Şiir ve Hakikat
Newzat VALÊRÎ’nin DEJÊ NIMITEYÎ (Gizli Acılar) KİTABI ÜZERİNE…
Şiir, insan duygusunun dışa yansımasıdır. Aynı zamanda düşünsel etkileşimdir.
Yer yer ayna görevini görür. Aynen gemilerin kıyıya yanaşma görevini üstlenen deniz feneri gibidir. Şair ise şiir aracılığıyla hem kendi duygularını, meramını, kaygılarını, istemlerini kelimelerle dile getirip kitlelere takdim etmekte hem de içinde yaşadığı toplumun bir nevi tercümanı gibidir.
Şu anda emekleme aşamasında olan Kırdkî (Zazakî) edebiyatı bütünsel olarak son yıllarda güçlü adımlarla gelişimini sürdürmeye devam etmektedir. Bu açıdan şairin anadiliyle kendi his ve fikir dünyasını dil işçiliğiyle ifade etmesi ayrıca mutluluk vericidir.
Anadilde yazılan eserler, yapılan çalışmalar gelişmekte olan sürece büyük bir katkı sunması ve kayıt altına alınmasıyla kadim bir dilin ve kültürün bedensel görevini aşıp yürekle, ruhla ve düşünsel birleşimle aktarması ayrıca dikkate değerdir.
Duygu ve düşünce ise bir dilin zenginliğinin kelimeler aracılığıyla dışa yansımasıdır. Ana kitleye yeniden damar görevini vererek ruhun edebileşmesine vesile olmaktadır.
Tabii ki her şair kendi düşünsel meramını dile getirir, yine de aldığı düşünsel eğitimin de şair üzerindeki etkisi inkâr edilmeyecek bir hakikattir. Şairler ise kendine has tarzlarıyla ya da başka şairlerden etkilenmesi veyahut farklı kültürlerden beslenmesi yoluyla şiir dünyalarını kurmaktadır.
Şairi şair yapan en büyük meziyet ise kendi kadim kültürünün deryasından beslenmesi ve mevcut olan Netewenin/ulusun duygularına aracı olmasıdır. Bu şair için vazgeçilmez hasletlerden birisidir. Özellikle bindest (sömürge) olan welat/ülke aşkının işlenmesi kitleler üzerindeki etkisi hafızalara, yüreklere işlenen, meydanlarda toplum bilincinin oluşmasına vesile olan şiirler bir elmas parlaklığı görevini görür. Bu tıpkı Şems’in dünyayı aydınlatıp ziyasını yansıttığı gibi yüreklerdeki ışığın ruhun aydınlatması; bilinçli, aydın bir toplumun tercümanı olarak adeta netewe için info (danışılan) birim görevini üstelenmesidir.
Şairi şair yapan kelimelerin gücüdür. Aydınlanmış bir toplum dileğiyle şimdi sözü şaire ve duygularına bırakalım:
“Pamendî” (Mahrumiyet) adlı şiirde şair;
“Çew halê mi nêzano, vengê zerrîya mi çi vano” (s.15)
(Kimse vaziyetimi/halimi bilmez, yüreğimin sesi ne der) demektedir.
İnsan yüreğinin sesine kulak verirse, durumu ne olursa olsun mutlaka önseziyle istenilen hedefe varmak mümkündür. Yeter ki ümitvar olunsun.
Devamında şair:
“Ez mêmanê xo bi xo ya versîya tenayî de” (s.15)
(Kendi misafirimim, yalnızlığın gölgesinde)
Dünya bir misafirhanedir, her can taşıyan kişi gelir yaşar soluk alır düşünür, kendi toplumuna faydalı bilgileri takdim eder ve gider. İnsan toplum içinde kendini yalnız hissetmese de, duygu ve düşüncelerinde her zaman yalnız olduğunu hisseder bu da insan yapısının vazgeçilmez ontolojik sebebidir.
“Dinya mi rê mijin û hêrsbîyayî ya” (s.15)
(Dünya bana sisli ve küskündür)
Dünya insanın yaşamsal alanıdır, önemli olan onu yaşamsal bir güzelliğe büründürmektir. İnsan iradesel olarak kızgınlığı da güzelliğe dönüştürme yeteneğine sahiptir. İnsan düşünen sorunların üstesinde gelen bir varlıktır. Yeter ki var olma sebebini layıkıyla bilsin, o bilinçle idrak edebilsin. Ateşin yakıcılığını dahi gülistana dönüştürmeye muktedirdir. Yeter ki insan istesin!
“Ez çend mirad bikerî hende dûrî vindena” (s.15)
(Ne kadar murad etsem de benden o kadar uzaklaşır)
İnsan yürekten çok şeyi murad eder, bazen insan ani kararlarla uzak durmak ister. Bu da insanın kendi yapısına has bir meziyettir. Doğru ve isabetli karar, insanı muradî mutluluğa bir o kadar da yakın kılar.
“Labelê înhawa kam awir dano mi feqîrî?” (s.15)
(Fakat bu durumda kim bu fakiri dikkate alır/gözetir?)
