zazaki.net
22 Teşrîne 2024 Îne
Girdîya Karakteran : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
13 Hezîrane 2012 Çarşeme 22:23

“Ateşin ve Güneşin Çocukları”*

İsmail Beşikçi

Rıdvan Kızgın’ın Anısına**

Adnan Yücel’in bu uzun şiiri baştanbaşa sitemdir. Yer yer de gerillaya övgüler dile getirilmiştir. (Adnan Yücel, Ateşin ve Güneşin Çocukları, Yurt Kitap-Yayın, 4. basım, Ocak 2000)

“Şiirin bir yerinde Adnan Yücel şöyle söylüyor:

İste dünya, -işte sen- işte toprak

Dört ayrı ülkenin rüzgârlı dallarında

Savrulup duruyorsun yaprak yaprak” (s.100)

Uluslararası Nizam ve Kürdler

Kürdler Ortadoğu’nun otokton halklarından biridir. Ortadoğu’da, tarih öncesi dönemlerden beri Kürdler hakkında bilgiler vardır. Antik dönemde, yani M.Ö. 3000-400 yılları arasında Kürdler hakkındaki bilgiler biraz daha açıklık kazanmaktadır.

Kürdler tarihte, Van Gölü çevresinde, Van Gölü-Urmiye Gölü arasında, Kuzey Mezopotamya’da, Zağroslarda yaşamışlardır. Kürdler, bugün de buralarda yaşamaktadır ve bu topraklar Kürdistan olarak bilinir. Kürdler, bu toprakların bazı yörelerinde, Ermenilerle, Asuri-Süryanilerle, Yahudilerle, Araplarla, Farslarla onbirinci yüzyıldan sonra da Türklerle birlikte yaşamışlardır.

Tarihten önceki çağlarda ve antik çağlarda, bu topraklarda, Hurriler, Gutiler, Mitanniler, Kassitler, Subariler, Medler… yaşamışlardır. Bu halkların bugünkü Kürdlerle ne kadar ilişkili olduğu tarihsel, arkeolojik ve antropolojik incelemelerle ortaya konulmalıdır.

Herodot Tarihi’nde geçen Medler, Kürdlerin atalarıdır. Astyages Med Kralıdır. (MÖ 585-550). Herodotos, Herodot Tarihi, (Türkçesi, Müntekim Ökmen, Yunanca aslıyla karşılaştıran ve sunan, Azra Erhat, Remzi Kitabevi Aralık 1973, Birinci Kitap)

Ksenefon’in Anabasis’inde yani Onbinlerin Dönüşü’nde (MÖ 400) sözünü ettiği Karduklar, Strabon’un tarihinde, (MÖ 220) Polybius’un eserinde (MÖ 220), geçen Crytiiler Kürdlerdir.

Bugün, Kürdlerin, Kürd toplumunun çok önemli bazı özellikleri vardır. Bunları şu şekilde belirtmek mümkündür. Bir kere, Kürdler, bugün, dünyada, devleti olmayan halklar arasında, en büyük nüfusa sahiptir. Kürdler Ortadoğu’nun ortasında bir konuma sahiptir. 40 milyondan fazla nüfusu vardır. Kürdistan coğrafya olarak, 500 bin kilometrre karenin üzerinde toprağa sahiptir. Fakat Kürdler ve Kürdistan, uluslararası ilişkilerde herhangi bir siyasal statüye sahip değildir.

Kürd tarihinin, toplumunun önemli bir özelliği de Kürd denince, hemen, “Kürdlerin kökeni nedir?” incelemelerine girişilmiş olmasıdır. Dünyada hiçbir halkın kökeni, Kürdlerinki kadar didiklenmemiş, kurcalanmamıştır. Bu incelemelerin neden yapıldığı, neden gündemde tutulduğu ise açıktır. Daha düne kadar, Türkiye’de bu incelemeler, “Türk’den ayrı Kürd diye bir halk yoktur, dünyada Kürtçe diye bir dil yoktur, Kürd denenler, Türk kökenlidir, Kürdçe denen dil, Türk dilinin ilkel bir ağzıdır…” demek için yapılıyordu. Bu şüphesiz, Kürdoloji değil, anti-Kürdolojidir.

Bu anlayış bugün de devam etmektedir. Artık, “Kürdler Türktür, Kürdçe Türkçedir” denemiyor ama Kürdlerin önemli bir bölümü olan Zazaların Kürd olmadığı, Zazaca’nın Kürdçe olmadığı söyleniyor. Zazaki’nin bir Kürd dili olduğu, Zazaların Kırmancki konuşan Kürdler olduğu biliniyor.

