IŞİD’in Suriye’de ve Irak’ta güçlenmesi Kürd/Kürdistan sorunuyla yakından ilişkilidir. Şu iki sorunun sorulması ve bu sorulara makul cevaplar aranması önemlidir.
IŞİD kimlerle savaşmaktadır, savaş gücünü kimlere karşı kullanmaktadır. IŞİD’e karşı kimler savaşmaktadır?
Bu iki soru, IŞİD’in Suriye’deki ve Irak’daki işlevini ortaya koyacaktır.
IŞİD, Suriye’de ve Irak’ta ortaya çıktığından beri Kürdlerle savaşmaktadır. IŞİD, Araplarla, Şii Araplarla veya başka halklarla bir savaşa tutuşmamıştır.
IŞİD’e karşı savaşanlar da Kürdlerdir. Bugün, dünyada, IŞİD’e karşı savaş konusunda, ABD öncülüğünde bir koalisyon kurulmuştur. IŞİD’in Batı demokrasileri için de dünya için de tehlike oluşturduğu hesaplanmaktadır. Bu koalisyonda 40 devletin yer aldığı vurgulanmaktaydı. Daha sonra, 120’ye kadar yükseldiği söylendi. Ama gerek Irak’ta, gerek Suriye’de IŞİD’e karşı savaşanlar sadece Kürdlerdir. Savaş zaten Kürdistan’da cereyan etmektedir. ABD’nin, Fransa’nın bombardımanları, Irak’ın bu bombardımanlarda zaman zaman yer alması, şüphesiz önemlidir. Ayrıca, Güney Kürdistan’da pêşmergeye silah yardımının yapılması da önemlidir ama karada IŞİD’e karşı savaşanlar sadece Kürdlerdir. IŞİD Kürdlere karşı yürüttüğü savaşta yalnız değildir, çevredeki Sünni Araplardan da çok yoğun, kapsamlı destek almaktadır. Gerek Irak’ta, gerek Suriye’de, Kürdler, IŞİD’le birlikte hareket eden, komşuları Sünni Arapların da saldırılarıyla karşılaşmaktadır. Bu Sünni Araplar, yıllarca, beraber yaşadıkları komşuları Kürdlere IŞİD’le birlikte saldırmakta, komşuları Kürdlerin evlerinin, eşyalarının yağmalanmasına, evlerinin, ahırlarının, ambarlarının yakılmasına katılmaktadır.
IŞİD’in, Irak’ta, Güney Kürdistan’da Kürddlere saldırısı, Kürdistan’ın, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlığının konuşulduğu, referandum hazırlıklarının yapıldığı bir zamana rastlamaktadır. Bu, IŞİD’in arkasındaki güçlerin, IŞİD’e destek veren güçlerin, bu süreci engellemeye, Kürdlerin/Kürdistan’ın bağımsızlığının önünü kesmeye çalıştıkları anlamına gelmektedir.
Bu devletler hangileridir? Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi devletlerin IŞİD’e maddi ve manevi olarak yardım ettikleri vurgulanmaktadır. Kanımca, Suudi Arabistan ve Katar’ın yanında Türkiye’nin yardımı çok daha belirleyicidir. Gerek Irak’ta, gerek Suriye’de, bazı alanlarda IŞİD’e komşu olan Türkiye’dir. Dünyanın çeşitli ülkelerinden, IŞİD’e katılmalar olmaktadır. Bunlar, İstanbul, Ankara gibi merkezlerde toplanıp Hatay, Gaziantep, Urfa gibi alanlarda, sınırlardan kolayca geçerek IŞİD’e ulaşmaktadır. Sınırlardan kolaylıkla geçişlerin sağlanması, şüphesiz önemlidir. Ayrıca lojistik sağlanması, silah araç ve gereçlerinin sağlanması konularında da Türkiye’nin önemli bir rolü olduğu görülmektedir.
IŞİD’in Suriye’deki ve Irak’daki zuhuru, Kürd/Kürdistan sorunuyla yakından ilgilidir. Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, Kürdleri, Kürdistan’ı müşterek olarak denetleyen devletlerin, Kürdlerin önünü kesmeye çalışmaları anlaşılır bir süreçtir.
