Ulus İnşa Sürecinde Dilin Rolü (*)
Ulusun inşasında dilin ve edebiyatın büyük rolü vardır. Edebiyat dille yapılır. Kürd edebiyatı dediğimiz zaman Kürd diliyle yapılan edebiyat akla gelir. Türk edebiyatı ise Türk diliyle yapılan edebiyattır.
Kürdistan’ı, Kürd insanlarını, Kürd toplumunu, örneğin Türkçe ile anlatmak, kanımca Kürd edebiyatına girmez. Bu ürünler, ancak, Türk edebiyatı çerçevesinde değerlendirilir. Kürdistan’ı, Kürd insanlarını, Kürd toplumunu, İngilizce veya başka dillerde de anlatabilirsiniz. Bunlar da Kürd edebiyatına dâhil edilemez. Kürd edebiyatı, ancak Kürd dili ile yapılabilir. Söz oyunları, sözcüklerin estetize edilmesi ancak dil ile, burada Kürd dili ile gerçekleşir. Örneğin, Kürdçe anlatılan bir fıkra, Türkçe ifade edildiği zaman aynı tadı vermemektedir. Çünkü söz oyunları ancak, Kürdçe anlatımda yer almaktadır. Türkçe çevirisiyle, anlamda, epeyce kayıp yaşanmaktadır. Sözcüklerin estetize olması, ancak dil ile, burada Kürd dili ile mümkün olmaktadır.
Ama, bir Fransızın, bir Rus’un, romanları, nasıl Kürdçe’ye çevriliyorsa, Türkçe yazan Kürdlerin kitapları da Kürdçe’ye çevrilebilir. Bunları çeviri kategorisinde değerlendirmek gerekir. Ulus inşa sürecinde, tercüme faaliyetlerinin de rolü büyüktür. Kürdçe yazılan eserlerin Türkçe’ye tercüme edilecekleri de açıktır.
Kürdleri, Kürdistan’ı, Kürd toplumunu, Türk diliyle anlatan, yazan, şairlerin, romancıların, yazarların durumunun irdelenmesi bu bakımdan önemlidir. Bu yazarların, romancıların, şairlerin ürünleri, ancak Türk edebiyatı içinde yer alır. Bu ürünlerin, Türk edebiyatı içinde değerlendirilip değerlendirilmeyeceği, örneğin bir antolojiye alınıp alınmayacakları, “Türk romanı antolojisi”, Türk şiiri antolojisi” gibi antolojilere alınıp alınmayacakları edebi olmaktan çok politik bir konudur. Kürd özgürlük mücadelesine yoğun destek veren, Kürdleri, Kürdistan’ı, gerillayı, Kürd toplumunu anlatan, ama bunları Türk diliyle gerçekleştiren bir Kürd yazara, bugünkü siyasal ortamda, “Türk romanı antolojisi” “Türk şiiri antolojisi” “Türk hikâye antolojisi” gibi antolojilerde, seçkilerde yer verilmeyebilir. Bu, edebi olmaktan çok politik bir tutumdur. Kürd yazarın bu tutumu Türk editör tarafından, Türk yayıncı tarafından hoş karşılanmayabilir. Bu Türk editörün, Türk yayıncının Kürd karşıtlığıyla ilgilidir. Ama, daha ileriki bir aşamada, Kürd/Kürdistan sorunları çözüm yoluna girince, gerginlikler yumuşayınca, Türk editörün, Türk yayıncının bu tutumunda olumlu değişiklikler olabilir.