Buna benzer bir anlayış, Ermenistan’da da var. Ermenistan’da da, Ezidilerin Kürd olmadığı söyleniyor. Hâlbuki Ezidiler, Hristiyan olmamış, daha sonra Müslümanlığı da kabul etmemiş esas Kürdlerdir.

Kürd tarihinin üçüncü bir özelliği de Kürdlerin ve Kürdistan’ın bölünmesinin parçalanmasının, ufalanmasının tarihi olmasıdır. Bugün Kürdler, Ortadoğu’nun ortasında, 40 milyonun üzerinde bir nüfusa sahiptir. Ama Kürdler ve Kürdistan, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Merkezi bir otoritenin kurulamamış olması, Ortadoğu’da, Kürd tarihinin, Kürd toplumunun çok önemli bir özelliğidir.

Kamuran Melekendi ve Asos Zağrosi gibi yazarlar, www.newroz.com da yazdıkları yazılarda, Yunan tarihçisi Plutarch’ın (MS 46-120) bir eserinden söz etmektedirler. Aso Zağrosi, Roma Gezisi ve Spartaküs’ün Medliği Üzerine (2) başlıklı yazısında (newroz.com 22 Nisan 2011) bu düşüncelerini dile getirmektedir. Hasan Yıldırım, aynı sitede yayımlanan yazısında, Kamuran Melekendi’ye dayanarak aynı düşünceleri gün yüzüne çıkarmaktadır. (21 Haziran 2006)

Yazarlara göre Plutarch, Paralel Yaşamlar isimli eserinde, Spartaküs’ün, (MÖ 109-71) Med prensi olduğunu yazmaktadır. Ama Plutarch’ın bu eserini eski Yunanca’dan, İngilizce’ye, Almanca’ya, Fransızca’ya çevirenler, Spartaküs için, “Trakya’dan gelen bir momad”, “Trakya barbarlarından”, “nimudelerden gelen” diyerek Spartaküs’ün Medliğini, Kürdlüğünü gizlemişlerdir. Bir çeviride neden böyle tahrifat yapıldığı, üzerinde dikkatle durulması gereken bir olaydır. Bu, Batı Akademyası’nın eleştirisinde önemli bir ipucu olmalıdır. Yazarlara göre Plutarch, eserinde Kardoxi kralının, Roma krallarıyla ilişkilerinden de söz ediyor. Spartaküs Hareketini yenilgiye uğratan Crassus’un, Kuzey Kürdistan’da Partlarla yapılan bir savaşta öldürüldüğünü de söylüyor.

Plutark, Paralel Hayatlar’da, Lucullus’un hayatını ele aldığı bölümde, Kürdlerden, Kürdistan’dan ve Spartaküs’den söz etmektedir. (Hakimoğlu Süleymen Özcan, Kürt Tarihi, Aşiretler ve İsyanları, Kasım 2011, s. 58-59)

Kürdistan’da Müslümanlığın Yayılması

Kürdler, yedinci yüzyılda Müslümanlığı kabul ettiler. O yıllarda Kürdler, Bizans, İran ve Arap dünyası arasında özerk aşiretler olarak yaşıyorlardı. Müslümanlık Kürdlere kılıç zoruyla kabul ettirildi. Adnan Yücel,

“Dinler parçalamış seni ey yasaklar ülkesi

Mezhepler yağmalamış” (s. 41)

diyerek, dinin, Müslümanlığın Kürdler üzerindeki etkilerini dile getirmektedir

Onbirinci yüzyılda, Orta Asya’dan, Horasan’a, İran’a, Kürdistan’a, Anadolu’ya Oğuz boylarının akınları oldu. Bu dönemde, Bağdad merkezli İslam Halifeliği yani Abbasi İmparatorluğu da zayıflamış, Kürdler, Mervani, Hasanveyhi, Eyyubi, Erdelan gibi hükümetler kurmuşlardı. Bölgeye Moğol istilası ise onüçüncü yüzyılda gerçekleşti.

Kürd Sorunu Nedir?

Kürd sorunu aslında Kürdistan sorunudur. Kürdistan sorunu, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdistan’ın ve Kürdlerin, bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması ve Kürdlerin bağımsız devlet kurma haklarının gasbedilmesidir.

Kürdlerin ve Kürdistan’ın tarihi, bu bölünme, parçalanma ve paylaşılma bize şunu gösteriyor. Bir halk, tarihin belirli bir döneminde bölünmeye, paylaşılmaya uğradığı zaman, bu, ilerleyen zaman içinde, kendini üreten, çoğaltan bir durum da yaratmaktadır.

Kürdlerin ve Kürdistan coğrafyasının ilk bölünmesi, 16. yüzyılın ortalarında olmuştur. 16. yüzyılın ilk çeyreğinde, Osmanlı İmparatorluğu ve İran İmparatorluğu arasında gerçekleşen, Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim ve İran Şahı Şah İsmail’in de katıldığı 1514 Çaldıran Savaşı döneminde ilk bölünme yaşama geçmiştir. Bu fiili bir bölünme ve paylaşılmadır. Onyedinci yüzyılın ortalarında da, 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşması’yla resmileşmiştir.

