Sabancı Üniversitesi, İstanbul’da, Hrant Dink Vakfı ve Anadolu Kültür işbirliği ile, 26-28 Mayıs 2011 tarihleri arasında, İfade Özgürlüğü konulu bir sempozyum düzenledi. Bu, uluslar arası bir toplantıydı. Bu sempozyumda, ifade özgürlüğü, akademik özgürlük, basın özgürlüğü gibi konular konuşuldu, tartışıldı.
İfade özgürlüğü ile akademik özgürlük aynı şey değildir. İfade özgürlüğünün kısıtlandığı bir siyasal sistemde akademik özgürlüğün tam olarak işlemesi, yaşama geçmesi mümkün değildir.
Akademik özgürlük, üniversite öğretim üyelerinin, öğretim elemanlarının, araştırmalarını özgürce yapmaları, yayımlamaları anlamına gelmektedir. Bu konuda, bölüm başkanlığı, dekanlık veya rektörlük katında, bilim kurullarının, idari kurulların araştırma-inceleme sürecine müdahale etmemeleri, edememeleri esastır. Araştırma-inceleme söz konusu olduğu zaman, konu seçme, o çerçevede araştırma yapma, derse girme, derslerde şunu veya bunu anlatma sürecinde, idari soruşturmalarla, idari yaptırımlarla karşılaşmamaları akademik özgürlüğün bir gereğidir. Akademik özgürlük üniversitenin iç işleyişiyle ilgili bir kavramdır.
Üniversite özerkliği, üniversitenin, kendi işini kendi yapması, kendi kendisini yönetmesi, bu konuda erk sahibi olması, siyasal iktidarın müdahaleleriyle karşılaşmamasıdır. İdari özerkliği, mali özerkliği bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Burada temel soru şu olmalıdır. Bilim özgürlüğü, akademik özgürlük, basın özgürlüğü gibi kurumlar düşüncenin özgürce gelişmesini sağlar mı? Bu kurumlar, düşüncenin özgürce gelişmesi için yeterli midir? Bu temel konuda her şeyden önce, Türk siyasal sisteminin, Türk siyasal rejiminin incelenmesi gerekir.
Anayasanın 25. Maddesi, “Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir” demektedir. 26. Madde ise, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ile ilgilidir. 26. Maddede, “Herkes düşünce ve kanatlarını söz, yazı, resim ve başka yollarla yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak, ya da vermek serbestliğini de kapsar.” dedikten sonra, bu konuda getirilen sınırlamaları da vurgulamaktadır.
“Bu hürriyetin kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyet’in temel ilkeleri, ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret ve haklarının özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü, meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amacıyla sınırlanabilir.”
Anayasanın 27. maddesi, “Bilim ve sanat hürriyeti” 28. madde, basın hürriyeti ile ilgilidir. maddelerde, ilk cümlelerde özgürlükler dile getirilmektedir. Arkasından da, “ama” denerek sınırlamalar sayılmaktadır. “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”, “milli güvenlik”, “kamu düzeninin korunması”, “Cumhuriyet’in temel ilkeleri”, gibi kriterler, örneğin, basın hürriyeti ile ilgili 28. maddede üç ayrı yerde vurgulanmaktadır.
Anayasa’nın 130. maddesi üniversiteler ile ilgilidir. “Üniversiteler ile, öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe, her türlü bilimsel araştırma ve yayımda bulunabilirler” denildikten sonra, “Ancak bu yetki, devletin varlığı ve bağımsızlığı ve milletin ve ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği aleyhine faaliyette bulunma serbestliği vermez” denilmektedir. Böylece aynı madde içinde, “ama”, “yalnız”, “ancak”, “fakat”… ile başlayan cümlelerle verilen özgürlükler çiğnenmekte, yok edilmektedir.
Anayasa’nın yukarıda belirtilen maddeleri de göstermektedir ki, bu koşullarda, bilim özgülüğünün, akademik özgürlüğün de sağlıklı bir şekilde yaşama geçmesi mümkün değildir. Bilim özgürlüğünün, akademik özgürlüğün, basın özgürlüğünün yaşama geçmesinin temel koşulu ifade özgürlüğünün kurumlaşmasıdır. Bu bakımdan, ifade özgürlüğü birinci planda savunulması gereken bir düşün kavramıdır. Eğer siyasal sistemde ifade özgürlüğü, özgür eleştiri kurumlaşmışsa, akademik özgürlük, basın özgürlüğü gibi kategoriler de doğal olarak yaşama geçer.