Kürdleri, Kürdistan’ı, gerillayı, Kürd toplumunu İngilizce, Fransızca, Türkçe anlatan İngiliz’in, Fransız’ın, Türk’ün tutumuyla, Kürd yazarın tutumunun bir farklılık içerdiği söylenebilir. Ama bu fark en başta dilde olmalıdır. İngiliz’in İngilizce, Fransız’ın Fransızca, Türk’ün Türkçe anlatması doğaldır. Kürd yazarın Kürdçe değil Türkçe yazmasında ciddi bir sorun vardır. Asimilasyon sürecine elbette karşı olmak gerekir. Asimilasyona karşı olmanın en güçlü yolu ise, kararlı bir şekilde Kürdçe’yi kullanmaktır. Burada, ticari kaygılarla değil ulusal kaygılarla hareket etmek önemli olmalıdır. Kürdçeyi doğru konuşmak, doğru yazmak şüphesiz çok önemlidir.
Bugün, Brezilya hariç bütün Latin Amerika ülkelerinde, İspanyolca konuşulmaktadır, yazılmaktadır. Brezilya’da Portekizce kullanılmaktadır. Ama bunlara rağmen Meksika edebiyatından, Venezuela edebiyatından, Arjantin edebiyatından vs. söz edilmektedir. İspanyol edebiyatından değil, Meksika, Şili, Arjantin, Kolombiya edebiyatından söz edilmektedir. Ama Kürdlerin Türkçeyi kullanmalarıyla, Latin Amerikalıların İspanyolcayı, Portekizceyi kullanmaları arasında çok büyük fark vardır. Düşünelim ki, 18. Yüzyıl sonunda, 19. Yüzyılın ilk çeyreğinde, Latin Amerika’da, İspanyollara karşı ulusal kurtuluş mücadelesi yapanlar yine İspanyollardı. 16. Yüzyılın sonlarından itibaren, yani Amerika’nın keşfinden itibaren Latin Amerika’ya göç etmiş, İspanyollar ve Portekizlilerdi. Onlar orada, giderek çoğalmışlar, İspanya’ya, Portekiz’e karşı bağımsız devlet kurma gereğini hissetmişler, bu yolda mücadeleye başlamışlar. Simon Bolivar’ın (1783-1830), Jose Marti’nin (1853-1895) mücadelesini bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Örneğin Simon Bolivar döneminde, Venezuela, Ekvator, Kolombiya, Panama, Peru, Bolivya bir bütündü. Giderek bu ülkeler ayrı ayrı devletler olarak örgütlendiler. Örneğin Güney Afrika’da da, İngiliz yönetimine karşı, Güney Afrika’ya, İngilizlerden daha önce yerleşen Hollandalılar, Afrikanerler karşı çıkmıştı.
Burada, İspanyolca, Portekizce kullanılmasına rağmen, İspanyol veya Portekiz edebiyatından değil, Venezuela edebiyatından, Meksika, Kolombiya edebiyatından Arjantin edebiyatından vs. söz edilmektedir. Venezuela’ya, Meksika’ya, Arjantin’e Brezilya’ya ait renkler, formlar, İspanyolcayla, ifade edilmektedir. Bu, Kürdlerin Türkçe konuşmalarında, yazmalarından çok farklı bir durumdur.
İspanyolların, Portekizlilerin, oraya göçlerinden itibaren yerlileri kılıçtan geçirmeleri, Astek, İnka, Maya medeniyetlerinin yıkmaları, zenginlikler yağma etmeleri Avrupa’ya taşımaları ayrı bir konudur. Bugün Latin Amerika’da, İspanyolcanın, Portekizcenin resmi dil olması yanında, yerli diller de filizlenmeye başlamıştır.
Edebiyat, duyguların, düşüncelerin, hayalleri anlatımıyla oluşur. Dilin estetize edilerek kullanılması vazgeçilmez bir durumdur. Ulus inşa sürecinde, bu dille yazılan şiirlerin, masalların, şarkıların, fıkraların, bilmecelerin, atasözlerinin, mitolojik eserlerin, destanların… kaydedilmeleri çok önemlidir. Bunlar, ulus inşa sürecini, hızlandıran, yaygınlaştıran, derinleştiren bir etki yaratmaktadır.