1812-1813 Rus-İran savaşları sonunda imzalanan Gülistan anlaşmasıyla Kürdlerin yaşadığı önemli bir bölge Çarlık Rusyası’nın egemenliği altına girmiştir. 1826-1828 Rus–İran savaşları sonunda imzalanan Türkmençay anlaşmasıyla, İran’ın denetimindeki Kürdistan’ın kuzey kesimleri tamamen Rus egemenliği altına girmiştir.

1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde gerçekleşen bölünme, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki Kürdler ve Kürdistan üzerinde olmuştur. Kürdlerin ve Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması, Kürdlerde, bir insanın iskeletinin parçalanması gibi, beyninin dağılması gibi bir etki yaratmıştır. Bunları şu şekilde ifade etmek mümkündür.

Bugün dünyada, 207 devlet vardır. Güney Sudan’ın Sudan’dan ayrılmasıyla, bağımsız bir devlet olmasıyla bu sayı 208’e yükselecektir. Bu devletlerden çok büyük bir kısmının nüfusu bir milyonun altındadır. Örneğin, 27 üyeli Avrupa Birliği’nde, Luxemburg, Kıbrıs ve Malta, bir milyonun altında nüfusa sahiptir. 47 üyeli Avrupa Konseyi’ne bağlı devletlerden Andora, San Marino, Monaco, Liechtenstein gibi devletlerin, nüfusları 30 bin-40 bin civarındadır. Bunlar bağımsız devletlerdir. Birleşmiş Milletlerin üyeleridirler, Avrupa Birliği’inin ve Avrupa Konseyi’nin üyeleridirler. İslam Konferansı üyelerinden, Bahreyn, Katar, Cibuti bir milyonun altında nüfusa sahiptir. Dünyada, nüfusu on bin civarında olan devletler bile vardır. Okyanusya’da Nauru, Tavulu böyledir. Afrika’da St. Helene’in nüfusu 6 bindir. Ama 40 milyonu aşkın nüfusuyla Kürdler küçücük bir siyasal statüye sahip değildir. Uluslararası nizamın, Kürd karşıtı bu durumu elbette irdelenmeye değer. Kürd aleyhtarı bu statüko nasıl kurulmuştur, neden hiç değişmemektedir? Bunların irdelenmesi önemlidir. Şair Adnan Yücel, bu tür konuları gündeme getirmedikleri, bunlar üzerinde düşünmedikleri için Kürdleri eleştirmektedir, Kürdlere sitem etmektedir.

1920’lerde Milletler Cemiyeti’ni kuranlar, Kürd isteklerini dinlemediler. Kürdlerin sesini duymak istemediler. Hâlbuki Kürdler bu dönemde ayaktaydı. Güney Kürdistan’da Şeyh Mahmud Berzenci, Kürdlerin özgürlüğü için mücadele ediyordu. Kürdistan ve Kürdler, bu dönemde bölündü, parçalandı, paylaşıldı. Bu dönemi karekterize eden süreçlerden biri de, ulusların kendi geleceklerini belirleme ilkesiydi. Kürdistan ve Kürdler, bu ilkenin, hem Sovyetler Birliği’nin, Lenin, Stalin gibi yöneticileri tarafından, hem ABD Başkanı Wilson tarafından en çok savunulduğu bu dönemde bölündü, parçalandı, paylaşıldı.

Örneğin, Büyük Britanya’ya bağlı Irak, Ürdün, Filistin, Fransa’ya bağlı Suriye, Lübnan gibi mandalar (sömürgeler) kurulurken, bir Kürdistan mandası (sömürgesi) kurulmadı. O dönemde, örneğin Şeyh Mahmud bağımsız bir Kürdistan istiyordu. Dönemin emperyal devletleri Büyük Britanya ve Fransa, değil bağımsız Kürdistan’ı sömürge bir Kürdistan’ı bile düşünmediler. Bu dönemde, dünyanın önde gelen iki emperyal gücü Büyük Britanya ve Fransa ile Ortadoğu’nun iki köklü devleti, Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti ve İran İmparatorluğu’nun devamı olarak Yeni İran Şahlığı, bu dört güç, birlikte, Kürdlerin üzerine çullanmıştır.

“Ah o peşpeşe gelen kasırgalar

Beyler, krallar, peygamberler ve tanrılar

Kılıçlarla biçilen Newroz çiçekleri

Ve nal sesleriyle susturulan çığlıklar

Araplar- Oğuzlar

Ve atlarını çiçekle yemleyen Moğollar

Her kasırgadan sonra, yeniden

Yeniden çizildi tufanlar içinde sınırlar

Ne oğlaklar oynaştı pınar başlarında

Ne de ses verdi sabah şenliği kuşlar.

