Zazalar Uyanırsa
Zazalar uyanırsa ne olur? Bu ironik soruya cevap vermek için bir anektodumu aktarmak istiyorum:
Onyıllar önce, Sağmalcılar Cezaevinde, siyasi tutuklu Ferdane Yurtsever’i ziyaret için İstanbul’daydım. Bir dostumla yürüyor ve Zazaca sohbet ediyorduk.
Aniden önümüze çıkan orta boylu, güler yüzlü biri, Kırmanckî (Zazaca): “Bira bira sima kamjî dewera yê?” (Kardeş kardeş, siz hangi köydensiniz?) demişti. Estetize edilmiş bir sohbetten sonra, arkadaşımızla yalnız kalmış ve dakikalarca gülmüştük.
Zazalar’ın dünyasıydı köyler. Öyle söylenmişti. Öyle kanıksandı.
1966’da Çewlîg’in “Dîk” köyünün karşısındaki “Îbrahîman” (Gözeler)’de ilkokula başlamıştım. Dîk köyünde Sünni Zazalar, Îbrahîman’da Alevi Zazalar yaşıyordu.
Îbrahîman’daki Zazalar için Dîk’tekiler, göz kırpmadan adam öldüren, vahşi adamlardı.
Ama yiğit oldukları, tabiatın hışmına karşı direndikleri, eskilerde Şeyh Said ayaklanmasında, dağa taşa ve Türk askerine karşı kahramanlık sergiledikleri de söylenirdi.
Aradan yıllar geçti.
Dendi ki, Zazaca yazılanların çoğunu “Alevi kökenli” Zazalar yazmış.
Yazılı Kirmanckî’yi uzun yıllardır takip ediyorum. “Vate Çalışma Grubu”nun 90’lı yılların ortalarından itibaren devam eden dil çalışmaları sonucu bir de “Türkçe-Kirmancca, Kirmancca-Türkçe Sözlük” yayımlandı. Sonrasında dergiler gazeteler ve kitaplar çıktı…
Zazaca yeniden dirildi. Moda dil haline geldi. Zazaca şarkılar vurgulu, ritmik; Zazaca yazılar hala keder ve elem dolu. Zazaca’ya Kürtçe’nin İngilizcesi dediğimde, Kirmanckî bilenlerin tebessümüyle karşılaştım.
Ve önemlisi kendilerine asıl “Zaza” denenler, yani “Dîk” köyü tipolojisine akraba olanlar uyandı… Halkın uyanışından sonra, entelektüel bir uyanış başladı, devam ediyor.
Ve yine aradan yıllar geçti. Dedesi Şeyh Saîd isyanında idam edilen, yıllar önce vefat eden babası Hasan’ın inat dolu ve suskun Kürtlüğünde yatan travmanın gölgesinde büyüyen bir adam, Kürdistan’da kasırgalaşan devlet terörünün nirengide olduğu 90’lı yılların ortasında gelip Almanya’ya yerleşti.
Beş çocuk babası. Büyük bir ihtimalle çocukları da, dedelerinde “giz” duran travmanın kanatlarında büyüdüler.
O’nun suskun, hayata küs, içi hırs dolu babası çok konuşmamıştı.
Disiplinliydi ve muhtemelen Türk devletinin hangi hilelere muktedir olduğunu da biliyordu. Sustu…
Oğlu babasının yüreğinin derinliğinde duran tufanı saklayamadı; önce Newepel gazetesinde Kirmancca yazmaya başladı. Sonraları, Şewçila dergisinde yazmaya devam etti.
Konuşan annesiydi.
Masallar anlattı. Belki bir şiir gibi, ya da ağıt yakarak masallarını oğlu İsmet Bor’a aktardı. Baba’nın konuşmadıklarını Annesi’nin sesinden hafızalara kaydetti. Ve sonuçta “Roşna Yayınevi”nden ilk kitabı “Vistonikê Dadîye mi” (Annemin Masalları) çıktı. 352 sayfalık, 60 masallık bu kitap daha geniş bir yazının konusu.
Şewçila’daki öyküsü “Fotoğraf” Dersim katliamının travmasından kurtulamayan “Apo: Bu zulüm, bu katliam bizi kör etti, ‘korku ölümün kardeşidir’ diyorlar. Korkudan ne yapacağımızı şaşırdık. Belki soyumuzu kurtarırız diye düşündük. Ama soyumuzun kökünü getirdiğimizi bilemedik…” diyor. Bu itirafın açtığı derin yaranın ve “Fotoğraf”ın sonunu: “Çocuklarımız bizim acımızı görmesinler...” ile bitiriyor.
Böylece o kahraman dedenin geride bıraktığı mirasla büyüyen İsmet, Desim’e sığınıyor. Dersim’de bulduğu resim karelerini, acıları yalın, acı yüklü ifadelerle dile getiriyor…
Sonra, Biyoloji Mühendisliğini okuyan Burçîn’in “Hêvîya Macire” (Göçmen Umut) kitabını buluyorum. 13 hikayeden oluşuyor. Kitaptaki sekizinci hikaye “Vileyê Xerîban Çewt o” (Yabancıların Boynu Büküktür)’ü okuyor ve kitabın yazarı Çewlîg doğumlu 24 yaşındaki Burçîn Bor’un dik duruşuna gıpta ediyorum. Kitap, son ilacını da harcayarak, biçare kalan birinin, kuru bir dut tanesini ağzına atmasıyla yeşeren “umut” üzerinde yükseliyor. Kitabın sonunda, Burçîn’in büyük dedesinin inadı var: “..siz yıkın ben yeniden yaparım, siz ne kadar yıkıp yakarsanız, ben sonra daha iyisini yaparım…”
Burçîn konuşturuyor: “Eke ino ziwanê ma bimuso, ma rê bes o.” (Eğer bu dilimizi öğrenirse, bu bize yeter).
Burçîn yüksek bir dil performansı sergiliyor. Yalın ve insancıl; o da dedesi ve ninesinin babasında biriken acılarını hikaye karelerine sıkıştırmış. “Tersê Bacaran” (Kent Korkusu) bunun ilginç bir örneği.
İsmet’i okuyunca, Zazalar uyanırsa ne olur sorusuna hala cevap arıyordum, kareyi Burçîn doldurduktan sonra, Kürdistan, dünya kurtulur mu kurtulmaz mı sorusuna cevap aramayı bir yana bıraktım; okurken kendimi kurtulmuş hissettim.
_______________
Kaynak: http://www.yeniozgurpolitika.org
\"Hwıyayiş\" perfektuw; lakin bı şiveyan gorı téki can\'ıd \"w\" zıkır nikeniy vaniy \"Huyayiş\" teki candı zi \"H\" zıkır nikeniy vaniy \"Wıyayiş\" ... \"Hıwiyayiş\" zi, ez ha newı tı ra eşnawena...
Lakin çı benuw wa bıbuw \"Hıwiyayiş\" versiyonék uw rék xerepnayıwu.
Mı zi va qé tı maanıyi omedi (Umut) ra herındé \"Hivi\" ra voniy \"Hévi\"