Akademik özgürlük, öğretim üyelerini, öğretim elemanlarını, idari kurulların, bilim kurullarının, bölüm başkanlıklarının, dekanlıkların ve rektörün idari işlemleri karşısında koruyucu bir kalkan olarak değerlendirilebilir. Ama bu özgürlük Cumhuriyet Savcılıklarının soruşturmaları karşısında koruyucu bir işleve sahip değildir. Prof. Dr. Atila Yayla’nın, 2006 yılı sonlarında, İzmir’de, bir panelde yaptığı konuşmada, “bu adam”/”aynı adam” sözlerinden dolayı, nasıl, idari ve cezai yaptırımlarla karşı karşıya bırakıldığını hatırlamak gerekir. “Atila Yayla gibi onlarca profesör var…” diyemiyoruz. Çünkü otosansür çalışmaktadır. Çünkü yazarlar, basın mensupları, profesörler, idari ve cezai yaptırımlarla karşılaşmamak için otosansür yapmakta, kendi kendilerin sansür uygulamaktadırlar. Sansürden dolayı, gerçekleşmiş herhangi bir olay veya yazı hakkında bilgi sahibi olamazsınız. Bu şüphesiz bir kayıptır. Otosansür yaparak ise, çift kişilikli bir insan haline gelirsiniz. Sözünüz fiiliniz birbirine uymaz. Düşün hayatını çölleştiren, beyinleri kötürümleştiren budur. Bütün bunlar sosyal bilimlerde, beşeri bilimlerde, hukukta sık yaşanan bir süreçtir. Bunların temel nedeni ise ifade özgürlüğünün sınırlandırılmış olmasıdır.
Temel Sorun
Bilimde yanlış, hatta, saçma şeyler söylemek sakıncalı değildir. Siyasal sistemde, düşün özgürlüğü, özgür eleştiri kurumlaşmışsa, o yanlışı, saçmaları eleştirecek, düzeltecek olanlar şüphesiz olacaktır. Şunu söylemek daha doğru olur. Düşün özgürlüğünün, özgür eleştirini kurumlaştığı bir yerde, bilerek yanlış şeyler söylemek, saçma şeyler söylemek kolay olmayacaktır. İlgili kişiler, yazarlar vs. kamuoyunun yoğun bir denetimi altında olduklarını her zaman hatırlayacaklardır.
Ama resmi ideolojinin egemen olduğu, düşün hayatını, bilimi, sanatı, resmi ideolojinin yönlendirdiği bir yerde, yanlışlar, saçmalar her zaman yanlış olarak, saçma olarak kalacaklardır. Bunlara ancak, risk alarak eleştirmek mümkün olacaktır.
Buradaki temel sorun şudur: resmi görüşün düşün hayatını, bilimi, sanatı yönlendirdiği bir toplumda, düşünürler, yazarlar, sanatçılar, bilim insanları nasıl bir tutum sergileyeceklerdir, nasıl bir tutum sergilemeleri gerekir?
Eleştirilerin, kitapların, yazıların ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşılaştığı bir yerde,, yazarların, bilim insanlarının, aydınların, sanatçıların tutumu ne olmalıdır? Bu konuda fazla alternatif de söz konusu değildir. Ya resmi görüşü, direktifleri benimseyip o konulara hiç dokunmayacaksınız, onları bilmezlikten, görmezlikten geleceksiniz, ya resmi ideolojinin o konulardaki görüşlerini aynen tekrarlayacaksınız veya resmi ideolojiyi bilimin kavramlarıyla eleştireceksiniz. Bu üçüncü şık söz konusu olduğunda ise, birtakım idari ve cezai yaptırımların gündemle gelmesi olasıdır.
Temel sorun bu konuda nasıl bir tutum sergileneceğidir. Düşün özgürlüğünün kısıtlandığı, resmi ideolojinin düşün hayatına egemen kılındığı demokratik olmayan toplumlarda, aydınların, yazarların, bilim insanlarının sanatçıların, karşı karşıya kaldıkları temel sorun budur.
Bu, başta bilim ahlakıyla ilgili bir konudur. Kaynağını siyasal ve toplumsal otoritelerden alan bazı düşüncelerin ve inançların yanlış olabileceğini saptamak ve bunları gün ışığına çıkaracak kadar dürüst ve cesur olmak, bilim yönteminin çok önemli bir özelliğidir.
Dürüstlük, cesur olmak, bilimin kavramları değildir. Ahlakın kavramlarıdır. Ama demokratik olmayan toplumlarda, bilim insanlarının, aydınların, sanatçıların vs. temel özelliği bu olmalıdır.