IŞİD, İslam devletini ille de Kürdistan toprakları üzerinde kurmaya çalışmaktadır. Bu bakımdan, Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, Kürdleri/Kürdistan’ı müşterek olarak denetleyen devletlerin IŞİD’i maddi ve manevi olarak destekledikleri söylenebilir. Türkiye’nin desteği çok açıktır, yoğundur. İran, Irak merkezi hükümeti, Suriye hükümeti, IŞİD’le çatışmalı görünüyorlarsa da, el altından destek verdikleri de ileri sürülebilir. Suriye’de ve Irak’ta, Arap milliyetçiliğinin, Kürdistan topraklarını, Arap toprağı saydığı da bilinmektedir. Genel olarak Arap devletlerinin, Arap Birliği’nin de bu anlayışta olduğu bilinen bir gerçekliktir. Örneğin Suriye’de Baas yönetimine karşı mücadele eden Özgür Suriye Ordusu’nun da, Kürdleri baskılamaya çalıştıkları bilinen bir durumdur. Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu’nu bu koşullar altında örgütlemeye, desteklemeye çalıştığı biliniyor. Nitekim Türkiye’de, Antalya’da, İstanbul’da düzenlenen toplantılara Kürdler, Kürd örgütleri davet edilmemişti. Türkiye’nin, el Nusra, el Kaide, IŞİD gibi İslami örgütlere destek vermesinin önemli nedeni Beşar Esed’in yönetimden uzaklaştırılmasıydı. Türkiye’nin ikinci bir çabası daha vardı. Suriye’deki olayların gelişim sürecinde, Kürdlerin herhangi bir kazanım elde edememesi, Türkiye’nin, önemle, özenle gözettiği bir durumdu.
IŞİD’in Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, özellikle, Irak ve Suriye’de zuhuru, Kürd/Kürdistan sorunuyla, Kürdlerin, Kürdistan’ın, bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması sorunuyla çok yakından ilgilidir. Bağımsız Kürd devletinin, Kürdistan’ın oluşumunu engellemek önemli olmaktadır.
Güney Kürdistan’da pêşmerge, Haziran 2014 ortalarında yaşadığı paniği, dağınıklığı atlatmıştır, toparlanmıştır. Pêşmerge, artık, Kürdistan’dan koparılan alanlar üzerinde, işgal altında tutulan Kürdistan toprakları üzerinde daha etkindir. Çeşitli alanlara, IŞİD’i püskürttüğü, püskürteceği açıkça görülmektedir. ABD’nin, Fransa’nın bombardımanları, Irak’ın ve bazı Batı ülkelerinin de bu bombardımanları zaman zaman katılması, birçok devletin, silah, lojistik yardımı, pêşmergeyi daha dinamik, daha muharip bir güç haline getirmektedir. Bugün Güney Kürdistan’da, bağımsız Kürdistan düşüncesi daha yoğun ve kapsamlı bir şekilde gündeme gelmektedir. IŞİD’in saldırıları ters tepmiştir. Bu konuda, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin tutumu, pêşmergenin direnci, fedakarlığı elbette belirleyici olmuştur.
Güneybatı Kürdistan’da, Kürdistana Rojava’da, Kobani’de, PYD’nin, HPG’nin direnci, fedakarlığı, sadece Kürdler için değil, insanlık için de büyük bir gururdur. Tarih, Kürdleri, kendi içlerinde barışa davet etmektedir. Kendi içlerinde barışı kuramayan, bunun bilincinde olmayan Kürdlerin, Kürdleri, Kürdistan’ı baskı altında tutan devletlerle barış araması etkili olmayacaktır. Kobani’nin etrafının IŞİD birlikleri ve IŞİD’ci Araplar tarafından, kuşatıldığı, bir tarafının da Türk ordusu tarafından sarıldığı görülmektedir. O zaman, Kürdlerin, önce kendi işlerinde barışı kurmaları bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Kürd/Kürdistan konusunda temeldeki olgu, Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması ve Kürdlerin bağımsız devlet kurma haklarının gasbedilmesidir. 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde yaşanan bu süreç, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Birleşmiş Milletler döneminde de aynen sürdürülmüştür. Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, Milletler Cemiyeti döneminde kurulan statüko, Kürdlere, Kürdistan’a bir statü vermemiştir. Birleşmiş Milletler de, Kürdlere, Kürdistan’a statü vermeyen bu statükoyu aynen korumuştur. Ama Kürdler, genel olarak, bölünmenin, parçalanmanın, paylaşılmanın ve bunların yarattığı sorunların bilincinde değildir. Bu sürecin günümüze yansıyan en önemli sonucu, parçacı siyasetlerin, örgütsel çıkarların, genel Kürdistan çıkarlarının, ulusal çıkarların önüne geçmiş olmasıdır. Mücadele sırasında, darda kalmış Kürdlerin bu durumundan sevinç duyulması, bu bilincin sadece eksik değil, aynı zamanda, yaralı bir bilinç olduğunu da gösterir.
