Kırmancca (Zazaca) Kürtçesinde Öykücülüğün Gelişimi
Kürtçe, beş farklı lehçenin, yani Kurmancî, Kırmanckî (Zaza), Soranî, Hewramî (Goran) ve Lurrî lehçelerinin ortak adıdır. Aynı şekilde, Kürt edebiyatı da bu beş farklı lehçenin edebiyatından oluşmaktadır. Kürt edebiyatı; Kürt şiiri, Kürt öyküsü, Kürt romanı, tıpkı Kürt ülkesi ve Kürt ulusu gibi parçalıdır. Tahmin edileceği gibi bir ulus için ülkesi ve dilinin parçalı olması, daha doğrusu, bir ulusun parçalanmış, yüzyıla yakın bir süre sistematik bir baskı ve imhaya maruz kalmış olması korkunç bir durumdur. Bu uğursuz duruma rağmen direngen bir karaktere sahip olan Kürt dili ve edebiyatı sınırlar, alfabeler ve lehçelerden kaynaklı güçlü bir geçirgenlik arz etmese bile, kuşbakışı bakıldığında rengarenk bir gül bahçesi görünümünde, heyecan verici bir çeşitlilik göstermektedir. Kürt edebiyatı, ortak bir kaderi paylaşan, aynı karakteristik özelliklere sahip fakat ayrı ayrı bloklardan oluşan bir lehçeler edebiyatıdır. Bundan dolayı Kürt edebiyatı veya Kürt edebiyatının herhangi bir dalı, örneğin, Kürt öyküsü üzerinde çalıştığımızda, önce ayrı ayrı lehçelere bakmak zorunlu hale geliyor. Elde ettiğimiz parçaları birleştirerek, ancak büyük tabloyu tamamlamış oluruz.
Bu yazıda sadece Kürtçenin Kırmancca (Zazaca) lehçesi edebiyatında, başlangıçtan günümüze öykünün genel durumuna ve gelişimine göz atmaya çalışacağım.
Lehçeyi konuşanlar tarafından yöreden yöreye Kırdki, Kırmancki, Zazaki ve Dımılki olarak adlandırılan bu Kürt lehçesi sadece Kuzey Kürdistan’da, yani Türkiye idari sınırları içerisinde tahminen dört milyon civarında Kürt tarafından konuşulmaktadır. Kürtçenin diğer lehçelerine nazaran Hewramî lehçesiyle birlikte kadim dillerin özelliklerini kendinde daha çok koruyagelen Kırmancca (Zazaca), en geç yazılı alanda kullanılan Kürt lehçesidir.
Kırmanccada bilinen en eski metinler, Peter İvanoviç Lerch’in 1857 yılında Petersburg’da yayınlanan kitabında mevcuttur. Kırım Savaşı’nda Çarlık Rus Ordusu’nun eline esir olarak düşen Osmanlı Ordusu askerleri arasında Kürtler de vardır. Adı geçen metinler Peter İvanoviç Lerch tarafından esir düşen bir kısım Kürt askerlerin ağzından derlenmiştir (1). Kürtlerin kendisi tarafından yazılmış ilk metin ise, bir dönem Lice Müftüsü olan Ehmedê Xasî’ye (1867-1951) aittir. Manzum bir eser olan Mewlûdê Kirdî veya Mewlûdê Nebî adlı bu eser 1899 yılında Diyarbekir’de resmi ruhsatla 400 nüshası Litografya Matbaası’nda yayımlanmıştır. (2) Büyük bir ihtimalle modern bir matbaada yayınlanan ilk Kürtçe kitaptır bu. Diğer bir manzum eser ise, zamanında Siverek müftülüğünü yapan Osman Esad Efendi’ye (Osman Efendîyo Babij) (1852-1929) aittir. Bîyîşa Pêxamberî adlı bu eser, yazıldıktan çok sonra, 1933 yılında Celadet Alî Bedirxan (1893-1951) tarafından Şam’da yayımlanmıştır. (3)
Türkiye’de Kürtçe üzerinde uygulanan katı baskı ve yasaklardan dolayı bu ilk iki metinden sonra çok uzun bir süre, seksen yıl kadar bir süre, herhangi bir yazılı çalışma olmamıştır. Kırmanc Kürtleri sadece Türkiye idari sınırları içerisinde yaşadıklarından, başka bir yerde de bu lehçeyle yazılmamıştır. Öykü de dahil ilk modern Kırmancca (Zazaca) metinler ilk kez Kürt dilbilimci, araştırmacı yazar Malmîsanij tarafından 1979 yılında yayına başlayan ve sadece dört sayısı yayımlanabilmiş olan Tîrêj dergisinde yayımlanmıştır.
