KÜRDİSTAN MEZARLARININ SIRRI
İnglizceden Çeviren: Goran Candan
Kaynak: The Magazine EVERYBODYS, 1952
Sabah postasıyla, tanıdık olmayan bir el yazısıyla adresi yazılmış tuhaf bir paket geldi. Kağıdı açarken merakım da arttı. Bağdat Büyükelçiliği'nden yazılmış kısa bir notta, postanın taahhütlü gönderiye İngiltere’deki evime iletildiği yazıyordu.
İç ambalajı oluşturan yumuşak deriyi açtığımda, ince işlenmiş bir av bıçağı gördüm. Bir an bıçağın altın işlemeli kakma sapına, ince, kavisli bıçak kısmına öyle bakakaldım; ve sonra, bu şahane Kürd işçiliği örneğine ilk defa bakmadığımı hatırladım.
Aklım, Persia gölleri ve dağları ile Irak'ın tozlu ovaları arasında kalan o vahşi sınır ülkesine geri döndü; ve özellikle, Qasrik Geçidi'nden Rewanduz'a doğru gerilen o yola..
* * *
Tebriz'den Bağdat'a olan son yolculuğumda, araba camından, farların ve karların aydınlattığı göz kamaştırıcı bir parıltı ile göllerin etrafında nasıl dönen o yolları gördüm.
1939 sonbaharıydı. Savaşın patlak vermesi üzerine Tebriz'de kurduğum tahıl işini kapatma kararı beni zorladı ve endişelerimin yoğunlaşmasından dolayı güneye dönüşümü, belki gereğinden fazla bir süre için erteledim.
Kar Yağmaya Başladı
Yazdığım gün, Kafkasya'dan gelen büyük bir kar bulutu kümesinin kuzey ufuk siluetinin tamamını kapladığını görmek için uyanacaktım. Geçitler karla tıkanmadan önce, rahat bir şekilde geçebilmek için hemen Tebriz'den ayrılmam gerektiğini biliyordum ve bunun için eşyalarımı topladım, uzun bir yolculuk için arabamı hazırladım ve öğleye doğru yoldaydım.
Ancak acele ettiğimden dolayı, yapmayı amaçladığım yolculuk hakkında Konsolosluğa özel bir bildirimde bulunmayı ihmal ettim. Bu ihmal nedeniyle, bu süreçte başıma gelebilecek durumlar hakkında artık herhangi bir açıklama yapamazdım. İlk başta iyi ilerleme kaydettim ama gece olmadan Qasrik Geçidi'ne varamadım. Irak sınırına varmıştım ki ciddi bir şekilde kar yağmaya başladı. Çok önceden çabuk ilerlemenin çok tehlikeli olduğuna karar verdim ve yol inşaatçılarının rotayı çevreleyen yamaçta yaptıkları gece konaklamak için taşlardan ördükleri korunaklı bir yer buldum. Uzandım ve gün ışığını beklemek için orada bekledim.
Eşek Kervanı
Sabahın erken saatlerinde olmalıydı ki alışılmadık bir ses beni ürküttü. İlk başta rüya gördüğümü düşündüm ama sonra neyin beni uyandırdığını gördüm. Arabanın park edildiği yerden yaklaşık 50 metre ileride, yolda karın içine saplanmış bir hayvanın karanlık siluetini hafifçe görebiliyordum.
İzlerken, bir eşek olarak siluetini tanıdığım bir hayvan, yamaçtan aşağıya doğru kayarak, ilk yük hayvanını bu şekilde geçerek yolu geçti ve pistin ötesindeki yamaçta kayboldu. Bundan sonra diğer birkaç hayvan da aynı yoldan geçti. Eşek karavanları bu dağlık bölgelerde normal bir ulaşım aracı oluşturuyordu ve bu düşmüş yük hayvanının acılar içinde olduğu görünüyordu.
Arabanın kapısını açtım ve yol boyunca yürümeye başladım. Ama şimdi gördüğüm bu kervan, on veya bir düzineden oluşan sıradan bir eşek karavanı değildi, çünkü görebildiğim kadarıyla, sağdan dağa doğru ve soldan aşağıya doğru uzanan vadiye doğru oldukça uzun bir sıra teşkil ediyordu.