Kürdler, üç-dört aylık süre içinde, Şengal’de, Celewle’de, Kobani’de, ağır sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır. Bunların üstesinden gelmenin tek yolu, bölünme, parçalanma, paylaşılma ve bunların yarattığı sorunlar konusunda bilince ulaşmaktır. Bu bilince ulaşanlar, öbür parçalardaki Kürdlere karşı daha sıcak ilişkiler geliştirir, bu da ulusal çıkarlar temelinde bir anlayışın gelişmesini sağlar.
“Çözüm süreci”nin nasıl geliştiğinin irdelenmesi de önemlidir. Eylül 2014 de, Diyarbakır, Yüksekova ve Cizre’de, Kürd halkının inisiyatifiyle Kürdçe eğitim verecek okullar açılmıştı. Devlet okulları çok acele olarak kapattı ve mühürledi. Halk mühürleri sökerek okulları tekrar eğitime açtı. Devlet yine kapattı ve mühürledi. Açma, kapama ve mühürleme iki üç kere devam etti. “Çözüm süreci hakkında bilgi verecek önemli bir olgu budur. Kürd diliyle eğitim istenmiyor, Kürdler, paralı özel okullara yönlendiriliyor. Anadilinde eğitim hakkı hiçe sayılıyor. Bu, asimilasyonun ısrarla sürdürülmesinden başka bir şey değildir.
Devletin, hükümetin, Kürdlerle savaşan IŞİD’e yardım etmesi, “çözüm süreci”nde yaşanan önemli gelişmelerden biridir. “Kobani düştü-düşecek”i “IŞİD neyse PKK/KCK de odur” lafları da “çözüm süreci”nde söylenmiş laflardır. Görüşmelerde, tarafların eşit şekilde temsil edilmedikleri dikkat çekmektedir. Bunlar, ”çözüm süreci”nin sağlıklı yürümediğini anlatır.
“Kürdler devlet aramasınlar, Kürdlerin devleti vardır. Kürdlerin devleti Türk devletidir” sözü de bu süreçde söylenmiştir. 12 Ekim 2014 tarihli İngiliz Telegraph Gazetesinde, Türk Başbakanı’nın bu görüşünü nakleden bir haber yer almaktaydı. Gazetede, “Genç Kürd kadınları IŞİD’le savaşırken, Türk askerleri kenarda duruyor, savaşı seyrediyor” şeklinde bir haber vardı.
Bütün bunlara rağmen, görüşmelerin sürdürülmesi, ulusal taleplerin, statünün, ısrarla dile getirilmesi, şeffaf olmaya özen gösterilmesi önemli olmalıdır.
Bugün Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, siyasal ve toplumsal yapılarda büyük sarsıntılar yaşanmaktadır. Artık, Irak diye bir devlet yoktur. Suriye diye bir devlet de yoktur. Her iki devlet de kendi egemenlik alanlarında artık egemen değildir. Her iki devletin de, devlet topraklarının önemli bir kısmında artık hükmü yoktur. Sykes–Picot düzeni iflas etmiştir. Milletler Cemiyeti’nin 1920’lerde kurduğu statüko çökmüştür.
Kanımca, Birinci Dünya Savaşı sonrası, Kürdler açısından yeniden yaşanacaktır. O zaman dönemin iki emperyal devletinin ve Yakındoğu’nun ve Ortadoğu’nun iki köklü devletinin istekleri ve politikaları belirleyici ve yönlendirici olmuştu. Bu istekler ve politikalar, Kürdleri, Kürdistan’ı statüsüz bırakmıştı. Kürdler, Kürdistan sömürge bile olamamıştı. İnkar, imha birlikte, köleleştirme birlikte yürütülüyordu. Günümüzde, Birinci Dünya Savaşı sonrası, Kürdler açısından, Kürdlerin istekleri ve iradeleri doğrultusunda yeniden yaşanacaktır. Bağımsız Kürdistan yakındır. Bu süreçde, bölgenin yerli halkları, kadim halkları, Ermenilerin, Süryanilerin, Ezidi Kürdlerin, Reya Heq ve Kakei inancının istekleri daha görünür bir şekilde gündeme gelecektir.