Her kasırgadan bir havar kaldı geriye

Ve de dağlarda filizlenen isyanlar” (s.36)

 

Tarih Nedir?

Tarih nedir? Tarihte binlerce olay cereyan ediyor. Bunlardan ancak insanların, araştırmacıların bilincine çarpanlar, üzerinde durulanlar, irdelenenler tarihe konu olabiliyor. Demokratik olmayan bir toplumda, hangi olayların irdeleneceği, üzerinde durulacağı, resmi ideolojiyle ilgili bir durumdur. Demokratik olmayan bir toplumda resmi ideoloji, düşün hayatını, bilimi, sanatı yönlendiren bir kurumdur. Hangi konuların inceleneceği, hangi kavramlarla inceleneceği resmi ideoloji tarafından belirlenir. Çok önemli oldukları halde, resmi ideoloji tarafından incelenmesi yasaklanan pek çok konu olduğu bilinmektedir. Kürdistan’ın ve Kürdlerin bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması da üzerinde durulmayan, bu bakımdan tarihe mal olmayan bir konudur.

Kürdler tarihte sık sık soykırımlarla, soykırıma varan operasyonlarla karşılaşmışlardır. Ama bunlar, ciddi bir şekilde incelenmediği, bilince çıkarılmadığı için, tarihin konusu olamamışlardır. Son 30 yılda gelişen mücadele, Kürdlerin geçmişi sorgulamalarını da getirmiştir. 1937-1938’de Dersim’de cereyan eden çok önemli bir tarihsel olaydır. Kürdler artık bu olayı en ince ayrıntılarına kadar incelemektedir. Batı’nın, Avrupa’nın, uluslararası kurumların bu olaya neden ilgi duymadığı, görmezlikten, duymazlıktan, bilmezlikten geldiği, irdelenmesi gereken başlı başına bir konudur. Sovyetler Birliği’nin anti-Kürd tutumu da dikkatlerden uzak bir konu değildir.

Düşünelim ki, 16 Mart 1988’de cereyan eden Halepçe soykırımına karşı da, Batı, Dünya, uluslararası kurumlar gözlerini kapatmıştı. Böylesine bir soykırıma karşı, dünyanın hiçbir yerinde, Saddam Hüseyin rejimine karşı, ne devletler düzeyinde, ne de sivil toplum kurumları dizeyinde, bir protesto gerçekleşmemişti. Ne Tokyo’da, ne Hüroşima’da, ne Nagazaki’de, ne ABD’de, ne Paris’de, ne Londra’da… hiçbir yerde. Tel-Aviv hariç… Aynı günlerde Kuveyt’de toplantı halinde olan İslam Konferansı da, sonuç bildirisinde, bu soykırımı gündeme getirme gereğini duymamıştı. O yıllarda 53 üyeli olan İslam Konferansı’nda Türkiye’yi 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren temsil ediyordu. Çeşitli devletlerin, Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, İslam Konferansı, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi uluslararası kurumların, Kürdistan’da cereyan eden bu soykırımlara karşı neden sessiz kaldıkları elbette incelenmesi gereken bir konudur.

Kürdlere Sitem…

“Sen neredeydin ey ateşin ve güneşin çocuğu

Gül sevmene bile yasaklar konulurken

Sen neredeydin” (s. 41)

 

“Ey bütün sazlara söz olan yiğit

Şeddadiler kimdir bilir misin

Cudi’den Azerbaycan’a doğru rüzgarlaşan

Pınar pınar, ırmak ırmak Araslaşan

Bizans ile Selçuklu arasında

Bir o yana bir bu yana havarlaşan

Kimdir bilir misin

 

Ateşin ve güneşin ışıksız çocukları

Nedir o görkemli geçmişten geriye kalanlar

Bir din adına kurban kurban kırımlar

Bir de yarım kalmış umutsuz isyanlar

Yurdunuz vardır yurtlar içinde

Ki siz yurtsuz

Diliniz vardır en güzel diller içinde

Ki siz dilsiz,

Milyonlarcasınız milyarlar içinde

Ki siz kimsesiz” (s.44)

 

“O günah sorguları yetmedi mi yazgınıza

O Hüseyin çileleri bitmedi mi daha

Kırklar yediler çekip gitmedi mi” (s. 44)

 

“Dilin yoktur diller içinde

‘Devletimiz varolsun’

İlin yoktur iller içinde

‘Milletimiz sağolsun’

Diye diye türkülerin gitti gümbürtüye

Halayların- şiirlerin gitti

Umutları-düşlern

Ve dörtbin yıl boyunca derlediğin

O gizemli çiçeklerin

O destanlara sığmayan sözlerin gitti

Mem u Zin’den kalma güzel gözlerin

Her gece sarhoş masalarına

Başka dilden başka sese konuk gitti.” (s. 68)

 

Milletler Cemiyeti, Birleşmiş Milletler ve Kürdler

Milletler Cemiyeti, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, uluslar arasında barışı kurmak ve geliştirmek, anlaşmazlıkları barışçıl yollardan çözümlemek için kuruldu. Ama, Milletler Cemiyeti bu amacını gerçekleştiremedi. İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine engel olamadı.