Hemen o an düşmüş hayvana ulaştım ve sırtındaki ağırlığı azaltmak için yavaşça yükünü indirmeye çalıştım ama ağır yükü bir türlü kaldıramadığımı hayretle gördüm. Şimdi iki elimi de kullanarak tekrar kaldırmaya çalıştım ve eyer yük hayvanının arkasına geçti, tuhaf ama karakteristik bir tıkırtı ile diğerinin yanına düştü.
Bir an için bu beni şaşırtmıştı, çünkü o ses tanıdık bir tıkırtı sesiydi. Sonra karın ışıltısının yardımıyla, üstünü örten kumaşı bir noktada delerek kesilmiş bir delikten kara bir kutunun köşesiydi gördüğüm ve bu dolu bir cephanelik, mühimmat kutusuydu.
Zar zor düzelmiştim ki kervanın arkasındaki yamaçtan aşağıya doğru dörtnala gelen bir süvari gördüm. Başındaki kovuktan ve bol pantolonundan onun Kürd olduğunu tahmin ettim, hazır tüfekle doğruldum. Kürd süvari tüfeğini tam bana karşı doğrultulmuş bir vaziyette, eşeğin yüküne dokunmak için yapabileceğim herhangi bir hareketi önler gibi karşıma dikildi.
''Sen kimsin ve burada ne işin var?'' diye kırık bir Farsça ile benden cevap istedi. Kendisine Farsça, yoldaki bu belirli noktaya sığınmama neden olan olayları anlattım.
''Fars değil misin?'' diye sordu.
"Hayır, ben İngiliz'im."
Sanki hafif bir rahatlama gibi bir duruma girdiğini duymuş gibi oldum. Sonra bana kendi dilimde hitap edip beni şaşırttı.
"Adını öğrenebilir miyim?"
Ona adımı söyledim.
"İngiliz olduğuna sevindim yoksa seni öldürürdüm. Makinana geri dön lütfen. Bu rastlantıyı unutursanız sizin için çok daha daha iyi olacaktır" diyerek topuklarını küçük atın karnına vurdu ve beni geri adım atmaya zorladı. Arabaya doğru ve yoldan aşağı doğru tıpış tıpış yürümeye başlamaktan başka seçenek yoktu.
Sabaha varmadan önce ağır bir uykuya dalmış olmalıyım, çünkü uyandığımda zaten gün doğmuştu. Gecenin tuhaf macerası inanılmaz şahane bir hikaye oldu ve eşeğin düştüğü noktayı geçerken, rüzgarın ve belki de hafif bir kar örtüsünün yoldaki izleri tam silmiş olduğunu fark ettim.
Yolun yarısıydı ve sınırdaki sıkıcı formaliteler tamamlandıktan sonra Rewanduz yolundaki ıssız kayalıklardan oluşan vadiden geçiyordum. Bir çok virajdan birini geçerken, aniden yolun ortasında dev bir kaya parçası gördüm. Zeminin 50 metre aşağısındaki nehre dik inen diğer uçurum tarafından kayanın etrafını dolaşarak geçiş yapmam için de hiçbir olanak yoktu. Freni sonuna kadar zorlayarak tamponun çarpma şokunu aldığı için ancak durabildim.
Arabamdan Sürüklenerek Çıkarıldım
Hızlı bir şekilde arabanın kapıları açıldı ve omuzlarımdan tutulup arabadan dışarı sürüklendim. Gözlerimin üstüne bir bez örtüldü ve kollarım yanlarda tutularak bir ip vücuduma sarıldı. Mücadele edemedim, her iki taraftan sıkıca tutuluyordum. Dik bir yoldan ve kaba yolda ilerlemek için itildim. Uzun ve sonsuz görünen bir dağ yolunda devam ettik. Sık sık tökezledim ve kollarım bağlıyken nefes darlığına sebebiyet verdiğinden tırmanmaya dayanabileceğimden çok daha fazla çabalıyordum. Sonra bir yerde durduk. Kollarımı bağlayan kordon çözüldü, kumaş parçası gözümün üstünden çıkarıldı.
