zazaki.net
22 Kanûne 2024 Yewşeme

Îsmaîl Beşîkçî / Nuştox

“Dün Kürtler Bugün Cemaatler”

13 Kanûne 2010 Dişeme 09:04

Emre Uslu’nun, “Derin Devletin Tehdit Haritası, Dün Kürtler, Bugün Cemaatler” kitabı yayımlandı. (Karakutu Yayınları, Kasım 2010)

Kitapta, Ders 1 başlığı altında temel bir soru var. “Ne zaman ve hangi koşullar altında derin devletin unsurları harekete geçer ve sonucu şiddetle biten eylemlere girişir?” (s. 5) Kitap bu soruya cevap arıyor. Derin devlet, daha doğrusu devlet, böyle bir soru etrafında irdeleniyor. Kitaptaki analizlerden derin devletin, devletin kendisi olduğu anlaşılıyor.

Emre Uslu kitabında, derin devleti, dün Kürtlerin, bugün ise cemaatlerin tehdit ettiğini söylemektedir. Bunu söylerken, Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlandığı iddia edilen, “Gülen ve AKP’yi Bitirme Planı”nı gündeme getirmektedir. Buradan hareket ederek “irtica tehdidi”ne karşı alınacak tedbirleri analizlerini odak noktasına koymaktadır. ( s.55, s. 199-200, s. 311)

Kişi olarak, cemaatlerin, daha geniş planda da dinsel akımların devlete karşı ciddi bir tehdit oluşturduğu kanısında değilim. Bu yazıda bunu belirtmeye çalışacağım.

Türkiye’de din her zaman devletin denetiminde olmuştur. Türkiye laik bir devlet değildir. Din devletin denetimindedir. Diyanet İşleri Başkanlığı bir devlet kurumudur. Devlet dinsel akımları istediği gibi yönlendirebilmektedir. Örneğin Kürtlerin Türklüğe asimilasyonu temel bir devlet politikasıdır. Bu politikanın yaşama geçirilmesinde, Atatürkçü Düşünce Derneği’yle, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’yle, Gülen Cemaati’nin Kürdistan’daki okulları arasında ciddi bir fark yoktur. Her ikisi de Kürtlere ilişkin bu devlet politikasını daha etkin bir şekilde yaşama geçirmeye çalışmaktadır. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin yurtlarında, Bölge Yatılı İlköğretim Okulları’nda, Kürtçe nasıl yasaksa, Gülen Cemaati’nin Kürdistan’daki okullarında, Yurtlarında da yasaktır. Şöyle düşünelim: Bir komutan bir albaya, “bölücülükle ilgili, bölücülüğü geriletmekle ilgili bir rapor hazırlayın” diye talimat verseydi, nasıl bir rapor hazırlanırdı? Kanımca, hazırlanacak raporda, “bölücülük belasını geriletmek için, onların yaşadığı her alanda, dinsel propagandayı, dinsel akımları geliştirmeliyiz, İmam-Hatip Okulları’nı, Kur’an Kursları’nı yaygınlaştırmalıyız…” şeklinde öneriler olurdu. Bu konuyla ilgili olarak Fikri Sağlar’ın, 18 Ağustos 1995 ve 8 Şubat 1996 tarihli Siyah Beyaz gazetelerinde Hasan Uysal’a yaptığı açıklamaları irdelemek gerekir.

Fikri Sağlar, 1990’larda iki defa Kültür Bakanı olarak görev yapmıştı. Birincisi 20 Kasım 1991-27 Temmuz 1994 yılları arasındaydı. Bu dönemde Başbakan Süleyman Demirel, Başbakan yardımcısı Erdal İnönü’ydü. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’ti. Fikri Sağlar, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekiliydi. Fikri Sağlar’ın ikinci Kültür Bakanlığı 30 Ekim 1995-6 Mart 1996 arasındaydı. Bu dönemde Başbakan Tansu Çiller, Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın’dı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı idi.