İkinci Dünya Savaşı sürecinde de Kürdler ayaktaydı. İran’da Mahabad Cumhuriyeti süreci yaşandı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, yine, uluslararasında barışı kuracak ve geliştirecek yeni bir örgütlenme üzerinde duruldu. Milletler Cemiyeti’nin zaafları da dikkate alınarak Birleşmiş Milletler oluşturuldu. Ama Birleşmiş Milletler’i oluşturanlar da Kürdleri dinlemediler. Kürd isteklerine kulaklarını tıkadılar Kürdlerin statüsüzlüğünde hiçbir değişiklik olmadı.

Ortadoğu’da, Kürdler konusunda genel olarak bunlar söylenebilir. Bu durum, yani Kürdlerin ve Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması, Kürdlerin ve Kürdistan’ın yönetilmesini çok kolaylaştırmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’na kadar İngiltere, Fransa, Türkiye, İran arasında, Kürdleri baskı altında tutma konusunda yoğun bir işbirliği yapılmıştır. 1937 Sadabad Paktı bunun göstergesidir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da bu yoğun işbirliği, Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında sürdürülmüştür. 1955 Bağdat Paktı bu işbirliğine işaret eder. İngiltere, ABD, Fransa, Sovyetler Birliği, bu baskıya her zaman destek vermiştir.

 

“Gövdende üç dal büyüttüler

Aynı kökden üç ayrı düşman

Ne zaman yükselmeye başlasa biri

Diğerlerine kestirdiler

Böldüler-parçaladılar- yönettiler

Sen verirken kendi yaprak kavgalarını

Onlar kendi dallarını

Senin sularında göklere yürüttüler” (s. 50)

 

Etin Viyana kapılarında kaldı senin

Kemiğin çıplak dağ mağaralarında

Adı neydi peki o görkemli çağın

Ki her anını deprem deprem yaşadığın

Asya’dan Avrupa’ya koştuktan sonra

Bir çağı kapatıp

Yepyeni bir çağ açtıktan sonra

Adı neydi parçalanıp savrulan o dağın

Ve ilk sesi Medya

İlk sesi neydi diline konulan yasağın

 

Balkan oldun-Trablus oldun

Kendi çiçeklerin ellerinle yoldun

Çanakkale oldun-seferberlik oldun

Dersimde koskoca Çarlığı durdurdun

Bir ağaç oldun halklar ormanında

Her savaş sonunda yeşermeden kurudun

Erzurum’da içilen yeminlere

Sivas’ta verilen sözlere uydun

Bekledin durdun kan ve barut içinde

Gördüğün düşleri hep hayra yordun” (s.51)

 

Sınırlar çizildi danışıklı yalanlar üzre

Dağlar parçalandı bir bir

Mem bir yanda kaldı Zin bir yanda

Uzayıp giden tel örgüler

Ve mayınlar girdi aşkların arasına

Kirve bir yanda kaldı hısım bir yanda

Toprak bir yanda kaldı yağmur bir yanda

Boşa çıkan umutlar

Ve ihanetler girdi dostlukların arasına” (s. 54)

 

“Dört ayrı dilde dört aynı yasak

Dört ayrı zincirde dört aynı tutsak”

 

Ey Avrupa’nın dağ duruşlu çukurları

Dört ayrı parçaya böldünüz bir gelini

Kendisine hiç mi hiç sormadan

Aşkın beyazlığını bile mutluluğa yormadan

Paramparça bıraktınız tüllerini

Geleceğini kan revan

Ağlıyor hala dört ayrı ülkenin dağlarında

Saçları nehir ki yalnızca kan revan

Utan ey dünya

Beyazlara karşı kapkara utan

Neydi o verilen sözlerin ardında yatan

 

Dört ayrı dilde dört aynı yasaktır şimdi

Dört aynı zincirde dört aynı tutsaktır

Her bir ferdi Baba İshak’tır

Simavnalı Bedrettin’dir

Sivaslı Pir Sultan’dır

Asıldıkça yeniden çoğalır tükenmez

Ki sözleri kendi dilinde hep yasaktır” (s. 55)

 

Adnan Yücel’in bu şiirindeki “aynı” ve “ayrı” sözcükler üzerinde düşünülmelidir. Bu sözcükler üzerinde bir irdeleme yapılmalıdır.