Dağın kenarındaki vadiden iki yada üç yüz metre yukarıda dar bir yerde olduğumuzu görebiliyordum. Yol görüş alanı dışındaydı. Etrafımdaki on beş kadar Kürdle çevriliydim, tüfeklerle silahlanmış bu adamlara bakıyordum. Bunlardan biri beni atlarından birisini almaya çağırdı.
At sırtında çok bitkin bir haldeydim. Buzlu bir rüzgar tepelerden aşağıya doğru esiyordu ve o kadar soğuktu ki ellerimdeki tüm hislerimi kaybettim. Atların toynaklarının değmesiyle, taşların üzerindeki donmuş karların verdiği yumuşak çıtırtı sesi beni şaşırtıyordu. Hedefimize ulaştığımızda neredeyse gece yarısı olmuştu.
Kendimi üç tarafı kerpiç duvarla çevrili dar bir avluda ayakta buldum. Arkamda dördüncü ve açık tarafta, dik bir şekilde yükselen bir dağ görünüyordu.
Dostça Bir Tebessüm
Beni yakalayanlar attan inmemde bana yardımcı oldular ve dar bir ahşap merdivenle üst odaya çıkmamı sağladılar. Kapıyı kapatıp beni orada bıraktılar.
İyi aydınlatılmış ve her tarafı halı kaplı olan bir odaydı. Sıcak bir soba ve duvarlar boyunca bazı alçak divanlardan başka mobilya yoktu. Belli ki bir dağ şeyhinin eviydi ve bunun artık bir alçak kaçırma olayı olduğuna dair inancım giderek güçlendi. Üzerine oturduğum mindere daha fazla çöküp öylece kaldım.
Odanın diğer ucundaki kapı hemen açıldı ve muhteşem görünümlü bir adam içeri girdi. Günlük Kürd kıyafeti giymişti ama üzerindeki elbiselerin her ayrıntısında bir özen ve incelik olduğundan, bir köy liderinden fazla bir prens görünümündeydi. Kemerindeki bıçağın sapı kakma altındandı, parmağında da büyük bir mühürlü yüzüğün olduğunu fark ettim. Bana yaklaşmadan önce durdu ve kolunu göğsüne doğru tutup baştan aşağı tam bir dakika boyunca bana baktı. Öfkemin gözlerimden okunduğundan kuşku duymuyordum. Gülümserken, alayla değil, gerçek bir samimiyetle gülümsediğini gördüm. Nihayet bana doğru geldi ve elini uzatıp hiçbir aksan izi olmayan bir İngilizce ile şöyle dedi:
“Karşılaşmış olabileceğiniz kaba bir muameleden dolayı özür dilemeliyim. Sizi misafirim olarak kabul etmeme izin verin.''
Şaşkınlık içinde öfkemi unuttum ve elini tuttum.
"İzninizle oturalım" dedi "ve bu mesele üzerine biraz konuşalım. Sınır ile Rewanduz arasındaki yolda gördüğünüz şey yüzünden buradasınız. Bir İngilizden başka biri olsaydınız, oğlum -dün gece karşılaştığın genç- seni dağın tepesinde öldürürdü. Ama bu konuda benim düşüncemi almak için bana geldi." diye devam etti konuşmasını.
Basit ama zevkli döşenmiş Şarkî bir odada, bu derin kültürlü şahsın sözlerini dinlediğimde, rüya görüp görmediğimi merak etmeye başladım.
''Sana hayatını garanti etmek istiyorum'' diye devam etti. "Ama karşılığında senden bir sır saklama yemini etmeni talep edeceğim. Öncelikle, dün gece yolda karşılaştığınız kervan hakkında ne düşündüğünüzü bilmek isterim.''
Tuhaf Bir Hikaye
Beni kaçırmanın bir işe yaramayacağını belirterek ''Siz ve oğlunuzun silah kaçakçılığı yaptığınızı sanıyorum ve yük hayvanların sırtında gördüğüm o çantalarda silah ve cephane olduğuna inanıyorum" dedim.
