zazaki.net
23 Teşrîne 2024 Şeme
Girdîya Karakteran : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
20 Gulane 2019 Dişeme 19:37

Arnavutluk’un İskender Bey’i, Bitlis’in Şerif Bey’i

Baran Zeydanlıoğlu

Arnavutluk’un başkenti Tiran’ı ziyaretimde, havanın yağmurlu olmasını fırsat bilerek Milli Kütüphane olan Biblioteka Kombëtare binasını ziyaret ettim. Hem arşivlerini incelemek hem de ilginç bir kaynağa denk gelir miyim diye bir kaç saat bakındım raflara. Ağırlıklı olarak da Bitlis’e dair bir şey bulur muyum? diye, Arnavutluk’un Osmanlı idaresi dönemlerine göz gezdirdim. Ne de olsa her Arnavut(luk) adını duyunca aklıma Bitlis ve Şerif Bey gelir. Evet, haliyle “Arnavutluk nere, Bitlis nere?” diye düşünüyorsunuz şimdi.

Kütüphane, Tiran’ın Sheshi Skënderbeu diye adlandırılan bir meydanında yer almakta. Meydanın çevresinde Molla Bey tarafından 1791 tarihinde temeli atılmış ve 1793 tarihinde oğlu Ethem Bey tarafından tamamlanmış bir cami, hemen onun bitişiğinde eski bir kiliseden kalma saat kulesi, müzeler ve at üstünde elinde kılıcı ile tasvir edilen Skänderbeg’in kocaman heykeli bulunmakta.

Peki meydana ismini veren ve kocaman bir heykele de sahip olan bu Skënderbeu veya Scanderbek diye adlandırılan kişi kimdir?

Asıl adı Gjergj Kastrioti olan Arnavutların bu ulusal kahramanı, 6 Mayıs 1405 tarihinde Kruja şehrinde doğmuş, 17 Mayıs 1468 tarihinde de Lezha şehrinde vefat etmiştir. Asilzade bir sülaleden olan Gjergj, Arnavut kral Gjon Kastrioti’nin dokuz çocuğundan biridir. Osmanlı’nın hakimiyeti altına aldığı Balkanlar’ın diğer yerlerinde yaptığı gibi, burada da uyguladığı devşirme sistemiyle Gjergj’i babasından rehin alarak 1423 tarihinde Edirne’deki saraya yeniçeri olması için getirtirler. Müslümanlığa da geçirtilen Gjergj, Sultan II. Murad tarafından İskender adını alarak asker olarak yetiştirilir. Osmanlı Ordusu için bir çok görevde üstün başarılar elde eden İskender, artık itibarlı ve güvenilir bir komutan ve idareci haline gelmiştir. Önce sipahilik mevkisine ulaşan İskender, daha sonra doğduğu bölge olan Kruja’ya subaşı ünvanı ve Yuvanoğlu İskender Bey adı ile atanır. Emrinde 5000 süvarisi vardır ve Osmanlı için Hristiyan ordularına karşı görev almaya devam ederek sonrasında Debre Sancağı Beyi ünvanı ile anılır. Bu bölgede Osmanlı’nın da aynı zamanda valisi konumundadır.

1443’teki Hristiyan güçlerine karşı olan Niş Muharebesi sırasında, İskender Bey 300 adamı ile birlikte Osmanlı Ordusu’nu bırakıp, halıhazırda Osmanlı’ya karşı olan Arnavut asilzade ailelerine bağlı ordularla birleşir ve kendisi de zaten köken olarak bu mıntıkadan olduğu için onların başına geçer. Bu yeni askeri gücün sancağını da kırmızı taban üzerine çiftbaşlı karakartal olarak belirler. Bu sancak daha sonra Arnavutluk Cumhuriyeti Devleti’nin ulusal bayrağı olacaktır.