İnsanın cihana teşrifi fakirlikle başlar, burada kastedilen maddi fakirlik değildir, bilgisel fakirliktir. Bilgi öyle bir şeydir ki insan bilgiyle haşir neşir olduğunda her zaman öğrenme isteği vardır, bilginin hiç bir zamanda limiti de yoktur. Fakat toplumda ses getirmesi için de dikkate alınması da gerçekten çok çetindir. Hele hele günümüzde…
“Hewar! Dewranêko zor o, xatir û holîye nêmenda.” (s.15)
(Hewar! Heyhat çetin bir devrandır, kıymet/hatır ve iyilik kalmadı.)
Heyhat dememek elde değil, o kadar tüm teknolojik atılımlara rağmen çok çetin bir zamanda insanlık imtihan oluyor, eskiden maddiyat arka planda olmasına rağmen maneviyat o kadar gelişmişti ki bugün ise bunun tam tersine dönüşmüş. İnsanlara verilen kadri, kıymet ve değer, karşılıksız yapılan iyilikler bugün ise maddiyata sahip olanların sırf çıkar ilişkisini göz önünde bulundurması ya da yaptıkları yardımı toplum içinde isim yapmak için çirkeflikle nam yapmaları toplumsal maneviyatın ve ahlakın çöküntüsünün belirtileridir.
Unutmayınız! Maddiyat toplumsal refahla ölçülür eğer maneviyat çökerse maddiyat toplumun dinamiklerini geleneğini, kültürünü yok eder. Şair öz kelimelerle aynı şiirinde buradaki toplumsal sürece dikkati çekiyor:
“Çi heyf ke ez qet nêzana ha se beno” (s.15)
(Ne yazık ki/nasıl bir hayıflanma ki, bilmiyorum nasıl olacak)
Can alıcı nokta burada, bu süreç nasıl sonlanacak neler götürecek onu dahi kestiremiyor ve kaygılarını dile getiriyor. Şaire hak vermemekte elde değil.
“Sey yew pîrê fanî ez teslimê qederê xo beno.” (s.15)
(Pirê fani gibi ancak kaderime teslim olmuşum.)
Her insan (her can taşıyan) fanidir, bu dünya yaşamında sonsuza kadar kalıcı değildir, her insan doğar gelişir ve ölür aynen medeniyetlerin doğuşu gibidir. Burada bu döngüye teslimiyet ise kaçınılmaz olduğuna dikkati çekmiştir.
Şair, kitabının uzunca şiirlerinden bir olan “Heme Dejî Nimite yê” (Hepsi Gizli Acı da) şiirinin bir bölümünde şöyle seslenmektedir:
“Semedê to ez nusena şîîran
(Senin için yazarım şiirler)
Sey Sîyamendî koyê Sîpanî ra gêrena,
(Siyamend gibi Sipan dağında gezerim)
Sey Memî zindanêko tarî de nalena
(Mem gibi karanlık zindanda inlerim)
Ax, sebrê min êdî nêmendo
(Ah sabrım artık kalmamış, tükenmiş)” (s.24)
Şiir kitabına ismini veren “Dejî Nimiteyî” (Gizli Acı/Sızı) hepsi gizli sızıda bölümünde şairin kendi duygularını ve Kürd tarihine atıfta bulunulması, Kürd toplumunun yaşamış olduğu musibet ve bir araya gelememesi, bağımsız bir ulus olarak hareket etmemelerini yüreğinin derinliklerinde oluşan bu yaranın gizli bir "sızıntı" olarak burada ikrar etmektedir. Böylece düşünsel yapısıyla kendi halkının kaygılarının ve belaların bitmeyişiyle aslında aklıselim ve sağduyulu bir duruşla, yani Kurdî bir duruşla her Kürdün kalbinde ve hafızasında yer edinen duygu ve düşünceleri dile getirmektedir.
Şairin içten gelen duygularını kalemle dörtlüklere yansıtması da takdire şayan bir duruştur. Senin için yazarım şiirleri, girişinde Kürd tarihinin derinliklerinden gelen bir geleneğe parmak basması ki bu geleneğin hala da hafızalarda silinmeyip yer edinmesi de önemle üzerinde durulması gereken bir hatırlatmadır.
Siyamend ve Xecê, Kürd destanına atıfta bulunması ki Kürdlerin kahramanlık destanlarını yaşayıp sonunun ise hüzünle bitmesi ve bunların da nesilden nesile aktarılması da, Kürd toplum dinamiğinin temel unsurudur. Bir toplum ancak özgür olduğunda dağlarda gezer, kalpler mutmain olmadığında şüpheyle tedbir alınır. Şüphelerin giderilmesi ancak özgürlüğe giden yolda mümkündür.
Mem, Zin’e kavuşmadığında karanlık zindanlarda ölüme gün saymaktır, eziyet çekmektir. Başkaları tarafından korkuya maruz bırakılıp psikolojik savaşla esir alınmaktır. Mem kişiliğinde Kürdistan’ın Zin’le bütünleşmesidir. Bedensel yekvücut ruhun netewesidir. O ruh tüm çekilen acılara sızıntılara rağmen zaferle bir araya gelmektir. Xoserî’ye (bağımsızlık) selam durmaktır. Fitne ateşini körükleyenlere settir, Bekolara dur demektir.