Malmîsanij tarafından yazılan “Engiştê Kejê (Kejê’nin Parmakları)” adlı ilk Kırmancca (Zazaca) öykü M. Birîndar mahlasıyla 1980 yılında Tîrêj dergisinin ikinci sayısında yayımlandı. (4) Yazar, öyküsünde, bir Kürt öğretmen ile öğrencisi arasındaki diyalog ve anlatımlarla Türk Ordusu’nun Kürt köylüleri üzerindeki baskı ve zulmünü realist ve bir o kadar da sade bir dille anlatıyor.
Bu ilk öykü, okurlar üzerinde, yeni yazar adayları üzerinde yapması gereken muhtemel etkiyi, tetiklemeyi yapamıyor. Çünkü öykünün yayımlandığı Tîrêj’in ikinci sayısı yayımlandıktan bir süre sonra her şeyi kasıp kavuran 12 Eylül darbesi Türkiye’yi, özellikle Kürdistan’ı silindir gibi ezip geçti. Herhangi bir vatandaşın üzerinde veya evinde ele geçecek bu tür bir dergi veya kaset, aylarca süren ölümcül işkenceler, yıllar yılı hapisler, ölümler demektir. Eğer bunlar Kürtçe ise, durum çok daha ağır ve katlanılmazdır. Aslında bu durum, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 2000’li yıllara kadar, AB’ye Uyum Paketlerinin Meclis’te kabulüne kadar, şöyle veya böyle hep devam edegelmiştir. Yeni nesiller ve yeni öykücüler, bu ilk Kırmancca (Zazaca) öyküden tam 25 yıl sonra, bir proje kapsamında 2005 yılında yeniden yayımlandıktan sonra ancak haberdar olabildi. (5) Bu acı durum, aslında bütün lehçelerde, bütün parçalarda, işgalcilerin hanesine yazılması gereken bir utanç olarak Kürt edebiyatının alınyazısıdır. Bu ağır durumdan dolayı Kürt edebiyatında birçok eser farklı zamanlarda ama birbirinden habersiz bir şekilde, bir tür ilk doğum olarak gerçekleşmiştir. Kürt okurlar, Kürt edebiyat severler, yazar adayları, iki binli yılların başlarına kadar, yani bundan yaklaşık olarak on yıl öncesine kadar yayınlanmış Kürt edebi eserlerinden senkronik bir şekilde haberdar olamadılar. Kimi Kürt romancıları, tedbirsizlik yaparak popülist kaygılarla ilk eserin kendileri tarafından üretildiği iddiasını öne sürmelerinin bir nedeni de bu trajik durumdur aslında.
12 Eylül 1980 darbesi döneminde hemen hemen bütün Kürt okumuşlar aranır duruma düştü, zindanlar dolup taştı. Aranılanlardan ancak az bir kısmı fırsatını bulup Avrupa’ya çıkabildi. İsveç’te kümelenen genç Kürt aydınları, yazılı Kürt dilinin gelişimi yönünde, özellikle öykü ve roman alanında, çok değerli çalışmalar başlattılar, birçok dergi yayımladılar. İşte, bu çerçevede ikinci Kırmancca (Zazaca) öyküye 1995 yılında yayımlanan Çira dergisinin üçüncü sayısında rastlıyoruz. (6) Şair, öykücü, çevirmen ve folklor derlemecisi J. Îhsan Espar’a ait “Derdê Dewrêşî (Dervişin Derdi)” adlı uzun sayılabilecek öyküde az-buçuk Türkçe bilen emekli bir mahkeme katibi Kürdün yanlışlıkla ölümcül hasta teşhisi konulan karısı, komşuları ve çevresiyle ilişkisi, bu ilişkiler çerçevesinde 1970’li yılların Diyarbakır’ı, siyasi gösteriler, polisin ev baskınları, Kürtlere yönelik katı davranışları anlatılmaktadır. Öyküde yer-yer Kürt ulusal tarihine de göndermeler yapılmaktadır. Öykünün anlatım biçimi öykü dilinden daha çok roman diline yakındır. Bu öykü de, ilk öykü gibi, yayınlandığı tarihten on yıl sonra, 2005 yılında yeniden yayımlandıktan sonra ancak ülkedeki okurlar haberdar olabildi. (7)
Yine aynı dönemlerde, daha önce Kurmancca Kürtçesiyle yazılıp 1994 yılında İsveç’te, yayımlanan Armanc ve Roja Nû gibi dergilerde yayımlanan şair, yazar ve çevirmen Serdar Roşan’ın iki öyküsü, daha sonra, yine yazar tarafından Kırmancca’ya (Zazaca) çevrilerek 1995-1996 yıllarında Çira dergisinin 2.-5. sayılarında yayımlandı. Kürt milli özlemlerini dile getiren “Bircanê Dîyarbekirî ra Mektubêke (Diyarbekir Burçlarından Bir Mektup)” ve “Gozêre (Ceviz Ağacı)” adlı öyküleri de, aynen öncekiler gibi, yayımlandığı tarihten yaklaşık olarak on yıl sonra, 2005 yılında yeniden yayımlandıktan sonra ancak ülkedeki okurlar haberdar olabildi. (8)