''Doğru söylediğin için memnunum'' dedi. "Oğlum akıllıca davrandı. Daha sonra size, meseleyi tam anlamanızı, kimseye bundan bahsetmemeniz konusunda söz vermeyi ve bu sözü tutmayı kolaylaştıracak bir hikaye anlatacağım. Bu arada, yemek yemeli ve dinlenmelisiniz.''
Artık geçen geceyi hatırlamamaya çalışacağım. Hala başıma gelen bu tuhaf olayları düşünmekten kendimi alıkoyamadan, bana getirilen Kürd yemeğini yedim ve sonra uyumak için divanlardan birine yattım.
Ertesi sabah kahvaltıdan kısa bir süre sonra ev sahibim odaya girdi ve rahatım ile ilgili birkaç kibar soruşturmadan sonra konuşmaya başladı.
Hem doğma ve hem de büyüme bana İngiliz olduğunu söyledi. Onun ismi mi? Hayır, bunu bana söylemezdi. Savaştan sonra, 1919'da, Kafkasya'da ve Gürcistan'da kuzeydeki Kırmızı ve Beyaz Ruslar arasında ciddi bir mücadele olduğunu söylemek yeterliydi. Kendisini, müdahale etmesi için gönderilen bir İngiliz kuvvetine komuta eden genç bir subay olarak bulmuştu ve o yılın sonbaharında, Kürdistan’a geçişlerle alakalı bir anlaşmazlık yüzünden askerlerden oluşan küçük bir grubu yönetmek görevi verildi.
O zamanlar kara yolları yoktu ve yanlış haritalar nedeniyle birlik rotayı şaşırdı, aşiret topraklarına girdi ve tuzağa düşürüldü. Hepsi ölüme terk edildi; aslında çok ağır bir şekilde yaralandı, birkaç saat boyunca düştüğü yerde kaldı.
Allah'ın Lütfu
Şüphesiz orada o da ölmüş olacaktı, Kürd atlılardan biri onu hayatta buldu ve şeyhlerine götürdü. Fakat çok ciddi yaralanmıştı. Sağlığına ve eski gücüne kavuşmak için tam bir yıl geçti.
O yıl boyunca misafirliğim devam etti. İngiltere'deki evimde hiç tatmadığım mutluluğu ve huzuru buldum. Şeyh yaşlı bir adamdı. Oğlu yoktu ve bana Allah'tan gelen bir lütuf olarak baktı. Onun ve ailesi tarafından tarif etmenin imkansız olduğu bir itina ve şefkatle karşılandım.
O yıldan sonra bile geri dönebileceğimi düşünüyordum ama bir şey oldu. Yaşlı Şeyh’in kızına aşık oldum ve ertesi ilkbaharda burada evlendim, tüm geri dönüş düşüncelerinden vazgeçtim. Bir erkek çocuğumuz doğdu. Yaşlı adama evlatlık oldum.
Ve şimdi'' diye devam etti, ''Benimle dışarı çıkmanızı istiyorum ve size hikayemin sonunu anlatacağım.''
Birlikte köyün altındaki yamaç boyunca yürüdük, rüzgarlı ve donlardan korunaklı dağlık alanda kat kat uzanan ormanlık ağaçlık bir alana geldik.
Eski meşelerin yosun kaplı gövdeleri arasında, altın renkli çiğdem otları arasında köyün geçmiş eski nesilleri bulunuyordu. Bazı mezarlar daha yeni idi, bazıları eski, bazıları ise beş asır ya da daha fazla bir süredir onları koruyan etraflarındaki meşe ağaçlarından daha eski olan kaba bir mezar taşı ile işaretlenmişti.
Çiğdemlerin en yoğunlaştığı noktaya işaret eden arkadaşım şöyle dedi: "Eşim burada gömülü. Onun halkına hükmeden uluslardan birinin askerleri tarafından öldürüldüğünde daha 19 yaşında bile değildi. Kısa bir süre sonra babası öldü ve ölüm döşeğinde beni halkına tavsiye etti.