Bu bağlamda Mem ile Zin kitabının yazarı Ehmedê Xanî’nin kaygıları geçen zamana rağmen hala da yekitiye/birliğe giden yolda maalesef henüz başarı sağlanamamıştır. Eğer Kürdler birlik olmasa lime lime olma kaderine boyun eğmekten kendilerini kurtaramazlar demişti ve hala da geçerli bu durum.
Valêrî yukarıdaki şiirinde bendin sonunda artık sabrım kalmadı, ifadesiyle noktayı koymaktadır. Kadim bir kültüre sahip olan bir halk hala da ulus olamamış bir kaderi yaşamak zorunda bırakılmış, bir bedenin dört parçaya bölünmesi ve bir araya gelmemesi için iç ve dış müdahalelerin neşter masasında lime lime edilmesi ve sabrın dahi bir sınırının olması insanın kendi zihninde ve yüreğinin derinliklerinde bu travmayla yaşaması gerçekten elem verici bir azaptır. Her şeye rağmen ümitvar olmak lazım ki gün gelecek neteweye giden yolda yewbîyayîş (birliktelik) kaçınılmazdır.
Şair, “Hertim Ez a” (Her Daim Benim) adlı şiirinde ise kendi beni üzerinden gerçekliği şöyle yorumlamaktadır:
“Ez çila û adir a tim û tim veşena xo de
(Işık ve ateşim her dem yanarım kendi özümde)
Hem feqîr a, hem maldar a, bazîrganê xo ya
(Hem fakirim hem zengin, kendimin tüccarıyım)
Ge ez cennet, ge ez cehennem a.
(Bazen cennet, bazen de cehennemim)
Hertim ciwan a ez, qet pîr nêbena!
(Her daim gencim, asla yaşlanmam/ihtiyarlamam) (s. 45)
Işık, güneştir, aydınlıktır, bakıştır, görmektir, göstermektir, faydalanmaktır.
Ateş ruhtur, direniştir, meşaledir, aydınlatmadır, yakıcılığından istifade etmektir. Güneşin ışığı olmasaydı dünya karanlıkta kalırdı. O zaman yaşam hiç olmazdı. Işık ve ateş iki kavram Kürd hafızasının derinliklerinde kendini var eden toplumun ziyalaşmasına Kürd takviminin başlangıcına, dünyanın yaratılışına çetin ve zorlu bir dönemden felaha ermeye Kawaca direniş gösterip Dehhaklara karşı duruş sergilemenin ve özgürlüğe giden yolun meşalesidir.
Işık olmasaydı toprak çorak olurdu. Ateş olmasaydı insan bir hiç olurdu. Korkularının esiri olurdu. Zaten varolmanın başlangıcı ateşle olmadı mı? Prometeus neden bu kadar acı çekmeyi göze aldı ki?
“Adir” (ateş), “Adar” (mart) ve “çila” (ışık) birleşik üçlü bir formül. Beden, ruh ve kalp, düşünce üretkenliği birin, birbirini tamamlaması değil midir aynı zamanda. (Kelimelerin gücü cümlenin manasında gizlidir.)
İnsanın Kalbi yaşlanmaz beden ne kadar fiziksel yaşlılık belirtisi gösterse de, fizik ne kadar güç ve takatten düşse de kalbin gençleşmesi, üretkenliği, duygusu hiç bir zaman yaşlanmaz.
Valêrî, şiir yolculuğunda bu kez; “Roj Şi Awan”da (Gün Batttı) doğa üzerinden gerçekliği dile getirmektedir:
“Ewro zî roj şi awan
(Bugünde güneş battı)
Ezman bi tarî
(Gökyüzü karardı)
Tîje helîya hedî-hêdî
(Gün yüzü eridi yavaş yavaş)
Serê koyan de
(Dağbaşlarında)
Û aşme û estarey veşay
(Ay ve yıldızlar parıldadı)
Qubeyê ezmanî de”
(Gök kubbede). (s.57)
Dağ olmasaydı Kürdler var olabilir miydi? Günümüze kendilerini taşıyabilirler miydi? Tij (güneş) Kürdistan’ın sembolüdür. Astare (yıldız) Kürd halkının ruhunun cevheridir. Dağlar, zor anların en yiğit dostudur. Sözü gene “Xo Zanayîş” (Kendini Bilmek) ile şaire bırakılım:
“Merdimo maqul, xo zano
(Makul insan kendini bilir)
Cahil suhbet nêzano
(Cahil sohbet nedir bilmez)
Hertim xo alim zaneno
(Kendini hep bilgin görür)
Aye ra qalanê tewşan vano”
(Ondan dolayı çiğ/kem sözler söyler) (s. 63)
Dileriz ki şairin kitabına ad olan “Dejê Nimiteyî”, gizli acılar derman bulur da, toplumca huzur dolu günlere yürürüz inşallah…
Şaire yaptığı değerli çalışmasından ve Kürd edebiyatına sunduğu katkıdan dolayı şükranlarımı arz ederim.