Kırmancca (Zazaca) lehçesini standartlaştırma çalışmalarına sürgünde, çok geç bir dönemde başlandı. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde mülteci olarak yaşamak zorunda kalan bir grup Kürt aydını, 1996 yılında İsveç’te toplandı. Kendilerini “Vate Çalışma Grubu” olarak adlandırarak çalışmalara başlayan bu grup, bir yıl sonra Vate (9) dergisini yayımlamaya başladılar. Tespit edilen Kırmancca lehçesinin gramer kuralları ve standart formları kabul edilen sözcük ve kavramlar periyodik bir şekilde şimdiye kadar 33 sayısı yayımlanmış olan Vate dergisinde yayımlandı. Bu dilsel çalışmalarla birlikte, aslında Vate dergisi Kırmancca nesir edebiyatının da gelişmesinde bir okul işlevini gördü. İlk kez Vate dergisi ile Kırmancca okumayı, yazmayı öğrenen veya yazmayı ilerleten birçok yazar kısa sürede birer-üçer öykü kitabı yayımladı. Bunlardan Roşan Lezgîn’in “Binê Dara Valêre de (Söğüt Ağacının Altında)” (2002), “Halîn (Yuva)” (2006) ve “Ez Gule ra Hes Kena (Ben Gülü Severim)” (2007) adında üç öykü kitabı, J.Îhsan Espar’in “Beyi Se Bena? (Beyi Ne Olacak?)” (2004), Deniz Gündüz’ün “Hîkayeyê Koyê Bîngolî (Bingöl Dağı Öyküleri)” (2004), Munzur Çem’in “Hewnê Newroze (Newroz’un Rüyası)” (2005), Hüseyin Karakaş’ın “Omid Esto (Umut Var)” (2006), Jêhatî Zengelan’ın “Gorse” (2007), Murad Canşad’ın “Xafilbela (Görünmez Bela)” (2008), Ali Aydın Çiçek’in “Teberik (Kutsal Ekmek)” birer öykü kitapları olmak üzere altı yıl zarfında toplam on öykü kitabı yayımlandı. (10) Bunlardan Hüseyin Karakaş ile Murad Canşad hapishaneden yazmaktalar.
Tema açısından Kırmancca öykülerde diğer lehçelerde olduğu kadar klişe örneklere pek rastlanmaz. Bu durumu, Kırmanc (Zaza) edebiyatçılarında edebi/estetik bilincin bir göstergesi olarak okumak gerekir. Çünkü hakikaten Kırmancca öyküler, edebi kriterler açısından, öykü kalitesi açısından, dilin kullanımı açısından, genel olarak belli bir seviyenin üzerinde oldukları ortadadır. Kırmancca öyküler arasında es geçilecek, dikkate alınmayacak örnekler yok derecesindedir. Kırmancca öykücülerin en belirgin özelliklerinden birisi, dili düzgün ve ekonomik kullanmalarıdır. Dili metaforik bir şekilde kullanmak edebiyatın bir özelliğidir elbette ama henüz standartlaşma evresini tamamlayamamış, Kürtçe gibi aşırı baskı ve asimilasyona tabi tutulmuş, geri bırakılmış yaralı dillerde dilsel metaforun kontrolsüz, rastgele ve hatta bilinçsizce yapılması, anlaşılmama, dilde kaos/karmaşa yaratma durumunu beraberinde getirdiğinden, dilin temel yapısı zedelenir, yapmacık bir dil oluşur. Örneğin, Kurmancca Kürtçesinde çok değerli dil ustaları öykücüler ve eserleri olmasına rağmen, Türkçe eğitim gören, katı bir asimilasyon sürecinden geçmiş kimi Kurmanc yazarlar, Türkçe mantığıyla yazmakta, eserlerini sağlıklı bir redaksiyondan, editöryal denetimden geçirmeden olduğu gibi piyasaya sürmekteler. Bu açıdan bir mukayese yapılsa, Kırmancca (Zazaca) Kürtçesinde kontrollü bir redaksiyon mekanizması oluştuğundan, dilin çok daha temiz ve istikrarlı bir şekilde gelişimini sürdürdüğü görülür. Öte yandan Kırmancca Kürtçesi öykülerinde belli bir kalite oluştuğundan, daha doğrusu, ta başından, ilk ortaya konulan eserlerden başlayarak belli bir seviye tutturulduğundan, sonradan bu alana dahil olmak isteyen öykücüler de bunu gözetmek zorunda kalıyor. Böylece gittikçe öykü kalitesinin yükseldiği görülmektedir.
