Bugün, Avrupa’da, sadece Almanya’da bir milyona yakın Kürd’ün yaşadığı kanısındayım. Dünyada ise, Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Kürdistan dışında iki milyonu aşkın Kürd’ün yaşadığı söylenebilir. Ortadoğu’daysa, Kürdistan, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de, 40 milyonu aşkın Kürd’ün yaşadığı bir gerçektir. Bu sayıyı az bulan araştırmacılar, gazeteciler de vardır. Bu ülkelerde sağlıklı nüfus sayımları yapılmamasının temel nedeni Kürdlerin nüfusunun fazla çıkacağı endişesidir.
Avrupa’da, büyük bir Kürd kitlesinin yaşadığı bir gerçektir. Fakat, Kürdler, bulundukları, yaşadıkları Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Danimarka, İspanya, Hollanda gibi ülkelerde, nüfusa, Kürd olarak kaydedilmemektedirler. Türkiye’den gitmişlerse, Türk, İran’dan gitmişlerse Fars, Irak’tan ve Suriye’den gitmişlerse Arap olarak kaydedilmektedirler.
Bu, Kürd kimliğinin inkarı demektir. Örneğin Türkiye’de bu inkar hala sürdürülmektedir. Kürd çocuklarına, içlerinde, w, x, q harfleri bulunan isimler verilememektedir. Aileler bu konuda nüfus müdürlüklerinde çok büyük sorunlar yaşamaktadır.
Ama, aynı durum, örneğin, Almanya’da da yaşanmaktadır. Kürd aileler Almanya’da doğan çocuklarına, istedikleri Kürdçe isimleri verememektedir. Daha doğrusu istedikleri isimleri nüfusa kaydettirememektedir. Alman nüfus müdürlüklerinde, Türk Büyükelçiliği veya Türk Konsolosluk görevlileri tarafından verilen ve içlerinde Türkçe isimler ihtiva eden kataloglar vardır. Alman görevliler Kürd ailelere o kataloglardan isim beğenmelerini, isim seçmelerini istemektedir. Kürd aileler tarafından dile getirilen Kürdçe isimler kaydedilmemektedir.
Kürd/Kürdistan Sorunu Nedir?
Kürd/Kürdistan sorunu, Kürdlerin ve Kürdistan’ın 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması Kürdlerin bağımsız devlet kurma haklarının gasbedilmesidir. Kürdlerin, Kürd tolumu olmaktan, Kürd milleti olmaktan doğan haklarının gasbedilmesi, asimilasyon politikaları ile karşı kaşıya olmasıdır.
Kürdlerin ve Kürdistan’ın başına getirilen bu felakette, başta dönemin emperyal devletleri, Büyük Britanya ve Fransa olmak üzere, Batı’nın, Avrupa’nın sorumluluğu büyüktür. Kürdlere ve Kürdistan’a böylesine bir felaket yaşatan Batı, günümüzde de, Kürd kimliğini inkar ederek, ülkelerinde, çeşitli nedenlerle bulunan Kürdleri Türk, Arap, Fars kaydederek, bu ırkçı ve sömürgeci politikaya destek vermektedir.
İnkar, Türk yönetiminin, Kürdleri ve Kürdistan’ı yönetmede en önemli politikasıdır. Devlet terörü de tırmandırılarak bu politika yaşama geçirilmeye gayret edilmektedir. Bu inkarci politikanın, üniversite, yargı, basın gibi kurumlar tarafından kayıtsız şartsız desteklenmesi, devlet terörünü gizleyemez. Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda, İspanya gibi batılı devletlerin, Kürdleri, Kürd kaydetmeyerek, geldikleri ülkelere göre, Türk, Arap, Fars kaydederek Türk devlet terörüne yoğun bir destek vermektedirler.
Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi kurumlar, Barış ve Demokrasi Partisi’ne, milletvekillerine, belediye başkanlarına, sık sık, “terörle aranıza mesafe koyun” diyorlar. Kanımca bu yanliş bir uyarıdır. Ama, devlet terörüne verdikleri sınırsız destekten dolayı bu kurumlar eleştirilmelidir. Devlet terörüyle aralarına mesafe koymaları bu kurumlardan, bu kurumlarda yer alan devletlerden istenmelidir. Türk devlet terörüne destek verdikleri sürece bu tür önerileri de ciddi bulunmayacaktır. “Teröre karşıyız” diyerek devlet terörüne sınırsız destek vermek çok yanlış bir tutumdur.
