Zalime Abad Vaktidir
Gülüstan Epözdemir’e
Bir yürek ıstırabının intizarıdır…
Hiç acının bir volkan gibi ciğerlerinizden burnunuza hücum ettiği oldu mu? Ve düğümlenirken keder boğazınıza, yüreğiniz darağacına çekildi mi en solunuzda? Sonra mı? Sonrası malum, bir sis bulutu çöker gözlerinize ve genzinize bir mahremiyetin tevekkül sabrı çöker. Ama olmasın istedim, utandım bu sübyan fikirlerden ve sıyrılmak için çok mücadele ettim, ısırdım dudaklarımı acı ile. Aziz hatırasına saygısızlık etme, sakla çeşm-i giryanı sık dişini aşağı kadar dedim!
Bu gün koca bir çınarın yüzyıllık ıstırabını ezberden saydım gün vakti. Bu gün eli nasırlı kadim tarihin kalbine dokundum hoyratça… Halkına mert oğullar kızlar vermiş abidenin gözlerinde gezindim usulca… Bir hançer misali saplandı yüreğime narin sözleri ve ok gibi deldi sinemi ipek elleri…
Acılar bağdaş kurarken ciğerinde ve otağında konaklarken özlem o halkının iniltili ritmini sayıkladı hasta yatağında yine… Aşk ile acı ile özlem ile vurdu mızrabını kalbinin en biz yerine, usulca yokladı yüreğini, evvel ahir bir haykırış oldu. Kim bilir ne acılara gark olmuştu, kaç zemheri yaşamış, kaç haşere kemirmişti köklerini. Kim bilir kaç hoyrat el kırmıştı dallarını, yolmuştu yapraklarını. Ama olsun o meyvesini vermişti ve dipdiri ümidi ile yakmıştı buz kesmiş meydanların ateşini… Yeni tohumlar ekmişti bozkırın en sarp düzüne! Yaralıydı yüreği, kim bilir belki ağır acılı; ama bakışları ve sözleri günün, dünün, yarının kadim güfteleriydi.
Ne son neferi olacaktı bu kadim kervanın ne de ilkiydi… Çok ulu çınar görmüştüm. Sarp dağlarda yetişen çok dağ gülü öpmüştüm ama her geçen gün biraz daha keskindi dirilten nefesleri ve her kokladığımda buğulanıyordu duygularım yeniden. Bir sitem bir haykırıştı sonsuz boşlukta dolanan sözleri;
“Min go nexweşxana Diyarbekirê kurmanc e lêbelê çi feyde!” (Diyarbekir Hastanesi Kurmanccadır sandım ama ne fayda!)
Bir yabancı figürandı kendi öz yurdunda. Kıyımlar talanlar görmüştü belki, kim bilir kaç çileyi reva görmüştü felek ama hiçbirinde bu kadar ayrı düşmemişti öz sevdasından. Acıyla utançla ayrıldım huzurdan ve bir türkü dolandı dilime;
“Açma yaram derin derin / Dermanını bilen gelsin
Başka tabipler istemem / Beni derde salan gelsin”
Bir çağrıydı, buruk yüreğin bir serzenişiydi ve fırsattı bu. Talanların yıkımların acıların ve ödettirilen bedellerin borcunu ödeme gönüydü bu. Günah çıkarma demiydi, zalimin mazlum eliyle abad vaktiydi. Sürgünlere, zindan günlerine ve ölümlere bir vesika-i af idi bu çağrı… Ve basit mi basit tek şart vardı “ kurmancî**” olsun yeterdi. Zevata, mahlûkata ve kainata açık bir mektup net bir çağrıydı bu. Gelen ister katil, ister cani, ister haydut olsun; yeter ki söylediği “kurmancî” olsundu. Varsın hayatını karartmış, umutlarına kastı olmuş olsundu; kucaklaşmak için, unutmak için yeter yek şart konuştuğu cümleler yıllardır yasak koyduğu “kurmancî” (Kürtçenin bir lehçesi) olsundu. Ne diyeceği çok da mühim değildi; diyeceği ister özür, ister küfür olsundu ama yeter ki gönlünün tınısını inleten “kurmancî” olsundu. Dem-i zulmetin kahramanı kendi açtığı yarayı görsün yeterdi. Varsın gözleri buğulanmasın en solu yine de soğuk dursundu ama yeter ki bir türkü tadında yasak dili hayat bulsundu. Ve devam eder şarkı en nirengi yeriyle…
“Ömür bir nefes arası / Size de gelir sırası
Bu yara gönül yarası / Beni derde sanal gelsin”
Mazi en kuytu köşede firardı şimdi. Yıllanmış efsunlu merhemler gibi kesif tadıyla eşikte dururken umut, gitmek-kalmak arası mahrem devranı canlandırır burukluk. Nerde yoluna başımızı koyduğumuz sevdamız? Nerde uğruna adaklar verdiğimiz kavgamız? Nerde kavganın kutsal neferleri? Ne zaman başladı göçleri ne ara terk-i diyar ettiler daha sürgünler bile dönmemişken yuvaya. Hani mart yağmurlarının altında halaya duran yağız canlarımız, alaca alınlı turnalarla semaha duran ak neneler nerde. Hani kutsal türkülerimizin tek söylemi, hasret şiirlerimizin tek kalemi nerde. Yar dediğimiz, uğruna serden geçtiğimiz efsunlu hayat iksirimiz ne ara kaydı ellerimizden. Cîgerxwîn’in nazlı yâri nereye göç etti…
“Ji bona her kesek yarek heye ê me welat yar e”
Cîgerxwîn
(Her kesin var bir yari, benimkisi ülkemdir yar)
Her türlü acı zulmetinin tavında dövülen yaşlı yüreği için en zoru bu ayrık otu gibi duran yitirmişlikti belki. Kim bilir yaşlı vücudunun acısı değil, belki hiç tek dilden çağlayışını göremeyeceği bu “dörtlüktü” çınarın asıl sızısının kaynağı…
“Ey welat ez canfedayê, deşt û zozanê te me
Canfedayê av û dehl û bax û bîstanê te me
Sûnd û peyman bî, li ser min , dê te parêz kim welat
Xwîna narincî birêjim, merdê pêcanê te me”
Seydayê Tîrej
(Ey vatan, ovana, yaylana fedaiyim ben
Su, orman, bağ ve bostanına fedaiyim ben
Yeminler olsun ki koruyacağım seni ülkem
Kızıl kan dökerim, senin yiğidinim ben)
Amed, 11.04.201