbürosu Navpirdan’da kalıyordu.

Bu dönemde Türkiye sınırlarına yakın Kuzey Cephesi’nin komutanı Esat Xoşewî idi. Zaho bölgesinin komutanı Îsa Siwar’dı.

Sait Elçi 19 Mayıs 1971’de Suriye’ye, 23 Mayıs’ta da Irak’ta Zaho kentine gidiyor ve Îsa Siwar ile görüşerek Mustafa Barzani’ye gitmek istediğini söylüyor. Îsa da, şu an Irak hükümeti ile problem olduğunu, gitmesinin biraz zor olduğunu söyleyerek üç dört gün orada kalmasını istiyor. Gelişmelerden Sait Kırmızıtoprak’ın haberi mi oluyor, gelip Sait Elçi ile temas kuruyorlar. Sait Elçi de “üç-dört gün burada kalacağıma Kırmızıtoprak’ın oraya giderim, belki problemimizi kendimiz hallederiz” diyor ve Sait Kırmızıtoprak’ın yanına götürülüyor.

Sait Elçi gittiğinde Kırmızıtoprak’ın karargahına değil, karargahın dışında ambar olarak kullanılan bir yere götürülüyor. Sait Elçi ve arkadaşı Muhamedê Begê orada görevli olan ve aslen Kurtalanlı olan Tilki Selim ve Mahmudê Seyranê’ye teslim ediyorlar. Teslim ederken de “Türkiye’den iki casusu gelmiş, yakalamışız, sizin yanınızda kalsın, emir gelene kadar bunları güvenceye alın” diyorlar. Sait Kırmızıtoprak, Çeko ve Brusk adındaki arkadaşları biliyor.

Derviş’in bana anlattığına göre, bir hafta sonra Kırmızıtoprak, Çeko ve Brusk bunları bulundukları ambardan çıkarıp yakında bir tepeye götürülüyorlar. Önce Sait’in gözünü bağlıyorlar. Sait “Ben kadın mıyım, ne gözümü bağlıyorsunuz?” diyor. Kırmızıtoprak’ın elinde tabanca, Sait’in alnına dayıyor. Sait Elçi “Ben bu yola girerken birgün öldürüleceğimi biliyordum. Ama bir Kürdün eliyle öldürüleceğimi tahmin etmiyordum” diyor. Sait Elçi ile yanındaki Muhamedê Begê’yi 1 Haziran 1971’de bu tepede infaz edip oraya gömüyorlar. Olaydan kimsenin haberi olmuyor.

Sait Elçi’den sonra Derviş’le Şakir Suriye’den Musul’a gidiyorlar. Şakir Zaho’ya, oradan da Kırmızıtoprakların yanına, Derviş de tek başına Barzani’nin yanına gidiyor. Derviş KDP’nin merkezine, Gilala’ya gittiğinde Sait Elçi’yi sorup “Bizim randevumuz vardı, burada bulaşacaktık” diyor. Ama kimsenin Sait Elçi’den haberi yok. “Sait Elçi gelmedi” cevabını alınca Derviş’te hemen bir şüphe, bir panik başlıyor. “Mümkün değil, biliyoruz Sait buraya geldi, Zaho’ya geçti” falan diye bildiklerini anlatıyor. Bu hikayeyi Derviş uzun uzadıya anlatır, çünkü süreci o çok yakından izlemişti. Barzani’ye gidiyor, durumu anlatıyor. Barzani de durumu tahkik ettirsin diye Bölge Komutanı Esat Xoşewî’ye “Sait Elçi bizim topraklara geldiyse nerededir, mutlaka akıbetini bize bildirin” mealinde bir mektup yazıyor.

Derviş mektubu Esat Xoşewî’ye sunuyor. Esat Xoşewî, gerekli araştırmayı yaptıktan sonra Derviş’e “Sait Elçi’yi Sait Kırmızıtoprak ve arkadaşları aldı götürdü” diyor. Bunun üzerine Sait Kırmızıtoprak’ı çağırıp durumu soruyorlar. O da “Bir cipe binip Türkiye’ye döndüler” cevabını verince; Derviş “Kesinlikle bu yalandır. Ben buraya gelmeden bir süre önce Şerafettin Elçi’nin yanına uğradım. Sait Elçi Türkiye’de olsaydı mutlaka Şerafettin Elçi’nin haberi olurdu. Bu konuda hiçbir şey söylemedi, Sait Elçi’den haberi yok” diye karşı çıkıyor. Kırmızıtoprak’ın “binip gittiler” dediği cipin sahibi araştırılıyor bulunamıyor. Dolayısyla şüpheler artıyor.