Fikri Sağlar’ın, 18 Ağustos 1995 tarihli Siyah Beyaz Gazetesi’ndeki açıklaması, “MGK’nın şeriatçılara desteğini durdurdum” başlığıyla verilmişti. Bu açıklamasında Fikri Sağlar 1991 yılında göreve geldiği günleri anlatıyordu. Önüne dinsel akımlara, dinsel vakıflara, radyolara yayınevlerine, Kur’an Kursları’na vs. yardımı içeren bir dosya konduğunu, bunun imzalanmasının gerektiğinin söylendiği belirtiliyordu. Fikri Sağlar olayı şu şekilde anlatıyordu: 1984-1985 yıllarında, Milli Güvenlik Kurulu, PKK ile etkin bir şekilde mücadele edebilmek için, çeşitli yolları düşünmüş. Kürtlerin yaşadığı her yerde dinsel akımların gelişmesini teşvik etmek, dinsel vakıfların, dinsel televizyonların, radyoların, gazetelerin, yayınevlerinin kurulmasını, gelişmesini teşvik etmek, Kur’an Kursları’nı İmam-Hatip Okulları’nı yaygınlaştırmak önemli bir önlem olarak tartışılmış ve yaşama geçirilmiş. Kürtlerin yaşadığı her yerde bu düşüncenin yaşama geçirilmesi isteniyor. Diyarbakır’da, Hakkari’de, Mersin’de, İstanbul’da, Almanya’da, Fransa’da vs. Bu dönemde Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Başbakan Turgut Özal, Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Uruğ’du.

Dinsel akımları, dinsel kurumları geliştirmek için hazırlanacak projeler ve yapılacak masrafların karşılanması ile ilgili görev de Kültür Bakanlığı’na verilmiş. Bu işler için Kültür Bakanlığı’na ayrı bir ödenek ayrılmış. Örneğin Namık Kemal Zeybek’in, Kültür Bakanlığı yaptığı 17 Mart 1989-23 Haziran 1991 tarihleri arasında bu düşüncelere uygun projeler yoğun bir şekilde yaşama geçmiş. Fikri Sağlar bunları etraflı bir şekilde anlatıyor. Genelkurmay’a yazdığı bir yazıyla, dinsel akımları, dinsel kurumları geliştirme yerine Türk kültür merkezlerinin, halkevlerinin açılmasını öneriyor. PKK ile bu kurumlarla daha iyi mücadele edileceğine vurgu yapıyor.

Fikri sağlar, 8 Şubat 1996 tarihli Siyah Beyaz Gazetesi’ndeki açıklamasındaysa, ikinci defa, Kültür Bakanlığı görevine geldiğinde, göreve başladığı günlerde, yaptığı bir inceleme sonunda, yukarıda sözü edilen belgelerin kaybolduğunu anlatıyor. Örneğin 1984-1985 yıllarında bu çerçevede 350 milyon dolarlık harcama yapılmış. Bütün bu belgelerin kaybolduğuna vurgu yapılıyor. Bu açıklama, sözü edilen gazetede, “Bakanın bulamadığı belge” başlığıyla verilmiş.

Fikri Sağlar’ın açıklamalarını daha önce iki yazıda değerlendirmeye çalıştım. Bu yazılardan biri, ‘Hayali Kürdistan’ın Dirilişi kitabında yayımlandı. (Aram Yayınları Şubat 1998)

Bu kitaptaki, “PKK 1996, Kürdistan Eski Kürdistan Değildir” başlıklı yazı, bu değerlendirmelerle ilgilidir. (s.34-124) Yazının 67-71 sahifeleri arasında bu değerlendirmeler yapılmaktadır.

İkinci yazı, “Devlet, AKP, Din, PKK, Kürtler” başlıklı yazıdır. Bu yazı, Zazaki.Net, Peyamaazadi, Rizgarionline, Gelawej, Argun.org gibi sitelerde yayımlanmıştır. (24 Ekim 2010) Bu yazılar içinde, bu değerlendirmeler yapılmaktadır.