 

“Aşk yasaktı dört ayrı ülkede

Dört aynı dilden konuşana

Ve dört aynı zincirde

Dört aynı tutsak olana

Yani ateşin ve güneşin çocuklarına

 

Tel örgünün Mem yanı zindan ve işkence

Zin yanı hardal gazı ölüm ve Halepçe

Ey aşkın ve güneşin kollarındaki kelepçe

Bu gidişin sonu nereyedir sence

 

Ben ki bir anayım tarihin bağrında

Bir yanda zindandan tabutla çıkar dölüm

Bir yanda bulut bulut gelir ölüm

Susar nehir kıyılarında kuşlarım

Her bahar açmadan solar dalımda gülüm

Utan ey dünya

Dört parçama değil-hepten sanadır sözüm” (s. 92-93)

 

“Sevda yasaktı dört ayrı ülkede

Dağların dağlara yaslanması

Suların sulara ulaşması yasaktı

Ateş dağlarda binlerce savaşçı

Güneş zindanda yüzlerce tutsaktı” (s. 94)

 

“Sevda yasaktı dört ayrı ülkede

Öyle buyurmuştu lordlar ve paşalar

Ve bir halkın yüreğinde

Baklava dilimi çizilmiş sınırlar

Ne ovalar bırakılmıştı kendilerine

Ne dağlar, ne de kırlar

Yalnızca yasaklar kalmıştı

Dört ayrı yerden dört aynı yasaklar”  (s. 95)

 

Türkiye ve Kürdler

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde bazı Kürdçe gazeteler, dergiler yayımlanmaya başlamıştı. Kürdistan Gazetesi 1898’de Kahire’de yayına başlamıştı. Daha sonra, yayını Cenevre, Londra, gibi Avrupa şehirlerinde sürdürmüştü. Kürdistan 1902’de yayımına ara verdi. Gazetenin son sayıları İstanbul’da basılmıştı.

1908’de Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti kuruldu. Kürd Tevavün ve Terakki Cemiyeti Gazetesi de aynı tarihte yayına başladı. 1909’da Kürdistan tekrar yayına başladı. 1910’da İstanbul’da Kürd Talebe Hevi Cemiyeti kuruldu. Kadınlara, gençlere, çocuklara, hamallara… yönelik örgütler kuruldu. Ama aydınlar, Kürd aydınlar daha çok İstanbul’da toplanmışlardı

1913’de Roji Kürd, 1914’de Hetawê Kürd dergileri yayımlandı. Bunlar zaman zaman soruşturmalara uğrasa da legal yayınlardı. Kürd alfabesi yapma çalışmaları başladı. Mem û Zîn 1919’da yayımlandı.

1918’de Jîn, yayın hayatına girdi. 1919’da Kürdistan üçüncü defa olarak yayına başladı. Gazete ve dergiler İstanbul’da basılıyor, Diyarbakır, Bitlis, Muş, Hakkari, Süleymaniye, Kerkük gibi şehirlere gönderiliyordu.

İttihat ve Terakki’nin, Osmanlı Devleti’ni Türk etnisi esasına göre yeniden organize etmek gibi bir düşüncesi vardı. Bu düşünce çevresinde, 1910’larda ayrıntılı planlar yapıldı. Osmanlı Devleti, Türk etnisi etrafında yeniden organize edilirken, önemli bazı pürüzler ortaya çıktı. Osmanlı Devleti sınırları içindeki Rum, Ermeni gibi Hristiyan halklar, Müslüman olan ama Türk olmayan Kürdler, Müslüman olmayan ama Türk veya Kürd soyundan olan Kızılbaşlar (Aleviler) ne yapılacaktı?

Hazırlanan planlarda, bu sorunların çözümü konusunda şunlar belirlendi: Karadeniz havalisindeki, Orta Anadolu’daki, Egedeki Rumlar sürgün edilecekti. Ermeni nüfus, tehcirle, soykırımla çürütülecek, yok edilecekti. Asuri-Süryanilere de aynı politika uygulanacaktı. Kürdler Türklüğe, Kızılbaşlar (Aleviler) Müslümanlığa asimile edilecekti. İttihatçılar bu projelerin yaşama geçirilmesi için uygun bir zaman, bir fırsat bekliyorlardı.

İttihatçılar, Osmanlı ekonomisinin millileştirilmesini de istiyorlardı. Bu, Rum ve Ermeni mallarına, zenginliklerine el koymak, bunları Müslüman Türk eşrafın denetimine vermek anlamına geliyordu.