Anadil Bilinci
Devletin, Kürdler konusundaki temel politikası asimilasyondur. Kürdlerin Türklüğe asimilasyonu. Devlet bu konuda, maddi-manevi her türlü önlemi almış yürürlüğe koymuştur. Zora dayalı, rızaya dayalı politikalar da uygulanmaktadır. Bu politikanın yer yer başarıya ulaştığı da açıktır.
Buna rağmen farklı bir sürecin yaşandığına da işaret etmek gerekir. Asimile olan, Kürdçe bilmeyen kişilerin de, Kürdlerden, Kürdistan’dan, Kürd/Kürdistan sorunundan söz etmesi dikkate değer bir konudur. Bu, asimilasyonun dört başı mamur bir şekilde yaşama geçirilemediğini göstermektedir. Bu da şüphesiz önemlidir ama en kalıcı olanı, Kürdçe’ye sahip çıkmak, bunu, konuşmada ve yazıda fonksiyonel bir hale getirmektir. Bu çerçevede, dilin işlevini kavramak dil bilincine ulaşmak önemlidir.
Devletin bu konuda yürüttüğü temel politika Kürdlerin çok aleyhine bir durum yaratmıştır. Kürdlerin çok aleyhine olmasına rağmen bazı ilişkiler, kavramlar, Kürdler tarafından içselleştirilmiştir. Bu içselleştirme, asimilasyonun yoğunluğuyla, yaygınlığıyla ilgilidir. “Türkü” sözcüğü bu durumun çok çarpıcı bir göstergesidir. Örneğin, Kürdler, sık sık “türkü” sözcüğünü kullanmaktadır. Kürdler, “Düzenlenen gecenin bir aşamasında Kürdçe türküler söylendi”,”programda Kürdçe Türküler de var” vs. gibi cümleler kurabilmektedir. Bu sözcüğe romanlarda, hikâyelerde, şiirlerde de sık sık rastlanmaktadır. “Kürdçe türkü” deyimini, asimilasyona karşı olan, hatta asimilasyona karşı mücadele eden Kürdler de kullanabilmektedir.
Halbuki, “türkü” Türk’e ait demektir. Türk diliyle yazılmış bir şiir melodi ile ifade edildiği zaman “türkü” olur. Bu bakımdan “Kürdçe türkü” deyimi elbette yanlıştır. Bunun gibi, “Ermeni türküsü”, “Arap türküsü”,”İngiliz türküsü” ifadeleri yanlıştır. Bu ifadeler kulakları tırmalamıyor mu? Ama bu Kürdlerde en azından bazı Kürdlerde, bu durum içselleştirilmiştir. Çok doğal karşılanmaktadır. Bu asimilasyonun yoğunluğuyla, derinliğiyle, yaygınlığıyla, ilgilidir.
“Türkü” yerine şarkı sözcüğünü kullanmak daha yerindedir. “Kürd halk şarkıları”, “Ermeni halk şarkıları” vs. Veya doğrudan doğruya, stran, dilok, kılam, lorik, lawik… gibi sözcükleri Türkçeye tercüme etmeden kullanmak daha doğrudur.
“Türkü” sözcüğü konusunda şu şekilde yanlış bir anlayış da var. “Halk türkü söyler, burjuvazi şarkı söyler” Bu, Türk solundan gelen bir anlayış… Türk solunun çok etkisinde
kalan Kürdler de bu bakımdan, “türkü” sözcüğünü kullanıyor. Türkler için doğru bir kullanma olabilir. Kürdler için öyle değil…
____________________________
(*) 16 Mart 1988 Halepçe’de Kürd soykırımı.
Bu soykırımda yaşamını yitiren herkesi hüzünlerle anıyorum. Halepçe denildiği zaman, genel-geçer bir söylem var. Soykırımda beş binden fazla Kürd’ün yaşamın yitirdiği söylenir. Hejare Şamil’in “Dünya Kürd’e bir Devlet Borçludur” (www.kurdistan-post.eu 16 Mart 2014) yazısında verdiği rakamlar çok daha gerçekçidir. Yaralananların akıbetini irdelemek de elbette önemlidir.