Bu arada, yukarıda sözünü ettiğimiz Saitlerin ilk konuldukları depoyu kullanan Mahmudê Seyranê ve Tilki Selim, Derviş’in aşiretinden ve tanıdıklarındırlar. Derviş ikisinin ağzını yoklamaya çalışıyor. Derviş bunların bir şey bildiklerinden kuşkulanıyor. Derviş, Esat Xoşewî’ye “Bu ikisini çağırıp sıkıştırsanız, bu meseleyi çözersiniz” diyor. Esat Xoşewî ikisini çağırtıyor.

Esat Xoşewî, Selim’e olayı sorunca, Selim “Bu bölgede sizden habersiz bir şey oluyor mu?” diye cevap veriyor. Çünkü Sait Elçi ve arkadaşı infaz edileceği zaman “partiden emir geldi, partinin emri üzerine bunları infaz ediyoruz” demişler. Bunun üzerine Esat Xoşewî hararetle ve sinirlenerek, “Ne demek bizden habersiz bir şey olmaz, ne oldu ki?” diye sıkıştırınca Tilki Selim ve Mahmudê Seyranê infaz olayını olduğu gibi anlatıyor. Bu itiraftan sonra cenazeler de bulunuyor.

Esat Xoşewî, panik olmasın diye Kela Qumrîyê’de karargahı olan Sait Kırmızıtoprak’ı torununun hastalığını bahane ederek Bamernê’deki karargahına çağırıyor. Onu derdest ediyorlar, sonra diğer arkadaşlarının da bazılarını getiriyorlar. Olay araştırılıyor. Gerçek ortaya çıkınca kampları dağıtılıyor. Esas fail olan Kırmızıtoprak, Çeko ve Brusk Gilala yakınındaki Rayet Cezaevi’ne konuluyorlar.

Ondan sonra Derviş, kaldığı Suriye Andiver’e geçip bana haber gönderdi. Ben bir gece sınırdan geçip Andiver’e gittim ve Derviş olayı bana da anlattı. Barzani, bölgesinde böyle şeyler olmasından dolayı büyük bir infial duyarak KDP’ın görüşünü almak için parti adına bir heyet istemiş. Derviş Barzani ile görüşecek ve partinin görüşünü anlatacak heyette benim de mutlaka olmamı istedi. Beş kişilik bir heyet oluşturduk ve dört kişi Irak’a geçtik. Derviş zaten o taraftaydı. Ben, Ramazan Haşimoğlu, Şebap Bilgiç, Mehmet Ali Dinler. Dördümüz akrabamın sınırdaki Korava (Ovaköy) köyüne gittik. Oradan Hêzil Çayı’ndan sınırı geçtik. Karşı taraftaki Qerewîla köyünden arabayla Zaho’ya gidip Derviş’le buluştuk.

Zaho’da kaldığımız süre boyunca olayın detaylarını öğrenmeye çalıştık. O zaman durum pek iyi değildi, çünkü bazı insanlar bize de bir zarar gelebilir mi diye kuşkulanıyordu. İki Saitin taraftarları arasında bir gerginlik vardı. Bizim taraftarlar arasında, Irak KDP’si içinde bu işe bulaşanlar var mı gibi bir endişe de vardı. Orada bize meyyal, partimize taraftar olan Abdülkerim isminde birisinin evinde kaldık. Sabaha kadar nöbet tuttular. Nöbet tutanlardan birisi de bir dönem bizim bölgenin ünlü eşkıyası olan Ömer Bezek’ti. Çok meşhur, lider pozisyonuda olan Molla Mehemê Paloyî vardı ki, Türkiye tarafından, bizim bölgelerde fakihlik yapmış bir kişiydi. Barzani hareketi başladıktan sonra buraya gelmişti. Hepsi pêşmerge olarak IKDP ile ilişkiliydiler ama bize, partimize de sempatileri vardı. Nusaybinli Zübeyir Yıldırım da oradaydı. Biz kaldığımız sürece gece boyunca nöbet tuttular.

Sonra Bamernê’ye Esat Xoşewî’nin karargahına gittik. Kendisiyle orada görüşürken yakın ve samimi davrandı. Oradan Duhok’a gittik. Duhok, yeni il olmuştu. Vali Haşim Aqrewî’ydi. Ama esas valilik görevini yürüten Ali Şingalî’ydi. Parti yöneticisi Lezgîn Sindorî’ydi.