Türkiye’de cemaatlerin, bu arada Gülen Cemaati’nin da devleti tehdit eden bir yönü yoktur. Cemaatlerdeki gelişmeleri devletin tehdit olarak algılaması mümkün değildir. Bilakis devlet, Kürt milli hareketinin gelişmesini engellemek için, cemaatlerden yararlanıyor. Kürt bölgelerine Kur’an Kursları’nı, İmam-Hatip Okulları’nı geliştirmeye çalışıyor. Hizbullah’ın da devlet tarafından yaratıldığı, askeri kışlalarda eğitildiği yakından biliniyor. Diyanet İşleri Başkanlığı kanalıyla Kürtlere irşad heyetleri gönderiyor. Bu arada, İslamcı olan, Kürt yurtsever hareketinden de söz etmek gerekir. Diyarbakır’da yayın yapan Mizgin Dergisi’ni bu çerçevede anmak gerekir.

Gerilla mücadelesini yükselmeye başladığı 1986-1987 yıllarını hatırlayalım. Devlet, Kürt yerleşim birimlerine, uçaklarla, helikopterlerle, Kur’andan sureler, ayetler atıyordu. Bu suretlerle, ayetlerle, Kürt milli hareketinin İslam’a aykırılığını anlatmaya çalışıyordu

Emre Uslu’nun, Derin Devletin Tehdit haritası, Dün Kürtler, Bugün Cemaatler kitabını okurken, Prof. Dr. Kurthan Fişek hakkında hazırlanan, “Prof. Dr. Kurthan Fişek İçin Yönetim Üzerine, (Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Yayına hazırlayan, İpek Özkal Sayan, Ankara, 2010) kitabındaki bir karikatürü hatırladım. Kitap, Siyasal Bilgiler Fakültesi tarafından hazırlanan bir armağan kitap. Kitaptaki karikatür (s. 18) şunu anlatıyor. Kurthan Hoca, bir gün derse, derin devleti anlatması için Mehmet Ağar’ı davet ediyor. Mehmet Ağar o zaman İçişleri Bakanı’dır. Mehmet Ağar derse silahları yüklenmiş gelmiş. Masanın üzerin çeşit çeşit silahlar yığılmış. Sırtında taşıdığı çuvalda da silahlar var. Bu durum karşısında Kurthan Hoca şöyle söylüyor. Derin devletin tatbikatını değil, teorisini anlat Mehmet...

Emre Uslu’nun kitabında, derin devletin niyetini, düşüncesini, teorisini ortaya koymaya çalışıyor. Derin devletin, düşüncelerini, projelerini ne zaman yaşama geçirdiği konusu üzerinde önemle duruyor. Ama Emre Uslu’nun incelemediği bir konu var. Bir soru yine ortada duruyor. Derin devlet, toplumsal etnik, sorunlar karşısında neden işkillidir, endişelidir, acilcidir? Bu, önemli bir sorudur, Osmanlı toplum yapısıyla, Osmanlıdan Cumhuriyete geçişte bu ilişkilerin nasıl yaşandığıyla ilgili bir sorudur.

Oğuz Türkleri Orta Asya’dan, Horasan’a, İran’a, Kürdistan’a, Anadolu’ya 11. yüzyıldan itibaren gelmeye başladılar. Oğuz boylarının akınları başladığında, buralarda Ermeniler, Asuriler, Kürtler, Araplar, Rumlar, Gürcüler, Yahudiler, Lazlar vs. yaşıyorlardı. Örneğin, Ermeniler, Asuriler, Rumlar vs. üretici halklardı.

Ama göçebe Oğuz boyları, üretici değildi. Daha çok talancıydı, yerli halkların ürettikleri mallara el koyuyordu. Selçuklu devlet yapısında da, Osmanlı devlet yapısında da bu ilişkileri izlemek mümkündür. Osmanlı Devleti Batı’ya doğru, Avrupa’nın iç kesimlerin kadar genişledi. İmparatorluk oldu. Osmanlı bu halklarla birlikte artı ürünü artırmayı, çoğaltmayı düşünmüyordu. Onların üretimlerine el koyuyordu. Bu halklar, ticarette sanayide geliştiler, zenginleştiler. Bu halklar, 19. yüzyılda milliyetçilik hareketlerinin güçlendiği dönemde, Osmanlı boyunduruğundan kurtulup bağımsız devletlerini kurma yoluna gittiler. Balkan halklarının Osmanlıdan ayrılışı böyle oldu.