Niş Muharebesi’ni büyük bir mağlubiyetle kaybeden Osmanlı, 1444–1468 arası defalarca İtalyan (Vatikan) destekli İskender Bey ve güçleri ile karşı karşıya gelir. Her ne kadar bir kaç anlaşma ve müzakerede bulunulsa da, her seferinde (yedi defa) hakimiyet kuramadan yenilerek geri çekilmek zorunda kalır Osmanlı. İskender Bey 62 yaşında 17 Ocak 1468 tarihinde hayata veda eder.

Osmanlı’nın Arnavutluk’a olan taarruzları ve ele geçirme politikaları, İskender Bey’in ölümünden sonra da oğlu ve sonrasında torunu liderliğindeki ordulara karşı devam eder. Osmanlı’nın Gedik Ahmed Paşa ve II. Mehmed liderliğindeki ordularının galibiyetleri ile İskender Bey’in ailesinin hakimiyetindeki bölgeler de dahil, zamanla tüm Arnavutluk Osmanlı’nın egemenliği altına girer. İskender Bey’in oğlu, torunu ve ailesine bağlı akrabaları da İtalya’ya sığınarak oraya yerleşirler.

Balkanlar’daki egemenliğini daha da yayan Osmanlı, Arnavutluk da dahil, Rum, Romen, Slav, Bulgar ve Makedonlar’dan oluşan Hristiyan erkek çocuklarını, Enderun’a rehin aldırtıp devşirip, yetiştirip, eğiterek kendi savunma ve idari sistemine entegre etmeyi, 1900’lerin başına kadar sürdürür. Bunlardan çok sayıda ünlü vezir, beylerbeyi, paşa, vali, asker, komutan ve memur, Osmanlı dönemi boyunca yüksek mevkilerde bulunmuşlar ve sonrasında torunları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bünyesinde görev almışlardır. Görevleri ve sorumlu oldukları bölgeler doğrultusunda bir çoğunun yolu ve kaderi Bitlis’e de uğramıştır. Mesela Sadrazam I. Ahmed’in damadı Nasuh Paşa (ö.1614) her ne kadar ‘Gümülcineli’ deseler de, Arnavut asıllıdır. Hristiyan Arnavut olup devşirme olarak İstanbul’a getirilerek Zülüflü Baltacılar ocağında eğitim almıştır. Nasuh Paşa Diyarbekir valisi iken, Bitlis’in ünlü Kürd hükümdarı ve Şerefname’nin de yazarı olan Şerefxanê Bedlîsî’nin kızı ile evlenmiştir (bazı tarihçiler bunun Cizre Beyi Şeref olduğunu ileri sürerler).

Bitlisli Kürd diplomat ve yazar İdrisi Bitlisi aracılığıyla Kürd Beylikleri’nin Safavilere karşı Osmanlı Devleti’ni desteklemeleri ve ardından Osmanlı’nın da bu sayede Çaldıran’da zafer kazanması sonucu, Arnavut asıllı paşa ve valiler ile Bitlis’in irtibatı başlamıştır. Zira Bitlis Kürd Beyliği döneminin en güçlü hükümetlerinden biridir ve Osmanlı’nın İran, Kafkaslar ve Irak seferleri güzergahlarında Bitlis Kürd Beyliği desteği kaçınılmazdır. 1660’larda Bitlis’e uğramış Fransız tüccar Tavernier ve yazar bu konuda şöyle yazar: “Bitlis beyi ülkenin en güçlüsüdür. Diğer beyler ya Osmanlı Padişahı’na ya da İran Şahı’na bağlı olup biat ederken, Bitlis Beyi kimseye biat etmemekte. Her iki devlet de bu Bitlis Beyi ile iyi geçinmek zorundalar. Sultan’ın (Osmanlı) ve Şah’ın (İran) sınırları boyunca topraklara sahip olan ve buradaki dağlarda güvende olan Kürdistan Beyleri, bir tür özel derebeyleri gibiler. Bunlar ne Sultan’dan ne de Şah’tan korkarlar.”