Savaş sürecinde, Rumlara ve Ermenilere ilişkin projeler yaşama geçirildi

1919-1922 arasındaki Türk-Yunan ve Türk-Ermeni savaşları döneminde Kürdlerin de iş birliğini ve yardımını sağlamak Mustafa Kemal tarafından yararlı görüldü. Erzurum Kongresi’nde (Temmuz-Ağustos 1919), Sivas Kongresi’nde (Eylül 1919) ve Amasya Protokolu’nda (Ekim 1919) Kürdlerin milli haklarından söz edildi. “Zaferin kazanılmasından sonra, Kürdlere de milli hakları verilecektir” denildi. Kürdlerin işbirliği ve yardımı böyle sağlandı.

Ama zaferden sonra, Kürdlere verilen sözler tutulmadı. Kürdler ve Kürdçe inkâr edilmeye başlandı. “Kürdler diye ayrı bir etni yoktur, Kürd denenler, Orta Asya’dan göç eden bir Türk boyudur” deniyordu. “Kürdçe diye, Tükçe’den ayrı bir dil yoktur, Kürdçe denen dil, ilkel bir Türk ağzından başka bir şey değildir” deniyordu. 1910’larda, Kürdçe dergileri, Kürdçe gazeteleri görenler, bilenler bile, “Kürdçe diye bir dil yoktur, Kürdçe yazı dili değildir” diyorlardı.

Bu inkar ve imha politikası ve uygulaması, yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığımız gibi, Kürdleri ve Kürdistan’ı müşterek olarak yöneten devletler tarafından yoğun bir şekilde destekleniyordu. ABD, Sovyetler Birliği, daha sonra Rusya Federasyonu, Avrupa devletleri zulme sessiz kalarak bu ırkçı ve ayrımcı politikaya ortak oldular.

Cumhuriyet döneminde Kürdlere karşı çok yoğun bir asimilasyon politikası uygulandı. Kürdleri Türklüğe asimile edebilmek için, devletin ideolojik ve zorlayıcı baskı araçları etkin bir şekilde kullanıldı. Cumhuriyet dönemindeki Kürd direnişlerini inkâr ve imha politikalarıyla açıklamak mümkündür. Cumhuriyet’in Kürdlere ne kazandırdığı elbette incelenmeye değer bir konudur.

Kızılbaşların (Alevilerin) Müslümanlığa asimile edilmeleri de etkin bir şekilde yaşama geçirildi, Her köye cami yapılmaya, imam gönderilmeye başladı.

1925 Büyük Kürd direnişi, 1927-1932 Ağrı, 1937-1938 Dersim direnişleri gerçekleşti. Ondan sonra Kürdistan’da 20 yıl kadar bir sessizlik oldu. Hınıs Harb Divanı, Bitlis Harp Divanı, Kürdlerin ve Kürdistan’ın tarihinde önemli olaylardır.

1950’lerin sonlarında, Güney Kürdistan’da, Mustafa Barzani’nin liderlik yaptığı hareket, Küzey Kürdistan’da yaşayan Kürdleri de etkiledi. 49’lar Olayı bu etki çerçevesinde yaşandı. Bu tarihlerden itibaren, Güney Kürdistan, Kuzey Kürdistan için belirleyici bir dinamik olmaya başladı. Buna dış dinamik denebilir. Aslında, bunun, iç dinamik olduğu besbellidir.

1962’de kurulan Türkiye İşçi Partisi, Kürdlerle ve Kürd sorunuyla da ilgilendi. 1967 yılında yapılan Doğu Mitingleri. Türkiye İşçi Partisi’nin de katkılarıyla gerçekleşti. 1960’ların sonlarında, 1969-1970’de, Ankara’da ve İstanbul’da, Devrimci Doğu Kültür Ocakları kuruldu. Ekim 1970’de Türkiye İşçi Partisi, Dördüncü Kongresin’de, Kürd sorunuyla ilgili bir karar aldı.

1970-1971 yıllarında, Devrimci Doğu Kültür Ocakları Diyarbakır, Silvan, Batman, Ergani. Kozluk gibi illerde ve ilçelerde de kuruldu. 1970 yaz aylarında, kırsal kesimlerde, yoğun bir komando harekâtı başlatıldı.

1971’de ordu darbe yaparak siyasal hayata müdahale etti. Yönetimi ele geçirdi. 11 Mart 1970’de, Irak’ta, Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Mustafa Barzani ile Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin arasında Kürdistan’ın özerkliği konusunda bir anlaşma yapıldı.

Bu anlaşma da Kuzey Kürdistan’da Kürdlere çok büyük moral verdi, Kürdleri derinden etkiledi. 12 Mart 1971 darbesinin önemli bir nedeni Kürdlerdeki bu milli gelişmeyi durdurmaktı.