Türkiye’nin, “bütün dünya bize karşı. Herkes teröre destek veriyor...” şeklinde bir söylemi var. Devleti hükümet, özellikle iç politikada bunu çok seslendiriyor. Bu hiç doğru değil. Uluslar arası politikada etkin olan devletlerin Türkiye’ye çok yoğun destek verdikleri, Kürdlere karşı tırmandırılan devlet terörünü görmezlikten, bilmezlikten geldikler çok büyük bir gerçekliktir. Türkiye’in açtığı ihalelere girme, ihalelerden pay kapma büyük devletlerin vicdanlarını bağlayabiliyor. Uluslararası politikada devletlerin çıkarı elbette belirleyicidir. Fakat, bu bazı temel ahlaki ilkelerin göz ardı edilmesini getirmemelidir. Gerilla mücadelesine karşı, örneğin Avrupa’nı hiçbir desteğinin olmadığı da biliniyor. Kürdler, PKK, Avrupa’da sık sık gösteri-yürüyüş, miting, oturma grevi vs. yapıyor. Bunlara “Avrupa’nın desteği” olarak algılamak doğru değildir. Avrupa’daki bu demokratik olanaklardan herkes yararlanıyor.
Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, (1945) Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Uluslar arası Sözleçmesi (1966), Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslar arası Sözleşmesi (1966) ezilen, baskı gören halklar için ne ifade eder?
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin (1948) hemen Baçlangıç bölümündeki “İnsanın, zorbalık ve baskıya karşı, son bir yol olarak ayaklanmaya başvurmak zorunda bırakılmaması için insan haklarının hukuk düzeniyle korunması gerektiğini” ifadesini Kürdler açısından nasıl yorumlamak gerekir?
Avrupa Konseyi İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Sözleşmesi (1950), Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunmasına ilişkin Çerçeve Sözleşme (1995) Avrupa Konseyi Bölgesel Diller veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı (1992) gibi sözleşmelerin Kürdler için ne anlamı vardır?
Bu sözleşmelerin hepsi de, bu sözleşmelerden önce veya sonra yayımlanan uluslar arası belgeler de baskı altında olan halklar için çok büyük haklar dile getirmektedir. Bu sözleşmeler, bu belgeler, gerek bireysel haklar temelinde, gerek kolektif haklar temelinde Kürdlere de çok haklar sağlamaktadır. Ama, Türk devleti, gerek yorumlarıyla, gerek çekinceleriyle, Kürdlerin bu haklardan yararlanmamsı için çok yoğun bir gayret içinde olmaktadır. Kürdlerin, hak-huhuk, adalet, özgürlük, eşitlik istemleri, bu yolda sergiledikleri eylemler “terör” olarak değerlendirilmekte, Batılılar da devletin bu yorumuna destek vermektedir.
Fakat, Kürdlerin ve Kürdistan’ın, Ortadoğu’nun ortasında, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış kalması, Kürd toplumu olmaktan, Kürd ulusu olmaktan doğan haklarının, doğal haklarının tamamen gasbedilmiş olması, bu uluslar arası sözleşmelere ve belgelere tamamen aykırıdır. Kürdlere dayatılan koşullar, bu sözleşmelerin ve belgelerin ruhuna aykırıdır.
Terör Nedir?
15-20 yıl öncesini düşünelim. Kürdlerle, Kürdçe’yle, Kürdistanla ilgili bir şeyler yazdınız, veya konuşma yaptınız. Siz artık, devletin, hükümetin nezdinde bir teröristsiniz. Devlet, sizi bastırmak, engellemek için her türlü önlemi almakta, yürürlüğe koymaktadır. Bu bastırma, engelleme sürecinde devlet terörünü de kullanmakta, tırmandırmaktadır. Bütün bunları da mübah saymaktadır. İşte bu süreçte, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi kurumlar, “teröre karşı çıkıyoruz” diyerek devlet terörüne sınırsız bir destek veriyorlar.
Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya, Hollanda gibi ülkelerde Kürd kimliğinin resmen tanınmaması, Kürdlerin geldikleri ülkelere göre, Türk, Arap, Fars kaydedilmeleri, devlet terörüne verilmiş büyük bir destektir. Bu destek aynı zamanda devlet terörünü teşvik de etmektedir. İsveç gibi İskandinav ülkelerinde durum, şüphesiz daha olumludur. Bu ayrıca değerlendirilmesi gereken bir konudur.