1500’lerden sonraki dönemlerde Osmanlı ile Bitlis hükümdarları arasındaki görüşmeleri gerçekleştiren vezir, vali ve paşaların arasında bir çok Arnavut kökenli yetkili yer almıştır.

1830’lardaki Kürd Bedirhanlar ve Müküslü Han Mahmud’ların Osmanlı’ya karşı direnişleri sırasında da Erzurum, Van ve Diyarbekir valileri Arnavut ve Makedon asıllı idiler. İstanbul’daki Babıâli’nin Bitlis, Van, Diyarbekir’deki Kürdleri bastırmak için gönderdiği askerlerin arasında, sırf Arnavutlar’dan oluşan özel birliklerin de olduğu arşivlerde belirtilir. Aynı şekilde Arnavutluk da dahil Balkanlar’daki isyanları bastırmak için de Osmanlı Kürdler’den oluşan özel süvari birliklerini o bölgelerde kullanmıştır. Mesela, bir Arnavut yerleşim yeri olan Kuzey Makedonya’nın Tetovo bölgesinde Kurdi köyü vardır ve oraya süvari/asker olarak gönderilmiş Kürdlerin mezarları ve halen orada yaşamakta olan torunları bulunmaktadır. Sultan Abdülhamid’in özel korumaları da Arnavut ve Kürdler’den seçilmiş muhafız ve süvarilerden oluşurdu ve bu birlikler Yıldız Sarayı’nı birlikte korurlardı.

1830’lardaki Bedirhanlar ile birlikte aynı dönemde ve aynı durumda olan Bitlis Beyi Şerif Bey de Osmanlı padişahı II. Mahmud’un beyliklere karşı tutumundan ve onun Bitlis Beyliği de dahil tüm Kürd Beylikleri’ni ortadan kaldırma politikalarından rahatsızdı.

26 Temmuz 1836’da Bitlis’ten geçen İngiliz Yarbay Shiel, Şerif Bey hakkında şunları yazmıştır: “Bizi Bitlis Beyi’nin evine yerleştirdiler. Şehrin bir kısmını gören bir tepenin üstünde, büyük avlulu, taştan yapılmış, dikdörtgen şeklinde kocaman bir binaydı bu ev. Bir Kürd olan ‘vali’ Şerif Bey yerinde değildi. Reşit Paşa’ya (Diyarbekir) gittiğinden eşi iki küçük oğullarını bana ‘hoş geldin’ demek için göndermişti ki, oğulları büyük nezaket ve saygı içerisinde bu görevlerini yerine getirdiler.

Ertesi gün Bitlis’ten ayrılırken Şerif Bey ile şehir dışında karşılaştık. Şerif Bey yirmi beş yaşlarında cesur bir Kürd idi ve esas dikkat çekici şey ise giyimiydi. Kısa sarı çizmeler, olağanüstü genişlikteki pantolonlar, değişik renklerden oluşan üstüste giyilmiş üç ayrı ipek ceketler ki bir tanesinin kolları iki metre civarındaydı, ipek bel kuşağı ve her renkten oluşan ipekten kocaman bir sarık. Ayrıca bu kıyafetleri ek olarak bir beyaz Arap pelerini, kemerinde bir hançer, uzun tabancalar ve bir kılıç ile tamamlıyordu.”