Şu an Kürtçenin Kırmancca (Zazaca) lehçesi edebiyatında başat rolde olan öyküdür. En popüler, en çok okunan, en çok yazılan öyküdür. 2009 sonbaharında “Binê Dara Valêre de (Söğüt Ağacının Altında)” adlı kitaptan alınan “Baba” adlı öykü aynı adla filmleştirildi. (11) Böylece öykünün, diğer sanat dallarının gelişimine de kaynaklık edeceği, katkı sunacağı bu sürecin gittikçe gelişeceği görünmektedir.
Sonuç olarak, Vate dergisi yayınıyla son yıllarda adeta öykü patlaması yaşanan bu süreç aynı yoğunlukta devam etmektedir. Yukarıda adlarını andığımız kimi yazarların öykü çalışmalarının yanı sıra yeni yazarlar da bu kervana katılmaktalar. Örneğin, şu an en az beş yeni öykü dosyası Vate Yayınevi’nde yayına hazırlanmaktadır. Görüldüğü gibi bu durum, aslında Kürtler az bir serbestlik ortamı bulduklarında bile nasıl kendilerini geliştirebileceklerinin, göz kamaştırıcı gelişmeler yaratabileceklerinin, her alanda olduğu gibi edebiyat alanında da egemen ulusların seviyesine yükselebileceklerinin çok net göstergesi olarak karşımızda durmaktadır.
_________
(1) Malmîsanij, “Arêkerdox: Peter Îvanovîc Lerch, “Qewxê Nêrib û Sîwanî”” Hêvî: Kovara Çandîya Giştî, No: 3, Sibat-1985, Parîs, s. 109-111
- Malmîsanij, “Arêkerdox: Peter Îvanovîc Lerch, “Qewxê Nêrib û Hênî”” Hêvî: Kovara Çandîya Giştî, No: 5, Gulan-1986, Parîs, s. 88-91
- Malmîsanij, “Arêkerdox: Peter Îvanovîc Lerch, “Çend Tekstê Dimilkî (Zazakî)” Hêvî: Kovara Çandîya Giştî, No: 6, Tebax-1987, Parîs, s. 69-79
- Malmîsanij, Ondokuzuncu Yüzyılda Kırd (Zaza) Aşiretleri Arasındaki Çatismalar, Studia Kurdica, No: 1-3, Nisan-1985, Paris, s. 72, Aktaran: Espar, J. Îhsan “Çend Nuştey û Kitabê Kirdkî” Zend: Kovara Lêkolînî, No: 1, Weşanên Enstîtuya Kurdî ya Stenbolê, Payîz-1996, Îstanbul, s. 44-48
(2) Malmîsanij, Ehmedê Xasî, “Mewlidê Nebî”, Hêvî: Kovara Çandîya Giştî, No: 4, Êlon-1985, Parîs, s. 75-97, Aktaran: Espar, J. Îhsan “Çend Nuştey û Kitabê Kirdkî” Zend: Kovara Lêkolînî, No: 1, Weşanên Enstîtuya Kurdî ya Stenbolê, Payîz 1996, Îstanbul, s. 44-48
Xasî, Ehmed, Mewlûdê Nebî, (Transkirîbekerdox: Mihanî Licokic), Weşanxaneya Firat, Îstanbul 1994
(3) Babij, Usman Efendî, Bîyîşa Pêxemberî, Kitabxana Hawarê, No. 4, 1933, Şam
- Bedirxan, Celadet “Zarê Dumilî Û Mewlûda ‘Usman Efenedî” Hawar, Hej: 23, 16 tîrmeh 1933 Şam (Cilda yekem a Hawarê, Weşanên Nûdem, s. 603-608
- Malmîsanij, Bedirxan, Celadet, “Zarê Dimilî û Mewlida Usman Efendî”, Hêvî: Kovara Çandîya Giştî, Hejmar: 2, Gulan-1985 Parîs, r. 10, Aktaran: Espar, J. Îhsan “Çend Nuştey û Kitabê Kirdkî” Zend: Kovara Lêkolînî, Hejmar: 1, Weşanên Enstîtuya Kurdî ya Stenbolê, Payîz-1996 Stenbol, s. 44-48