Almanya’da bir milyon civarında Kürd’ün yaşadığı söylenebilir. Almanya’da Kürd kimliğinin tanınmaması, Kürdlerin, Türk, Arap, Fars kaydedilmeleri ne anlama gelmektedir?
27 üyeli Avrupa Birliği’nde, Luxemburg, Kıbrıs, Malta gibi devletlerin nüfusları bir milyondan azdır. Örneğin, Kıbrıs’da, Rumlar artı Türkler, yine bir milyonu bulmamaktadır. Almanya’da, Luxemburg’un nüfusundan, Malta’nın nüfusundan, Kıbrıs’ın nüfusundan daha çok Kürd yaşamaktadır. Kürdlerin böylesine kimliksiz kalması uluslar arası sözleşmelere ve belgelere aykırıdır.
47 üyeli Avrupa Konseyi’nde, Andora, San Marino, Monaco, Liechtenstein gibi devletler var. Bu devletlerin nüfusları 30 bin-40 bin arasında değişmektedir. Bu dört devlet Birleşmiş Milletler’in de üyesidir. Bu dört devletin nüfusu toplandığında, toplam, Almanya’da yaşayan, Kürdlerin beşte birini bile bulmamaktadır. Ama, Almanya’da Kürd kimliği tanınmamaktadır. Bunun Kürdlere karşı, Kürd toplumuna karşı çok büyük bir haksızlık olduğu besbellidir. Devlet terörüne ise büyük bir destek ve teşvik olduğu açık bir durumdur.
Örneğin, medyada, gazetelerde, “falanca şehirde yangı çıktı. Bir Türk aile yandı. İki çocuk bir kadın… Aile yangından kurtarılamadı.” Veya, “Bir Türk aile, arabalarıyla Türkiye’ye tatile gelirken Bulgaristan’da kaza geçirdi. Ana, baba üç çocuk yaşamlarını kaybetti.” şeklinde haberler yer almaktadır. Aslında, bu haberler biraz kurcalandığı zaman, ailelerin bir Kürd ailesi olduğu hemen anlaşılmaktadır. Doğum yerlerinden, yaptıkları işlerden, akrabalarından vs. bu hemen anlaşılmaktadır. Türk aile denildiği zaman, Türkler için bir sempatinin ilginin doğduğu, olumlu duyguların geliştiği, örneğin, Türk derneklerine yardım yapıldığı bir gerçektir. Basında Kürd adı, sadece, uyuşturucu kaçakçılığı, ırza tecavüz, adam öldürme, hırsızlık, gasp gibi fiillerle birlikte yer almaktadır.
15 Ekim 2012 Alman Parlamentosu
15 Ekim 2012 de Almanya Parlamentosu’nda bir görüşme gerçekleşecek. YEK-KOM tarafından yürütülen bir kampanya ile Almanya’da yaşayan Kürdleredn 60 bini aşkın imza toplandı. Bu imzala federal parlamentoya gönderildi. 15 Ekim’de, Federal Parlamentoda, “Almanya Kürd Kimliğini Tanısın” başlıklı bir oturum gerçekleşecek. Bu kampanya Kürdler yanında, Alman milletvekilleri ve Alman aydınları tarafından da destekleniyor. Dilerim o oturumda olumlu kararlar alınır, Almanya da bu tür çelişkilerden kurtulur. Bu karar öbür devletler için de önemli bir emsal oluşturur.
Başbakanlar, Genelkurmay Başkanları
Halbuki, batılılar, Avrupa, örneğin, Almanlar, Fransızlar, İngilizler, İspanyollar, İtalyanlar, Hollandalılar vs, şöyle de düşünebilirler. 1984’den bu tarafa, yani gerilla mücadelesinin başladığı günlerden bu tarafa, Türkiye’de 11 başbakan görev almıştır.(1) On Genelkurmay Başkanı görev almıştır.(2) Beş Cumhurbaşkanı görev almıştır.(3)
15 Ağustos 1984 den bugünlere kadar 25 İçişleri Bakanı(4) 20 Dışişleri Bakanı(5) gelip geçmiştir Yedi Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı(6) bu mücadele sürecinde görev yapmıştır.
Bu devlet ve hükümet yöneticileri arasında “bir çakıl taşı bile vermeyiz” diyen de vardır. “Öyle bir silah kullanırım ki, burada, değil insan yaşasın ot bile bitmez” diyen de vardır. “Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” diyen de vardır. Bu söylenenleri, sonuncusu hariç, yaşama geçirmek için yoğun gayretler sarfedildiği de bilinmektedir.