29 Haziran 1838 tarihinde Bitlis’e uğrayan Amerikalı rahip Southgate ise, Şerif Bey’i ve onun Sultan II. Mahmud ile ilgili düşüncelerini şu satırlarla aktarır: “Şehrin hükümdarı olan Bitlis Beyi ile görüşmek istediğimi dile getirdim. Bana Bey’in önümüzdeki hanın odalarından birinde şu an oturduğunu söylediler. Hemen Bey’in huzuruna çıktım. Ben kendisine çok yüksek, önemli bilgi ve onay dahilinde bu geziyi yapmakta olduğumu açıklayarak, John’dan Şerif Bey’e göstermesi için üzerinde Sultan’ın onayı olan imzalı belgeyi uzatmasını istedim. Belgeyi Bey’in yardımcısı aldı, okudu ve aynı anda da Bey’e uzatarak tek bir kelime olarak ‘Mahmud’ dedi. Normalde saygıdan da olsa Bey’in o belgeyi alıp okuması gerekirken, Bey büyük bir hışım ve hiddet ile belgeyi almayarak elinin tersi ile itti.

Bitlis hükümdarı olan Bey bir Kürd ve kardeşi de Muş Paşası, ki bu iki şehir birbirilerine bağlılar. Bey’in beni karşılama ve ağırlama tarzı, kendisinin ne kadar hür bir ruha sahip, bağımsız bir hükümdar olduğunun göstergesiydi. Bu ruh onun birisi tarafından atanmış bir validen ziyade, kendi toplumunu yönetme hakkına sahip bir lider, bir başkan havasını yansıtmakta. Aynı ruh ve atmosfer Bitlis şehrinin ahalisinde de mevcut. Sultan hakkında pek kendilerine bir bilgi ulaşmadığı gibi, ahali de zaten kendi dağlarının arasındaki şehirlerinde ve kendi Bey’leri tarafından bir ülkeymiş gibi yönetilip yaşamaktalar. Bu his aslında Doğu’nun tümünde vuku bulan bir olgu ve bunu burada hep hissediyorsunuz.”

Şerif Bey’i sarayında ziyaret etmiş başka bir yazar da 1838 yazı Bitlis’e uğrayan İngiltere’nin Erzurum konsolosu olan James Brant’dır. Barndt da bu güçlü ve asil Kürd hükümdarından övgü ile bahs eder ve ziyaret ettiği sarayının iki sene önce, yani 1836 yılında inşa edildiğini aktarır.

Rojkanlı Şerif Bey, 1849’a kadar Bitlis Kürd Beyliği’ni yönetmiş ve günümüzde ‘Şeri Bey Tepesi’ diye adlandırılan ancak gerçek ismi Şerif Bey Tepesi olan yerdeki sarayında da ikamet etmiştir. Şerif Bey’in kardeşleri Emin Paşa, Murad ve Hurşid beylerdir. Emin Paşa ve Murad Bey aynı zaman diliminde Muş ve Hınıs beyleridirler. Babaları Muş Beyi Selim Paşa idi ki, Erzurum Valisi tarafından boynu vurulmuştur. Büyük dedesi Alaaddin bey, Osmanlı ile şimdiki Muş sınırları içinde bulunan Mercimekkale’de karşı karşıya da gelmiştir tarihte.

Yüzyıldan beri yarı otonom durumundaki Kürd beyliklerine pek de sıcak bakmayan II. Mahmud, beylikleri tasfiye edip Kürd beylerin yerine İstanbul’dan vali veya paşaları tayin etmiştir. 1840’da Botan (Cizre) Kürd Beyi Bedirhan Bey liderliğinde Osmanlı’ya karşı başlayan, Kürd beyliklerinin tam bağımsızlık harekatına Bitlis Beyi Şerif Bey de destek çıktığından, 1840’ların sonunda tüm Kürd beyliklerinin fesh edilmesi, beylerin öldürülmesi veya aileleri ile birlikte sürgüne gönderilmelerinden Şerif Bey de nasibini almıştır. 1849 senesinde Şerif Bey’in başında bulunduğu Bitlis Kürd Beyliği de, Diyarbekir’deki Arnavut asıllı Reşid Paşa tarafından bir aldatma sonucu el konularak sona erdirilmiş ve Şerif Bey ailesi ile birlikte İstanbul’a sürgüne yollanmıştır. Geride kalan sarayı Bitlis’e atanan Arnavut bir vali tarafından yıktırılmıştır. 1850’lerden sonra artık Bitlis sancağı İstanbul’dan atanan valiler tarafından yönetilmeye başlanmıştır ve atanan valilerin büyük bir çoğunluğu da Arnavut asıllı valilerden oluşmuştur. Şerif Bey 1870’lerde sürgünde bulunduğu İstanbul’da hayata gözlerini yummuştur.