On milyon Kürd vardır ve oldukça mükemmel insanlardır, ancak birliktelikleri yoktur ve bu nedenle uluslar arası ilişkilerde dikkate alınmıyorlar. Kürdlerin ülke toprakları Akdeniz'den itibaren dağ silsilesi boyunca ta Basra Körfezi'ne kadar, Arap çöllerinden ta Karadeniz kıyılarına kadar uzanıyor. Ama kendilerini boyunduruk altında tutan dört hakim devletin baskısı altında kurtulmaları gerekirken, dört ayrı azınlık gruba dönüştürülmüşlerdir.
Kürdler idealleri için savaşacak. Savaşabilmek için de silahları olmalıdır. Kürd kabilelerin tüfekleri eski, cephaneleri zayıf ve modern silahlarla donatılmaları gerekiyor. Geçen gece oğlum tarafından öldürülmüş olabileceğin gibi, senin gibi, ne yaptığımızın sırrına vakıf olan yabancı biri hemen öldürülür.
Sırrımız saklıdır ve şimdi hazırlıklıyız. Kürdistan'ın bütün ıssız mezarlıkları, enine ve boyuna silah ve mühimmatla doludur ve vefat etmiş Kürdlerin mezarlarından fışkıran hayat yaşayan Kürdlerin umudunu ve gücünü artıracaktır.
Ve şimdi'' dedi, ''Sizden, hayatınızın dayandığı gizlilik yemini etmenizi istemek zorundayım."
Yemin Ediyorum
Yemin etmeden önce şu soruyu sordum. ''Hangi nedenden dolayı benim vereceğim söze güveneceğinizi söyler misiniz? Bana bu kadar çok şey anlatmak ve ihanete uğrama riskini göze almaya neden gerek duydunuz?''
''Oğluma adınızı vermiştiniz, bu ad biliniyor'' diye cevapladı. ''Ayrıca yazar olarak ününüzü de duymuşum. Özgürlük gününe kadar, sizden, dünya kamuoyunu Kürdlerin lehine etkilemek için bu imkanlarınızı kullanmanızı rica ediyorum. Seni buraya getirmemin sebebi budur, istemeyerek yaptığın keşfi lehimize çevirmeye çalışıyorum."
''Özgürlük gününe kadar yemin ederim'' diye söz verdim.
O gece oğluyla birlikte geri döndüm. Patikamız engebeli vadilerin arasına girip çıkıyordu. Sabahın erken saatlerinde arabamın bulunduğu yola ulaştık. Dağların arasındaki köyün nerede bulunduğu hakkında çok az fikrim vardı. Sürüp giderken, Kürd şeyh ile olan tuhaf karşılaşmamın gerçek dışı bir rüya olduğunu düşünüyordum.
* * *
Bıçağın etrafındaki deri kıvrımları arasında, bana o gün postayla ulaşmış olan bir kağıt parçası vardı. Geçmişle meşgulken, daha önce fark etmemiştim. Şimdi elime aldım ve eğimli kısa çizgileri gözle tarayarak okudum:
''Babam öldürüldü'' ibaresini okudum. ''Ölmeden önce benden verdiğin sözü hatırlaman için bıçağını sana göndermemi istedi. Yakında mezarlar boşalacak ve çiğdemler özgürce çiçek açacak.''
Hatırlatmaya ihtiyacım yoktu. Sınır köyündeki maceramdan beri Kürdlerin davasını duyurmaları için pek çok dergiden ricada bulunmuştum, ancak geç kalmışlardı. Belki de yeminimi tutmayı sürdürme umudundan daha fazla. Şimdi dünyanın o uzaktaki yerinden bir mesaj geldi. Kürdler hiçbir şekilde kalbini kaybetmemişti.
Bu yiğit ve cesur insanlar öyle görünüyor ki, kendilerini baskı altında tutanların boyunduruklarından çıkıp, kendi romantik ülkelerinin hükümranı olacaklardır. Bunu anlatmak için hemen kalemimi alıp yazmaya başladım.
Kürd süvari tüfeğini tam bana karşı doğrultulmuş bir vaziyette, eşeğin yüküne dokunmak için yapabileceğim herhangi bir hareketi önler gibi karşıma dikildi.