Bu yöneticilerin hepsi de, “bunlar terörün son çırpınışlarıdır” demişlerdir. “Kıstırıldılar, kuşatıldılar yakalanmaları an meselesidir” demişledir. “Aç kaldılar, ağaç kabuklarını kemirmeye başladılar, teslim olmaları an meselesidir” demişlerdir. “Ülkemiz terörden kısa zamanda kurtarılacaktır. Terörün kökü kazınacaktır, başı ezilecektir…” sözünün hemen hemen bütün Türk yöneticiler dile getirmişlerdir. Ama bütün bunlara rağmen, gerillanın ayakta olduğu, mücadeleye devam ettiği görülmektedir. Kürd gençlerinin gerillaya katılımları da sürmektedir.
O zaman, bu sürecin toplumsal ve siyasal dayanaklarını irdelemek önemli olmalıdır. Batılı devletler, Avrupa, artık bunları da düşünmelidir. Kürdler ne için mücadele ediyor? Kürdlerin beklentileri nedir? Kürdler nasıl yönetiliyor gibi konular üzerinde durmak önemli değil midir?
“Öyle bir silah kullanırım ki burada değil insan yaşasın, ot bile bitmez” …nasıl bir sözdür? İnsan yaşamayacak, ot bitmeyecek… Köyler, evler yakılacak, yıkılacak,. İnsanlar, aileler, yererlini yurtlarını terke zorlanacak. Bu nasıl bir vatan anlayışıdır? Bunun da zengin olgusal dayanaklarıyla irdelenmesi gerekir.
Yukarıda, Birleşmiş Milletler Evrensel Bildirgesi (1948)’nin, Başlangıç kısmından kısa bir bölüme yer verilmişti. Burada, zulme karşı başkaldırının bir hak olduğu vurgulanıyor. Buna da dikkat çekmek gerekir kanısındayım.
Kürd Siyasal Partileri
Kürdler, 1990’ların başından itibaren siyasal partiler kurdular. Halkın Emek Partisi (HEP) 1991 sonbahar’ında kuruldu. Bu partinin Anayasa Mahkemesi’nce kapatılması üzerine Demokrasi Partisi (DEP) kuruldu. DEP’in Ankara’daki Genel Merkezi, 1994 kışında bombalanmıştı. DEP de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı.
Bu siyasal partiler, Anayasa’nın 69. maddesine ve Siyasal Partiler Yasası’nın 81/a maddesine göre kapatılıyordu. Siyasal Partiler Yasası’nın sözü edilen maddesinde, “siyasal partiler, Türkiye’de, etnik grupların var olduğunu farklı dillerin varolduğunu ileri süremezler…” deniyordu. Bu maddeye göre DEP de kapatıldı.
DEP’den sonra, Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP) kuruldu. Bir süre sonra, ÖZDEP kendini feshetti. Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) faaliyete başladı. Mart 2003 de, HADEP de kapatıldı. HADEP’den sonra Demokratik Halk Partisi (DEHAP) çalışmaya başladı. DEHAP 2005 yılında kendini feshetti. Demokratik Toplum Partisi (DTP) Kasım 2005’de kuruldu, Aralık 2009 da Anayasa Mahkemesi’nce kapatıldı. Barış ve Demokrasi Partisi (BDP Mayıs 2008 de kuruldu. BDP halen çalışmalarını sürdürmektedir.
HEP, DEP, HADEP, DEHAP DTP Genel Seçimlere katıldılar. % 10 barajından dolayı, TBMM’ye giremediler. Ama yerel yönetim seçimlerinde başarılı oldular. 2007 Genel Seçimlerine DTP, 2011 seçimlerinde BDP bağımsız adaylarla seçime katıldı. Bugün, TBMM de güçlü bir grupla temsil ediliyor. Yerel yönetim seçimlerinde ise çok daha başarılı olduğu görülüyor.
Bir siyasal partinin kurulması, faaliyet göstermesi, yöneticilerin, üyelerin çok ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşılaşması, bazılarını cinayete kurban gitmesi, yaptırımlara rağmen bu çabaların sürdürülmesi geniş olgusal dayanaklarıyla incelenmesi gereken bir süreçtir. Partinin, Anayasa Mahkemesi’nce kapatılması, kısa bir zaman içinde, yenisini kurulması, bir süre sonra onun da benzer bir yaptırımla karşılaşması… Süreci 20 yılı aşkın bir süredir böyle gelişmesi…
Bu süreç ancak, toplumsal dayanakların gücüyle açıklanabilir. Güçlü, yeterli insan kaynakları maddi kaynaklar olmasa, süreç bu kadar rahat işleyebilir mi? Kürdler söz konusu olduğu zaman “terör” diyen Batı’nın, bu durumun da bilincine varması gerekir. Hüseyin Aykol, Türkiye’de Siyasi Parti Kapatmanın Tarihi, (İmge Yayınları, 2009) isimli eserinde bu konuda ayrıntılı bilgiler vardır.