(4) M. Brîndar, ”Engiştê Kejê", Tîrêj: Kovara Çande û Pişeyî, Hejmar: 2, Sal 1980, İzmir, s. 32-37
(5) Munzur Çem, Antolojîyê Hîkayanê Kirmanckî (Zazakî), Weqfa Kurdî ya Kulturî Li Stockholmê, Stockholm 2005, s. 57-63
(6) J. Îhsan Espar, "Derdê Dewrêşî", Çira kovara kulturî-kovara komelaya nivîskarên kurd li swêdê, Hejmar 3, îlon 1995, Stockholm, s. 55-70
(7) Munzur Çem, Antolojîyê Hîkayanê Kirmanckî (Zazakî), Weqfa Kurdî ya Kulturî Li Stockholmê, Stockholm 2005, s. 31-56
(8) age. s. 124-158
(9) http://www.zazaki.net/html_page.php?page=vate
- http://www.zazaki.net/haber/vate-33-cikti-340.htm
(10) http://www.zazaki.net/html_page.php?page=wesanxane_vate
(11) http://www.zazaki.net/haber/kirmancca-zazacada-ilk-kisa-film-391.htm
Evet ilkel lafini cok kullandim. Ama sonucda icinde bulundugumuz bu surec bizi bir fiyaskoya dogru goturuyor. Bilmem kimse bunun farkinda mi? Soyle demek istediyorum. Zazacilar-Vate ikilemi, toplum degisirken daha cok goze batar hale geliyor. Mesela Dersim Belediyesi tabelalarini Vate standardlarina gore degistiriyor, ayrica Mardin Universitesindeki dersler yine Vate standardlarina uygun birsekilde veriliyor. Diger bir taraftan Bingol Universitesi bu hafta Zazaca Enstutusu acti ve Mayis ayinda sempozyum duzenliyor. Onlarda da Zazaci bir anlayis hakim. Simdi BDP’nin iki dillik kamapnyasi iyice gelisirse, kamu kurumlarina ve universitelere iyice yerlesirse, o zaman boyle iki ayri Zazaca yazi dili olup resmiyete mi gececek? Mesela Dersim ve Diyarbekir belediyelerinde Vate standardlari, Xarpet ve Cewlig belediyelerinde Zazacilarin sistemi mi kullanilacak? Bu tam bir fiyaskodur. Ve bu olaganustu durumu hic kimse tartismiyor. Bunun adida bana gore toplumumuzun ilkelligidir.
Diger bir taraftan Zazaca konusup da henuz yazi dilini bilmiyen ve anlayamayan yuzbinlerce insan var. Egitim imkanlarinin cok kisitli oldugu bir ortamda bir insanin sifirdan yazi dilini ogrenmesi ciddi bir emek ve cok zaman gerektiriyor. Liseye kadar 11 yil Turkce egitimi goren Turklerin onemli bir bolumu bile dogru duzgun yazmsini bilmiyor. Mesela bizim konustugumuz Zazaca/Kirdki de olmayip da Vate de olan bircok kural var, farkli kelimler yada varyantlari var. Bu ikiligin bu tur insanlar uzerinde yaratacagi kafa karisikligini ve dogurcagi kotu sonuclari ve belki de insanlari kendi anadilinden sogutacagini da gormek gerekmektedir. Ama hic kimse bundan bahsetmiyor. Bence Zazaca yazi dilini ogrenmeye hevesli bircok kisi bu ikilikten haberdar bile degil. Iki farkli sistemden kaynaklarini, bihaber kullanip ogrenenler var. Benim yazi dilini ogrenmem de oyle oldu. Iki tarafin kaynaklarini da kullandim. Benim Zazaca yazi yetenegim ikisinin karmasi gibi birsey oldu.