Orada kıyafetimizi değiştirdik; herhalde güvenlik meselesi nedeniyle bize pêşmerge kıyafeti giydirildi. Duhok’tan Musul’a gittiğimiz zaman parti yönetiminde görevli Fadıl Miranî bizi aldı ve Erbil’e kadar götürdü. O sıralarda bazı yerler Irak yönetiminin bazı yerler de hem Kürtlerin hem Irak yönetiminin kontrolündeydi. Yani bütün bölge yüzde yüz Kürtlerin kontrolünde değildi. Erbil’de parti binasında kaldık. Oradan Gilala’ya gittik, Gilala’dan sonra Navpirdan’a gittik.

Parti siyasi bürosunun olduğu Navpirdan aynı zamanda sayfiye yeriydi. Millet dere kenarını yazlık olarak kullanıyordu. Gazinosu falan olan güzel bir yerdi. O zaman parti genel sekreter yardımcısı olan ama parti genel sekreter olarak idare eden Mahmut Osman’la -ki şu anda milletvekilidir- ve başka yetkililerle görüştük.

Oradan Haciumran’a gidip siyasi işler yetkilisi İdris Barzani’yle uzun uzadıya konuştuk. Olay bütün boyutlarıyla çözülmüştü. Kırmızıtoprak ve arkadaşları pişman olduklarını söylemişlerdi. Kırmızıtoprak şöyle bir mazaret ileri sürüyordu: “Ben kafamda büyük bir proje kurmuştum. Sait Elçi gelip bu olayları burada anlatsaydı benim projem sonuçsuz kalacaktı. Büyük proje için böyle bir şey yaptım.” Suçu, yani Sait Elçi’yi öldürdüklerini itiraf etti. Kendileri ikrar ettikler gibi şahitler de anlatmıştı. Bu işlerle doğrudan doğruya İdris Barzani’nin ilgilendiğini söylemek isterim.

-Mustafa Barzani ile görüşme...

-O arada Mesut Barzani ile de görüştük. O da asayişe bakıyordu. Bunlar büyük Barzani’nin en etkili iki elemanyıdı. Ama o dönemde İdris daha etkiliydi. Bize “Falan gün Mustafa Barzani’nin evine geleceksiniz, orada yemek yiyeceksiniz” dediler. Denilen günde gittik, yemek yedik, o gece ona misafir kaldık. Mustafa Barzani ile Divanhane dedikleri yerde görüştük. Gündüz cephelerde kalır, gece de Haciumran’daki evin Divanhane’sinde partili arkadaşlarıyla toplanıp görüşürlerdi. Biz de o gece onun divanhanesinde, sohbetinde bulunduk. Onu ilk kez orada gördüğümde eski bir hatıra aklıma geldi.

1947’de Mahabad Devleti yıkıldıktan sonra Barzani Irak güçleri ve Türkiye devletiyle çarpışıyordu, daha büyük yürüyüş başlamamıştı. Ama başladı başlayacak bir aşamadaydı. Bir efsane, Rüstem-i Zal efsanesi anlatılır gibi “Mela Mustafa isminde birisi çıkmış Türkiye, İran, Irak’la çarpışıyor ama üç devlet onunla baş edemiyor” sözleri kulaktan kulağa yayılmıştı. Efsane kahramanlarını insan gözünde çok büyütür. Babamın Tahir Yaman adında bir ahbabı vardı. Haci Tahir derlerdi, hayvan ticareti yapıyordu. Van, Hakkari dolaylarından hayvan alıp Cizre’ye getirir, kaçak olarak Suriye’ye geçirirdi.

Tahir Yaman gelince hemen her akşam bizim eve gelirdi. Bizim evde bir gün otururken “Ben Mela Mustafa’yı görmüşüm” dedi. “Mela Mustafa’yı görmüşüm” deyince herkesin ilgisini çekti. Mecliste bulunanlar, bir devi tarif edecek sanarak “Hele anlat nasıl biriydi” dediler. “Vallahi” dedi, “Kısa boyludur, esmerdir, yüzü biraz çopurdur.” Mecliste bulunanlar “De haydê ordan, sana yüzü çopurlu birini Mela Mustafa diye yutturmuşlar” dedik. “Ya vallahi böyle” falan dese de inanmadık. Yıllar sonra Mela Mustafa’yı görünce bizim Tahir’in tarifi aklıma geldi. Onun tarif ettiği gibi, hakikaten kısa boyluydu ve yüzünde de hafif çiçek bozuğu vardı. Yani böyle olağanüstü bir görüntüsü yoktu.