Kürd Basını
Kürdler, 20 yılı aşkın bir zamandır günlük gazete yayımlıyorlar. İlk günlük gazete 1992’de yayıma başlayan Özgür Gündem’dir. 2007 yılından beri de günlük Kürdçe bir gazete yayımlıyorlar. Bu gazeteler de çok ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşılaşmıştır. JİTEM’in, Özeltim’lerin cinayetine kurban giden muhabirler de vardır. Gazeteleri sık sık kapatılması, kapatılan gazetenin yerine kısa zamanda yeni bir gazetenin yayına başlaması dikkatle incelenmesi gereken bir süreçtir. İnsan kaynakları açısında ve maddi kaynaklar açısında bu değerlendirme yapılmalıdır.
Bütün bu sistematik baskılara rağmen Kürd basını yaşamını sürdürmektedir. Hüseyin Aykol, Kürt Medyasında 20 Yıl (Everensel Basın Yayım, 2009) isimli eserinde bu konuda değerli bilgiler vermektedir.
“Musa Anter Basın Şehitleri ve Gazetecilik Ödülleri” konulu bir kurum yaratılmıştır. Sağlıklı bir kurumlaşma gerçekleşmiştir. Musa Anter de bir gazetecidir. 1993’de, devlet tarafından planlanan katliamla yaşımın son verilmiştir. Özeltim veya JİTEM tarafından katledilen gazeteciler şunlardır.
Mehmet Sait Erten, Azadi, 1992, Diyarbakır
Halit Güngen, 2000’e Doğru, 18 Şubat 1992, Diyarbakır
Cengiz Altun, Yeni Ülke, 25 Şubat 1992, Batman
İzzet Kezer, Sabah, 23 Mart 1992, Cizre
Mecit Akgün, Yeni Ülke, 2 Haziran 1992, Nusaybin
Hafız Akdemir, Özgür Gündem, 8 Haziran 1992, Diyarbakır
Çetin Abayay, Özgür Halk, 29 Temmuz 1992, Batman
Yahya Orhan, Özgür Gündem, 2 Ağustos 1992, Ceylanpınar
Hüseyin Deniz, Özgür Gündem, 2 Ağustos 1992, Ceylanpınar
Musa Anter, Özgür Gündem, 20 Eylül 1992, Diyarbakır
Yaşar Aktay, Serbest, 9 Kasım 1992, Hani
Hatip Kapçak, Serbest, 18 Kasım 1992, Mazıdağı
Namık Tarancı, Gerçek, 20 Kasım 1992, Diyarbakır
Kemal Kılıç, Yeni Ülke, 18 Şubat 1993, Şanlıurfa
Mehmet İhsan Karakuş, 13 Mart 1993, Silvan
Ferhat Tepe, Özgür Gündem, 28 Temmuz 1993, Bitlis
Nazım Babaoğlu, Gündem, 12 Mart 1994, Siverek
Seyfettin Tepe, Yeni Politika, 28 Ağustos 1995, Bitlis
Bu sürecin, 5 Temmuz 1991’de, Diyarbakır’da Vedat Aydın’ın kaçırılmasıyla başladığını, Batman’da Mehmet Sincar’ (4 Eylül 1993), Behçet Cantürk (12 Ocak 1994) Muhsin Melik (2 Haziran 1994), Savaş Buldan (3 Haziran 1994) gibi siyasetçilerle ve iş adamlarıyla devam ettiği çok iyi bilinmektedir. Bu, öldür, kaçır, göm yönteminin egemen olduğu bir dönemdir. Sedat Yılmaz’ın Pres filmi bu süreci çok iyi anlatmaktadır.
1993’den beri verilen bu ödüllerin hangi gazeteler tarafından verildiği Kürd basında yaşanan süreci de göstermektedir. Ne kadar çok gazetenin kapatıldığı, kapatılan gazetenin yerine kısa zamanda bir yenisinin yayıma başladığı hemen anlaşılmaktadır.