Babıali’nin 1850’den sonra Bitlis’e atadığı vali ve paşalardan Mecid Bey, Tahir Bey, Mustafa Abdülhalik Renda, ve hatta Cumhuriyet ilanı sonrası Bitlis’e atanan mezalimliği ve despotluğu ile ünlü General Kazım Dirik dahi Arnavut/Makedon asıllıdır. Birinci Mekteb adındaki ilkokula daha sonra onun adı verilmiştir ve günümüzde (2019) halen o okulun ismi Kazımpaşa İlkokulu”dur.

Başkent Tiran’daki meydana, sokaklara, enstitülere ve nice diğer kurum ve oluşumlara adı verilen ve heykelleri dikilerek hakkında yüzlerce kitap yazılmış bir İskender Bey karşılıyor ziyaretçileri. Büyük bir saygı, sevgi ve gurur ile sahiplendikleri bu ulusal kahramanları, Arnavutluk Merkez Bankası tarafından basılan paraların üzerinde dahi yer almaktadır.

Şerif Bey mi?

Ne mezarının nerede olduğu bilinmekte, ne de bir Bitlisli merak edip araştırmış kendisini.

Aksine yerle bir edilmiş sarayının harabeleri üzerine kurulmuş bir çayocağı bahçesi olan ‘Seyir Tepesi’nden her gün biraz daha tarihi yapısı yok olan antik ve kadim şehir Bitlis’i izleyebilirsiniz. Tepenin asıl adı olan Şerif Bey’i dahi doğru kullanmayan ve tarihçesini bilmeyen, daha doğrusu tarihini umursamayan bir Bitlis söz konusu günümüzde.

Ne Şerefname’nin yazarı ünlü Şerefxanê Bedlîsî’ye ait, ne ünlü diplomat ve yazar İdrisi Bedlîsî’ye ne de diğer bir Bitlisli olan dünyaca ünlü şair ve yazar Wiliam Saroyan’a ait bir anıt, heykel veya tanıtıcı somut bir şey bulunmamaktadır Bitlis’te. Oysaki nice yiğit, kahraman lider ve siyasetci, örnek alim, din adamı, şair, yazar ve gıpta ile söz edilen diğer şahsiyetler yetiştirmiştir Bitlis aslında.

Sheshi Skënderbeu meydanındaki o devasa İskender Bey heykeline bakarken, günümüz Bitlis’inin halini ve egemenlikleri boyunca kendi paralarını dahi basabilen Kürd Şerif Beyleri düşündüm. Bin senelik egemenliklerine son verilmesini, yerine Arnavut bir valinin atanmasını ve o ihtişamlı sarayının yerle bir edilmesini düşündüm.

Şerif Bey’e ait olan ve yegane bir çizim olan bu 1843 tarihli gravürü de ilk kez bu vesileyle paylaşıyorum.

__________

Kaynaklar:

Albanian identities: myth and history. Ed. by Stephanie Schwandner-Sievers and Bernd J. Fischer

Narratives of Horatio Southgate, 1838

Notes on a Journey by J. Shiel, 1836

Le Six Voyages de J B Tavernier en Turquie en Perse et aix Indes

İslam Ansiklopedisi

Kürtler ve Rumeli/Balkanlar, Müfid Yüksel

Notes of a Journey through a part of Kurdistan, in the Summer of 1938, James Brant

________

Kaynak: bitlisname.com

Na xebere 3328 rey wanîyaya
No nuşte hema şîrove nêbîyo.