-Mustafa Barzani’yi gördünüz, sizde nasıl bir izlenim bıraktı, ondan söz eder misiniz?

-Otururken hep bu adamı efsane yapan kuvvet nedir diye düşündüm. Çünkü gerçek bir efsanedir bizim için. Efsane olan bir insanın muhakkak bir gücü, bir kuvveti vardır. Yoksa efsaneleşemez. “Nerede yakalayabilirim bu gücü” diye düşünüyordum. Benim o günkü kanaatime ve tespitime göre, o güç gözündeydi. Onunki müthüş bir gözdür. Hani böyle kartalın bakışları var ya, yüz seksen derece görür. Kime yönelse etkisi altına alan bir bakıştır. Onun bakışı da aynı anda odanın her tarafını gözlüyor gibiydi. Bana öyle geldi. Mela Mustafa akıl almaz derecede alçakgönüllü biriydi. Onun giydiği ile pêşmergelerin giydiği arasında bir fark yoktu. Sigara içerdi ama öyle kaçak sigara içmezdi. Tütün kutusu vardı, kendisi sarardı. Onu tirik denilen uzun ağızlıklara geçirirdi ve çok da içerdi.

Odaya, hamal yada köylü, komutan yada sıradan pêşmerge, -sıfatı ve rütbesi hiç önemli değil- kim girerse girsin Mela Mustafa hemen ayağa kalkardı. Çok çevik, çok canlı, birden bire kalkar, misafir oturmadan da oturmazdı. Misafir giderken de yine ayağa kalkar, yolcu ederdi. Yani alabildiğine alçak gönüllüydü.

Sait Elçi olayı aydınlandıktan sonra İdris Barzani “Talebinizi yazılı olarak verin” dedi. Benle Derviş Mela Mustafa’ya bütün olayı yazarak anlattık. “Sizin sorumluluk bölgenizde alçakça, adice bir cinayet işlendi. Sait Elçi gibi hayatını Kürtlüğe vakfetmiş bir insan hunharca katledildi. Canilerin mutlaka aynı şekilde cezalandırılmasını istiyoruz. Mela Mustafa bütün Kürtlerin lideridir, Kürtlerin çıkarını ve menfaatini herkesten daha iyi o düşünür, Mela Mustafa’nın vereceği karar ne olursa olsun parti buna razıdır” dedik. Yani cinayet failinin cezalandırılmasını istedik ama yine de son kararı Mela Mustafa’ya bıraktık. Sonra da geri döndük.

-Sait Elçi’nin öldürülmesi ve sonrasında gelişen olaylar sizi nasıl etkiledi?

-Sait Elçi’nin kendi arkadaşı tarafından öldürülmesi bende korkunç bir çöküntü yarattı. Tiksinti hissi uyandırdı. Belki hayatımda bu olaya üzüldüğüm kadar pek az olaya üzülmüşümdür. Bu olaydan sonra illegal çalışmalardan nefret ettim. “Bu tür kapalı partilerde insan en yakın arkadaşına bile her türlü kötülüğü yapabilir. Bu benim işim değil” dedim ve hiçbir illegal partide yer almamaya, illegal partilerle hukuki ve siyasi bağlarımı koparmaya karar verdim. O günden bu güne kadar, yani 1971’deki o olaydan bu güne kadar hiçbir illegal partiyle ilgilenmedim, beraber çalışmadım. Ama yine de TKDP’deki arkadaşlarla arkadaşlık bağım sürdü.

Kafamdaki programım çok basitti. Kürt halkının varlığının reddedilmesine ve zulmedilmesine karşı çıkacaktım. O halkın bir mensubu olmam hasebiyle hem insani hem de milli bir görev olarak yapacaktım bunu. Halkın boyunduruk altından kurtulması üzerime ne düşüyorsa yapacaktım. Ama legal alanda ve rahatlıkla hesabını verebileceğim faaliyetler olacaktı. Bu karardan sonra hangi siyasal yapının içinde oldumsa bu programı takip ettim. Hep o doğrultuda çaba harcadım.

Doğunun Elçisinden Yüce Divan’a Şerafettin Elçi, Fanos Yayınları, Ankara, 2012

Na xebere 9184 rey wanîyaya
No nuşte hema şîrove nêbîyo.