1993, Özgür Gündem
1994, Özgür Ülke
1995, Yeni Politika
1996, Demokrasi
1997, 1998 Ülkede Gündem
1999, Özgür bakış
2000, 2000’de Yeni Gündem
2001, 2002 Yedinci Gündem
2003, Yeniden Özgür Gündem
2004, 2005, 2006 Ülkede Özgür Gündem
2007, Gündem
2008, Alternatif ile Azadiya Welat
2009, 2010, Günlük ile Azadiya Welat
2011, Özgür Gündem ile Azadiya Welat
2012, Ödüller Özgür Gündem ve Azadiya Welat tarafından verilecektir.
Musa Anter Basın Şehitleri ve Gazetecilik Ödülleri, Kürdçe Haber, Türkçe Haber, Fotoğraf ve Karikatür dallarında verilmektedir. Musa Anter’in fıkra yazarı olduğu, her şeyden önce fıkralarıyla, makaleleriyle bilindiği unutulmamalıdır. Yazı konusunda da bir ödül konulmalıdır.
__________
(1)Turgut Özal 1983-1987 1987-1989
Ali Bozer (vekaleten) 1989-1989
Yıldırım Akbulut 1989-1991
Mesut Yılmaz 1991-1991
Süleyman Demirel 1991-1993
Erdal İnönü (vekaleten) 1993-1993
Tansu Çiller 1993-1995 1995-1995 1995- 1996
Mesut Yılmaz 1996-1996
Necmettin Erbakan 1996-1997
Mesut Yılmaz 1997-1999
Bülent Ecevit 1999-1999 1999-2002
Abdullah Gül 2002-2003
Recep Tayyip Erdoğan 2003-2007 2007-2011 2011-
(2) Necdet Üruğ 1983-1987
Necip Torumtay 1987-1990
Doğan Güreş 1990-1994
İsmail Hakkı Karadayı 1994-1998
Hüseyin Kıvrıkoğlu 1998-2002
Hilmi Özkök 2002-2006
Yaşar Büyükanıt 2006-2008
İlker Başbuğ 2008-2010
Işık Koşaner 2010-2011
Necdet Özel 2011-
(3) Kenan Evren 1982-1989
Turgut Özal 1989-1993
Süleyman Demirel 1993-2000
Ahmet Necdet Sezer 2000-2007
Abdullah Gül 2007-
(4) Ali Tanrıyar 1983-1984
Yıldırım Akbulut 1984-1987
Ahmet Selçuk 1987-1987
Mustafa Kalemli 1987-1989
Abdülkadir Aksu 1989-1991
Mustafa Kalemli 1991-1991
Selahattin Çakmakoğlu 1991-1991
İsmet Sezgin 1991-1993
Beytullah Mehmet Gazioğlu 1993-1993
Nahit Menteşe 1993-1995
Teoman Ünüsan 1995-1996
Ülkü Gökalp Güney 1996-1996
Mehmet Ağar 1996-1996
Meral Akşener 1996-19997
Murat Başeskioğlu 1997-1998
Kutlu Aktaş 1998-1999
Cahit Bayar 1999-1999
Sadettin Tantan 1999-2001
Rüştü Kazım Yücelen 2001-2002
Muzaffer Ecemiş 2002-2002
Abdülkadir Aksu 2002-2007
Osman Güner 2007-2007
Beşir Atalay 2007-2011
Osman Güner 2011-2011
İdris Naim Şahin 2011-
(5) Vahit Melih Halefoğlu 1983-1987
Mesut Yılmaz 1987-1990
Ali Bozer 1990-1990
Ahmet Kurtcebe Alptemuçin 1990-1991
Safa Giray 1991-1991
Hikmet Çetin 1991-1994
Mümtaz soysal 1994-1994
Murat Karayalçın 1994-1995
Erdal İnönü 1995-1995
A.Coşkun Kırca 1995-1995
Deniz Baykal 1995-1996
Emre Gönensay 1996-1996
Tansu Çiller 1996-1997
İsmail Cem 1997-19999 1999-2002
Şükrü Sina Gürel 2002-2002
Yaşar Yakış 2002-2003
Abdullah Gül 2003-2007
Ali Babacan 2007-2009
Ahmet Davutoğlu 2009-2011 2011-
(6) Korg. Burhanettin Bigalı 1981-1986
Korg. Hayri Ündül 1986-1988
Korg. Teoman koman 1988-1992
Sönmez Köksal 1992-1998
Şenkal Atasagun 1998-2005
Emre Taner 2005-2010
Hakan Fidan 2010-