Ekim 1970’de aldığı Kürd kararında dolayı, Türkiye İşçi Partisi Anayasa Mahkemesi’nce kapatıldı. Diyarbakır’da, Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde Kürdler siyasal savunma yaptılar. Kürd düşün hayatında bu savunmanın çok önemli bir yeri vardır.

1974’de genel af ilan edildi. Ama Kürdlere baskı, zulüm 1974’den sonra da devam etti. Bu baskı ve zulüm ortamında yeni bir örgütlenme de mayalandı. PKK bu ortamda bu süreç içinde kuruldu. Gelişti. 1980’lerin ortalarında, 15 Ağustos’da gerilla mücadelesi başlattı.

Gerillaya güven

“Ateşin ve güneşin ölümsüz çocukları

Uyanmıştır kırk yıllık uykudan

Başka dillerden de olsa

Geleceğin rengini tanımıştır kitaplardan

Görmüştür kaç bin yıllık dilsiz olduğunu

Karlı karlı dağlarda selsiz olduğunu

İşleyen topraklarda elsiz olduğunu,

Esen rüzgarlarda yelsiz olduğunu

Okuyup anlamıştır ince ince

Bilimsiz isyanların yersiz olduğunu

Ve kanlı gelinliklerin tülsüz olduğunu

Görüp anlamıştır

Takmıştır yakasına gül diye korkusuzluğunu” (s. 69)

 

“Özlenen ateş sonunda yakılmıştı

Elden ele bütün dünyaya taşınmıştı

Kıvılcım dansıydı gözlerdeki sevinç

Kavga dağlarda bilinci kuşanmış

Zindanlarda dirence sarılmıştı

Ve haykıran dudaklar

Her ihanet çöl çöl yarılmıştı” (s. 76)

 

“Ötsün diye kendi yuvasında kuş

Açsın diye kendi dalında çiçek

Gördüler ki yepyeni kibritler gerek

Ateş olup yanmaktaysa bütün gerçek

Yanarken türkü söyleyen canlar gerek

Ateşi kanıyla tutuşturanlar gerek” (s. 86)

Kürd Dirilişi

Gerilla mücadelesiyle birlikte yoğun bir Kürd dirilişi gerçekleşmiştir. Bu mücadele sürecinde Kürdler kendilerini fark etmiş, Kürd toplumu olmaktan, Kürd ulusu olmaktan doğan haklarının bilincine ulaşmıştır. Kürdlerin geleceğinin oluşmasında Kürd dilinin bilincine varılması, gasbedilen Kürd dilini yeniden kazanmak için mücadele yürütülmesi, bu konunun bilincine varılması şüphesiz çok önemlidir.

Mustafa Aydoğan’ın, Derin (N)akışlı Sular Doz Yayınları, Ocak 2012 kitabı bu bakımdan değerlidir. Kitapdaki, “Zayıf Dil Yok, Zayıf Kürd Çok”, “Resmi Dil ile Sorunum Var” (s. 137-174) yazıları anlamlıdır. Kürd dili olmadan, Kürd dili yaşanmadan, Kürd geleceğini kurmaya çalışmak sağlıklı bir tutum değildir. Bu tutum, Kürdler için bir gelecek de oluşturmaz.

Hükümet de, Kürdlerdeki bu milli yükselişe biraz cevap verebilmek, bu milli yükselişi engelleyebilmek için okullarda “seçmeli dersler”den söz etmektedir. “Seçmeli dersler” Kürdler için hiç kabul edilebilir öneri değildir. Kürdçe, bir Türk için, bir Arap ve Fars için, İngiliz, Alman, Çinli için… seçmeli bir ders olarak müfredata konulabilir. Ama anadili Kürdçe olanlar için düşünülmesi yanlıştır. Kürdler elbette Kürd diliyle mecburi eğitimi savunacaklar, bunu kazanmak için çaba sarfedeceklerdir.

__________

*Yapı Sanatevi tarafından, 8-10 Haziran 2012 tarihleri arasında İstanbul'da düzenlenen, Adnan Yücel Edebiyat ve Sanat Festivali’nde, Ateşin ve Güneşin Çocukları Paneli’nde yapılan konuşma. Panelin Öbür konuşmacıları Sabahat Tuncel, (Milletvekili) Devrim Türkmen (Alınteri temsilcisi) Moderatör: Ersoy Şahin

** Rıdvan Kızgın (1953-2010)

Rıdvan Kızgın, Bir İnsan Hakları Delisi, Yayına hazırlayan, Şeyhmus Diken, Satırarası Yayınları, 2012, Ankara Kitapta, Rıdvan Kızgın’ın yazıları, Günlüklerinden bazı notları ve mektuplar yer almaktadır.

Na xebere 11325 rey wanîyaya
No nuşte hema şîrove nêbîyo.