Milli Mücadele’den sonra, Misak-ı milli sınırlarıyla yeni bir devlet kuruldu. Cumhuriyet ilan edildi. Yeni devlet, İttihat ve Terakki Fırkası programının yaşama geçirilmesinden ibaretti. Türk unsura, Türk etniye dayalı yeni bir devlet… Türk’e dayalı olan, Türk unsuru etrafında gelişen devlet oluşturma görüşü İttihat ve Terakki döneminde başlamıştı. Birinci Dünya Savaşı başlar başlamaz, Rumlar, Pontuslar sürgün edilmeye başlanmış. Ermeni, Asuri, ve Ezidi nüfusu, tehcirle, soykırımla çürütülmüştü. Yeni devlet, pürüzleri yok etme anlayışını sürdürüyordu. Misak-ı milli sınırları içinde, Rumlardan, Ermenilerden, Asurilerden, Ezidilerden arta kalanlar hala vardı. Kürtleri çok büyük bir kısmı yine bu sınırlar içinde kalmıştı. Ayrıca, Lazlar, Çerkesler vardı.

Türk’e dayalı devlet oluşturma sürecinde, bu halkların varlığı inkar edilmeye başlandı. Yoğun bir Türkleştirme programı yaşama geçirildi. Türkleştirme, Kürtlerde, baskıyla, zorla aşağılamayla gerçekleştirilmeye çalışılan bir program oldu. Bu halkların üzerinde yaşadığı topraklar Türk yurdu, o halklar Türk kabul edildi. Fiili olarak da böyle bir gerçeklik yaratılmaya çalışıldı. Somut gerçekliklerin, tasarlanmış gerçekliklere dönüşmesi için, toplum mühendisliğinin yaşam bulması için, her zaman baskını, zulmün gündemde olması ise kaçınılmazdır.

İşte, derin devleti, daha doğrusu devleti huzursuz eden, işkilli yapan bu süreçtir. Ermeni nüfus tehcirle, soykırımla çürütüldü. Ermenilerin üzerinde yaşadıklara topraklara, Ermenilerden kalan taşınmaz mallara el kondu. Bugün Türkiye’de, büyük burjuvazinin zenginliğinin kaynağı Ermeni mallarıdır. Bu süreci tartışılmaya başlanması, derin devlet huzursuz etmektedir. Asuriler, Süryaniler için de bu yapıldı. Rum-Pontus sürgünlerinden, mübadeleden sonra geriye kalan Rumlar da, çeşitli zamanlarda, çeşitli operasyonlar sürecinde sınır dışı edildi. 1934 Yahudilere karşı Trakya operasyonları, Varlık Vergisi 1942-1943, 6-7 Eylül 1955 olayları, 1964 sürgünü vs. Ermenilerden, Rumlardan kalan taşınmaz mallara şu veya bu şekilde el kondu. Kürdistan’da, Ermeni mallarına el konulması olayı Kürd sorunuyla da yakından ilgilidir. Ermeni mallarına el koyan bir Kürd ağasının bunu, ancak devletin oluruyla sağlayabileceği, bunun için de devletin görüşüne, isteğine uygun hareket edeceği açıktır.

Bütün bunlar, elbette haksız operasyonlardı. Örneğin Kürtlerin bu haksız operasyonların bilincine varmamaları için çok yoğun bir baskı mekanizmasının harekete geçirildi, kitle haberleşme araçları denetim altında tutuldu. Çünkü bu haksızlıkların bilincine varanların bunlara itiraz edecekleri, haksızlıkların giderilmesi için çalışacakları şüphesizdir. İşte, derin devleti huzursuz endişeli eden, saldırgan ve acilci yapan bu durumdur. Bunun için geçmişle yüzleşmenin gerekli olduğu, hakikat komisyonlarının kurulmasının gerekli olduğu şüphesizdir.

Emre Uslu’nun kitabına Ders Notu 1 diye başladığını belirtmiştim. Bu, çalışmanın devam edeceği anlamına geliyor. Dilerim Emre Uslu bu değerli çalışmasında bu konular üzerinde de durur.

No nuşte 3889 rey wanîyayo
ŞÎROVEYÎ
bimbarikbo
bimbarikbo
helal toré .. ismail heval ... ti zaf merdima seme homay seme kurdi kurdistan...ti mera beyxudar bibo...
27 Kanûne 2010 Dişeme 02:21