Ben hic bir kimseyi bu durumdan dolayi sorumlu tutmuyorum. Yada sizi suclamiyorum. Vate’nin kendisini degistirmesini telkin etmiyorum. Ama ortada boyle bir durum var ve bu bizim kendi toplumumuzun bir yansimasidir. Bu kadarini da kabul edelim artik.
Bu durumu yaratan yada buyuk bir sorun haline getiren ana faktor olarak toplumumuzda yerlesemeyen elestiri kulturunu ve hala var olan asiret kulturunu goruyorum. Cok sansur uygulaniyor. Mesela ciddi ve ozenerek yazilmis bir gorusun heryerde sansure ugramasi dogru mudur? Eger bir gorus genel kabul gormus ahlak kuralar cercevesinde olmasina ragmen ve tehtid yada hakaret icermemesine ragmen, heryerde sansur ediliyorsa, o toplumun dinamikleri dogal olarak sorgulanir. Evet bu konuda Turkler bizden bariz bir sekilde ondedir. Hic degilse onlar son on yilda bunu ogrendiler. Turklerin Kurdistanda yaptigi uygulamalar sadece Kurtlere degil, butun bir insanliga hakarettir. Yazimda ben bunu ima etmedim.
Dikkat edersen yazının ta başında “Kürt edebiyatı”ndan, “Kürt lehçeleri edebiyatı”ndan bahsedilmektedir. Yani, analizin çerçevesi “Kürt edebiyatı”, “Kürt lehçeleri edebiyatı” ile sınırlı olduğu çok açıktır. Kendini Kürt görmeyen, anti-Kürt bir temelde gelişen herhangi bir fenomeni kalkıp böylesi bir çerçevede analize katmak çelişki olmaz mı?
Analizde herhangi bir yok sayma, yadsıma gibi bir durum söz konusu değildir. Belli bir çerçevede söylem geliştirilmiştir.
Öte yandan, burada yayınlanan görüşler, yazılar grup görüşü değildir.
Gerek Vate Çalışma Grubu gerekse bu grup ekseninde yazınsal faaliyet yürütenlerin kimseyle rekabet içerisinde oldukları görülmemiştir. Tamamen idealistçe bir çabayla dilleri ve edebiyatın gelişmesi için çabalamaktadırlar. Kimseyle “100% dogru, karsi taraf 100% yanlis” tartışmasına girdiklerini söylemi çok haksız bir iddiadır.
Sayın Wesar,
Şahsınız yukarıdaki yorumunda bolca “ilkel” sözcüğünü kullanarak, yorumlarının yayınlanmamsını dahi “ilkellik” gerekçesi yapması, hakikaten “ilkellik” olduğu açıktır.
Herhangi bir site illa da gelen her yorumu yayınlayacak diye bir kural mı var?
Yayınlamasa “ilkel” mi olmuş oluyor? Bu mu “ilkelliğin” ölçütü?
Bir de, Kürt toplumunda ilkellikler vardır diye, Kürtler kendi ilkelliklerini görmüyordur diye Türklerin Kürt milletini topyekün inkar etmesi, varlığını; dilini, kültürünü yok etmesi, Kürdistan’ı sürekli işgal altında bırakması, katliam ve asimilasyon politikalarını sistematik bir şeklide sürekli uygulaması, Kürtleri tamamen ırkçı ve faşizan uygulamalarla Türkleştirmesi aynı değerde midir ki bunları denkmiş gibi görüyorsunuz? Kaldı ki Türklerin yaptığı ilkellik falan değil ki “biz onlardan cok cok daha ilkel” olmuş olalım!
Yani Kürt toplumunda, sözgelimi diyelim ki herhangi bir Kürt yazarında, bireyinde kimi ilkel eğilimler varsa, bu, Türkleri eleştirme hakkını ellerinden alınmış anlamına mı geliyor? (Fesubhanella!...)
Eğer Kürt toplumunda hala ilkellikler yaşanıyorsa, bunun en temel nedeni Türklerin Kürtlere yönelik zora/güce dayalı haksız uygulamaları değil midir?
Yaptığınız bu karşılaştırma asıl “ilkellik” değil midir sizce Sayın Wesar?